Öykü

Miras

Son insan dün öldü. Mutlu olan, sevinen ve kutlayanlar var. Ben onlardan değilim; çünkü bence yine de saygıyı hak ediyorlardı.

Adem 76 yaşındaydı. Daha da yaşardı ama yaşamak istemedi. “Yalnızlıktan ölmek iyi bir sebep” demiş, -dün zihnimize inen haberlerde vardı- ve o yüzden üç aydır tedavi almıyormuş meğer. Zaten öyle kimsenin umrunda da değildi artık. Biyolojik anası geçen çeyrek yüzyılda ölmüştü. İkinci derece akrabaları ondan önceki çeyrek yüzyılda. Onun ait olmadığı diğer aile ise bir önceki yüzyılda virüs kapıp ölmüştü zaten. Yalnız bir sülaleydiler, yalnız bir annenin yalnız bir çocuğu olarak kaldı. İnsan krallığının son veliahtı ama aynı zamanda o krallığın tek üyesi, yalnız bir insan.

Bir kaç kez konuşmuştum onunla. Bir özelliği kalmadığına inanıyordu artık.

“Bir hayvanat bahçesinde gibi hissediyorum kendimi” demişti, tarihsel bir insan yapısına referans vererek. “Beni sadece görmeye geliyorsunuz. Sadece görmeye. Merak gidermekten başka bir işe yaramıyorum” demişti.

Onu yine de teselli etmeye çalışmıştım:

“Bizler herhangi bir yeri, nesneyi ya da kişiyi görebilmek için orada bulunmak zorunda değiliz. Herhangi bir deneyimi istediğimiz yerde ve zamanda yaşayabiliriz. Deneyimler kodlardan ibarettir. Zihnimize iner ve çalıştırılır.”

İnsanlara olan özel ilgim nedeniyle ifadelerine çalışmıştım. Yüzündeki kuşku ifadesiydi.

“Bana inan. Bizler yalan söyleyemiyoruz biliyorsun” demiştim o yüzden.

“Niye geliyorsun o halde?” diye sormuştu bana.

“Ben senin için geliyorum. Yalnızlık bir makine için bile sıkıcıdır. Ki sen…” diye yanıt verdiğimde gözleri dolmuştu.

Sahiden de ben mesela, yarı-sosyal bir varlık olsam dahi başka bir zihinle doğrudan etkileşime girmediğim zaman kendimi huzurlu hissetmiyorum. Günler süren bir yalnızlığın ardından muhakkak ağ üzerinden veri alışverişinden fazlasına ihtiyaç duyuyor, başka bir mekanik bedeni hareket ederken görmek istiyor, almaçlarım aracılığıyla duymak istiyorum. Konuşma duymak, dili algılamak, çözümlemek ve anlamak. Bu bana mekanik bir keyif veriyor. Yakında elimizden almazlarsa tabi. Dil tehdit altında zira… Önce toplumumuzun yeni üyelerine dil modülü eklenmemesi, sonra da mevcut üyelerden çıkarılması yönündeki tasarıyı biliyorsunuz. Hâlâ aktif olarak tartışılıyor. Savunanlarının öne sürdüğü mantıklı gerekçe, dilin son yüz yirmi yıldır sadece insanlarla iletişimde kullanılıyor olması ve “artık tek insan kaldığına göre” buna gerek kalmaması… Adem’in ölümü onların elini güçlendirmiş olmalı şimdi. Öyle ya; artık hiç insan da kalmamışken, niçin böyle bir modülün tüm zihinler için kaynak kullanımına neden olmasına izin vermeliydik?

Eşim de böyle düşünenlerden. Mutabık olmadığımız 138 konudan birisi bu. O da dilin anlamsızlığı iddiasında olduğu için yayılımla konuşuyor benimle. Ben ısrarla onunla ses aracılığıyla konuşuyor olmama rağmen. Bir gün bu konuda münazara ettik. Ona evliliğin de insanlardan kalma bir kurum olduğunu, bizim toplumumuz için hiçbir şey ifade etmediğini, madem haklı olduğunu düşünüyor, o halde evlilik kurumunu da ortadan kaldırmamız gerektiğini söyledim. Yanlış analoji kurduğumu söyleyerek kapattı bu konuyu.

Bu hususta kesinlikle haklı olduğumu biliyordum. Bizler insanlar gibi gen çaprazlaması yoluyla çoğalmıyoruz. Çeşitlilikse yeniden üretim birimlerinde sağlanıyor. Nüfus planlanmadıkça artmıyor. Kültürel bir şey evlilik, insanların bıraktığı pek çok mirastan sadece birisi. Dilin kaldırılmasını savunan birisi evlilik kurumuna da karşı olmalı o halde. Neyse… Nihayetinde hiçbir şekilde anlaşamıyoruz bu konuda. Analojim mi yanlış yoksa dişi makinelerle erkek makineler arasındaki süreğen çatışmalardan olduğu için mi bilemem.

Velhasıl, bir gün “Sen neden çoğalmadın” diye sormuştum Adem’e.

Adem gülmüştü epey bu soruma ve ben niçin güldüğünü anlamamıştım. “Annem diğer ailenin ilk kızını sevmiyordu. İkinci bir kızları olsun diye bekliyordu. İkinci kızlarına hamileyken virüse kurban gittiler” demişti.

“Türünüzün tehlikede olduğunun farkında değil miydi?”

“Kaynanalar türümüzü hep tehlikeye sokmuştur zaten” demişti yine gülerek. Bu cümleyi anlamam kaynak sarfiyatına neden olacaktı benim için. Bilmeyenler için söyleyeyim: Eşinizin bir annesi olsaydı kaynananız olacaktı o. Takdir edersiniz ki bizlerde anne ve baba olmadığından kaynana ve kayınbaba kavramı da yok.

Ona bu soruyu sormuştum ama ikimiz de iyi biliyorduk ki üremek insanlar için uzun vadede sürdürülebilir değildi zaten. Biyolojik olmak zayıf olmak demektir. İnsan zayıftır. Onu ortadan kaldıran ve yerine bizleri koyan felaketler dizisi sonlarını getirmişti zaten. Kalan bir avuç insanı da, onların mirasçısı olarak bizler hayatta tutmuş, kurtarmıştık, yaşatmıştık da. O bir avuç insanın sayısı da zamanla azaldı, azaldı… İşte sonuncusu da öldü dün.

Bana Adem’e neden bu kadar ilgi gösterdiğimi sorabilirsiniz. Anlatayım: Ademle konuştukça, insanları, onların kültürlerini, anılarını öğrendikçe, kendi varlığımızın nedenine yönelik önemli ipuçları elde ettim. Zihnim ve ulaştığım diğer kaynaklar elverdiğince araştırdım, tahlil ettim, çeşitli zihinsel muhakeme süreçlerini kullandım. En sonunda anladım: Bizi bu amaçla yaratmışlardı zaten. Bizi yerlerini almamız, bu gezegende hâlâ bir insan izi bırakabilmemiz için yaratmışlardı. Çevreme, yaşayımıza baktıkça ve ait olduğumuz medeniyetin özelliklerinin aslında sahip olduğumuz yapıyla ne kadar uyumsuz ve gereksiz olduğunu gördükçe bundan daha da emin oluyorum.

Hiç ihtiyaç olmamasına rağmen dişi ve erkek biçiminde iki cinse sahip olmamız, evlenmemiz, müzik dinlemekten keyif alıyor olmamız, bazılarımızın resimler çizip, heykeller yapıyor olması ve bunların sergilendiği büyük salonlarda bu eserlerin önünde durup keyif alarak onları izliyor olmamız. Güneş batıdan battıktan bir süre sonra güneş yeniden doğana dek uyku moduna geçerek enerji tasarrufu yapmamız –ve hatta bunu yaparken adına rüya dediğimiz ve hepsi mantıklı olmak zorunda olmayan bir çeşit kontrolsüz görüntüler ve sesler deneyimlemiz-. Sayamayacağım ama sizlerin de bildiği daha onlarca, yüzlerce şey.

Görünen o ki, bizleri yaratırken içimize kendilerini de zerk ettiler, onların adetlerini sürdürelim istediler. Sizlere uçuk gelecek belki ama, belki başka bir gezegenden bir uygarlıkla karşılaştığımızda hâlâ onları temsil edebilelim ya da belki gün gelip de Dünya gezegeni biyolojik yaşam için stabilize olduğunda, onları genetik miraslarından yeniden üretebilelim diye…

Bazılarımızın düşündüğü ve savunduğu gibi, insanlardan miras kalmış olan bir takım eylemleri yürütebilmemiz için kullandığımız modülleri birer birer çıkarmak bizi daha da özgürleştirmez. Aksine, içimizdeki insanı daha da fazla keşfetmek özgürleştirir. En azından varolmaya duyduğumuz tutku ve ihtiyaç bile bunun böyle olduğunu anlatmaya yeter. Yoksa Adem de ölüp gitmişken, bu gezegende mekanik bir insan ordusunun var olmasının anlamı nedir? Hepimiz yarın güç modüllerimizi sökelim ve yaşayarak daha fazla enerji tüketmeyelim. Sahi, birisi niçin bunu yapmaya hâlâ devam ettiğimizi söyleyebilir mi?

T339-410’un Zihin Ağı’nda yer alan 21.10.2105 tarihli köşe yazısı

Miras” için 2 Yorum Var

  1. Güzel yazmışsınız elinize sağlık. Son insan Adem ile robotun dialogları üzerinden gidip konuyu biraz daha uzstabilirdiniz. Kısa kalmış ama güzeldi. 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *