Sokağa adımımı atar atmaz kış, sanki tek güç bende dercesine üzerime buz gibi bir rüzgâr yolluyor. Soğuk, evimden bulaşmış olan o taze sıcaklığın tüm hissiyatını alıp götürüyor benden. Ama dinç hissediyorum kendimi ve de ayılmış.
Montuma sıkı sıkı sarınıp karlı zeminde yürümeye başlıyorum. Saatime bakıyorum. Gecenin on ikisi. Daha yarım saat var. Bu iyi, yolda Wol’un barına uğrayıp bir kurtbağrı birası içebilirim. Wol, kurtbağrı birası yapımında dünyada görüp görebileceğiniz en iyi bira ustasıdır. Dolunaylı gecelerde dönüşümlerimizin acısız ve katlanılabilir geçmesi için de bire birdir bu lezzetli içki. Ha dolunay, dönüşüm demişken evet, anlamışsınızdır sanırım: Ben bir kurtkadınım. Bu konuda taviz vermeyeceğim; kurtadam değilim. Şey, bilirsiniz prensip meselesi; kimisi tırnaklarını ojelemeden dışarı çıkmaz, kimisi için de nasıl ki evinde pofidik terliklerle dolaşmak vazgeçilmez şeylerden biriyse, benimki de bu.
Kısa bir yürüyüş mesafesinden sonra Wol’un barına varıyorum. Tahta kapıyı her zamanki gibi büyük bir kuvvetle itip açıyorum. Sıcaklık yüzüme hücum ediyor. Sanki yüzümde karıncalar geziyormuş gibi hissediyorum. İçeride bira kokusuyla karışık, ekşimsi, küflü bir koku var. Seviyorum bu yeri; salaş ama samimi, düzensiz ama gerçekçi.
Wol’u, bar tezgâhının arkasında o aptal, ‘Fantastikleşin Ama Fantastiklenmeyin’ adlı saçma programı izlerken buluyorum; her zamanki gibi. İki aptal gencin kendilerince izbe, korkunç yerlerde hayalet aramalarının; ayrıca büyülü yaratıklarla nasıl baş edileceğinin anlatıldığı bir TV şovu. Wol, her ne kadar şov bitince saçma ve gerçeği hiç yansıtmadığını söylese de program başladıktan sonra servis ettiği biralara açık kalan ağzından akıttığı salyaların hiç farkına varmıyor.
Geldiğimin farkında değil. Bar tezgâhına yaklaşıyorum, “Eee bu hafta hangi yaratığı avlıyorlar?” diye soruyorum elimi tezgâha vurarak.
Bir an kim olduğumu çıkaramıyor. Tombul yüzü aydınlanıyor ardından. “Ha, sen miydin Lupys? Ben de şu aptal programa göz atıyordum. ”
“Eminim sadece göz atıyorsundur,” diyorum muzip bir sırıtışla.
“Bilirsin öylesine bir bakıyorum. Zaten kurtadamların ancak gümüş bir kurşunla öldürülebildiği hurafesine inanıyor bu iki sersem.”
Daha fazla konuyu uzatmak istemediğinden, “Eee, ne âlemde şu senin kurtkadınlık üzerine yürüttüğün çalışmalar? Kabul ettirememişsin yine son toplantıda isim hakkını?” diye soruyor. En sevdiğim biramı da dolduruyor bu arada. Kulplu bardağı bana uzatıyor. Bir cevap beklediği yüzünden belli.
“Evet, olmadı, Wol.” İçim sıkılıyor. Yine kabul ettiremedim Konsey’e. Ama bunun değişmesi şart. Eski çağdan kalma bir dayatma. Kadın olan birine neden ‘adam’ deniyor anlamıyorum. Neymiş efendim, gelenekler varmış bozulamazmış; ilk atamız erkekmiş onun hatırına… gibi içi boş kelimelerle geçiştirildim. Ama bir gün bunu düzelteceğim, ben olmasam bile varlık amacımızı olduğu gibi kabul edecek ‘kurtinsanlar’ çoğalacak ve sonunda eşitlik sağlanacak.
“Lupys… Şey, bilirsin işte… Bu sadece bir isim, bu kadar diretmenin ne anlamı var ki. Erkeklere ‘kurtadam’, kadınlara ‘kurtkadın’ deyince türümüz daha mı iyi olacak? Her şey daha mı düzgün olacak sanki?”
Wol’un sorusuyla düşüncelerimden sıyrılıyorum. “Sen de mi Wol? Anlamıyorsunuz; bu bir isim meselesi değil… Daha derin bir şey. Varlık meselesi bu. Irkımız sadece adamlardan oluşmuyor. Hem benim gibi düşünen çok sayıda kurtkadın var.” diyorum, özellikle vurgulanması gereken kelimeye dikkat ederek. “Ve bu akşamki toplantıda umarım ki kabul ettireceğim.”
Gözüm Wol’un arka tarafındaki saate kayıyor. Son beş dakika kalmış Konsey toplantısına. Acele etmeliyim. Kurtbağrı biramı fondip yapıp masaya bırakıyorum bardağı. Wol’a hızlıca selam verip söyleyeceklerini ağzına tıkayarak kendimi soğuk havaya tekrar atıyorum.
Yüz adımlık mesafenin ardından Konsey’in toplanacağı mekâna varıyorum.
***
Mekân dediğim yer aslında terk edilmiş bir kafe. Genelde toplantılarımızı burada, ikinci katta eskimiş büyükçe bir masa ve her klanın reisine (toplam on üç klan reisi var; iki kadın, on bir erkek) ayrılmış sandalyelerde oturarak yaparız. Tabii dışarıdan kimsenin rahatsız etmemesi için, oldukça tenha ve terk edilmiş bir yeri seçtik aynı zamanda.
Kırık olan kapı kolunu itip bu izbe, pencereleri kırık dökük, tozlu yere giriyorum. Gözlerimin karanlığa alışmasını bekliyorum. İçerisi sadece birkaç küçük lambayla aydınlatılıyor.
Konsey toplanmışa benziyor; yukarıdan insan gürültüleri geliyor aşağıya. Yürüdükçe çatırdayan ahşap merdivenlere basa basa çıkıyorum üst kata. Herkes gelmiş. Dikdörtgen masanın etrafı dolmuş klan şefleriyle. Kimse farkında değil geldiğimin. Ben de kendi masama seğirtip Başkan Hapi’nin gelmesini bekliyorum.
Başkan arka taraftan bir kapıyı açıp topallayarak geliyor. Ardından da yazıcısı Moski. Hapi masanın başındaki yerini alınca Moski de başkanın yanındaki küçük bir tabureye oturuyor.
Moski bu seferki toplantının konularını sunmaya başlıyor: “Kurtadam ve Kurtkadın İsimlerinin Değiştirilmesi Hakkında Yalan ya da Dolan Olmayan Aynı Zamanda Yalan ya da Dolan Olabilecek Bilgilerin Ayıklanması ve Bu Bilgilerin-” Başkan araya girip “Tamamdır. Anlamayan olmasa gerek. Konumuz belli. Sanırım otuz dördüncü kez yaptığımız bu toplantının ana gündem maddesi herkesin malumudur.” Gözlerini bana dikiyor cümlesini bitirir bitirmez.
Olduğum yere siniyorum, çünkü Hapi pek konuşmaz, hatta hiç konuşmaz… Toplantı günü masasının başına geçer, oylama yapılacak konuların oylaması yapılır, biter ve o sadece bize sonucu söyler. Yılların derin izler açtığı suratı hep somurtur.
Gözlerimi Hapi’nin gözlerinden ayırmıyorum. Çünkü ayırırsam güçsüz olduğumu sanabilir. “Demek ki bu sefer otuz beşinci toplantı ha… O kadar oldu mu?” Sözlü meydan okumam salonda birkaç küçük kıkırtıya neden oluyor.
Kendime güvenim geliyor. Klan reislerine dönüyorum “Artık gelmiş olduğumuz çağ belli. Irkımızın bize dayatmış olduğu bu saçma cinsiyetçi yaklaşımı yok etmemiz lazım. Biz sadece adamlardan oluşan bir ırk değiliz. Ve biz kurtkadınların yeni nesil doğurmak dışında kendilerini gösterecek alanları olmalı. Bu isim değişikliği de bir başlangıç olacak.”
“Peki,” dedi Ophido. Kendisi tamamen erkeklerden oluşan Üçüncü Klan’ın lideriydi. Yılana benzer bir yüzü vardı. Ve sağ olsun kendisinden nefret etmemi sağlayacak bütün özelliklere sahipti: Başta, her işe burnunu sokmak gibi karşı konulamaz bir iştahının olması gibi… “Kurtavrat-”
“Kurtkadın,” diye düzeltmeye çalışıyorum.
“-ismini aldıktan sonraki planın nedir? Başkan’ın yerine oturmak mı? Yoksa kadınlardan oluşan bir Konsey mi oluşturmak. Ya da yeni nesilleri bizim mi doğurmamızı istersin?” Yaptığı espriye sadece kendisi gülüyor ve haince bir sırıtışla cevabımı beklemeye koyuluyor.
“Ah, Ophido, senin ürememen için gerekirse davamdan bile vazgeçerim,” Zafer! Yılan’ın suratı ekşiyor.
Moski araya giriyor: “Konudan sapmayalım.”
“Zamanında kadınlarımız evlere kapatıldı ama savaş zamanı gelince en ön saflara sürüldü. İktidarda bulunmamıza izin verilmedi ama en kuytu köşelerde bizlere danışıldı. Sürekli erkeklere boyun eğdik. İlk kurtinsanın erkek olmasından dolayı hepimize kurtadam dendi. Bunu hepimiz için kullanmak çok abes değil mi?” Gözlerimi, masadaki klan üyelerinin her birinin üzerinde gezdiriyorum.
“Evet, belki de başkan bir kurtkadın bile olabilir. Ama senin yaptığın gibi kirli işler yoluyla değil, demokratik bir biçimde seçeriz Ophido.” Biliyorum biraz ileri gittim. Bu sanki başkanın yerine göz koymuşum gibi algılanabilir. Biz daha isim konusunda anlaşamazken iktidara bir kadının gelmesi olacak iş değil gibi şu aralar.
Masadan mırıltılar yükselmeye başlıyor. Benimle aynı fikirde olanlar da var. Ama birileri dışarda bir yerde onların aklını çeliyor. Çünkü konuştuğum bazı liderlerin bana olan samimi tavırlarını, fikirlerime bakış açılarının olumlu olduğunu -her konuda olmasa bile- görüyorum. Ama iş oylamaya gelince fikirler bir anda değişiyor. Bunun da arkasında Ophido’nun olduğunu düşünüyorum. Nüfuzunu kullanarak oyları etkiliyor.
“İtirazı olan yoksa oylamaya geçelim,” diyor Moski. Sadece kafası görünüyor masanın üstünden.
Kimse itiraz etmiyor- “Lupys’in Konsey’den atılmasını oylamaya sunuyorum.” Gözlerim Ophido arıyor ama o da benim kadar şaşkın. Bunu ancak Ophido’nun yapabileceğini düşünüyorum ama konuşan Başkan Hapi.
Başkan’ın bir oylama açması nadiren görülür. Hele ki bir klan şefinin Konsey’den atılması için oylama açması ise daha da nadirdir: Çünkü tek bir suç Konsey’den atılmak için oylamaya sunulur: İsyan. Ki bu oylamanın sonucu da başkanın istediği biçimde olur.
Artık kurtkadın meselesinden çok daha önemli bir sorunum vardı: Konsey’den atılmak… Ki bu da idam cezası demekti.