Öykü

Reon & Mathilda

Not: Bu öyküyü okumadan önce, KÜRE adlı öyküyü okumanız olay örgüsünü kavrayabilmeniz için yararlı olacaktır.


I. Mathilda,

Hayatın can çekiştiği zamanlardan kalma, dünyanın yüzeyine işlenen izleri takip etmenin onu kalbinin gitmek istediği yerlere götürdüğünü ne zaman keşfettiğini anımsamayan bir genç kızın adımları, her zaman tekin mekanlara varmaz. Çoğu onu takip edemez, özgür olmak gerekir. Yaşamak için yaşamak ve gördüğünün zevkine varmak esas olandır onun gibi olmak için. Eskiler; “Yaşam anılardan ibarettir, ölene kadar aklında kalacak tüm anıları şu anda bilseydin yaşamana gerek kalmazdı.” derler hep. Oysa bu gerçek değildir, bilmek ile onlarıgerçekten yaşamış olmak arasında bir fark vardır. Diğerlerine sorsalar onun köyünden
zorla atıldığına yemin edebilirlerdi, kızın kendisi ise aksini; “Görmek için çıktım.” diyecektir.

Mathilda’nın yaşadığı köyde niteliksiz insanlar ikamet etmektedir. Aslında kimsenin bunun tam olarak hangi noktada başladığını söyleyemeyeceği bir değişim yıllar geçtikçe daha belirgin olurken Mathilda bundan payını alan sadece bir öteki küçük kızdı. İnsanlar güçlerini yitirip sıradan niteliksiz kişiler halini alıyorlardı. Daha doğarken niteliksiz olduğu anlaşılanlar
şehirlerin dışındaki köylere sürülüyordu; ayrımcılıktan, nefretten yada benzeri eskilerin
korkarak anlattığı habis duygular ile değil, onların iyiliği için. Şehirlerde insanlar niteliksizlere göre çok ağır sayılabilecek bir yaşam sürmektedirler, Mathilda bu yaşamı
kaldırabilecek olduğu yani güç sahibi olduğu için nesillerdir tek bir özellik göstermemiş
ailesinin yüzlerce yıldır yaşadığı köyden sürülmüştü. Başkentten köylere sadece reislerin
kullanmasına izin verilen test cihazlarından biri genç kızınkine yeni ulaşmıştı, tüm köy
temizken onda yüksek miktarda u-geni bulunmuştu.

Normalde cihazın kıza ait özelliği de söylemesi ve bir rapor çıktısı vermesi gerekiyordu. Ancak cihaz sadece pozitif sonuç raporu verdi ve rapor ile beraber Mathilda şehre giden en kestirme yol izah edilerek yanına bir haftalık yemek ve suyla yollanmıştı. Ailesi onu uğurlamak için evlerinden dışarıya çıkmadı, annesinin ağladığını hayal edebildi sadece. Nitelikliler asla diğerlerini küçük görmez yada görseler de bunu açıkça belirteni henüz
görülmemiş bir şeydi, ancak niteliksizler onları bu şekilde değerlendiremezler. Onlar
doğaları gereği kıskanç olur, asla bir taşı emek vermeden yontamayacak olmak, yemeği pişirmek için ateş kullanmak zorunda kalmak yada aydınlık bir gece için eskilerin elektrik
teknolojilerini kullanmak zorunda kalmak utanç vericiydi. Bu değişim çok uzun zaman
önce başlamışsa bile sancıları henüz yeni duyuluyordu.

Mathilda raporu çoktan ormanda bir yerlerde buruşturup atmış ve ninesinin ona anlattığı efsanelerin peşinden gitmeye karar vermişti. Himalayalar’da sadece en tepesi görünen mükemmel ve dev bir dairesel yapının göklere ulaştığını anlatmıştı ona. Öylesine yüksekmiş ki bir itici gücü olan insan bile oraya sekiz gün sekiz gece içinde varabilirmiş. Vardığında ise kimseyi içeriye almayan pürüzsüz bir duvar ile karşılaşırmış. Mathilda bir itici olup olmadığını düşünerek ellerine bakıyordu arada. Heyecanlıydı çünkü diğerlerinden farklı olduğuna dair hayaller kurduğu çift ayın altında ve kendi geleceğine doğru yürüyordu. Hiç arkadaşı olmadı demek ona haksızlık olur, çünkü öylesine arkadaş canlısı ve hayat doluydu ki onu sevmeyen tek bir köy sakini yoktu. Cihaz onun önünde tutulup ötmeye başladığında sanki tüm sevgi yanıp kül olmuştu. Mathilda’nın kalbi kırıldığı için değil, halen umudu olduğu için onları unutmayı seçmişti. Bir gücü varsa bile kendisi de bunun ne olduğunu bilmez şekilde avare dolaştı, gücü ne olursa olsun asıl niteliği affediciliği ve iyi kalpliliğiydi. Sanıyordu ki sevgi sonsuzdu.

II. Reon,

Tekinsiz hudutlarda soluksuz yürüyenlere dair ne nitelikliler ne de basit halk pek bir şey bilmez. Geceleri süt dişleri henüz yeni dökülen çocukları yataklarından sessizce çıkaran ve akıbeti belirsiz mekanlara götürenlere dair ise her annenin kalbinde bir korku yatar. Ancak, savaş alanlarında kaybolan insanları duymayan asker yoktur. Henüz çelik çarpıştıramadan, zırhı solmadan, kana bulanmadan sakince yok olan askerler. Kimileri korkak olduklarını ve savaş alanını terk ettiklerini söylüyorsa da kalplerinin en karanlık köşelerinde soluksuz yürüyenlere ilişkin bir tedirginlik onları derinden sarsar. Ancak bilinmeli ki onları bile yakından tanıyan birileri elbet vardır. Reon onlardan sadece biri. Ölülerin yaşayan kölesi. Onlar sabitleyici kanı taşımış artık yaşamayan insanlardır. Sabitleyicilerin diğer insanların güçleri durağanlaştırma ve sürekli kılma niteliği kendi ruhlarını bedenlerine kilitleme kibrini göstermelerine sebep olmuştu. İnsanların gücünü tanrınınki ile bir tutmaktan başka bir dinsizlik değildi bu. Zamanla onlar dışlandı ve adları unutuldu. Fakat onlar ölümsüz tabirine en yakın olanlardır, ve ölmeyen birisi unutmaktan da muaftır. Diğerleri onları birer ölü gibi görse bile hareket eden eklem ve kemik yığınlarının aslında birer kalbi vardır. Kibirleri ve egoları ölüm korkuları ile birlik içinde olmasına rağmen sevgi ve şefkati de bilirler. Bildiklerini diğer insanları korumak için kullandıkları nadir olsa bile yılların deneyimini bunun için harcamadıklarını söylemek onlara haksızlık olur. Her şeye rağmen sayıları az olan bu kişilerin her zaman bir seçilmişi olur, bir arayıcı; kendileri gibi olanları bulması için, yaşayan niteliksiz bir insan.

Reon henüz beş yaşındayken doğduğunda sahip olduğu rapor edilmiş mental güçlerini kaybetmişti. Ailesi onu şehrin hemen dışındaki bir manastıra gönderdi ve kendisini dine adamasını umut ettiler. Belki tanrı ona sahip olduğu gücü geri verebilirdi. Reon belki ailesinin yüzünü halen anımsıyordur, yada rüyalarında onların olduğunu düşündüğü yüzler seçebiliyordur. Önemli olan şu ki, Reon on iki yaşına geldiğinde çoktan manastırdakiler onun ailesi olmuştu. Kendisi gibi gücünü kaybetmişlerin yanı sıra yetimler ve yaşlılar için de bir sığınma yeriydi burası. Anne şefkatini hiç görmedi ama orada kardeşlik ve paylaşmanın önemini kavradığı söylenebilir. Dışarıdaki dünyayı her genç adam gibi arzulamaya başladığında henüz on beşindeydi. İlk büyük trajedisini de o sıralar yaşamış olmalı. Manastır yanarken kaçarak hayatta kalmış sadece dört kişi olmuştu ve Reon onlardan biriydi. Sırtında ve kollarında üç oda arkadaşını taşıyarak kapıdan çıktığında duman ve sıcak onu yere sermişti. Saatler sonra uyandığında yanı başında birbirine sarılarak ağlaşan çocukları gördüğünde manastır ile beraber içinde de bir şeyler yanmıştı sanki. Reon ömründe yalnızca iki kez ağladı. Çift ayın ışığında kızıl alevlerden geriye kalanlar yanık et ve kereste kokusu ile genzine dolduğunda ilk defa ağladı, tanrı biliyor ya o gece ikiz dolunaydı ve tek bir kurt bile ulumadı.

Reon’un nasıl onların kölesi haline geldiği başka bir hikaye olsa gerek, umutsuz bir arayışın ve cehaletin sonucunda gerçekleşen bir buluşma. Nicelerinin lanetleyebileceği ama bazılarının da sonuçları yüzünden bir mucize olarak görebileceği buluşma. Neyin karşılığında bedenini onların ellerinde bir oyuncak kıldığı Reon’dan başkasını da zaten ilgilendirmez. Esas olan onun diğerlerini arayacağıdır. Dikkatsiz annelerin beşiğinde, tedirgin askerlerin kışlasında ve belki de kaderinin onları nereye götüreceğini bilmeyen kızların gezdiği ormanlarda.

III. Reon & Mathilda,

Havadaki u-geni yoğunluğu Reon’un içinden sızlanmasına sebep oluyordu. Tarikat ona işini daha iyi yapması için bazı nicelikler bahşetmişse de hiç biri konforlu değildi. Başıboş ve güç sahibi olan insanları aramak için şehrin orman sınırlarından daha uygun bir yer varsa bile o bilmiyordu ve şu anda büyük bir şeyin peşindeydi. Aysız bir gece, uğursuzluk anlamına gelir. Oysa Reon aylardan sadece lanet görmüştü. Güzel bir av, karanlık bir gece, sessiz bir orman ve kara çelik çift revolverının barut dolu esansı. Reon öldürmeyi sevmiyordu, onun sevdiği sadece öldürme olasılığıydı. Genelde birilerini yakalamak için onu hareket edemez hale getirmesi gerekiyordu, ancak han yol bilmez birisinin izini ormanda sürerken şehirde olduğu gibi yaşadığı yerde saklanıp gelmesini bekleyemez yada ona tuzak kuramazdınız. Bir avcı olmanız gerekirdi, özgürlüğünün tadını çıkaran bir avın neye uğradığını anlamadan bir çift kurşunu ayaklarında bulması tatmin edici bir sonuç olur genelde. Eskilerden kalma çelik yadigarlar onun üçüncü ailesiydi. Artık kimse silah üretmiyordu, şirketler yok olmuş ve artlarında ölüm dolu metaller bırakmışlardı. Niteliksizler arasında popülerleşmeye başlamamışlardı henüz, sadece bazı derinde kalmayı seçmiş kesimler onlardan haberdardı.

Avının kokusu keskinleştiğinde sık meşelerin arasında sessizce bir çalıya girdi, ufak bir şelale ve ona yakışır bir gölet vardı. Genç bir kız saçlarını yıkıyordu, yüzünde çift ayın aslında hiç bir zaman sahip olmadıkları ve olmayacakları ancak masallarda oldukları iddia edilen parlaklık ve yaşam ile sudan yansıyan çehresini izliyordu. Parlayan şey aylar olamazdı, çünkü bu gece çift yeni ay vardı. O vakit bu ışıkta neyin nesiydi? Sorular aklında belirmeyi kesti ve işine odaklandı. Sadece bir kız, büyük bir olasılıkla gücünü kullanmasını bile bilmiyor ve savunmasız. Silahlarını kaldırdı ve çalılardan yavaşça çıktı.

Bin asırdır tüm topraklara hükmeden kraliçe Nul’un bile gerçekleşene kadar ön göremeyeceği. Ermişlerin asla yıldızlarda okuyamayacağı yada hiç bir mentalin olasılık olarak belirleyememeği bir karşılaşmaydı onlarınki. Mathilda gecenin bir vakti kıvrılıp yatmak üzere olduğu göletin yanındayken cüsseli birinin çalılardan çıkmasına diğer herhangi birinin vereceği tepkiyi vermedi. Yüzünde kocaman bir gülümseme ve elinde selam ziyaretçisini karşıladı “Bu harika akşamda size nasıl yardımcı olabilirim acaba?” Adamın üzerinde ayaklarına kadar uzanan ve ad verilmesi güç kumaş yığınları vardı, mevsime göre biraz kalın giyinmişti ve gözlerinde insani bir yakınlık hissedilmiyordu. Buna rağmen Mathilda kısa ömründe daha önce hiç “düşman” denilebilecek ve tehlike teşkil eden bir öteki adem oğlu görmemişti, nasıl tepki vermesi gerektiği ona öğretilmemiş ve oda düşünmemişti. Belki de onun yaşamını kökünden değiştiren bu iyi yürekli cehaletti.

Kız konuşurken Reon’un aklında binlerce düşünce peyda oldu. Bunlardan en belirginleri “Ona nasıl bunu yaparım?” ya da “Neden kaçmıyor?” değildi, “Neden gülümsüyor?” hepsinin üstünde ve sorma dürtüsünü bastıramayacağı bir tanesiydi. Kız sakince cevapladı “Çünkü günlerdir insan yüzü görmedim ve birisi ile konuşabilmek güzel.”, bir yandan saçlarını elleri ile tararken bir yandan da eşyalarına doğru yürüyordu. Reon onu küçümsediğini düşündü bir an. Az sonra tomarından koca bir pala ile üstüne yürüyecekti, yada ona sivri bir taş atarak kaçmaya başlayacaktı. Mathilda hiç birini yapmadı, çıkardığı kocamandı fakat sadece bir su testisiydi. Ona doğru gelirken içmesini önerdi ve Reon ömründe tattığı en lezzetli suyu içti. Her şey çok garipti, u-geni kokusu yok olmuştu, sanki daha hafifti ve kızın aklındaki imgesi bile onun uykusunu getiriyordu. “Sanırım dinlenmelisiniz efendi, yolculuk ediyor gibisiniz. Ben de bir yerlere gidiyorum ve dinlenmeliyim. İyi geceler.” dedi kız çimenlere uzanırken, Reon’un kendisi de nasıl bir büyünün altında olduğuna akıl erdiremeden oracıkta kıvrıldı.

Gün onun için aydığında ve kuşlar onu uyandırdığında bir küfür kopardı. Nasıl bu kadar aptal olabilirdi? Kafasında akşamdan kalma olduğundaki zamanlarda duyumsadığına benzer bir ağrıyla ve kuru bir dil ile küfretmek bile zordu. Suda bir tür sakinleştirici olmalıydı, yada kız bir mana kullanıcısıydı ve ona bir uyku büyüsü yapmıştı. Gardını bu kadar düşürmek onun için utanç vericiydi, ta ki tepesinde kocaman gülümsemesi ve yeni vurulmuş bir tavşan ile beliren Mathilda’yı görene kadar. “Çok uzun uyudunuz efendi, neredeyse öğle vakti ve sizin için endişelendim. Birazdan güzel bir yahni hazır ederim, yo hayır siz zahmet etmeyin bu tek kişilik bir iş.” Reon anlamıyordu. Bir zamanlar yaşadığı ama şimdilerde anımsamakta güçlük çektiği bir duygunun anısıydı bu sanki. Sıcak bir yalnız olmama hissi. Genç kız ona ismini verdi ve nereden gelip nereye gittiğini kısaca anlattı elleri et ve yabani patatesler ile meşgulken. O konuşurken ne anlattığının pek önemi yoktu sanki, sadece yanında bulunmak bile manastırda diğerleri ile birlikte olduğunda yaşadığı hissi geri çağırmaya yetiyordu. Mathilda’ya ismini vermedi, yada geçmişini açık etmedi. Amacını ona anlatmak ise en az gönüllü olduğu işti. Yahniyi paylaştırdığında Reon kaşığın ucuyla tattı önce. Önceki gece içtiği su ile hazırlanmıştı bu yahni. Kıza güvenmediği yada paranoyak olduğu için değil sadece profesyonel bir alışkanlıktı onunki. Tanrı biliyor ya bugüne kadar tattığı en güzel şeydi. Reon kendisini on dörtten büyük göstermeyen bir kız ile nereye gittiğini bilmeden orman patikalarında ilerlerken bulduğunda çoktan akşam üstü olmuştu. “O kadar da kötü değil.” diye düşündü Buna pişman olmayacağına emin olamadan Mathilda ile bilinmezliğe doğru yürüdü. Öte yandan kız hiç susmuyordu ve bu biraz bezdiriciydi.

IV. Kapanış,

Altın varakların altında, gümüş zeminin parıltısında ve mermer sütunların eşliğinde saray baş izleyicisi elinde nasıl tutacağından emin olamadığı kocaman bir kılıç ile taht salonuna girdiğinde; yuvarlak masasının salon kapısına en uzak kenarında oturmuş tek başına yemek yiyen ve güzelliğinden bir milenyumdur taviz vermeyen Kraliçe Nul başını salatasından kaldırmadı bile. İzleyici sessizce bekledi, Nul’un burnu havada biri olması yada asla izin vermediğinde konuşulmaması gerektiğinden değil, onu tüm kalbi ile sevdiği için bekledi. Nul tüm insanlar için bu dünyada barışın simgesiydi, tüm bayrakları ve toprakları kendi kanatlarında toplayan bilge kurtarıcı. Yine de bir insan bin yıl yaşarsa bazı niteliklerinden taviz vermeye başlar. Bunlardan ilki diğer insanlara olan saygısıdır, sevdikleri önünde birer birer ölürken ikinci kaybolan ise kendisine olan saygısıdır. Nul onları kendi buzdan kalbinde kilitlemiş ve en yüksek dağın en yüksek zirvesinde ona sabitleyici olmamasına rağmen bu sonsuz yaşamı dünya barışı için bağışlamış kişinin asla unutmayacağı adı ile mühürlemişti. Kraliyet baş izleyicisi dünyada gelişen olayları basitçe raporlanan ve kraliyet mensupları dışında kimsenin görmesine izin verilmeyen kayıtlardan biri ile onun huzurunda çıkmış söz bekliyordu. Var olan tüm parlak metaller bu işe uygundu ve kullanılmayanları daha uygundu, örneğin eski bir kılıç. Baş izleyici kaydını bizzat tuttuğu çeliği kraliçe Nul’a yaklaştırdı ve masasında bırakıp geri çekildi. Nul kılıcı kınından çekti ve yüzeyini izledi. Gördükleri ile yıllardır bozulmayan ifadesi korku ile çarpılırken baş izleyici sevdiği ve bunu ona asla anlatamayacağı kadının yüzünü ilk kez böyle görüyordu. Kraliçe tek bir cümle buyurdu “Bir diğer karanlık tanrı ve kadimlerin silahlarını taşıyan niteliksiz bir adem oğlu sislerin karnavalına doğru ilerliyor, durdurun onları.”

Reon & Mathilda” için 4 Yorum Var

  1. Devamı buraya da gelecek mi acaba?

    Kafama takılan nokta, neden Leon filmine bu kadar açık göndermeler yaptığın. Hatta bu göndermeden de öteye geçmiş, ne diyorlar, nazire mi. Onların daha farklı bir anlatımı bile olmuş diyebilirim. Bu pek hoşuma gitmedi ama anlatımdaki hava geçen aykine göre biraz daha değişmiş bu iyi. Köleye de farklı bir yaklaşım sunulmuş.

    Devamını okutacak bir eser 🙂

  2. O filmin hep farklı bitmesini istemişimdir desem?
    O film kendim tekrar yönetip çekmek istediğim birkaç filmden biri. Daha farklı bir içerik sunacağım, devamı buraya da gelecek. Evet dünyadaki insanların %99’u kendileri istediği için hayatlarına köledirler, Reon özgürleşmek üzere hepsi bu 🙂 – anlatımımı okuması daha kolay olacak şekilde değiştirmek için “kastım”, bu kadar oluyor… teşekkürler.

  3. Güzel bir hikaye. İlk hikayeyi de beğenmiştim zaten. Gerçi şu anda aynı evrende geçmeleri dışında bir bağlantıları yok gibi görünüyor. Ama bir sonraki hikayede olayları bir güzel bağlayacağından eminim. Zaten Karnaval’a yani bir sonraki temaya gidiyorlar, değil mi? 😉

    İlk iki paragrafı okurken devam etmekte bayağı bir zorlandım. Cümlelerin uzunluğundan sanırım. Ama ikili bir araya geldiğinde ve dialoglar başladığında okumam daha da kolayaştı ve ilgim arttı. “Anlatımımı sadeleştirmeye çalıştım” demişsin, bu yüzden yazıyorum bunları. Bilmek istersin diye düşündüm.

    Bir sonraki bölümü bekliyorum. Ellerine sağlık…

  4. Aslında ilk hikayen ile aradaki bağlantı o kadar da belli değil. Yani çok farklı bir öykü okumuşum gibi geldi. Tabii melankolik hava ise aynı şekilde devam etmiş. 🙂

    Fakar Küre adlı öykünden daha fazla beğendiğimi söylemeliyim. Burada olaylar biraz daha anlaşılır olmuş en azından bir süre sonra kopmadan devam edebiliyoruz hikayeye. Diğer hikayene göre en artı yan bu olmuş bence.

    Köleye farklı bir bakış açısıyla yakaşman ise ayrıca güzel olmuş.

    Ellerine sağlık. 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *