Öykü

15 Eons of Fame

”Lanetli çocuklar! Öyle ya da böyle bunun intikamı alınacak, ruhumun küflü kokusu asla üzerinizden silinmeyecek, geri döneceğim!” diye haykırdı Kötüadam, mızrak kalbini parçalamadan hemen önce.

”Bir Kötüadam daha. Kaç tane kaldı?” dedi Kahraman.

”Sadece bir. Onların da ardından Sirenler Şehri’ne girmek için gereken harita parçalarını tamamlayacağız.” dedi Yoldaş.

”İlerleyim.”

Efsaneler, epik kahramanlık hikâyeleri, folklörler, mitler ya da hicivler, peri masalları, öyküler ve şarkılar. Hepsinin birbirinden gözle görülür biçimde farkları, ayrı renkleri var. Ancak aynı zamanda, paylaştıkları şeyler de, bir kahraman gibi, bir yoldaş, bir düşman, bir amaç, bir savaş, bir sevdicek, bir geçmiş, bir gelecek, sahip olunan tatlı bir ritm ya da bir isim. Ancak akılların gökdelenleri tüm gerçeklekliğin üzerine çıktığı zaman, en temel ve çiğ hayaller, meknizmalar ya da birimler, yeni bir gerçekleğin, hayalin gerçekliğinin kalbine adım atarlar.

15 Sonsuzluk Şöhret

”İyi misin? Bizi saldıklarından beri üzgün ve korkmuş gibi bir halin var.” der Yoldaş.

”Merak etme, iyiyim sevgili arkadaşım. Sadece biraz yorgunum.” dedi Kahraman.

”Yorgun mu?” der Yoldaş şaşkınlıkla gülümseyerek. ”85 saat civarında bir zamandır seyahat ediyoruz. Yorulacak bir mesafe değil, daha karşımıza bir Başdüşman bile çıkmadı.”

”Doğru diyorsun. Ama bu yolculuğu kast etmedim. Sanki ilk çıktığımız yolculuktan bu yana yıllar, hatta asırlar geçmiş gibi hissediyorum, o zamanı hatırlayamıyorum bile.”

”Ben de öyle hissediyorum ama bizim işimiz bu sonuçta. Artık her ne kadar bu eğlenceden daha fazla ciddiyet tarafına kaymaya başlamış olsa da, çağlar boyunca herkesi eğlendiren ve aynı zamanda cesaretle tanıştıran yine biz olduk, bu önemli.” dedikten hemen sonra Yoldaş, bir çığlık ayın uzakta kalan noktasından kahramanalarımızın kulağına dökülür. Arkalarına döndüklerinde istemsiz de olsa ilk olarak geldikleri tarafa bakarlar, sonucunda bir şey görmezler ancak sesler yakınlığını hissettirecek kadar tizdir. Kahraman kılıcını yavaşça kınından çıkarırken Yoldaş yanındaki son model dürbünlerle çevrede olup bitene göz atar. Batıya doğru baktığında ne olduğunu görür, bir ejderha ve yılan kırması çölün ortasındaki konvoya saldırmıştır.

”İşte bu sevgili sevgili dostum! Kötüadam’lardan birisi, ve gördüğüm kadarıyla oldukça güçlü, gidelim!” İkili Kızılkalp Çölü’nün batısına doğru aceleyle koşmaya başlar. Çöl, ismini kalp kırmızısı rengine sahip kumlarından almaktadır, ikisi de aynı ton ve dokuya sahiptir. Bu çölde binlerce efsane ve efsanevi yaratık varolmuş, kendine burayı yuva etmiştir. Ulu bir gözün üzerlerinde dolandığı binlerce sürülük orkların geceleri ruhlarını ve bedenlerini dinlendirdikleri bir battaniye, mezarlıklarda dolanan ve büyütülen, kimsenin sahip olmadığı bir çocuğun sonsuz koşuşuna bir adet pabuç, alevin kıyılarında buzun çığlığıyla kendini dünyalara bahşeden bir şarkının enstürmanlığına ve hatta kendini yer ile bir hale getirmiş kim ve ne olduğunu bilen bir denizin kuğusu görevini görmüştür bu kırmızı zemin ve mavi kubbe.

Kısa bir süre sonra, Kahraman ve Yoldaş konvoyun geçmiş zamanda varolduğu noktaya ulaşmıştır. Gördükleri, ölümsüz bir adamın gözlerine göre değildi. Çünkü öldürülmüş binlerce küçük kızın cesedini taşıyabilecek, bu yükü sonsuza kadar kaldırabilecek, buna nihai olarak dayanabilecek bir ruh ya da beden henüz dövülmemiştir ne toprakta, ne de alâkta. Bu sırada Kahraman ve Yaratığın gözleri buluşur. Kahraman gözlerde bulmayı beklediği nefret ya da açlığı orada göremez, ikisi de yerini daha büyük bir güce, intikam arzusuna bırakmıştır. İlk vardığında dikkatini çeken, kızların parçalanmamış sadece hızlıca öldürülmüş bedenleri bir an duraksamasına neden olsa da bu işaret onu şüphenin kapılarına ait olan anahtarı kulllanmak için yeterli sebebi vermişti. Gözleri yorgun Kahraman, bir an düşündü, acaba bu semboller ve hayallerle bezenmiş dünyada, bir şey mi ifade ediyordu yaratık, belki en basit ve hep orda olan içgüdüleri? Ama kendini bunları düşünmeye kaptırırsa, içinde boğulacağını bilen birisiydi, beklemedi, Yoldaş’a döndü ”Saldırmaya gidiyorum dostum. Bu bir Kötüadam olmayabilir, ancak gözleri iyi olamayacak kadar kararmış bir beyaza sahip. Lütfen, ne olabileceği hakkında düşün, bana bir yol göster ki ona zarar vermem gerekmesin.”

”Ne demek istiyorsun?” der Yoldaşı.

”Üzeri masumiyetle örtülmüş bedenlere bak. Son nefeslerini acısız geçirdiler.” diyerek gözleriyle cesetlere dikkat çeker.

Yoldaş içi artık dolu olmayan kabukları kontrol eder. Kahraman haklıdır, bedenler vahşice katledilmemiş, itinayla sadece kalp ve boğazları pençelenerek öldürülmüştür. Bu da onlara ani, ne olduğu bilinmeyen bir ölüm tatma fırsatını vermiştir.

”Ama ne olursa olsun. Saldırganlık tüm bedeninden dalga dalga yayılıyor bu canavarın, sanki tatlı bir şarkının en güzel nakaratındaki o zirve dizeler gibi, asla bitmesi istemeyen bir öfke görüyorum. Eğer çarem kalmazsa, öldürmek zorundayım.”

”Gerekeni yapmalısın, benim de yapmam gerektiği gibi.” der Yoldaş ve bundan birkaç saniye sonra Kahraman sağ belindeki kınından da ikinci kılıcını çıkarır. Gözleri tekrar buluşmuştur iki vahşette doğanın, intikam arzusu, Kahraman tekrar bunu hisseder ancak düşüncesini aksiyonunun önüne almayı reddeder ve ani bir hareketle Yaratığa doğru koşar. Ona yaklaştığı an sol elindeki kılıcını yere sertçe saplar ve ağırlığını kılıca vererek hızla zıplar. Bu sefer iki çift göz de aynı hizada birbirleriyle selamlaşır. Yaratık ne olacağını bilmektedir, hızla kurumuş kan kaplı dişleri önderliğinde Kahraman’a doğru kafasıyla atılır, Kahraman kılıcını ön hizasına getirerek kendini korumak için hazır bekler. Bu iki harekette kıvrak zekânın ya da bir doğal bir dehanın ürünü değil, içgüdüleşecek kadar yıllanmış tecrübenin eseridir. Canavarın dişleri ve Kahraman’ın kılıcı çarpışır, Kahraman çarpışmanın kuvvetiyle kendini geriye doğru savrulmuş bulur ve Yoldaşına döner, ”Şimdi!”. Yoldaş çevik bir hareketle yere saplı olan kılıcı kahraman doğru atar, Kahraman kılıcı yakalar ve çarpışma kuvveti ile rüzgarın yönünü avantajına kullanarak, sol kolunu çıkarma uğruna kılıcı Yaratığın sol gözüne yollar. Yaratık, gözünün parçalanmasının verdiği acı ve Kahraman’a duyduğu nefretle ulu bir haykırış koparır göğsünden, bu sırada Kahraman sırtını büyük, turuncu bir taşa çarpar, taştan darbenin etkisiyle dökülen küçük çakılları hızlı bir el hareketiyle düşmeden yakalar ve çocukluğundan itibaren ninni yerine bile duyduğu kadim sözleri tekrarlayarak çakıllardan iki intel rün düzer. Bu rün tipi ilüzyon sınıfına aittir ancak gerektiğinde çoğu ilüzyon sınıfı rünleri gibi saldırı için de kullanılabilmektedir. Rünleri hızla acı içindeki Yaratığa attığı sırada Yoldaş, Kahraman’ın sağ elindeki kılıcının ve biraz önce çarptığı turuncu kayanın yavaşça rüzgara parçalar halinde karıştığını fark eder. Çakıl şeklindeki rünler Yaratığın bedeniyle buluştuğu an efsanevi varlık ani bir darbenin etkisini yemişçesine nerdeyse kahramanlarımızın görüş alanının dışına çıkacak kadar uzağa fırlar. Kahraman yere düşer, Yoldaş hızla yanında biter ve heyecanla;

”Çok iyiydi. İntel rün kullandın değil mi? Hem ilüzyon hem de mühür sınıfına biren bir rün tipi.

Kahraman hafifçe doğrularak. ”Gözlemci yönünü çok severim. İntel rünü iki sebepten dolayı kullandım. Birincisi canavar attığım şeyin boyutundan etkilenip kaçmaya çalışmasın diye. İkincisini tahmin edebiliyorsundur.”

”O küçük çakılların içine kılıcını ve koca kayayı hapsettin. İntelin mühür sınıfı özelliği. Bu sayede ağırlıklarını nerdeyse 70/1’e düşürdün. Bu sayede elinde bir kılıç ve kayanın gücüne sahip çok küçük aynı zamanda hızlı çakıllar doğdu, zekice.”

İkili Yaratığın geri dönmediğini, hatta ayak seslerinin uzaklaşmaya başladığı dikkatlerini çeker, yan tarafta baygın yatan, muhtemelen tiz çığlığın sahibi kızı da o an fark ederler. Kız yaralı değildi.

”Birkaç gün önce öldürdüğümüz Kötüadam’ı hatırlıyor musun?” der Kahraman.

”Şu tüccar kılığındakini mi? Ev-” bir an duraksar gerçekliğin verdiği ani şokla. ”Ah hayır…”

”Yaratık onun peşindeydi. Bu kızları da o satıyordu. Ama biz onun zaten öldürdüğümüz için ne kadar aradıysa da bulamadı. Ama bunu anladığımda çok geçti. Bu melez saldırgan bir tür değil. Kafasının üzerindeki kar kristallerine benzeyen pullardan yola çıkarsak annesi bir Kar Yılanı. Bilinen en az saldırgan yılan türü. Deri rengi açık kırmızı, bunun gösterdiği isim ise çok büyük ihtimal bir Solgunkan. Bugün soyu neredeyse tükenmiş oldukça barışçıl bir ejderha. Eğer tüccar burda olsaydı, melez sadece onun canını alır ve kimseye dokunmadan giderdi. Ama çoğu sürüngen gibi bunlar da içgüdü temelli hareket eder. Tüccarın kokusunu buraya kadar takip edip onu bulamayınca öfkelendi ya da saklandığını düşündü. En nihayetinde ortaya bu acı servis edildi.”

”Yani, kızları bir nevi biz öldürdük?” der Yoldaş çekingenlikle.

”…”

”Öyle mi..?”

”Bize kahraman ismini sadece birkaçını kurtarabildiğimiz için verdiler.” der ve hızla ilerlemeye başlar Kahraman.

”Ne demek bu şimdi?” çevik hareketlerle dostunu takip etmeye başlar sadık Yoldaş.

”Kadimlerin ifade ettiği gibi, ihtimaller havuzu olan bir gerçeklikte herkesi sadece Tanrı kurtarabilir.” Bir süre duraksar.

Yoldaş yere doğru eğilir. Kızıl kumun üzerine asimetrik şekiller çizerek bir süre kendiliğinden oluşan spiral işaretlere göz atar, göz bebeklerinin büyümesi zaman almaz. ”Ne… Başka… Yok mu?”

Kahraman istemsizce iğne dolu bir gülüşe ev sahipliği yapar.

”Peki… Şimdi ne yapıyoruz? Eğer Kızılkalp Çölü’ndeki tüm Kötüadam’ları öldürdüysek, nereye gideceğiz?”

”Bilmiyorum…” İkilide bir suskunluk dile gelir.

”O kadar yaklaştığımızı zannetmiştim. Geri kalan hepsini, tüm Kötüadam’ları burada bulacağımızdan emindim. Şimdi başka bir yerde tekrar, en baştan başlamamız gerekiyor.” heybesinden harita parçaları çıkarır. ”Kızılkalp Çölü’nün Sirenler Şehri’ne gidecek yolu gösteren gerçek haritayı sakladığını çok kişiden duydum, çok met edildi… Buraya kadarmış.” der Yoldaş, cebinden çıkardığı kibritlerle fazlalık harita parçlarını tutuşturmadan hemen önce.

”Bugün burada dinlenelim olur mu. Sirenler Şehri, harita, Kötüadam gibi varoluşumuzu şekillendiren şeylerin derdine yarın tekrar düşeriz.”

Yoldaş bir süre kızı süzer. ”Onu ne yapacağız?”

”En arkada kalan o oldu. Bundan sonra üzerinde onlarca arkadaş ve kardeşinin gölgesini taşıyarak yaşayacak, belki de onların da hayatlarını yaşamak zorunda olacak. Gelecek şehre kadar bizimle gelmesi iyi olur.”

İkili, bilinci kapalı Kız’ı da yanına alarak ölün çok nadir yeşillik bölgelerinden birinde, kimisi şapkalı kimisi ikiziyle gökyüzüne bakan genellikle yakın biçimde yanyana duran, bir çember şeklini almış kayaların arasında kamp kurarak geceyi demlemeye başlar. Birkaç saat sonra, Gecenin dudağında ve Yoldaş’ın kulağında bir ses dillenir;

”Bundan bir yıl sonra, Sirenler Şehri’ne ulaşacaksın. Orada, Başdüşman’la karşılaşacaksın. Güneşe çıkmaktan korkmayan sisli bir vampir. Onu sadece Büyücüler ve Sırlar Mahzeni’nde bulabileceğin, başka bir vampire ait olan ve Frostbitten varlıklar tarafından korunan bir günlükte geçen ayinle öldürebilirsin. Bu sana aradıklarından birini tekrar hatırlatacak ya da kazandıracak, İsim ve belki de cisim..! Ancak dikkatli ol, kurtadamlar bile ulaşmanı istemeyecek buna ve binlerce insan senin karşında o kutsal gözlerle baktıkları vampiri korumak için sıraya dizilecek, ölmek ya da diretmek, bunlar çok basit şeylerdir hipnotize akılların zemininde ve göklerinde. Şimdi kalk, ve kelimelere hayat ver!”

Seslerin verdiği korkuyla hızla siyaha boyanmış gecenin karanlığına fırlar Yoldaş. Kahraman yavaşça doğrulur, ”N’oldu?”

”Bi’ rüya duydum.” der Yoldaş eliyle göğsünü tutarak.

”Rüya mı duydun?”

”Evet, garip geliyor biliyorum. Ama hiçbir işaret ya da şekil yoktu, sadece sesler ve sözler. Sirenler Şehri’ne 1 yıl sonra ulaşacağımızı söyledi.”

Kahraman bir süre durakladı. ”Öngörüye ya da falcılığa inanmam. Ama net bir tarih alman ilgi çekici.”

”Ayrıca Başdüşman’ın ışıkta yaşayabilen bir vampir olduğunu söyledi.”

İstemsizce kıkırdar Kahraman. ”Absürd.”

”Doğru!” dedi bilinmeyen bir ses, Kahraman ve Yoldaş, Kız’ın uyandığını fark ederler. Üzerindeki battaniyeyi ipekten örülmüş saçlarına çekmiş, gizlice ikiliyi dinlemektedir.

”İyi misin bayan?” der Yoldaş kibar bir tavırla.

”Önceki şehirdeyken beş arkadaşımı satışa bırakmıştık.” der Kız, Yoldaş’ın davranışından cesaret alarak. ”Diken gibi saçları olan bir adam vardı. Işığın altında gülümsüyor ve bazen parlıyordu. Peşinde de onlarca insan. Hatta her gittiği yerde daha fazlası katılıyordu arkasına. Ama o gittiği yerler, sanki her adımında binlerce çiçeği solduruyor, öldürüyor gibiydi.”

İkili sessizce kızı dinlemektedir.

”Ama dikkatli bakınca, sanki orda yok gibiydi bu adam. Sanki yoktu ancak arkasındaki kalabalık tutunacak bir şeylerin özlemini o kadar fazla çekiyordu ki, varolmuştu, oradaydı ve tüm dün-”

”Dünyaya bir hastalık bulaştırıyordu?” diyerek araya girer Kahraman.

”E-evet! Ama se-siz, nerden biliyorsunuz?!” der Kız heyecanla.

”…”

”Bizi saldıkları dönemde oradaki gardiyanlardan birinden duymuştum. Kasabasında buna dair efsaneler anlatan bir avam olduğunu söylemişti. Bunun eskiden çok seyrek olduğunu ancak Son Şarkı yaklaştıkça her 20, hatta 10 yılda bir irili ufaklı zıt şeylerin ete bürünerek aramızda yürür. Ancak onlar doğuştan gelen amaçlarla her adımını şekillendirir Tam olarak neye yorulacağını kimse bilemez demişti bir de. Ancak zamanında, bu hikâyeyi anlatan avamın 7 başlı bir insan gördüğünü, her başın ayrı bir ruha sahip olduğunu ve bulunduğu yerde kimsenin bunu garipsemediğini söylemişti. Yine de hala çok garip. 7 ruhlu bir beden, ışıkta yürüyen vampir…”

”Gördüm, yemin ederim! Gülümsediğinde dişleri şuu kadardı!”, ellerini olabildiğince açarak karşısındaki kahramanları kendisine olabildiğince itimat etmeye çağırır Kız.

”Merak etme.” der Yoldaş. ”Sana karşı çıkmıyoruz, sürreal kavramının varolmadığını bilecek kadar çok yaşadık. Ama burdan nasıl çıkılır bilmiyoruz.” hafifçe tebessüm eder. ”Bize yolu gösterebilir misin?”

Kız tekrar çekingen bir tavır alır. ”Beni de diğerleri gibi gelecek şehirde bi’ hayvana satasınız diye mi…”

Kahraman ve Yoldaş birbirilerine bakar.

”Öyle bir niyetimiz yok merak etme.” der Kahraman tekrar gülümseyerek. Bu gülümseme kızı biraz daha korkutur.

”Gelecek şehre vardığımız an gidebilirsin istediğin yere. O zamana kadar güvendesin, yanında biz varız.” diye devam eder Yoldaş, Kahramn’ın bıraktığı yerden.

”Siz suçlu musunuz?” der Kız ürkekçe.

Yoldaş ve Kahraman tekrar, birbirilerine bakarlar.

”Salındığınızı söylemiştiniz. Orası zindan değil miydi?”

Yoldaş istemsizce kıkırdar. ”Bizim salındığımız yer, aslında bayağı karışık bir konu. Basitçe, bizler her insanın kulağına pelesenk olmuş, hepsinden daha çok yaşamış maceracılarız. Ama bugün, ironiktir, biz de kaybolduk.”

”Çölde mi?” dedi Kız merakla.

Yoldaş bir süre durdu. ”Eh, orası da var tabii.”

”Adınız ne?”

İkili duraksar.

”Maceracılarız biz, çok fazla ismimiz var ama sonuncusunu bile hatırlayamıyoruz.”

”Anlamadım. Siz maceracıyız diyorsunuz ama daha önce gördüklerimin çoğu kılıcı bile yerden kaldıramazdı, sen farklısın.” der Kahraman’a dönerek.

Yoldaş kendi kendine söylenir. ”Demek orda da uyuyor taklidi yapıyormuş.”

Kahraman sözü alır. ”Biz bir nevi hayaller ve sözlerin derinlerde uyuduğu, uykuyu beklediği yerdeki uykusuzlar gibi düşün. Aslında hiçbir canlı gibi kendi varoluş konseptimizi bile uygun biçimde dillendiremiyor olmamız bizim en azından birileri olduğumuzu göstermez mi?”

”…”

Kahraman, önündeki akşamdan kalan yemek tasını eline alır. ”Bir tas gibi düşünebilirsin. İçine dökülen, eriyen, verilen malzemelerle harmanlanmış farklı ve zengin dünyaları bekleyen, onunla anlamlanan iki küçük kap.”

Kız kafası karışmış biçimde, ”Yani basitçe…. Kahramansınız! Ha?!”

Kahraman güler. ”Eh.”

Birkaç saat sonra kız tekrar uykuya dalar. Yoldaş yıldızları, Kahraman yeşile çalan ayı izlemektedir.

”Aslında.” diye başlar Yoldaş. ”Böyle bir şey olduğunu biliyordum. Ama söylemedim.”

”Neyi?” der Kahraman.

”Vampir, büyücüler, günlük, duyulacak son şarkı, ham meyvaların daha tatlı gelmeye başlaması. Sesten önce bunlara dair duyumlarım vardı, ama korkuyordum. Belki bunların bizim durumumuzla alakalı olması beni geriyordu.”

”Peki sence var mı?”

”Anlattığın hikayede adam bunların her 10-20 yılda bir olduğunu, eskiden daha seyrek olduğunu söylememiş miydi?”

”Her asırda en fazla bir kere olduğunu söylemişti.”

”Biz eskiden en büyük savaşlarımızı ne aralıklarla verirdik kadim dostum?”

Kahraman karnında bir boşluk hissi duyar. ”Her 80-90 yılda bir…”

İkili gülmeye başlar küçük bir sessizliğin ardından.

”Güneş yüzünü diğer tarafa dönmeden önce sana bir şey sormuştum, hatırlıyor musun?” der Yoldaş.

”Ne?” biraz istemsizce sorar Kahraman.

”Nereye gidiyoruz demiştim. Bunu sadece çöl için kast etmemiştim. Şimdi nereye gidiyoruz. Duyduğumuz şeyleri dinlesek bile Sirenler Şehri’ne varmamıza bir yıl olduğunu söyleniyor. Sonra ne yapacağımız belli bile değil. Bazen ne aradığımızı bile unutuyorum…”

”Yol bizi nereye götürürse oraya gidiyoruz. Senin de dediğin gibi, biz de kaybolduk.”

”Doğru… Eski işlerimizde, görevlerimizde, macera ya da gezilerimizde hep onu gayrıciddi almamızı sağlayan bir yan vardı. Kendine ‘zihin’ diyen varlıklar gelir ve bizden yardım isterdi, biz de ederdik. Şimdi onlar da yok. Onlar olmadığı için bize ihtiyaç olunmadığı söylendi, ve serbest bırakıldık. Hiçbir şeyimiz kalmadı gibi hissediyorum nedense. Bu zor.” dedi Yoldaş.

”Yaşamak zor.”

İkili tekrar kısa bir sessizlik seansından sonra yüzünde gülümsemeyle uyuyan Kız’a dönerler.

”Peki kız?” der Yoldaş.

”O olabilir, ancak olmaya da bilir. Bu da Yol’a bağlı sanırım. O zamana kadar onun kılıcı ve kalkanı biziz.”

”Kuzeyde bir ordu toplanmaya başladığını duydum. İsyan gibi şeylerden söz ediyorlarmış. Sence, katılmamız uygun olur mu?”

”Eski yüzleri tekrar görmek her zaman iyidir. Rakip’i, Hancı’yı… Ama, bilmiyorum. Eğer bir gün yolumuz kesişirse o zaman düşünelim.”

Yoldaş güler. ”Olasılıklar hakkında konuşan birine göre bu aralar çok her şeyi oluruna bırakır oldun.”

”Galiba, değişiyorum. Çünkü bu yolculuk bizden çok şey alıyor. Düşünsene, varoluşumuzun amacımızın sebebi bir varoluş sebebi aramak. Krallıklar, mistik ve mukaddes yaratıklar tükendiğinden, herkes dizlerini fabrikasyona çöktüğünden, Son Şarkı’nın ilk notaları hafifçe duyulmaya başladıktan sonra hepimiz korkar ancak hiçbir şey yapmazken, bir çöküşün üzerinde gezinirken, nerede olursak olalım, bir kulenin kara gölgesinde uhrevi ağıtlar dinlenirken de, kendi karanlığını geceninkiyle örtmeye çalışan maskeleri artık vücutlarıyla bir olmuş isimsizleri izlerken de, ya da zaman ve mekanın kümelenmiş nehirlerinden yudumladığımız sırada. Ama endişelenme, biz sadece birkaçını kurtarabildiğimiz için değil, bir çıkış yolunu inatla aradığımız, kopmadığımız için de kahramanız.”

”…”

”Dünya kendi küçülüşüne tanık oluyor. Kurulan ordu eski düşmanların, birbirlerini binlerce sefer öldüren tavşan ve avcıların bir omuz olduğu yeni bir amaç, belki de bizim de aradığımız. Ufukları gerçekliğinin kumaşının ta kendisi olan bir dünyada, yeni bir dost ya da rakip her zaman yardım eli uzatacaktır, bizim ona uzattığımız bir kap su gibi. Biz ne kadar çöksek de, o kaybettiğimiz, peşine düştüğümüz amaçlarımızı, benliğimizi, zaferlerimizi, mağlubiyetlerimizi, geçmiş ve geleceklerimizi, sevdiklerimizi, süregelen tüm gözyaşlarımızı ve adlarımızı tekrar tekrar kullanarak yeni bir dünya kurmak peşinde olanlar yani hayalleri gerçekliğin ateşinde döven ve ören varlıklar bizi tekrar diriltene kadar, yeni bir günde şehrin kalabalığında ya da kalelerin surlarında mücadele ederek, geceye tanıklık edecek, biz yine silüetsiz suların kızıl çöllerinde umutla geziyor olacağız.

15 Eons of Fame” için 2 Yorum Var

  1. Oldukça ilgi çekici ve bazı yerlerde gördüğümüz ayrıntıları tüm çıplaklığıyla ortaya seren bir hikaye olmuş. Akıcı ve bir o kadar da Kahraman olgusunu sağlam şekilde anlatmışsın, tebrikler. Sadece aynı paragraf içerisinde farklı zaman kipleri kullanman ile arada sırada kopukluk yaşansa da kurduğun cümleler ile bu sorun da hızla ortadan kalkmış oluyor.

    Son cümle ayrı bir hoşuma gitti.

    Biz ne kadar çöksek de, o kaybettiğimiz, peşine düştüğümüz amaçlarımızı, benliğimizi, zaferlerimizi, mağlubiyetlerimizi, geçmiş ve geleceklerimizi, sevdiklerimizi, süregelen tüm gözyaşlarımızı ve adlarımızı tekrar tekrar kullanarak yeni bir dünya kurmak peşinde olanlar yani hayalleri gerçekliğin ateşinde döven ve ören varlıklar bizi tekrar diriltene kadar, yeni bir günde şehrin kalabalığında ya da kalelerin surlarında mücadele ederek, geceye tanıklık edecek, biz yine silüetsiz suların kızıl çöllerinde umutla geziyor olacağız.

    Kalemine sağlık…

  2. Güzel bir hikayeydi. Hem klişe hem de orjinal öğeleri çok güzel harmanlamışsınız. Bazı yerlerde geçmiş zaman kipinden geniş zamana geçmişsiniz yalnız. Bu okurken biraz sıkıntı yaratıyor. Onun haricinde bir şikayetim yok. Kaleminize sağlık…

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *