Öykü

Führerbunker

Yüksek lisansımı tamamladığım gün Türk dedelerimden bana bir ev kaldığını öğrendim. Anne ve babamı kaybettikten sonra bir dönem beni yanlarına alan akrabalarımın anlattıklarına göre Avusturyalı soyumuz 1800’lerde Türk soylularıyla karışmış. Bu bahaneyle hem köklerime dönmek hem de bana kalan mirası görmek için Türkiye’ye geldim. İlginç olan bana yollanan belgelerde İstanbul’a 29 Nisan’da gelmemin özellikle belirtilmiş olmasıydı. Elimdeki adres beni Bebek sahilindeki büyük beyaz bir yalıya getirdiğinde saat 17.00 olmuştu. Yüksek dış duvarların rengi, sarmaşıklar ve örümcek ağlarıyla kaplanmadan önce beyazmış. Devasa giriş kapısı dökme demirden yapılmıştı, iki kanadının üzerinde de birer tane büyük ve işlemeli “S” harfi vardı. Bu ailemin soyadı olan Schicklgruber’i temsil ediyor olmalıydı.

Zincirli kapıdan içeriye baktım, bahçe oldukça bakımlıydı ev ise yeni boyanmış gibi duruyordu. Eğer özellikle aramasam göremeyeceğim kapı zilini sarmaşıkların arkasında buldum. Zili birkaç kez çaldım ve beklemeye başladım, birkaç dakika sonra beyaz uzun elbiseli bir kadın evden çıktı ve bana doğru geldi. Kapının diğer tarafında durdu, masmavi gözleri ve beyaz kusursuz cildiyle buzdan bir heykel gibiydi. Uzun sarı saçları boynuna dek kapalı beyaz elbisesinin üzerine dökülüyordu. Ben bir şey söyleyemeden o konuştu:

– Siz genç efendi Hakan Schicklgruber olmalısınız dedi. Fotoğrafınızı görmüştüm, tam vaktinde geldiniz güzel!

Bahçe kapısını arkamdan kapadıktan sonra zarif bir jestle önden giderek evin kapısının önünde durdu.

– Adım Lina, evin kahyasıyım. Size evi göstereyim.

İki katlı yalının içi oldukça yeni ve bakımlıydı. Eşyalar genellikle eski ve antika oldukları halde oldukça temiz ve iyi durumdaydılar.

– Evin tüm ihtiyaçları ve bakımı ailenizin vakıfları tarafından sağlanıyor. Biz bu eve Führerbunker diyoruz.

Bahsettiği vakıflar küçük yaşımda kaybettiğim anne ve babamın yokluğuna rağmen beni en iyi okullarda okutmuş en iyi şartlarda yaşatmışlardı ancak bu günde dek her ay hesabıma yatan yüklü para dışında bu vakıflar hakkında doğru dürüst bir şey öğrenememiştim. Lina’ya eve neden Führerbunker denildiğini sorduğumda ise duymazlıktan geldi.

– Sizin odanız 2.katta denize bakan büyük yatak odası olacak. Bu akşam evde sizden başka kimse olmayacak, yarın sabah aile avukatınızla birlikte geleceğiz ve kendisi size gerekli açıklamaları yapacak. Buzdolabında sizin için yemek ve içecekler var. İhtiyacınız olursa telefon numaram yemek masasının üzerinde, iyi akşamlar.

Böyle büyük bir ev için kısa süren bir tur sonrasında Lina çantasını aldı ve hızla evden çıktı. Aslında böylesine büyük bir evi kullanamazdım onu satmak daha akıllıca olacaktı. Hem böyle bir mülkün parasıyla Viyana’da harika bir yer alabilirdim kendime. Gelmişken birkaç gün dinlenip evin önündeki iskeleden denize girmek bana iyi gelecekti. Saat 21.00 sularında hava kararmaya başlamıştı, yorgundum ve buzdolabındaki biraların 4 tanesini açmıştım bile. Salonda denize bakan büyük pencerelerden birinin önünde ayaklarımı uzatmış oturuyorken bir yandan da telefonumu karıştırıyordum. Önce dışarıdan geldiğini düşündüğüm sesler giderek artınca onların üst kattan geldiklerini anladım. Yavaşça merdivenlerden çıkıp etrafa bakındım, koridor ve odalar boştu! Koridorda durup seslerin ne taraftan geldiğini anlamaya çalışıyordum ki ensemde birinin soluğunu hissettim, korkuyla arkama döndüm ama kimse yoktu. Birden banyodan su sesi gelmeye başladı. Kapısını yavaşça ittim ve ışıkları yaktım, duş musluğu açıktı! Banyo’da kimse yoktu, musluğu kapadım çıkmak için arkamı döndüğümde banyo aynası üzerindeki “Svastika” sembolünü gördüm! Sembol ince sert bir şeyle aynaya kazınmıştı. Nasıl bir manyak aynaya böyle bir işaret kazır ki diye düşünürken bu kez de alt kattan gelen müzik sesiyle irkildim! Ne yapacağımı bilemeden şaşkın şekilde aşağı indim. Müzik masanın yanındaki gramafon’dan geliyordu ve Wagner’in The Flying Dutchman’ı çalıyordu. Nasıl açılmıştı kendi kendine bilmiyordum ama o anda evde benden başka birilerinin olduğunu düşünmeye başladım. Gramafonu kapadım, mutfaktan büyük bir bıçak alıp evi dolaştım ancak kimse yoktu, bahçeye çıkıp etrafa bakındım ama nafile. Tam bu gece otelde kalmalıyım diye düşünürken elektrikler gitti ve koca ev zifiri karanlığa gömüldü. Artık olay korkutucu hale gelmeye başlamıştı kendimi, yorgunsun ve alkol aldın anormal bir durum yok diyerek telkin ettim. Her ihtimale karşın bıçağı alıp üst kattaki yatak odama çıktım. Gece boyunca başka ses duymadım, sabaha karşı kendimden geçmişim.

Omuzumdan sertçe sarsılarak uyandırıldığımda saat kaçtı bilmiyorum, daha gözlerimi tam açamamıştım ki biri üzerimdeki örtüyü sertçe çekti.

– Kalk bakalım zaman geliyor.

Yerimden doğrulup gözlerimi ovuşturdum, Lina ve iki adam karşımda duruyorlardı!

– Ne oluyor ya?!

Adamlardan biri elindeki silahı yüzüme doğrulturken diğeri kolumdan tutup beni ayağa kaldırdı.

– Efendi Hakan bizimle aşağıya geliyorsunuz.

Lina soğuk bir şekilde arkasını dönüp aşağıya inerken biz de peşinden alt kata indik.

Kolumu tutan adam beni salonun ortasına çektikleri berjere oturttu, yerdeki halıyı kaldırmışlar ve parkenin üzerine ve oturduğum yerin çevresine bir takım işaretler çizmişlerdi!

– Neler oluyor Lina? Kim bunlar, ne yapıyorsunuz?

– Efendi Hakan merak etmeyin avukatınız size gerekli açıklamaları yapacak.

Kolumu tutan adam beni koltuğa bağlarken içeriye uzun boylu, saçları seyrelmiş, delice mavi bakışlara sahip biri girdi. Bu sıcak havada komik duran uzun siyah bir trençkot giyiyordu, sırıtarak yaklaştı.

– Sizinle tanışmak onurdur efendim!

Bunu söylerken sanki saygı gösterirmiş gibi başıyla selamladı beni.

– Bakın ne oluyor bilmiyorum ama beni biriyle karıştırıyorsunuz sanırım. Beni çözerseniz sevinirim ve hemen buradan giderim, şikayetçi de olmam!

– Hayır hayır siz tam da beklediğimiz kişisiniz hem de çok uzun zamandır.

– Bakın konu bu ev ise alın sizin olsun hatta getirin kağıtları imzalayayım ama beni bırakın!

– Efendi Hakan sakinleşin ki size gerçekleri anlatabileyim. Siz Schicklgruber ailesinde son 70 yıl içinde doğan tek sağlıklı erkeksiniz. Kimse bilmiyor ama siz yüce Führer Hitler ile aynı soydan geliyorsunuz! Bugün burada 4.reich başlayacak ve bu sizin sayenizde olacak!

– Hitler mi? Ben hayatımı yatılı okullarda ve uzak akrabaların yanında kalarak geçirdim. Ben ailesinden kendisine para kalmış öksüz ve yetim biriyim sadece. Bahsettiğiniz konularda hiçbir bilgim yok ve ilgilenmiyorum da!

– Helena Petrovna Blavatsky hayatı boyunca gizli bilimlerin ve büyünün peşinde dünyayı dolaşan bir Rus soylusuydu. 1859 yılında, uzun zaman gizli sanatlar konusunda eğitim aldığı Tibet’ten İstanbul’a dönmüş ve yerleşmişti. 1879’da, daha sonra Thule örgütünü kuracak olan Rudolf von Sebottendorf’in emriyle Bebek sahilinde ahşap bir yalı aldı. Helena yıllar boyunca Tibet’te öğrendiği okült bilgiler ve ezoterik güçlerle bu evi büyüledi! Buna göre seçilmiş kişinin ruhu öldükten sonra bu eve çekilecek ve uygun taşıyıcı gelene dek burada dinlenecekti. Thule örgütü dünyaya hükmetmesi için Adolf’u seçmişti. Adolf’un ve sizin aileniz olan Schicklgruberler çok özel bir soydu, gerçek kökenleri bilinmiyor ve bu aile sadece kendi içinde yaptıkları evliliklerden çocuk sahibi oluyorlardı. Bu yüzden taşıyıcının da bu aileden olması şarttı. Bu yüzden sizi bu tarihte davet ettik, bu gün 30 Nisan Hitler’in ilk ölüm tarihi.

Anlatılanlar gerçek gelmiyordu, bir yandan dinlemeye çalışıyor diğer yandan beni tutan plastik kelepçeleri zorluyordum. Lina perdeleri kapattı, odadaki gaz lambalarını yaktı.

– Seansı başlatalım!

Şimdi herkes üzerlerine siyah kapüşonlar giyiyordu, gramafonu çalıştırıp tekrar yüksek sesle The Flying Dutchman’ı çalmaya başladılar.

– Führerin en sevdiği.

Dedi daha önce elinde silah olan adam.

Dördü de arkama geçip anlamadığım bir dilde ilahiye benzer bir şey söylemeye başladılar. Önce bağırmayı düşündüm ama sesler o kadar yüksekti ki kimse duymazdı muhtemelen. Bu şarlatanlığın bitmesini bekledim çünkü bu gerçek olamazdı, kamera şakası falan yapılıyordu bana kesin. Ancak gaz lambaları bir anda söndü ve odadakiler daha yüksek sesle ve hızlı tempoyla söylemeye başladılar ve işte tam o anda karşımda siyah bir duman belirdi! Karanlık duman giderek bana yaklaştı ve sonrasında şekli değişmeye başladı, yavaşça bir yüz şeklini aldı ve bir an sonra o karşımdaydı, Hitler!

O anda çok korktuğumu ve uyuştuğumu hissettim, bana öfkeyle bakan bu surat tekrar dumanın içine çekildi ve çevremde hızla dönmeye başladı. İlahi giderek hızlanırken duman yoğunlaşarak çevremde dönüyordu sanki bir hortumun içindeydim. Duman bir anda sol kulağımdan içeri hızla girmeye başladı canım yanıyordu ama engelleyemiyordum. Kulaklarım çınlamaya başım ağrımaya başlamıştı, dayanamıyordum artık ve bir an da bitti! Midemde garip bir sıkışma hissediyordum, ilahi susmuş gramafon durmuştu.

– Führer geldi o aramızda!

Lina çok heyecanlanmıştı ancak kendisine avukat diyen adam onu durdurdu.

– Daha değil, biraz beklememiz gerek. Yeni vücuduna iyice yerleşmeli ve eski ruhu sindirmeli Führer. Böylece tamamıyla yeniden doğmuş olacak!

Sersemlemiştim, bir uğultu vardı kulağımda. Lina ıslak bir bezle yüzümdeki terleri temizledi ve yanağıma bir öpücük kondurdu. İşte tam da o anda kapı kırıldı! İçeri hızla girdiler ve odadaki dört kişiyi birkaç saniye içinde vurdular. Ellerinde susturuculu silah olan iki kişiydi gelenler.

Biri dikkatlice evi kontrol etti diğeri cesetlere birer kez daha ateş etti ve yanımda diz çöktü.

– Tam zamanında gelmişiz ortak ne dersin?

– Siz kimsiniz?

– Sana ikinci dünya savaşı sonrası müttefiklerin kurduğu gizli bir teşkilattanız desek anlar mısın bilmem. Bu fanatikleri 70 yıldan fazla zamandır izliyoruz ve Hitler denen canavarın dünyaya geri gelmesini engellemeye çalışıyoruz diyelim.

– Teşekkür ederim beni çözer misiniz iyi hissetmiyorum.

– Dostum sanırım seni çözemem. Aslında ayin başladığından beri sizi gözlüyoruz ama o karanlık şey içine girene dek müdahale etmememiz emredilmişti. Şimdi beklememiz lazım, gerçekten Hitler’e dönüşecek misin görmeliyiz. Eğer bu olursa seni öldürüp bu büyülü evi yakmamız lazım ki kötü ruhu kurtulursa bile tekrar dönecek güvenli bir yuvası olmasın ve arafta kalsın!

– Yapmayın bu saçmalık, nasıl olur böyle bir şey?

Ses çıkarmadan karşıma geçip oturdular. İçimde garip şeyler oluyordu ama ses çıkarmadım ancak birkaç saat sonra artık düşüncelerim ve anılarım birbirine geçmişti, her şey bulanıklaşmıştı. Kontrol artık bende değildi, ağızımdan çıkanları ben söylemiyordum!

– Lanet Amerikalılar beni burada da mı buldunuz? Çözün beni!

– Ah haşmetli Führerimiz gelmiş, doğruymuş demek anlatılanlar.

– Leck mich am Arsch! (Kıçımı öp!)

– Artık Almanca konuşuyorsun demek!

İkili gülerek ayağa kalktılar ve silahlarını kafama dayadılar. Ateş ederlerken dua ediyorlardı.

– Tanrı benim çobanımdır…

Ardından yerdeki işaretleri kutsal suyla sildiler ve her tarafına benzin döktükleri evi ateşe verdiler! Evin iskelesine yanaşan bir bota atlayıp uzaklaşırken alev topuna dönmüş ahşap yalıya bakıp güldüler, işte tam da o anda yarısı yanmış gramafonda The Flying Dutchman tekrar çalmaya başladı. Schicklgruber vakfı beş yıl önce evi yeniletirken yanmaz boyalar ve yangına dayanıklı malzemeler kullanmıştı bu yüzden sıcaklıkla eriyen eşyalar ve çöken birkaç duvar dışında evin genel konstrüksiyonu zarar görmeyecekti! Ev sadece boyalı duvarlar ve eşyalar demek değildi elbet, yanmış ama çökmemiş bir çatı, kömürleşmiş duvarlar ve erimiş zemin. Tüm bunlar onu ev olmaktan çıkarmıyorlardı. Yanan duvarların arasından siyah yoğun bir duman bulutu bahçeye doğru süzüldü. Giden motorun arkasından bakar gibiydi.

Artık sabırla bir sonraki Schicklgruber’i bekleyecekti Adolf bu yanmış yıkıntının içinde!

Ömür Durmuş

Merhaba, ben Ömür Durmuş. Endüstriyel tasarımcıyım. Yarım yüzyıl önce doğduğum İstanbul'da yaşıyorum. Bir gün Borges gibi yazabilmek hayali kursam da haddimi biliyorum. Eski toprak bir rock and roll dinleyicisi, çizgi roman ve sinema seven bir faniyim. Burada yetenekli yazarlarla aynı ortamı paylaşmak inanılmaz. Bu güzel deneyim için teşekkürler.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhabalar.

    Güzel, farklı ve akıcı bir hikaye. Gizem unsuru başarılı biçimde anlatıma yedirilmiş.

    Bu öykü, bir dizi ilginç ve gizemli unsurla dolu. Ancak, bazı noktalarda hikayenin kurgusal öğeleri biraz aşırıya kaçabiliyor ve okuyucunun inanma zorluğu çekebileceği noktalara sahip.

    Ana karakterin duygusal ve psikolojik evrimi hikayenin içine daha derinlemesine işlenebilirdi. Özellikle, birdenbire bu tür olaylarla karşılaşan bir karakterin içsel çatışmaları, korkuları ve tepkileri daha ayrıntılı olarak ele alınabilirdi. Ancak bu noktanın üzerinde pek durulmamış.

    Hikayenin akışı genellikle iyi olsa da, bazı yerlerde anlatım biraz karmaşık. Daha akıcı bir dil tercih edilerek, okuyucunun hikayenin akışını daha rahat takip etmesi sağlanabilir.

    Hikayenin sonunda ortaya çıkan sürprizler ve açıklamalar oldukça etkileyici olabilir, ancak bu bölümler daha dengeli bir şekilde işlenebilirdi. Özellikle, karakterlerin motivasyonları ve arka planları daha önceden belirginleştirilebilir, böylece final daha etkileyici olurdu.

    Ayrıca Hitler’in “Leck mich am Arsch!” diyeceğini pek sanmıyorum😊Daha anti semitik bir hakaret kullanırdı.

    Shicklgruber kelimesi ne anlama geliyor? Shick göndermek, gruber hakkında ise şöyle bir şey buldum “Gruber ist sehr verbreitet in der Deutschschweiz. Der Familienname geht auf «Grube» zurück, ist also ein Wohnstättename für eine Person, die in einer Vertiefung wohnte.” Keşke bu soyadını gerekçelendirseydiniz.

  2. merhaba…"Shicklgruber " ismi gerçekten de Hitler’in ailesinin gerçek soyadı.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for terramundi Avatar for babyidontcare