Öykü

İhanet ve Lanetin Maskesi

Tanrıçanın Fısıltısı

Aşk ki, kudreti tanrıların gazabını bile unutturur,
İhanetle sarmalanırsa eğer, yeryüzü dahi çatırdar.

Gül doğarsa külden,
Ve gözyaşı, kandaki yansımasını bulursa
Bil ki, kader yazılmamıştır henüz.

Zira bazı öyküler,
Kalemle değil, kılıçla yazılır.
Ve bazı aşklar,
Tanrıçaların bile yüz çevireceği kadar karanlıktır.

I. Bölüm – Kül ve Gül Arasında

Zamanın zincirlerinden azade, hatıraların bile unutulduğu bir çağda yaşardı Althea rüzgârla konuşan, sularla düş gören bir kadın. Saçları, gün batımında yanmış eski bir aşkın külleri gibiydi; bakışlarıysa, geceyle yarışacak kadar derin ve sessizdi, Althea ve Theron her gece, gizlerin ve fısıltıların sarmaş dolaş dans ettiği bir ormanda buluşurlardı. Bu orman, sıradan ağaçların ve soluk yaprakların ötesinde bir yerdeydi Faeryn Ormanı, tanrıların kudretiyle dokunmuş, büyülü bir âlem.

Faeryn’in varlığı bir iddiaya dayanır. Müzik ve ilhamın tanrısı Euphon, insanlığın içinde kutsal bir yaratım kıvılcımı olduğunu savunmuştu. “Her insan,” demişti Euphon, “kendi karanlığından bir melodi çıkarabilir; acısından şiir, özleminden ilham doğar.” Ancak Dysaor, yıkımın ve boşluğun tanrısı, onun bu inancına karşı çıkmıştı: “İnsanlar,” demişti Dysaor, “Sefaletin hamurundan yoğrulmuş, arzularının esiri, kendi gölgelerinden bile yoksun yaratıklardır.”

İki tanrı, tartışmayı ilahi bir iddiaya dönüştürdü. Euphon, inancını kanıtlamak için Faeryn Ormanı’nı yarattı: Rengârenk yapraklar, şarkı söyleyen kuşlar, dans eden periler ve ilhamın nefesiyle var olan ruhlar doldurdu bu kutsal yeri. İnsanlar ormana girip kendi kalplerinin müziğini bulsun diye…

Fakat Dysaor, ormanın üzerine bir lanet bıraktı. “Eğer sen haklıysan, insanlar bu ormanda kendilerini bulacak ve varlıklarıyla onu yüceltecekler,” dedi. “Ama eğer ben haklıysam, içlerindeki boşluğu gösterecek, onları sonsuz bir ızdıraba mahkûm edeceğim. Ruhlarını bu ormana zincirleyecek, ilhamı ise sonsuza dek susturacağım.”

Zamanla orman değişti. Neşe yerini özleme, müzik yankısını hüzne bıraktı. Ama hâlâ Siron Gölü’nün kıyısında bir şey değişmeden kaldı: Althea ve Theron’un aşkla fısıldadıkları sözler. Her gece, ay ışığının mavi topraklara vurduğu vakitlerde, bu iki âşık Faeryn’in kalbindeki Siron Gölü’nün kıyısında bir araya gelirlerdi. Rüzgâr çalarken dalları, Althea, Theron’a ormanın unuttuğu şarkılarını fısıldardı. Sözlerinde geçmişin yankısı, geleceğin hüznü saklıydı.

“Bak,” derdi Althea, göle yansıyan ay ışığını işaret ederek, “Bu su bir zamanlar tanrıların gözyaşlarından doğdu. Her damlası bir şarkı, her dalga bir dua taşıyor.”

Theron ise onu hayranlıkla dinler, her kelimesinde daha da bağlanırdı. Çünkü Althea’nın sesi, ormanın en derin melodilerini bile susturacak kadar güçlüydü ve bir gün, bu ses, hem bir laneti çağıracak hem de bir intikamın kapısını aralayacaktı.

II. Bölüm: Maskenin Fısıltısı

Küllerinden doğmayan hiçbir lanet tam değildir ve her büyük aşkın gölgesinde, bir başka kalbin kırık sesi yankılanır.

Demircinin oğlu Pharos, karanlığın incelikle eğdiği bir kibri taşıyordu içinde. Althea’nın gözlerinde gördüğü ışık, ona hiçbir zaman yansımamıştı. Onun adı Althea’nın dilinde hiçbir zaman bir dua, bir sığınak olmamıştı. İşte bu kıskançlıkla karışmış arzuyu fark eden Apate, yalanların ve aldatmanın tanrıçası, Pharos’un kalbine sinsice sızdı.

Apate fısıldadı:

“Aşkını kazanmak istiyorsan, önce onun kaderini şekillendirmelisin. Gerçek bir dönüşüm fedakârlık ister… ve kan.”

Pharos, bu tanrısal fısıltıyla eğrildi. Apate ona bir maske verdi ama maskenin lanetli gücünü saklayarak.

Pharos, maskeyi dönüştürdü, kara büyüyle bir kolyeye çevirdi ve onu, Althea’nın annesi Kalista’ya, düğün hediyesi diye sundu. Althea o kolyeye dokunduğunda, içini tarifi imkânsız bir huzursuzluk kapladı. “Bunu takma, anne,” dedi usulca, “Göğsümde garip bir ağırlık var.”

Ama Kalista, kızının hediye getirdiğini sanarak gülümsedi ve kolyeyi bir bahar şenliğinde taktı.

Gecenin ortasında maskenin laneti kendini gösterdi. Altın zincir yavaşça gözle görülmeyen bir buhara dönüştü, kolye büyüyerek bir maskeye evrildi ve Kalista’nın yüzünü sımsıkı sardı. Aynaya baktığında artık kendi suretini değil, tüm kasabanın korktuğu bir silüeti gördü: efsanevi katil Kaek’in dehşet dolu yüzünü.

Çığlıkları gökyüzünü yırttı. Kasaba halkı dehşetle kaçışmaya başladı. Hiç kimse Kalista’nın feryadının ardındaki hakikati göremedi çünkü karşılarında bir cani vardı artık. Onun çırpınışlarını, yeminlerini, gözyaşlarını kimse duymadı. Kaosun içinde Kalista kaçtı… ve hiç kimsenin adım atmaya cesaret edemediği o lanetli ormana, Faeryn’e sığındı.

Ama Faeryn Ormanı, acıyan değil, sınayan bir diyardı. Ruhlar, gelen her insana bir şarkı sorardı. Çünkü bu lanetli yaratıklar, bir zamanlar insan olmuş; ilhamla doğmuş, sonra da unutulmuşlardı. Onlar artık ancak bir ezginin samimiyetinde, bir melodinin saf niyetinde huzur bulabiliyordu. Gelen şarkı yetersizse… gelen ruh, geçmişini unutmaya mahkûmdu.

Kalista bir şarkı söyleyemedi. Çünkü korkusu, sesini boğmuştu ve işte o zaman orman, onun bütün anılarını emdi. Adını unuttu. Kızını unuttu. Hayatını, kocasını, benliğini unuttu ve Kaek’in yüzüyle, boş bir kabuğa dönüştü.

Bu, sadece başlangıçtı. Çünkü sırada Theron vardı. Ve onun da kalbindeki saf aşk, bir şarkıyı unuttuğunda, bir lanete dönüşecekti…

III. Bölüm: Sessizliğin Laneti

Althea, annesinin kayboluşundan sonra günlerce konuşmadı. Faeryn Ormanı’nın uğultusu gibi suskundu sesi; her kelime bir yas, her nefes bir bekleyişti. Theron ise sevdiği kadının acısını paylaşmak için ne kadar çabalasa da onun gözlerinde donmuş bir denizle karşılaşıyordu artık. Ne yapsa da Althea konuşmadı. Bir gün Theron ne yapacağını bilemez bir vaziyette etrafta dolaşırken Pharos geldi yanına usulca sokuldu “Aletha’nın sesini bir daha duymak istiyorsan öğrenmelisin gerçekleri ormanda buluşman gerek onunla, ona ne kadar ısrar etsem de babasına boyun eğip benimle evlenmeyeceğini söyledi anladım artık tek gerçek aşkı sensin eğer bu gece kaçmazsan onunla bu kasabadan kimse durduramaz bizim evlenmemizi” dedi. Pharos’un açık sözlülüğüne oldukça şaşıran Theron bu duruma anlam veremese de inandı Pharos’un sinsi sözlerine.

Ve yürüdü.

Faeryn, ona ilk kez böyle fısıldıyordu; yaprakların hışırtısı, rüzgârın sızısı, dalların gölgeleri hepsi bir uyarıydı belki de. Ama Theron, aşkının gücüne güveniyordu. Ormana adım attığında, ona anlatılan hikâyenin şartını hatırlayamadı. Zira heyecanı, kalbinde çarpan bin kelebek gibi beynini susturmuştu.

Oysa orman, sessizliği bir hakaret sayardı.

Ve böylece ruhlar, Theron’a yöneldi.

Gözleri aniden karardı. Hafızasındaki anılar; ilk buluşma, Althea’nın gülüşü, Siron Gölü’nde tuttuğu eli hepsi, bir bir silindi. Boşluk büyüdü, büyüdü… ve yerini ilkel bir öfkeye, kör bir korkuya bıraktı.

Theron sonunda, Sinta Gölü kıyısına vardığında, orada kendisine doğru gelen bir silüet gördü.

Ama bu Althea değildi.

Hayır, bu kişinin gözleri bir yabancınınkilerdi. Onun yüzü, yıllardır kasabanın kabusu olan Kaek’e aitti.

Ve Theron’un zihni, aşkı değil, adaleti haykırdı.

İçinde doğan öfkeyle bir kaya aldı. Ruhlar fısıldadı, Apate kıkırdadı. Theron gözünü kırpmadan maskenin ardındaki kadına savurdu taşı. Göl kıyısı bir çığlıkla yankılandı. Kadın yere yığıldığında, maskesi kırıldı.

Ve Theron, yerdeki bedenin bir katile değil, Kalista’ya ait olduğunu fark etti.

Althea’nın annesine.

Kendisine armağan edilen hayatı taşımış olan kadına.

Ve o anda, zaman durdu.

Theron, elleri kanla lekelenmiş, dizlerinin üzerine çöktü. Kalbi paramparça olmuştu.

Ne şarkılar, ne dualar, ne keşkeler…

Hiçbiri zamanı geri saramazdı.

Althea, göl kıyısına vardığında, gördüğü manzara karşısında buz kesti.

Theron’un elleri annesinin kanıyla boyanmıştı.

Bu, tarifsiz aşkına dair bildiği her şeyi yıkan bir ihanetti.

Althea bir çığlık attı, tanrılar bile kulaklarını kapattı.

“Sen… SEN ONU ÖLDÜRDÜN!”

Theron konuşmak istedi, açıklamak, bağırmak, ağlamak…

Ama kelimeler bir lanet gibi boğazına dizildi.

Ve Althea, gözyaşlarıyla lanetler yağdırdı.

O güne dek sevdiği her şey, şimdi bir kül yığınıydı.

Theron kaçmak istedi ama orman ona izin vermedi.

Ağaçlar hareketlendi, kökler ayaklarını sardı.

Faeryn, ihaneti bağışlamazdı.

Ve Theron’un adımlarını sonsuza dek ormanın kalbine mühürledi.

IV. Bölüm: Maskenin Gölgesi

Siron Gölü’nün kenarında, annesinin cansız bedeni önünde diz çöken Althea, ağlamadı.

Gözlerinden dökülecek yaş kalmamıştı.

Her bir damla, içinde bir başka şeyi kurutmuştu:

Merhameti. Umudu. Aşkı.

O an bir ses yankılandı rüzgârla birlikte; tatlı ama uğursuz, kadim ama fısıltılı.

Apate’nin sesi.

“İntikam, seni eski haline döndürmez belki…
Ama acını anlamlı kılar.”

Althea, yerdeki kolyeyi fark etti annesinin boynuna taktığı, o uğursuz armağanı.

Ona dokunduğunda, sıcak bir titreme yayıldı parmak uçlarından kalbine.

Kolyeyi eline aldı. Bakırdan yapılmış gibi görünen sade bir zincirdi; ama içindeki büyü, bin yıldır uyuyan bir lanet gibi parlıyordu.

Apate yeniden fısıldadı:

“Tak onu.
Sadece bir kez.
Adaletin sesi olmasına izin ver…”

Althea, aklı ve kalbi çatışırken bilinçsizce kolyeyi boynuna geçirdi.

Ve o an, kolye maskeye dönüştü.

Kara bir tül gibi yüzünü sardı, gözleri artık görünmüyordu ama içindeki yangın ışık saçıyordu.

Maskeyle birlikte bir şeyler değişti.

Yalnız yüzü değil, sesi de başkasına ait oldu artık.

Söylediği her kelime rüzgârı yaraladı, attığı her adım yerde solmuş çiçekler bıraktı.

Kalbindeki yas, Apate’nin büyüsüyle intikamın zehrine dönüştü.

O artık sadece Althea değildi.

O, annesinin yasını taşıyan bir mezar.

O, aşkına ihanet eden adamın kâbusu.

O, tanrıların oyuncağı olacağından habersiz bir kadının maskelenmiş suretiydi.

Theron, Faeryn Ormanı’nın derinliklerinde hâlâ hayattaydı.

Ama yaşayan biri gibi değil ruhu parçalanmış, kalbi ellerinden kaymış, dilsiz bir gölge gibiydi.

İhanetinin ağırlığı, nefesini bile taşır hale getirmişti.

Ve işte o anda, Tanrıça Apate bir kez daha perdeyi araladı.

Theron’un cezalandırılmasının yeterli olmadığını fısıldadı Althea’nın kulağına.

“Sadece onu öldürmek yetmez…Onu, senin aşkınla, senin kalbinin en derin köşesinde kalan sevdanın kırık parçalarıyla yok etmeliyiz. Aşkının zehriyle boğmalıyız onu, ondan geriye başka hiçbir şey kalmayana kadar.”

Böylece Althea, maskesiyle ormana girdi.

Ama bu kez Faeryn bile ona yol verdi.

Çünkü onun şarkısı, intikamın şarkısıydı ve ruhlar, ne yazık ki onu beğenmişti.

Betül Elif Altunalan

İhanet ve Lanetin Maskesi” için 2 Yorum Var

  1. Çok etkileyici ve derin bir anlatım.. Okurken hikayenin içine çekilmiş gibi hissettim. Yazarımızdan daha çok öykü görmek isteriz

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *