Araf gezegeninin bitmek bilmez fırtınaları tüm ihtişamlarıyla binlerce yıldır sürüp gidiyordu. Gezegenin yüzeyini görünmez kılan fırtına bulutlarıyla kaplı kıpkırmızı gökyüzünden, tek bir noktası hariç tüm yüzeyini kaplayan çivit mavisi okyanusu mor yıldırımlar tarafından dövülüyordu. Her bir yıldırımın okyanusa düştüğü yerden onlarca farklı renge sahip kabarcık gökyüzüne doğru fırlıyor, yükselerek yeniden fırtınayla bütünleşiyordu. Okyanus, beslendiği yıldırımlardan ürettiği küçük ışık küreleriyle yüzey altını donatıyor, küreler okyanusun yüzeyine doğru yükselip orada dalgalarla günlerce sürüklendikten sonra ışıklarını yitirip, okyanusun dibine doğru batmaya başlıyorlardı. Yaşama elverişli gezegenlerde bulunan sudan çok daha yoğun bir sıvıdan oluşmuş, enerjiyle dolup taşan bu okyanusta tek bir gemi dahi yüzdürebilmenin bilinen teknolojiyle ihtimali yoktu. Gezegenin en yüksek dağının doruk noktası okyanusu aşmayı başarmış, kilometrelerce yüksekliğiyle tüm dalgalara ve yıldırımlara direnebilmiş, tek karasal yapıyı oluşturmuştu. Bu korkunç güzellikte ama hayata karşı vicdansız olan gezegende, şaşırtıcı bir biçimde hayatta kalmayı başarmış yaşam formları da bulunuyordu.
Komutan dağın içerisinde kendisine özel olarak yaptırdığı odadan gezegenin muhteşem manzarasını izlemekteydi. Oda için yaptırılan cam ve onu koruyan güç bariyerleri yüzlerce insanın yıllarca süren emeğine mal olmuştu. Onun için gezegeni çıplak gözle görebilen ender bireylerden biri olmak paha biçilemez bir duyguydu. Düşüncelere dalmış bir halde izlediği manzaradan yaverinin geldiğini haber veren mesajla ayrıldı. Açılmasını emrettiği zihinsel komutla açılan kapıdan yaveri içeri girip selamını verdi. Yüzünde tedirgin bir ifadeyle “komutanım gereksiz bir zamanda gelmiyorum umarım,” dedi.
Komutan “Hayır, geliş amacını belirtmek için uygun bir zaman,” dediğinde hayretle kendi gözlerinin yaşarmış olduğunu fark etmişti.
Yaver, “Komutanım, zihinsel iletişim bu yüksekliğe ulaşamadığı için benim bizzat gitmem istendi, zaman yaklaşıyor ve sizin komuta merkezinde olmanız emrediliyor,” diyerek kapıya açılış komutunu vererek, hazır ol da bekler pozisyon aldı.
Komutan duruşunu bozmayarak ve gözlerini ayırmadan, “Sen bu manzaraya bakarken ne düşünüyorsun Gabriel?” diye sordu.
“Efendim yüzeyi görmek farklı bir duygu, kendimi aynı zamanda hem hayran kalmış hem de tedirgin hissediyorum. Hepimiz yerin kilometrelerce altında yüzeyin öldürücü atmosferinden korunarak güvenli mağaralarımızda büyüdük. İletişim camlarından izlediğimiz görüntülerde veya telepatik rüyalarımızda durum farklı. Burası hem içimde kaçıp yerin altına sığınma hissi uyandırıyor hem de çılgınca dışarıya adım atıp hissetmek istiyorum.
“Peki çok daha yukarılar, başka gezegenler ve uzay hakkında ne düşünüyorsun?”
“Efendim sizin emrettiğiniz her yere bugüne kadar sorgusuz olarak gittim, bundan sonrada giderim. Galakside bizim gezegenimizden daha öldürücü bir yer olduğundan da şüpheliyim.
General Mikael sert bakışları olan ifadesiz bir yüze sahipti. Kusursuz kariyeri boyunca kimsenin onun duygularını görebilmesine müsaade etmemişti. Bugüne gelebilene kadar çok fazla sıkıntı yaşamış, onlarca ölüm tehlikesinden ve ölümden çok daha korkunç kaderlerden kurtulabilmişti. Gabriel her zaman onun yanında olmuştu.
Yüzünde alışılmadık bir duygu ifadesiyle “Gidelim Gabriel, zamanı geldi” dedi.
Binbaşı Maximillian, orta yaşlarında olan ve uyumlu kişiliğe sahip biriydi. Bu onun görevli olarak çıktığı beşinci uzay seferiydi. Görevlerini yıllar boyunca beklentileri karşılar bir biçimde sürdürmüş ve buna uygun olarak terfilerini zamanında almıştı. Şu andaki görevinde gemi ve gezegen arası erzak transferinde sorumlu subay olarak atanmıştı, bu onu genel karargahta söz sahibi en düşük rütbeli subay yapıyordu. Görevleri görünürde oldukça basitti, hafif sınıf konfederasyon savaş gemisi refakatindeki üç sivil gemiyi Araf gezegenine ulaştırmak. Yüzbinleri bulan göçmenler için gerekli yaşam şartlarını oluşturulup, madencilik faaliyetlerine başlamaları sağlanabildiğinde geri döneceklerdi. Onun içini huzursuz eden ve hayatında ilk defa olarak üstlerinin emirlerini sorgulamasına neden olan olay ise gerçek amaçlarını öğrenebilecek kadar üst rütbeli hale gelmesindendi. Onlara gelen emir mesajını kafasında defalarca çevirip duruyordu;
“Araf, galaksimizdeki sırrı bugüne kadar çözülememiş ender gezegenlerden biridir. Kendine has eşsiz bir enerji üretir, bu enerji konfederasyon ordumuzun durdurulamaz silahlarının ana hammaddesidir. Araf aynı zamanda korkunç bir gezegendir, yüz elli üç yıl süren nispeten uzlaşmacı hava durumunu sekiz yüz elli altı yıl boyunca eşsiz fırtınalar takip eder. Fırtınaları aşabilmeyi hiçbir gemi başaramamış tek bir sinyal dahi alınamamıştır. Göreviniz size zalimce gelebilir fakat konfederasyonumuzun gücü için bu bir zorunluluktur. Sizin eşlik ettiğiniz göçmenler yeni bir hayat kurabilecekleri ümidiyle yol aldılar. Fırtınaların sona ermesiyle birlikte göçmenlerin kolonileştirilip maden çıkartmaya başlamaları sağlanmalıdır. Verimle ve kesintisiz olarak çıkarılabilecek tüm madenlerin nakliye edilmesi önemlidir. Bu insanlara ne yazık ki ömürlerini uzatabilecek teknolojiyi sağlayamayız. Doğacak çocuklarının daha iyi bir geleceği olacağı düşüncesini aşılamalı, çıkabilecek isyanları önleyebilmelisiniz. Fırtına yeniden başladığında gezegende kalanların en fazla elli yıl gibi bir süreleri olduğu düşünülmekte. Siz, fırtına başlamadan önce gezegenden hiçbir fazla yük almadan, gönderilen tüm gemileri madenle doldurmuş olmalısınız. Unutmayın bu gezegenden aynı şekilde enerji sağlanan yedinci seferdir. Konfederasyon sizinle gurur duymaktadır. Çok yaşa konfederasyon!”
Maximillian bu korkunç emir hakkında dehşete kapılıyordu. Her zaman emirlere uyan ılımlı biri olmuştu. Hayatında ilk defa kaçabilmek ya da isyan edebilmek istiyordu ama o bir konfederasyon subayıydı. Görevi onun onuruydu, yapılması gereken yapılırdı duyguların önemi yoktu.
General Mikael hayatında ilk defa yıldızları görüyordu aynı zamanda yine bir ilk olarak parçalanmakta olan bir uzay gemisi de görüyordu. Gezegene inmeye çalışan ilk gemi kolayca ele geçirilmiş. Onlara doğru yönelebilecek bir saldırıya hayal dahi edemeyen savaş gemisi gezegenden onlara yönelen atışlarla saf dışı bırakılmıştı.
Zaferin ona getirdiği coşkuyla dolup taşarken, Gabriel ona karşı tarafın komutanının iletişim talebini iletti. İletişim küresinden ona konuşan ses son derece bitkin bir halde:
“Ben konfederasyon binbaşısı Maximillian, filonun şu andaki en yetkili subayı benim. Siz kimsiniz ve hangi hakla bir konfederasyon gemisine saldırabiliyorsunuz. Burası konfederasyona bağlı bir gezegendir ve yanımızdakilerde sivil göçmenlerdir. Galaksi yasalarına göre savaş suçu işlemektesiniz. Konfederasyonun gazabı korkunçtur, unutmayın.”
Mikael keyifli olduğu anlaşılan sesiyle, “Teknik olarak bizde konfederasyon vatandaşları sayılırız binbaşı. Yüzlerce yıl önce atalarımızı bu gezegende ölüme terk edip gittiniz. Biz korkunç acılar çekerek ve çok ağır bedeller ödeyerek bu günlere kadar sağ kalmayı başarabildik. Sonunda işte geçen onca nesilden sonra kurtuluşumuza ulaşabildik. Lütfen teslim şartlarını görüşmek için aşağıya bizim yanımıza ininiz” dedi.
Karşı taraftan ses gelmesi uzun bir süre aldı.
“Teslim olmak için belirlenen koordinatlara inişimizi gerçekleştirebileceğiz.”
Mikael, Gabriel in omzunu sarsarak, “şimdi gökyüzü ve yıldızlar hakkında ne düşünüyorsun?” dedi.
“Sizinle her yere gelirim efendim.”
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.