Öykü

Ağır

Her yer insanlarla dolduğunda nereye ineceğiz acaba?

-Bilmiyorum. Tahmin prosedürümü devreye soktuğumda, yakındaki bir ormanlık bölge olabileceği bilgisine ulaşıyorum.

-Sen hiç aktif göreve katıldın mı?

-Hayır, sadece mekiği kullanıyorum.

Tuki konuşmayı devam ettirmeme kararı aldı. Aktif görevde yer almamış biri nasıl bilebilir. Gezegene uygunluk prosedürlerini okudun, uyguladın, mekikten indin, yerleşim yerine ulaştın, görevlerini yerine getirdin sonra geri dönmek için çağrı yolladın ve işte orada. Mekiğimiz bizi bekliyor ama tüm bu süreç içinde mekiği kullanan robotumsu, ben yeni gezegene ayak bastığım anda geri dönmüş, robotumsular eğlenmek için neler yapıyorsa onları yapmış ve ben geri çağırınca da koordinatları yazıp buraya tekrar gelmiş. Tuki yaptığı işin ileride canlı sayısı arttıkça çok daha zorlaşacağını patronlarına anlatmaya çalışmıştı ama teknoloji ilerledikçe ileride kelimesi daha az dert edilir olmuştu. Patronu Tuki’ye ‘’bakarsın ileride bunları dert etmeyen uzmanlarımız olur, bizimde böyle bir sorunumuz kalmaz’’ dediğinde Tuki bir cevap verememiş ve o andan beridir de sinirini tam olarak atamamıştı.

Tuki gerekli malzemelerin bulunduğu çantasını son kez kontrol etti. Tüm notlarını ana merkeze yönlendirecek ışık enerjisi ile çalışan not sayarı ve vücudunun bulunduğu gezegene uyum sağlamasına yardımcı olan ilaçları bunların arasında en önemli olanlardı. Bu gezegene ilk gelişi değildi bundan yaklaşık 200 sene önce yine buraya gelip bir volkan patlamasının büyük bir insan yerleşimi üzerindeki etkisini not etmiş ve bu çalışmasıyla 2 haftalık tatil hakkı kazanmıştı. Mekikten çıkarken robotumsuya soğuk bir iyi görevler dedi ve not sayarının navigasyon özelliği ile yürümesi gereken yaklaşık 2 kilometrelik yolu belirledi. Tabi bu gezegendekiler daha kilometrenin ne olduğunu bilmiyordu ama yapılan hesaplamalara göre burada yaşayan insan topluluğunun en son kullanacağı uzunluk birimi yüzde 87 oranında metre olacaktı.

Gezegenin bu bölgesinde havanın aydınlanmasına çok az zaman kalmıştı. İnsanlar ortalarda gözükmeden orman yolunu bitirip şehre varırsa daha mutlu olacaktı. İşinin en sevmediği tarafı farklı canlılarla iletişim içinde olmasıydı ancak işinin en sevmediği yanı işinin ta kendisiydi. Neyse ki senelerin getirdiği tecrübe en az temasla en çok bilgi nasıl toplanır sorusunu cevaplamıştı. Hava aydınlanmış ve orman yolu bitmek üzereyken ormanın içinde gördüğü o küçük kulübeden beri onu takip eden küçük çocuğu yakalamanın zamanı gelmişti.

-Hey küçük! O kadar çok ağacın arkasına saklandın ki sayende ağaç çeşitleri hakkında bilgilerimi tazeledim.

-Eeefendim bayım ?

-Hadi bırak saklanmayı da yanıma gel.

Ağacın arkasından giysileri kirli, saçları dağınık, son banyosunun üstünden çok uzun zaman geçmesine rağmen ışık saçan bakışlarının etkisini yitirmemiş bir kız çocuğu çıktı.

-Be..Ben kasabaya gitmek istiyorum ama hiç tek başıma gitmedim, sizi takip ederek kaybolmamaya çalışıyordum bayım.

-Neden kasabaya gidiyorsun?

-Akrabalarımı bulmak için bayım. Ölmeden önce annem öyle söyledi.

Annesi ölmüş bir çocuk! Harika! Mutlu yol arkadaşı gibisi yoktur.

-Annen hasta mıydı?

-Evet bayım. Kara ölüm diyorlar. Annem beni kendine yaklaştırtmadı, o garip maskeleri takanlar dışında kimse hasta olanlara yaklaşmıyor.

-Maske mi? Maske ne demek bana anlatsana

-Bilmiyor musunuz bayım? Yüzünüze takıyorsunuz farklı bir yüzün varmış gibi oluyor.

Tuki bu gezegenle ilgili okuduğu kitapta çocuğun anlattığına benzer birkaç fotoğraf gördüğünü hatırladı.

-E sende maske takıp yaklaşsaydın ya

-Maske çok ağırdı bayım, takınca başımı hareket ettiremiyordum. Çok defa denedim ama bir türlü başaramadım.

Ağır mı? Ağırlık olgusunu tam olarak algılayabildiğini söyleyemezdi. Fiziksel olarak zorluk yaşama durumunu milyonlarca yıllık evrim periyodu sayesinde unutmuşlardı.

-Çok soru sordum bunun karşılığı olarak seni kasabaya götürebilirim.

* * *

          Küçük handaki odası vebanın iliklere kadar hissedildiği bir ortamdı. Tuki özellikle burayı seçmiş, hanın sahibinin şaşkın bakışları arasında odasına çıkmıştı. Odada birkaç kağıt bulmuştu, kağıtlarda yarım kalmış bir hikaye vardı. Hikaye insanoğlunun yaşadıklarını anlaması için oraya bırakılmış gibiydi.

     -Ben bana söyleneni yaptım. Bana öğretileni yaptım. Amaç ölümdü ve öldüler, milyonlarcası kasvetim içinde boğuldu. Ölümü izlemenin hazzı, tutkusu paha biçilmezdir dediniz. Hepsi izledi, fani bedenlerinin günler içinde kararmasını izledi. Dünyalarının derileri gibi karanlığa gömülüşünü, ağızlarından çıkamayan kelimeler kadar sessizleşmesini, birbirlerinden kaçan insanlar gibi korkuya hapsolmasını izledi. Yaşayanlar korktu, hastalar korktu, ölmekte olanlar korktu, ölenler ise bu karanlıktan kurtuldukları için minnettardı. Belki de ölüm anlatılanlar gibi kötü bir şey değildi. Kötüyse de bu dünya, anlatılan her cehennemden daha acı vericiydi. Anneler çocuğundan, umut gelecekten kaçıyordu. Ölüm bundan ne kadar kötü olabilirdi ki? Sorguladıkları şey artık ölüm değil yaşadıkları dünya. İstediğinizde bu değil mi?

Masada birbirine bakan gözlerden birisi kısa sessizliğe son verdi.

     -Evet sorgulanan şey ölüm olmamalı yaşadıkları sefil hayatları olmalı ancak tek amaç bu değil. Benim volkanım lavlarını üstlerine kustuğunda da korktular, kaçtılar fakat bana hayranlık duydular. Ölüm hayatlarından kaçmaları için bir amaç değil bizim yüceliğimizi onlara gösterecek bir araç olmalı. Lavlarıyla bedenlerini küle çeviren bir volkan, sarsıntılarıyla üstünde yaşadıkları toprağı parçalayan bir deprem, önüne gelen her şeyi sürükleyen sel. Bunlar hayranlık uyandırıcıdır. Senin yolun ise pislik çukurundan başka bir şey değil.

Masa kara, gölgeler kara, göz çukurlarının beyazı dışında her şey kara.

     -Benim ölümüm bencil, çirkin değil. Ölümün kendisi hayranlık verici olmalı ölüme giden yol değil. Siz kendinize saygı duyulsun istiyorsunuz bense ölüme saygı duyuyorum. Sizin yolunuz ölümü yüceltmez yalnızca sizi yüceltir. Görmüyor musunuz? Siz ölümü değil kendinizi yücelttikçe insanlar yanlış yollara sapacaklar. Sonsuzluk düşünü ölümde değil hayatın içinde arayacaklar.

* * *

3 günlük bilgi toplama görevinin son gününde gelmişti misafiri. Kapısını açtığında yerde uyurken buldu küçük kızı. Odasına alıp yatağa yatırdı ama kızın bedeni bir türlü ısınmadı. Not sayarına danıştı, aldığı tavsiye kızı kurtarma yönünde değildi. Odada bulduğu o yarım hikayeyi okurken nedense aklına küçük kız gelmişti. Hem volkan patlaması için geldiğinde, yanmış halde annesine uzanmaya çalışırken gördüğü o kız, hem de kasabaya birlikte geldiği şimdi yatağında ölmek üzere olan bu küçük kız. Yanındaki haplar insanlarda bir etki yaratmıyordu. Kızı böyle de bırakamazdı, ney yapacağına karar veremeden kızı kucağına aldı. O an kollarında hissettiği güçsüzlük neydi?  Ağırlık böyle bir şey mi?

Ağır” için 10 Yorum Var

  1. Merhaba,
    Öykünüzde diyebileceğim tek bir kelime var; değişik. Temayı öyle bir kullanmışsınız ki öykü geneliyle hoş durmuş. Merakla okudum ve sonu da hoşuma gitti. Kısa olması şikayet edeceğim tek nokta sanırım. İnsan güzel bir şey bulunca daha fazlasını okumak istiyor, bilirsiniz. Birazcık daha uzun yazsaydınız keşke…

    1. Merhaba,
      Yorumunuz için teşekkür ederim. Farklı konularda daha uzun öyküler yazmaya gayret edeceğim.

  2. Merhaba Ahmet. Güzel bir öykü kaleme almışsın. Ellerine sağlık. İzninle takıldığım bir iki detay var, onları paylaşmak isterim.
    Veba’nın bulaştığı bir oda normalde tecrit edilir. Hatta hanın tamamı tecrit edilir. Veba bulaşıcı bir hastalık, bu yüzden handa birilerinin bulunması uygun olmamış. Ve bu ayrıntı ne yazık ki bu güzel öyküye darbe vurmuş. Bu benim kuruntum da olabilir. Ancak böyle bir gözden kaçırmayı ben de daha önce yaptığım için deneyimimi paylaşayım dedim. 🙂
    Bir de not var. Anlatmak istediğin meseleyi anlattığın kısım. Çok güzel olmuş Konuşanlar hakkında fikrim oluştu ancak spoiler olmasın. Bu kısmı ayrıca beğendim. Görüşmek üzere 🙂

    1. Merhaba,
      Yorumunuz için teşekkür ederim. Öykünün handa geçen bölümü için daha açıklamalı bir kısım yazmalıydım, aklımdaki hanı doru yansıtamamışım bu konuda size katılıyorum. Handa tuki ve sahibi dışında kimse bulunmadığını ve hanın koşullarını bir kaç cümleyle açıklayarak aklınıza takılan konuyu doğru yansıtabilirdim. İşin komik tarafı ben mikrobiyoloğum galiba öyküyü yazdığım an işimden sıkıldığım bir ana denk gelmiş 🙂

  3. “Birilerinin” gelip insanlar üzerinde bilgi toplaması konusuna öykülerimde bir ara ben de değinmiştim. Öykülerin yapıları gereği kısa oluşlarından, okuyucu için havada asılı kalan bir hikaye oluşturduğu sonucuna vardım ve o yöntemden vazgeçtim.

    Sizin öykünüzde de aynı durum oluşmuş durumda. Hem öykünüzün genel kısalığı hem de bu bilgi toplama eyleminin zamansal karmaşası, öykünün biraz dağılmasına neden olmuş.

    Buna rağmen, anlatacak daha çoook hikayenizin olduğunu görebiliyorum. Daha fazla yazdıkça çok daha lezzetli öykülerin geleceği aşikar. Bıkmadan, usanmadan yazmaya devam edin lütfen.

    Kaleminize, yüreğinize sağlık.

  4. İyi günler, öykünüz biraz karışıktı sanki bu karışıklığın sebebi hem kısa olması hem de biraz daha açıklama gerektirmesi. Bunun dışında öyküdeki amacınızın bize öyküden ziyade içindeki duyguyu hissettirmek ve bizi düşüncelere sevk etmek olduğunu sezinliyorum. Bu açıdan bakıldığında güzel bir öyküydü. güzel, akıcı, kısa ve öz. Biraz daha üzerinde durarak çok daha iyi öyküler ortaya çıkarabileceğinize inanıyorum. Kaleminize sağlık gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle..

  5. Merhabalar, ilginç bir öyķü.1. Yeryüzüne inen tam bir robot sanirim diye düşündüm önce. Araci kullanan ise daha az gelişmiş bir robot ya da canlı -robot karmasi bir sey diye anladım. Anlasilan Tuki için ölüm yok ama bir 2. yandan da nesli çoğaliyor sürekli. Canlilar arttikça deyisinizden Tuki nin yaşadigi gezegenin canlısı oldugu düşündüm. 3.Olumsuzlüge ulaşmiş ( mi?/sa) Tuki nin ölümü kavramasi mümkün mü? 4. Odada bulduğu kagitlarda sanki Mitsel Tanrilar oturmuş öldürme yarışına girmişler ve aslinda slaldiklari korkularla insanlari korkutup ölümden sonsuz yaşami arama dürtüsünü kişkirtmişlar. 5. Konu bu denli girift ve felsefi bakiş açısı oluşmuşken Tuki’den ölüme dair bir yorum beklerken sadece agirliği kavramasi sanki öykuyu biraz yolundan saptirmiş. Hani söyleyecek sözlerimiz vardir çuvalla ama sıkılip çabucak biçakla döğrar gibi kesiveririz. O intibayi verdi son paragraf. Felsefi boyuta kahramani da katabilirseniz derinleşecektir diye düşündüm. Maddeleri yanit verirseniz kolaylik olsun diye koydum.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *