1.
Kendine geldiğinde hissettiğiilk şey başındaki keskin ağrıydı, gözlerini açıp nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Vücudundaki bütün kaslar zonkluyor, ayağa kalkmasını gerçek bir işkenceye çeviriyordu. Nerede olduğunu gözlerinin yardımıyla anlayamayacağını fark etti, çevresi zifiri karanlıktı. Elleriyle çevresini yoklamaya çalışırken, hissedebildiği kadarıyla kapalı bir yerin içinde olduğunu hesapladı. Omuzları, içinde olduğu alana ancak sığıyor; oturduğu yerden ayaklarının ucuyla, karşıdaki tahta olarak düşündüğü yüzeye dokunuyordu. Muhtemelen tahtaydı, çünkü ayakları ile yüzeyi itmeye çalıştığında hafif bir gerilme oluyordu. Dizlerini kendine çekti, yavaşça ayağa kalkmayı deneyecekti, ağrıyan kaslarına aldırmamaya çalışarak önce öne doğru eğildi ve yavaş yavaş ayağa kalktı. Kafasını bulunduğu yerin tavanına vurduğu anda kucağında duran bir şeyin yere düşerken çıkardığı tok sesle irkildi. Farkında olmadan elini kafasına götürmeye çalıştı, kendisini çevreleyen tahta yüzeye elini çarptığında içinden küfretti. Yere düşen şeyin ne olabileceğini düşündü, tekrar diz çökmeye çalışmak gerçek bir azaptı onun için. El yordamıyla yere düşen şeyi ararken aklına iki şey geldi. “Neredeyim?” ve “Neden buradayım?”
Yerdeki nesneyi bulup eline aldığında ilk sorusunu cevaplayabileceğini anladı. Kucağından yere düşen nesne bir el feneriydi, yüzeyini yoklayarak anlayabildiği kadarıyla öyle olduğunu düşündü. Silindir şekil, ön kısımda iki üç santim çaplı pürüzsüz bir yüzey… ve açma anahtarı. Anahtarı ileriye iterken “Tanrım lütfen çalışıyor olsun” diye dua etmeye başladı. İçinde olduğu alan birden ışıkla doldu.
Kısa bir süre gözlerinin ışığa alışmasını bekledi, sonra nerede olduğunu anlamak için el fenerini çevresine tutmaya başladı. Tahtadan yapılmış bir şeyin içindeydi, genişliği tahmin ettiği gibi yetmiş santim kadardı, ayağa kalktığında başı üstteki tahtaya çarptığına göre yüksekliği yüz yetmiş santim kadar olmalıydı. Tahta zeminde karşıya ulaşmak için büyük bir adım atması gerekiyordu. Başının hemen üstünde uzun ince bir parça karşı yüzeye devam ediyordu, bunun bir asma aparatı olduğunu düşününce farkında olmadan lambayı sağına çevirdi ve bel hizasında duran kilit mekanizmasını gördü. Aradığı cevap basitti… Dükkandaki gardırobun içindeydi. Onu buraya kimin kilitlemiş olabileceğini düşünmeye çalışırken bir yandan da dolabın kapısını yumruklayıp bağırmaya başladı. Dolabın kapağını yumruklarken kapağın alt tarafından bir şeyin yavaş yavaş sürüklenerek içeri girdiğini gördü. Lambayı o şeyin üstüne tuttuğunda çığlık atmaya başladı. Ses telleri parçalanıncaya kadar çığlıkları devam etti.
2.
Bir Ay Önce…
Fatma gün boyunca vitrin vitrin, mağaza mağaza dolaşmış ama istediği şeyi bir türlü bulamamıştı. Yaklaşık 5 aydır temizlikçi olarak evlere gidiyor, kazandığı paranın yarısını babasına veriyor, geri kalanını yastığının iç tarafına saklayıp biriktiriyordu. İki ağabeyinin de para biriktirdiğinden haberi yoktu. Haberleri olsa bu parayı belki isterler belki de istemezlerdi ama riske girmenin bir anlamı yoktu. Beş ayda ancak üç yüz lira biriktirmişti, kendisine ait küçük odası için almayı istediği güzel bir gardıroba ayırdığı üç yüz lira… Şimdilik hayali buydu. Fazla bir kıyafeti olmadığı için ona ufak bir dolap yeterdi. Ama güzel olması önemliydi, değişik olmalıydı. Yıllardır kullandığı fermuarlı dolaptan nefret etmişti artık. Gerçi bu dolabı aldıktan sonra annesi mutlaka o gereksiz fermuarlı dolabı evin başka bir yerinde kullanırdı ya, neyse.
İlk önce büyük mağazalardan başlamıştı, yarım gün çalıştığı temizlik işlerinden çıktığı günlerde lüks mahallelere gitmiş, bazen de alışveriş merkezlerine uğramıştı. Fiyatlar dudak uçuklatacak cinstendi, ayırdığı parayla beğendiği gardıropların ancak ilk taksitlerini ödeyebilirdi. Sonra da babasından ve abilerinden bir tomar laf yerdi. Gardırop da eve geldiği gün aynı hızla aldığı yere iade edilirdi. Ailesini zar zor ikna edip aldığı kredi kartı da hemen iptal edilirdi. Alışveriş konusunda oldukça şanssız olduğunu düşünüyordu, geçen yıl annesine sürpriz yapmak için almayı düşündüğü ikinci el buzdolabında aksilikler yakasını bırakmamıştı. Sarkıntılık yapan satıcıyı hatırladıkça tüyleri diken diken oluyordu. İki yıl önce de çekyat olayı canını sıkmıştı. Abileriyle eve çekyat almaya gitmişler, mobilyacıdaki çırak Fatma’ya yan gözle bakınca kıyamet kopmuştu.
Daha makul mağazaları gezmesi gerektiğini anladığında ilk gittiği yerler mahallesi ve çevre mahallelerdeki mobilyacılar ve marangozlar oldu. Güzel, ucuz modeller vardı ama istediği gibi değildi işte. Ardından ikinci el eşya satan dükkanlar… Bunlarda da istediğini bulamadı.
Bugün, aradığı gardırobu bulmak için kendine tanıdığı sürenin sonuydu, eğer bu gün de aradığını bulamazsa en yakın mobilyacıya gidip en uygun fiyata olan gardırobu alıp geçecekti. Böyle düşünüp yolda dalgın dalgın ilerlerken antika eşyalar satan o dükkanı ve vitrinindeki gardırobu gördü…
Hakan, sabah antika dükkanını açarken yine kendi kendine söyleniyordu. “Bu ay son, bu ay da doğru dürüst satış olmazsa kapatırız herhalde.” Evdeki yatalak babasına bunu anlatması zor olurdu ama yapacak daha fazla bir şey kalmamıştı. Birincisi dükkan çok ters bir yerdeydi, ikincisi babası yıllardır burayı işletmiş ama aynı köhnelik ve aldırmazlıkla dükkanla ya da antika satışı ile ilgili hiçbir yenilik yapmamıştı. Son bir yıldır felç olunca da iş Hakan’ın başına kalmıştı. Gerçi kendisinin de bir baltaya sap olmuşluğu yoktu ama bu küf kokulu, izbe yerde çalışmak Hakan’ı boğuyordu. Dükkanın kapanması işine bile gellirdi. Bu düşüncelerle dükkanın kepenklerini açtı, söylene söylene içeriye girip “Kapalı” tabelasını çevirip “Açık” hale getirdi.
Annesinin ölümünden sonra babasıyla beraber kıt kanaat yaşayıp gidiyorlardı, dükkandan ellerine bir miktar para geçiyor, babasının emekli maaşını da üzerine ekleyince ayın sonunu getirmek çok zor olmuyordu. Hakan’ın çalıştığı işler çok düzenli değildi, bir ara büyük bir markette kasiyer olarak çalışmış, müdürle anlaşamayınca oradan ayrılmıştı. Son çalıştığı cep telefonu mağazasında ise yeterli satışı iki ay tutturamayınca kendisini kapının önünde bulmuştu.
O günün gazetesini alıp iş ilanlarına göz atarken kapının açıldığını duydu. Kafasını kaldırdığında şaşkınlıkla bir kendisine bir de vitrinde duran gardıroba bakan genç kızı gördü. “Hoşgeldiniz, nasıl yardımcı olayım?” diye sandalyesinden kalktı. Kız, Hakan’ın sesini duyunca afalladı.
“Vitrindeki gardırobun fiyatını soracaktım.” dedi. Hakan, esnaf ağzını kaybetmeden cevapladı. ”Neredeyse 80 yıllık bir gardırop, ama tahta kurularıyla savaşmayı beceremediği için fiyatı biraz düştü tabi.” Fiyatı söylemeden merakla sordu:
“Antika merakınız yok herhalde, yoksa daha önce bu dükkanda denk gelirdik sizinle. Ben bir yıldır çalışıyorum, sizi hiç görmedim bu taraflarda”
“Şey, antika olduğundan değil de bu gardırop çok hoşuma gidince, fiyatını merak ettim. Evimiz beş mahalle aşağıda. Fiyatı ne demiştiniz?” diye cevapladı kız.
Bir yıldır dükkanı çalıştırmasına rağmen vitrindeki gardıroba şu an dikkat ettiği kadar hiç dikkat etmemişti Hakan, arada sırada vitrinin tozunu almaya çalışırken bunun da içini şöyle bir silerdi sadece. Kafasında kızın vereceği fiyatı tahmin etmeye çalışarak cevapladı:
“Bir yıl önce sizden rahat bin lira isterdim ama şu haliyle sanırım insafsızlık olur, fiyatı beş yüz lira hanımefendi. Bu arada isminiz neydi?”
Fatma, ismini söylerken bir yandan fiyatı nasıl düşürebileceğini düşünüyor, bir yandan da parasının üzerine nereden ekleme yapabileceğini planlıyordu.
Hakan ve Fatma’nın pazarlığı yaklaşık yarım saat kadar sürdü, sonunda üç yüz elli lirada anlaşmışlardı. Hakan bu pazarlığın sonunda Fatma’yı dükkanda beraber bir bardak çay içmeye de ikna edebilmişti. Sohbetleri Hakan için oldukça keyifli geçmişti. Fatma dükkandan ayrılırken arkasından gülümseyerek çekmecesine uzandı. Bir paket sigara çıkarıp yavaşça paketi açtı. Sigaradan çektiği ilk nefesle beraber bu ve diğer kötü alışkanlığı aklına geldi, gülümsemeye başladı.
Tam dört yıldır, günde bir paket sigara içiyordu. Bu kötü alışkanlığına diğerinden hemen sonra başlamıştı. Kendince diğer alışkanlık sigara lanetinden daha basit bir şeydi. Hakan, fırsat bulduğunda kadınları öldürmeyi seviyordu, hatta bu öldürme işine bağımlı olduğunu söyleyebilirdi. Fatma da bunun için biçilmiş kaftandı.
İlk kez dört yıl önce sadece bir aylık bir planlama sonrası sokakta yaşayan evsiz bir kadını bıçağını kullanarak öldürmüş, cesedi bir çöp konteynırına attıktan sonra oradan uzaklaşmıştı. Ardından ilk iki ay kabus gibi geçmişti, her an yakalanma korkusu, ardında kanıt bırakıp bırakmadığı endişesi… İki ayın sonunda şunu fark etmişti, bazen şanslı olurdunuz, ya da polis sizin düşündüğünüz kadar becerikli olmazdı.
İkinci kurbanı için aklında tek bir şey vardı. Farklı bir şehir… Bu aynı zamanda daha az yakalanma şansı demekti. İkinci cinayetini bayram ziyaretini bahane edip gittiği akrabalarının yanında gerçekleştirdi. Farklı bir şehir, farklı bir kadın. Hedefini bu sefer fahişelerin arasından seçmiş, kimsenin onları izlemediğinden emin olduğu bir yol kenarında kadınla basit bir pazarlık yapmış, cinayeti yine bir arka sokakta bu sefer kadının boynunu kırarak gerçekleştirmişti.
İkinci cinayeti sonrası yakalanma korkusu sadece bir ay sürmüştü. Evden çıkamamış, haberleri her izleyişinde kendi robot resmini görmekten korkmuştu. Şansı yine yanındaydı, ya da bu işte giderek ustalaşıyordu. Diğer saçma sapan işlerde başarısız olurken, öldürme işinde giderek ustalaştığını düşünüyordu. Haberlerde ne resmini görmüştü, ne de polis kapısını çalmıştı. Yine yırtmıştı.
Geçen yıl babasının felç olması planlarında değişikliğe neden olmuştu, her sene bir cinayet işlemeyi düşünürken bunağın felci işleri bozmuştu. Şimdi sabahları bu dükkanda oturmak zorunda kalıyor, akşamları da genellikle babası ile ilgileniyordu. Bir iki kez onu evde bırakıp dışarıda hedef aramaya çıkmış ama yaşlı adam evde bağırıp çağırmaya başlayınca sabah eve uğrayıp babasına bakan komşuları huysuzlanmaya başlamıştı. Bu talihsizliği üzerine kafa yorarken şans yine ona gülmüş, Fatma kendi ayağıyla dükkandan içeri gelmişti. Hem de beş para etmeyecek şu gardırobu beğendiği için.
3.
Hakan kafasında oturttuğu planı hızlıca uygulamaya koydu. Fatma’yla tanıştıktan iki gün sonra kız gardırobu almak için iki abisi ve kamyonetleri ile dükkanına geldiğinde tüm nezaketiyle basit bir satış yaptı. Abilerine de birer çay ikram etmeyi unutmadı. Gardırobu kamyonete yükleyip oradan ayrılırlarken Fatma için geri sayım başlamış oldu.
Yapacağı şey basitti, kızın ölümünden sonra cinayetin kendisiyle ilgisini ortaya çıkarabilecek sürenin geçmesini bekleyecek, ne yapacaksak sonra yapacaktı. Hakan bu süreyi bir ay olarak belirlemişti. Bir ay boyunca Fatma’nın eve giriş çıkış saatlerini fırsat buldukça gözleyecek, en uygun zamanda da kızı öldürecekti.
Kızın temizlikçi olarak çalıştığını biliyordu, Fatma genellikle sabahları yedi gibi evden çıkıyor, Hakan dükkanı açarken dükkanın önünden geçip otobüs durağına gidiyordu. Dönüşü de akşam dokuzu buluyordu. Otobüsten inince eve gitmek için aynı rotayı izliyor ve yedi dakikada eve varıyordu. Hakan’ın ihtiyacı olan da bu yedi dakikaydı.
Fatma’yı öldürmeyi planladığı gün geldiğinde hissettiği sakinlik onu bir yandan şaşırttı, bir yandan da memnun etti. Bu, sonraki cinayetleri için ihtiyaç duyacağı bir duyguydu. Akşam saatleri yaklaşırken, Fatma’yı takip ederek infazı gerçekleştireceği anı saniye saniye kafasında tekrar canlandırdı. O’nun dönüş saate geldiğinde camdaki yazıyı “Kapalı” tarafına çevirip beklemeye başladı. Fatma’nın dükkanın önünden geçmesini bekleyip hızlıca dışarıya çıktı ve kapıyı sakince kilitledi. Kepenkleri kapatmamıştı, işini bitirdikten sonra dükkana geri dönmeyi planlıyor, öldürme anının keyfini bir sigara içerek kafasında tekrar yaşamak istiyordu.
Kızla aradaki mesafeyi korumaya dikkat ederek takip etti, iki mahalle sonra Fatma’nın izlediği yolun en tenha en boş bölümünden geçeceklerdi. Eğer bu esnada çevrede kimsenin olmadığından emin olursa hızla kızın arkasına yaklaşacak ve tüm gücüyle başını iki elinin arasına alıp kızın boynunu hızla çevirecekti. Sonra ardına bile bakmadan oradan uzaklaşıp paralel iki sokağı takip ederek dükkana dönecekti. Öldürmek bazen bu kadar basit ve sıradan olmalıydı, ölüme neden olma gücüne sahip olmak, sadece öldürebilmek bile Hakan’ın en büyük motivasyonu olabilirdi.
Planladığı yere yaklaştıklarında adımlarını hızlandırdı, içindeki coşkuyla neredeyse çığlık atıp bağıracaktı, kendini zor tutuyordu. O kadar şanslıydı ki, çevrede hiçbir insan yoktu. Bu anı kimsenin bozamayacağından tanrısal bir sezgiyle o kadar emindi ki, kıza iki adım kala gülümsemeye başladı. Ellerini uzatıp kızın kafasına uzanırken iki omzunda iki güçlü elin dokunuşunu hissetti. Duyduğu son cümle “Dur bakalım aslanım.” oldu.
4.
Fatma ve iki abisi sık ağaçların arasındaki geniş toprak alanda duruyordu. Kız bir yandan abilerinin ellerini tutuyor bir yandan da sorar gözlerle önündeki kare şeklindeki tümseğe bakıyordu.
“Benim ne zaman bir nişanlım, ne zaman bir kocam olacak?” diye sordu Fatma.
Abilerinden yaşça büyük olan küfreder gibi cevapladı.
“Bizden izin destur almadan, öyle arka sokaklarda arkandan gelip sana sarılmaya çalıştıkça olmayacak gülüm.” dedi yaşça büyük gözüken.
“Emin misin abi, belki bir şey soracaktı bana? Daha geçen ay gördünüz bu çocuğu, efendi efendi gardırobu sattı ya bize.”
Küçük abi cevapladı. ”Lan onun gardırobuna da, tipine de…” Küçük kardeşinin yanında küfretmek istemediği için sonraki kelimeleri yutmayı tercih etti. “Sarkacaktı abicim işte basbaya, taciz edecekti seni.”
Fatma öfkeyle yerdeki tümseğe tükürdü. “Terbiyesiz, o kibarlığı da boşunaymış, o zaman görsün arkamdan gelip bana sarılmaya çalışmayı. Senin de o esnaflardan farkın yokmuş demek ki Hakan Efendi. Gardırobun da sen de çürürsünüz inşallah. Geber emi!!”
Abileri Fatma’nın omuzlarına ellerini atıp onu sakinleştirmeye çalışırken üçü beraber arkalarındaki kamyonete doğru yürümeye başladı. Kamyonetin farları, sıradan bir gardırobun toprağın iki metre altına dik gömülmesi sonra oluşan tümseğin üstüne üç kardeşin gölgelerini düşürüyordu. Fatma arabaya binerken, yerin altından gardırobun içine süzülen solucanı gören ve nerede olduğunu anlayan Hakan’ın çığlıklarını duyar gibi oldu, gülümsemeye başladı.
Kamyonet toprak alandan uzaklaşırken biri buzdolabı eninde, diğeri de çekyat uzunluğunda olan iki tümseğin yanından daha geçti.
Yine akıcı bir anlatım olmuş. Eline sağlık üstat. Fakat 3. ve 4. kısımlar arasında bir boşluk var gibi. 4.kısım en zayıf kısım. Olayın geçtiği mekanında problem var bence.
“Üstat” sıfatının yanından geçersem bana kafidir Emre, teşekkürler. Hikaye olunca kurgu ne yazık ki kısa kalıyor, geçişler konusunda haklısın, düzeltmeye çalışacağım.
Elinize sağlık. Seri katil konusu değişik olmuş. Çocukluğu polisiye okuyarak geçmiş bir insan olarak kafama takılan sorular var müsaadenizle:
Fatma’nın her gün işe giderken geçtiği dükkandan bahsediyorsak bu gardırobun dikkatini daha önce çekmesi gerekmez miydi? Otobüs durağına yürümek için neden beş mahalle geçiyor? Bu beş mahalleyi 7 dakikada nasıl yürüyebiliyor? Öldürmekten zevk alan bir insan sadece bir anlık hareketle cinayet işleyip arkasına bile bakmadan yürüyüp gider mi?
Paylaşım için teşekkürler 🙂
Dikkatinizi çeken konular hikayenin yumuşak karnı, mahalle meselesi benim kafamda yürürken süre konusunda sorun oluşturmadı ama kağıda dökülünce abes durdu sanırım. Cinayet anında yüksek haz alma hali tartışılabilir. Yorumlarınız için çok teşekkürler.
Heyecan verici, sürükleyici bir öykü olmuş. Sonu da gayet iyi. Keşke daha uzun olsaymış, macera daha uzun ve ayrıntılı anlatılsaymış, diye düşündüm öyküyü bitirdiğimde. Bu şekilde Hakan ve Fatma hakkında daha fazla şey öğrenmek isterdim.
Yukarıda yaptığım yorumu devam ettirmem gerektirecek, dediğiniz gibi keşke daha fazla daha uzun yazabilseydim ama hikaye olmaktan çıkacak bu sefer de. Benim de kafamda olaylar daha uzun devam etmekteydi. Yorumunuz için çok teşekkürler
birkaç yazım hatası ve tekrarlayan kelimeler var elbet ama sorun değil, tekrar gözden geçirmeyle düzeltilebilir. Hikayede öncelikle sürükleyici midir ve konusu nedir diye önem veririm.
Gayet sürükleyiciydi bu konuda şüphem yok. Temel konu da güzelmiş aslında ama son bölüm daha detaylı anlatılsa çok daha tad verecekmiş. Ayrıca Cemaziyel’in söyledikleri benim de gözüme ilk çarpanlar oldu.
Özelte güzel bir hikayeydi, ellerinize sağlık.
Sürükleyiciliğin peşinden giderken son bölümü hızlı yazmak hatam oldu, haklısınız. Tekrarlayan kelimelere dikkat etmem gerekli. Teşekkürler.
M.K. Immortal’ın bahsettiği o bir kaç yazım hatasını tekrar etmeme gerek yok, görmezden gelinebilecek yazım hatalarıydı.. Üstelik oldukça akıcı, merak uyandırıcı da bir öyküydü, teşekkürler.
Pek fazla polisiye roman okumasam, okumayı sevmesem de bu oldukça güzel, değişik bir tarzda yazılmış, o yüzden hiç sıkılmadan ve merak da ederek okudum. Bir cinayet sahnesi ve daha sonrasında gelişen ‘acaba katil kim’ sorusuna yanıt arayan anlatımda olmaması, benim için önemli bir etkendi öyküde. Bunun dışında, Hakan’ın Fatma’yı öldürmek için giriştiği an ile kardeşlerinin onu öldürdüğü an arasındaki geçiş harika olmuş, tebrik ederim..
Ellerinize sağlık…
Kardeşlerin bu absürdlüğü hikayeyi yazarken kendiliğinden ortaya çıktı. Yoksa kafamdaki kurgu biraz daha farklıydı. Çok teşekkürler.