Öykü

Şimendifer

Saat akşam 8.25’di. Şimendifer, hareket saatine 5 dakika kala, rayları döve döve gardaki yerini almıştı bile.

Bülent siyah fötr şapkasıyla, gözlerini gecenin siyahına iyice gömmüştü. Bütün bu karanlık perdeye, Colorado purosuyla ayrıca bir sis çekiyordu. Her duman, yavaş ve kederli! Sonbaharın ortasında, siyah diz altı palto ve yine aynı renkte kadife pantolon ve yine aynı renkte Timberland ayakkabı ile soğuktan sakınmıştı; gözlerden sakındığı gibi. Bir eliyle kirli sakallarını ovalarken, ela gözleriyle de 8.30 şimendiferini süzüyordu. Şimendifer de kendi gibi simsiyah giyinmişti o akşam. Yâda hep öyleydi!

Yerinden kalktı ve ağır ağır vagonuna yanaştı. 2. Vagona binmesi gerekiyordu. Önce, diğer yolcuların binmesini bekledi. Onlardan sonra, purosunu gökyüzüne saldı; nasıl olsa yerini bulurdu. Kendisi de 2. Vagona bindi. Birbirine toprak kardeşi illere olan seferler için kullanılan bu şimendifer, kompartımansız karşılıklı çifter koltuklar şeklinde tasarlanmıştı. Bülent, şimendifere ilk adımında 11 yaşındaki, sarışın küt saçlı kızla göz göze geldi. Kızın masumiyet dolu ifadesi huzur vermişti kendisine! Kafasını, hızlıca fötr şapkasının esrarına gömdü gene. Lokomotifin gittiği yöne doğru oturdu. Cam sağına, sarışın kızda arkasına düşüyordu.

Şimendifer, garda fazla pineklemedi. Bu seferdeki yolculuk arkadaşlarını yüklenip, bastı sireni. “Açılın,” dedi.

Bülent, yolculuk boyunca uykusu gelmiş çocuk gibi koltuğuna gömülü kalmıştı. Fötr altından, yolcuları süzüyordu. Kafası miksere maruz kalmışçasına bulanıktı. Dışarıyı seyrederken –nihayet- Kurtça Feneri’ni ayıkladı karanlığın içinden. Önce, kutudan fırlayan oyuncak palyaço gibi ayağa dikildi; sonra dinginliğe yumuşak bir geçiş yaptı. Şimendifere zıt, arkaya doğru yürüdü. Bu esnada sarışın kız onu süzüyordu. Bülent, paltosunun altından demir makasını çıkartarak, vagonun arka camını tanecikler halinde raylara savurdu. Bu yüksek seda, bütün vagon yolcularının bakışlarını mıknatıs gibi üstüne çekti. Bülent ise yaptığı işe adapteydi. Kırık pencereden kolunu çıkarttı ve kapıyı açıp, direngi noktasını bekledi. Bu esnada birkaç yolcu ayaklanmış, kibirle onu süzüyorlardı. Fener’in gölgesi 9.15’te 2. Vagonun üstüne düştüğünde, demir makasla çelik tutacı ayırdı birbirinden. 2. Vagon, 3. Vagona “veda” etti. “Görüşmemek üzere,” diye de ekledi.

Kapıyı kapatıp içeri girdiğinde, sarışın kızın korkusundan katbekat kaygılı göz bebekleriyle karşılaştı! Bülent, sol eliyle fötr şapkasını frizbi misali çekip atarken; sağ eliyle de Mini Uzi’sini çıkartıp, katil mermileri sarışın kızın karşısında oturan kadına yolladı. Mermilerle, sarışın kızın bakışları aynı anda kenetlendi kadının yüzünde. Eş zamanlı bir kan şöleni yaşandı! Sarışın kızın suratında, kırmızı tonda bir akvarel çalışması oluştu. En ünlü ressamlar bile imrenirdi. Kana kan kokusu, kan kokusuna çığlıklar karıştı; çığlıklara da Bülent’in hasta ve gururlu gülümsemesi.

Şimendifer, normal rotasından makaslanmıştı. Kurtça Köyü’ne doğru yol alıyorlardı artık. Bülent’in kiralık adamları, hem rayların yönünü hem de lokomotifi ele almıştı. Ölen kadının ailesi, çığlıklarını hıçkırıklara bırakmıştı; sarışın kız yüzünde kan, gözünde o anla kala kalmıştı koltuğunda. Büyümüş göz bebeklerine, annesinden şefkat dileniyordu; ama annesi nefesini yitirmişti bile.

Hıçkırıklar arasından, Bülent’in hastalıklı sedası yükseldi. “Kesin be artık! Sadece kendi ölümünüzü hayal edin! Yaşamak için vakti olmayan birisi, ölüm için değil yaşam için ağlamalıdır.” Bu sözler, öylece havada asılı kaldı bir süre. Yolcular ölü sayısının bir kişiyle kalacağı konusunda iyimser kaldıklarını anladılar. Bu iyimser düşünceler, yerini kötümserliğe bırakırken, kötümser eylemler düşünceleri takip etti. Bülent, vagonun en arkasından başlayarak, en öne kadar beyinleri kurşun-kan alaşımıyla doldurdu. Bir kişi hariç! Sarışın kız…

Şimendifer, Kurtça Köyü’ne geldiğinde, 2 el silah sesi de lokomotiften geldi; sonra acı bir ray-teker zıtlaşmasıyla çıkan fren sesi. Donup kalmış sarışın kızını, sırtına yükledi Bülent. Ormana doğru yardı karanlığı. Kızıyla eski günlerdeki gibi dolaşacaktı, sakin bir Pazar aydınlığında. Hâlbuki istemeye istemeye doğurmuştu annesi onu. Bülent’i de uzak tutmuştu hayatından. Ailesiyle bile tanıştırmamıştı. Bu evlilik dışı ilişkiden utanıyordu besbelli. Hatta “sarışın” bebeğini daha fazla görmekte ısrar eden Bülent’e komplo kurmuştu. İş yerindeki döviz hırsızlığını, üstüne yıkmıştı. Yıllarca mahpus duvarı eşeleyen Bülent, kinle, intikamla şişirdi damarlarını, her şırınga tüpünde. Bugünü planlayacak bolca vakti de oldu hani.

Şimdi ıslıklarla, sarışın kızı sırtında, kanlı bir perde çekmişti geçmişine.

Şimendifer” için 2 Yorum Var

  1. Selamlar;

    Kısa ve öz bir hikayeydi. Benzetmelerle süslü cümlelerinizi ve hareket tasvirlerinizi çok beğendim. Bununla birlikte diyalog kurma üstüne biraz daha çalışmanız gerektiği kanaatindeyim. Bir de ünlemi bir-iki yerde hatalı kullanmışsınız. Yine de sırf benzetmelerle bezeli cümleleriniz için okumaya değer bence.

    Ellerinize sağlık…

  2. Kısa bir öykü, gelişen bir üslup ve çok az diyalog görüyorum. Bazı cümleler çok güzeldi, bazı sahneler çok güzeldi. Kısacık bir öykü olmasına rağmen olaylar çok hızlı gelişmedi bence. Gayet iyiydi. Bazı yerlerde imla hataları yapılmış ama bunu pek önemsemiyorum. Herkes yapabilir böyle şeyler.

    Tebrikler.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *