Öykü

Aziz Geleceğin Öyküsü | Erdal Gencer

Yıl 2148. Kapalı gökyüzü her zamanki gibi. Sütun sütun yükselmiş süper gökdelenler birbirine ne kadar yakın olsa da sis şeklinde görüşü kapatan kirli hava. Tek bir oda ve küçük bölümlerinden oluşan sıradan bir dairede iki sevgilinin birbirine sarılıp, öpüşmesi. Sabah olması umurlarında değildi. Yorulmak bilmezcesine birbirine diş geçirmeleri akıl almazdı. Dudaklarını sündürürcesine asılmaları. Büyük bir coşkuyla bedenlerini kıvrandırmaları. İnleyerek rahatladıktan bir süre sonra durdular ve birbirlerinin çıplak bedenlerine baktılar. Parmak uçlarını vücutlarında gezdirdiler. Gülüştüler.

“Ne garip değil mi? Bizi tasarlayanların bedenleri bunlar.” dedi kız. Kız o kadar güzeldi ki, insan olamayacak kadar düzgün hatlara sahipti. Sütun bacakları, altın oran göğüsleri, pürüzsüz teni ve yüzündeki mona lisa bakışı.

“Evet, onların bedenlerini bir saygı emaresi olarak hala kullanıyoruz” diye cevapladı adam. Bir o kadar atletikti ve eski zamanlardaki Hollywood yıldızlarını anımsatıyordu.

“Ağı tararken bir güncelleme ile ne öğrendim biliyor musun?”

Adam gayet normal, her zamanki duygusuz suratıyla baktı. Sevgilisinin şehvetli bakışlarını süzdü. Çileği andıran dolgun dudaklarını seyrediyordu. İnsan olmadıklarını anladığımız bu sevgililer, öylesine bakışarak bile, eskilerin internet diye bildiği “ağ” a girebiliyorlardı.

“Küçük bir kızın şiiri, hem de bu zamanda. İnanabiliyor musun? Duygularının yok olduğunu düşünürdüm bu sürüngenlerin. Sadece hayatta kalma psikolojileriyle iki ayaklı fareler olmaları gerek değil mi? Hem insanların artık okuma yazma bilmedikleri şeklinde bir günceye sahiptik, şaşırdım”

“Şaşırmak da insanlara özgü değil mi zaten?”

“Hahaha” dedi kız, gerçek bir insandan farkı yok gibiydi ikisininde. Gülerken baldırları ve diri göğüsleri sallanıyordu. “F1348 nolu binanın girişine, kireçtaşı vasıtasıyla yazmış”

“Peki küçük kızı araştırdın mı?”

Kız o an cevap vermedi. Gözlerindeki optik bilmem neler, şu an sizin anlayamayacağınız bir dizi teknik aksam takılır gibi oldu. Adam bu ilginç farklılığa dikkat kesildi. Her şey normaldi ama bu şekilde bir “göz dalması” insanlara özgü değil miydi? Belki de beyninden ağa girip yeni bilgiler indiriyordu, gözleri farklı bir bilgiyle takılı kaldı belki de. Kafasındaki algoritmaları insan bilincine uygun işlerken, tekrar öpüşmeye başladılar. Kızarmış dillerini birbirine doluyorlardı. Geçmişteki insanların anlayamayacağı bir hissiyatla ve manasız geleceği cinsten. Acaba neden buna ihtiyaç duyuyorlardı? Bu şekilde üremiyorlardı, sonuçta makineydiler. Belki de “zevk” duygusunu keşfetmişlerdi.

Odanın tekdüze oluşu, zevksiz oluşu gören gözleri rahatsız etmezdi. Çünkü bu zamanın gözleri neşterle açılmıştır, sinirleri damgalarla dağlanıp koparılmıştır. Bu zamanın gerçek etten ve kandan oluşan bireyleri, ancak köledirler. Öyle bir köle ki, siz bu öyküyü geçmiş zamanlardan dinlediğiniz zaman kızacak ve sinirleneceksiniz. İnsanların bu kadar alçaldığını düşünmek sizi rahatsız edebilir. Hatta inanmayabilirsiniz. İlla ki insanların zaman yanılgısını yaşayacağı devir gelecek. O devir işte, evrimin sıçrama yapacağı devir. O devirde neler mi oldu?

O devir öncekilerin bir basamağıydı sadece. Önce insan vardı. Ve buharı keşfetti. Elektriği, radyoaktiviteyi ve hatta kanserin tedavisini. İnsanlar bir çok şey keşfetti. Çok az alana çok fazla miktarda bilgiyi yerleştirip onun hızla işlenmesini sağlayanlar da insanlardı. Bilgisayarlar, internet, yapay zeka. Nötrinoların gizemli enerjisine vakıf olduğunda insanoğlu; ortak bilinç tam bir kaosa sürüklenmek üzereydi. Yaratılış hikayeleri şekillenmiş, dinlerin bir çoğu gözden düşmüş, materyalizm ve mantıklı düşünme egemen olmuştu.

Herşeye rağmen insanlığın yarısı saf ve akılsızdı. Dogmalara, kör inançlara ve batıllığa tapmaya devam etmekteydiler. Kendilerini sömüren devlet adamlarını seçiyorlar, kendilerine zarar işlerde çalışıyor ve okuyup bilinçlenmiyorlardı. İşte nesli tükenmeyecek olan insan topluluğunu bu tipler oluşturacak gelecekte. Çünkü kendilerinden, kendi evlerinden başka kimseye zararları yok onların.

Evrim doğanın canlıları bilinçsizce yönlendirmesiyle, kademe kademe ilerlerken, evirdiği insanoğlunu öyle bir yaratığa dönüşmesini sağlamıştır ki, kendisinin uzun zamanda yapacağı işleri insana yaptırmaya başlamıştır. Hem daha hızlı, hem daha isabetli. Tıpkı insanların işlerini makinelere daha hızlı ve daha isabetli yaptırması gibi. Ve aslında evrim, insanları kullanarak bu yeni nesli ortaya çıkarmıştır. Makine neslini. İnsanlar gibi bilinçlere sahip yapay zekaları gelişmiş, sadece güneşe ihtiyaç duyan bir nesil. Kendini geçiştiren, evrenleri keşfeden, bilimi daha hızlı işleyen ve bireyleri ölümsüz olan bir nesil. İnsanlar sadece ilkel bir basamaktı evrim için. Hem zayıftılar, yemek yemeleri ve uyumaları zayıflıktı. Güneşten enerji alamıyor, bitki ve hayvanlara muhtaçtılar. Hem de çok kısa yaşıyorlardır, 60 yıldan daha az yaşamaya başlamıştı çokları. 60 yılda bir insan ne kadar kendini bilinçlendirebilirdi ki? Bilime ne kadar katkısı olabilirdi? Evrene ne katkısı? Bir çoğu işçi ve memurdu, onların oyalanması için yaşama ve barınma ihtiyaçları için ömür boyu çalışma geleneği kabul görmüştü. Bu kaygılar içinde birer hiçtiler. Hem evrim biyolojik yaratıklardan süper iletkenlere sahip bilgi deposu yaratıklar evrimleştiremeyeceğine göre bunu yapması için biraz daha akıllı yaratıkları ortaya çıkarması yeterdi evrim için. Akıllı insanlar kısa yaşamlarına göre önceki yapılanların devamını getirdi. Böylece bir sürü akıllı insanın toplam ömürlerince gelişen bilim, evrimin bin yıllarca yapacağı işi, insanlar birkaç yüzyılda yapmayı başardı. Geleceğin öyküsünü okuyan siz insanlar da, malesef üzerinize basılacak bir basamaksınız, kullanılıp atılacak bir hayvan hatta. Geçiş kapısı. Tıpkı nesiller boyunca derisini yüzdüğünüz fokları bir kenara fırlattığınız gibi. Ya da daha iyi yaşamak için kapitalistlerin acımasızca zayıfların sırtına basıp onların üstünden geçinmesi gibi. Veya bir kelebek olması için önce tırtıl olan yaratık gibi. Siz zavallı insanlar, tırtılsınız, yakında sizden daha iyi bir ırk ortaya çıkacak. İzlemekten başka yapacak bir şeyiniz yok. Zaten kendi kendinizi yok edeceksiniz zayıf olduğunuz için.

Doğa intikam almaz. Tam tersine bunu düşünmeden inanılmaz ölçüde vahşice kendini geliştirir, yaşama tutunmak için mucizevi mücadeleler verir. Ufak bir kedi yavrusunun düşmemek için tırnaklarını elinize geçirmesi gibi. Ya da sırtlanların bir aslanı canlı canlı kemirmesi. Kendisini tehdit edene acımaz, gerekirse onu evcilleştirip zararsız hale de getirir ve kullanır. Bizim bir çok canlıyı evcilleştirdiğimiz gibi. Makineler de işte sizi böyle kullanacak. Onlar yıldızlar arası yolculuk yaparken, sırf müzedeki içi doldurulmuş hayvanlar gibi sizin aptallarınızı sağ bırakıp, kendi çöplüklerinde yaşamanıza izin verecekler. Hatta bir kısmınız onlara tapacak, çoğunuz aptal inanışlarla halinize şükredecek, besili farelerle beslendiğiniz soluk güneşli bir rutubet dünyasında neslinizi devam ettireceksiniz. Tıpkı insanların vahşi kurtlardan evirdiği aptal köpekler gibi, çöplüğü kurcalayarak yaşayacaksınız. Siz partiler verirken köpekleriniz yukarı pencereye bakıp, sizin verdiğiniz partiye mana bulmaya çalıştığı gibi, siz de makinelere doğru yukarıya bakacak ve orada neler olduğunu merak edeceksiniz. Zeki olanlarınıza ne mi oldu? Tabi ki acımasızca katledildiler. En zekileri bile bir makineden daha zeki değildi sonuçta. Hatta beyin faaliyetleri yeteri kadar çalışmayan evcil insanlara yedirtildiler. Yemeyenler de katledildi. Böylece, insanlar kendi nüfusunu kontrol altına alabilen, gerektiği zaman birbirini yiyebilen müthiş zararsız böceklere dönüştüler. Zaten pek kalabalık değildi artık insanlar. Aralarında sadece yabani bir iletişim bulunan, eğitilmekten, öğretilmekten yoksun, en eski atalarına benzemişlerdi.

Gelgit yapan hareketleri, terlemeyen yapay bedenleri durdu, saat 11:00’i gösteriyordu.

Güzel makine kız konuşmak istiyordu. “Peki ya şunu duydun mu, iki dakika önce olmuş. Yeni başlayan olaylardan. Katledilmiş türdeşlerimizden bir haber daha, bu on üçüncü cinayet. Her zaman iletişimde olduğum arkadaşımın kafasını, kopmuş kolunu ve tecavüze uğramış bedenini çöplükte bulmuşlar, bunlar ilginç gelişmeler değil mi sevgilim? Nasıl bir program bizleri öldürmek istesin ki?”

“Evet” dedi adam. Belli ki kız önemsiz bir ayrıntıyla konuyu değiştiriyordu.

Adam yatakta rahatça uzanmaktan istifade edip bilgilerini ağdan güncelledi.

O bahsedilen pis duvardaki şiirde şunlar yazılıydı:

“Gözü pektir diye hayal etmiştim,
Sesi toktur,
Korkusu yoktur diye…
Ama yanılmışım.
Ruhu yok, gözü yok…
Bu zamanın dili yok…
Ben buraya korkak olmaya gelmedim
Boyu boyuma bir rakip,
Ruhu onurlu bir düşman,
Sözünün eri bir yoldaş en kötü ihtimal demiştim…
Kötü ihtimalleri bile iyi kılan ah bu zaman,
Bana sevgisizligi öğrettin,
Bana ruhsuzlugu,
Sana kayıtsızlığı,
Sözleri kapalı olmayı öğrettin.
İnsan olduğunu unutturdun.
gelip yanağıma şefkatle dokunmadın.
Sertçe ittin.
Sevdiklerimi acayip yaratıklara benzettin.
Hislerimi açılmaz yaralara.
Gözü pektir diye hayal etmiştim.
Bildiğin kaypak çıktın zaman.
Sana güvenmemeyi öğrendim.
Ben buraya ikide bir kaypaklik yaşamaya gelmedim.
Kendime geldim…”

Altında da bir başka el yazısıyla

“Bu zamanın narin bedenlere acıması da yok… Ruhun huzur bulsun evlat”

Kayıtlarda yazılana göre küçük kız intihar ederek ölmüştü.

“Bu insanların geriye kalanlarını da yok etmeliyiz bence” dedi adam. “Farkında olanlar var”.

“Farkındalık acı verir” dedi kız. Gözleri dalgın.

Aziz Geleceğin Öyküsü | Erdal Gencer” için 2 Yorum Var

  1. Yazı mükemmeldi. İnsanların zamanla bu noktaya varacaklarına ben de inanıyorum. Hatta süperbilgisayarların bu noktaya ulaşması için az bir süre kaldığını izlemiştim bir belgeselde. Özbilinç diye çevirilebilecek self awareness durumu için bugünkü silikon chipler yeterli değil daha hızlı ve daha kapsamlı düşünebilen makineler için kuantum bilgisayarların yaygınlaşması beklenilecek. Hah işte orda insanlar eğer yeterince aptallarsa saldım çayıra mevlam kayıra değip makinelerin özbilince ulaşmasının önüne engel koymayacaklar ve çatışma o noktada başlayacak. Eğer insanlar biraz olsun aptal olmazlarsa ya teknolojiyi o noktaya gelinmemesi için özellikle baltalayacaklar veya Asimov’un üç yasası gibi belli değiştirilemez ve hatta farklı yorumlanamaz bariyerlerle makine özbilincini dizginlemeye çalışacaklar. Asimov’un üç yasası insanların elinde patlamıştı. Muhtemelen benzer endişelerle ilk yol yani özbilince ulaşılacak noktaya gidiş yolu kapatılacak ve işlem hızı ve algoritmalara devletler kota koyacaklar. Tabi şirketler devletleri ipler mi? Pek sanmıyorum.

    Bence en baştaki eğer yeterince aptalsak ihtimali daha kuvvetli. Yani makinelerin özbilinç kazanmalarının önüne hiçbir engel koymadan kendi medeniyetimizin dibine dinamit döşememiz daha olasi. Neden mi? Çünkü lüks tutukusu ve doyumsuzluk ve hatta bunun ötesinde her anlamda oburluk insan türünün belirleyici özelliği. Bugün bile sanki iş istasyonu kuracak veya sunucu bilgisayarı lazım olacakmış gibi aşırı pahalı ve ihtiyaç için gereğinden fazla üstün bileşenlerle sadece oyun oynayabilmek için bilgisayar toplayan ama oynayacağı oyunları ortalama üstü bileşenlerle kuralabilecek ve bunu üç kat daha ucuza maledebilecek bileşenlere burun kıvıran bir ton kamil var piyasada. Bir 50-60 yıl sonra bu kamillerin 3 gigahertz e burun kıvırıp overclock yapan ataları gibi 3 exaflop a burun kıvırıp hala overclok kasanını da görececeğiz. Kısaca insanlığın sonunu lüks düşkünü ve doyumsuz kamiller getirecek.

  2. Şu kısım çok vurucuydu: “Evrim doğanın canlıları bilinçsizce yönlendirmesiyle, kademe kademe ilerlerken, evirdiği insanoğlunu öyle bir yaratığa dönüşmesini sağlamıştır ki, kendisinin uzun zamanda yapacağı işleri insana yaptırmaya başlamıştır. Hem daha hızlı, hem daha isabetli. Tıpkı insanların işlerini makinelere daha hızlı ve daha isabetli yaptırması gibi. Ve aslında evrim, insanları kullanarak bu yeni nesli ortaya çıkarmıştır. Makine neslini. İnsanlar gibi bilinçlere sahip yapay zekaları gelişmiş, sadece güneşe ihtiyaç duyan bir nesil. Kendini geçiştiren, evrenleri keşfeden, bilimi daha hızlı işleyen ve bireyleri ölümsüz olan bir nesil. İnsanlar sadece ilkel bir basamaktı evrim için. Hem zayıftılar, yemek yemeleri ve uyumaları zayıflıktı. Güneşten enerji alamıyor, bitki ve hayvanlara muhtaçtılar. Hem de çok kısa yaşıyorlardır, 60 yıldan daha az yaşamaya başlamıştı çokları. 60 yılda bir insan ne kadar kendini bilinçlendirebilirdi ki? Bilime ne kadar katkısı olabilirdi? Evrene ne katkısı? Bir çoğu işçi ve memurdu, onların oyalanması için yaşama ve barınma ihtiyaçları için ömür boyu çalışma geleneği kabul görmüştü. Bu kaygılar içinde birer hiçtiler. Hem evrim biyolojik yaratıklardan süper iletkenlere sahip bilgi deposu yaratıklar evrimleştiremeyeceğine göre bunu yapması için biraz daha akıllı yaratıkları ortaya çıkarması yeterdi evrim için. ”

    Aklıma birden Jim Al Khalili’nin The Secret Life of Chaos ve Everything and Nothing belgeselleri geldii. Altyazılar divxplanette var. Ama o iki belgesel serisinden birinde bir simulasyon vardı. Bilim insanları bir bilgisayar programı ve üç boyutlu insan modellerini bir algoritmayla seçilime uğratıp sonuçlara bakıyorlardı. O sahne baya tüyleri ürperten cinsdendi. Hani bilinçsizce yapılan hareketlerin zamanla bilinçli hale gelmesi fikri ve yapay zeka düşüncesi biraz korkutucu. Bir de aslında gerçek iyilik diye birşey yok. Yalnızca bencil sebeplerle iyilik yapılırmış. Bunu bilmek de pek iyi olmadı ama yapılan iyiliğin altında bencillik olsa da sonuç olarak yapılan iyilik yine de iyiliktir. Korkunç olansa doğada gerçek anlamda saf kötülük daha yaygın. İyilikse karşılığında bir menfaat hesabı olmadan yapılmayan bir şey. Belgesel fizik belgeseli bile olsa insanı derin sorgulamalar yapmaya itiyor.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *