Öykü

Baron Samedi’nin Şapkası

En başından beri aristokrat bir hayalet mi yoksa zamanında kanlı canlı bir hayat sürmüşken kolonizasyon dönemlerinde Afrika kökenli insanların gözünde erişilemez ve tapınılmasının gerektiği kadar yüceltilmiş bir kimliğe bürünen sıradan bir soylu mu olup olmadığı konusunda bugün bile net bir fikrim olmasa da, Baron Samedi’nin kökeninin Haiti voodoo inancında nasıl yer ettiği benim için gizemini koruyordu. “Loa” adı verilen kutsal ruhlardan biri olan bu figürün, mevcut halk arasında bir hayli öneme sahip olsa da kutsal bir ruh için son derece ilginç bir dış görünüşü ve özellikleri vardı. Bu dünya ile öbür dünya arasında mezarları bir dönemeç gibi kullanan, istediğini öte dünyaya taşıyan, istemediğini de bu dünyaya geri gönderip bir zombiye çeviren, ölümün efendisi olarak anıldığı kadar, değerli gördüğü birinin hastalığını tedavi eden, kara büyü vasıtasıyla irtibata geçildiğinde daha büyük bir güce kavuşan, yerine göre espirili ve matrak, yerine göreyse sinirli ve korkulan bir karaktere sahip bu ruh, başında uzun silindir bir şapka, üzerinde siyah bir ceket ve gözlerinde siyah gözlüklerle, ellerinden birinde bir şişe rom ve diğerinde bir puro tutan siyahi bir adam olarak tasvir ediliyordu. Antropologların ya da antropolojiyle beraber bir çalışma yürüten tarihçilerin muhakkak bu tipte bir figürün Haitililerin inançları arasında nasıl yer bulabildiğine ilişkin bir açıklaması olduğunu düşünsem de şimdiye dek bu konuda net bir bilgiye ulaşamadım. Benim ilgi ve dikkatimi Baron Samedi’ye çeken şey ise, kısa süre önce, voodoo inancına fazlasıyla ilgi duyan, hatta evinde voodoo bebeklerinden bir koleksiyon bile barındıran bir arkadaşımın geride bıraktığımız yazın temmuz ayında gittiği Haiti’den dönüşünde, beraberinde Baron Samedi’yi temsilen Haitililerin ritüellerde kullandığı uzun, siyah, ön sırası küçük kuru kafalarla bezenmiş silindir bir şapka getirmiş olmasıydı.

Şapka elbette sıradan bir şapkaydı ve zaten mistik bir hava taşımasını ya da mucizeler gerçekleştirmesini beklemiyordum ama şapkaya sahip olan arkadaşım Sezgin’in farklı düşünceleri vardı. Şapkanın kesinlikle sanıldığından farklı bir şapka olduğunu, elllerine aldığı ilk andan beri bunu hissettiğini, evindeki koleksiyonun en değerli köşesine bu şapkayı yerleştirip öğrendiği bir voodoo ritüelini gecenin bir saatinde uyguladığında ruhunda bir değişme fark ettiğini, hatta ritüel esnasında şapkayı başına taktığında şapkanın kendisiyle anlaşılması zor bir seste ama gayet seçilebilir kelimelerle telepatik bir yoldan konuştuğunu iddia ediyordu. Niteliği ve aslı ne olursa olsun bir inanca saygı göstermek konusunda bir sorunum yoktu lakin böylesi sıradışı bir söylem elbette söz konusu gerçeklikse daha baştan benim için inanılırlığını kaybetmişti. Spesifik olarak belirli bir inanç sistemine bağlı olmamam insanların dinsel bir konumda yaşadığı  tecrübelerine saygı duymamı, hatta bir ölçüde onların kendi içlerinde yaşadıklarının bir gerçeklik payı bile olduğunu düşünmemi engellemiyordu. Neticede, şayet hakikat ya da gerçeklik dediğimiz kesin bir olgu varsa ona giden tek bir yol yoktu, tersine sayamayacağımız kadar fazla sayıda ve çeşitte yol vardı. Bu açıdan ben dahi, belirli bir yaklaşımdan bakıldığında inançlı biri olabilirdim. Ancak yaşadığımız çağın, 21. yüzyılın bilimsel, gelişmeye dayalı moder dünyasını ve de özellikle hurafeleri, batıl inançları deviren tavrını benimsemiş biri olarak böylesi aşkın, neredeyse doğa yasalarını hiçe sayan ve her ne kadar bir inanç taşımak bunu gerektirmese de kanıtlanması tamamen imkansız, aklın tamamen dışında olan böyle “varsayımları” kabul etmem mümkün değildi. Lakin ona, “Peki bu duyduğun ses seninle hangi dilde konuştu ?” diye sorduğumda ise bana ilginç bir cevap verdi; ” Fransızca’ya çok benziyordu. Fransız Kreyolce’si olması çok muhtemel.” Sezgin Fransız dili ve edebiyatı mezunuydu ve muazzam bir Fransızca’sı vardı. Haiti üstüne yaptığım birkaç küçük araştırma neticesinde resmi dillerinin Fransızca ve Fransız Kreolcesi olduğunu öğrendim. Kreolce ise birkaç dilin karşımından oluşan ve pidgin adı verilen, farklı diller konuştukları için birbiriyle anlaşamayan belirli toplulukların anlaşmak adına inşa ettiği ortak bir dil türünün alt türlerinden biriydi. Sömürgecilik zamanlarında Fransızların Haiti’yi ele geçirmesi sonucu oranın halkı tarafından oluşturulmuş bir dil olmalıydı. Bu bilgiler beni biraz düşündürdüyse de, Sezgin’in söylemleri benim için çok havadaydı.

Yine de bana anlattığı şeyleri her ne kadar biraz karanlık içeriklerde olsa da dinlemeyi seviyordum, çünkü her ne formda olursa olsun, gerçekten inanmış bir insanın mimiklerindeki ve ses tonundaki heyecanın samimiyetini görmek hoşuma gidiyordu. Ama o şapkaya sahip olduğundan beri Sezgin’in söylemleri gittikçe daha tuhaflaşmaya, davranışları da daha olağandışı görünmeye başlamıştı. Normalde gerektiğinden fazla konuşan, bildiği her şeyi onu dikkate alsın almasın herkese anlatmayı seven, son derece hiperaktif olan bu insan tersine içine kapanmaya, sessizleşmeye,evden çıkmamaya ve ilginç bir şekilde alegorik konuşmaya başlamıştı. Gerçekleşen en son buluşmamızda, gördüğüm bu tavırları bir yana söylediği bir şey, beni onun ruh hali ve akıl sağlığı konusunda ciddi bir biçimde korkutmuştu. Keşke o gün söylediklerini, bir kağıt ve kalem çıkarıp harfi harfine yazıya dökseydim diye düşünmeden edemiyorum. Fakat konuşmanın doğası öylesine absürd bir nitelikteydi ki ne söylediğini hala hatırlıyorum. Baron Samedi’nin, gerçekleşen ilk ritüel sonrasında Sezgin’in düzenlediği sonraki ritüellerde onunla daha açık konuşmaya başladığını, kendisine devamlı farklı cinsiyetlerde ve o cinsiyetlere göre farklı elbiselerde voodoo bebekleri yaptırdığını, zamanı geldiğinde de Baron’un onlardan birini bebeklerin temsil ettiği gerçek bir insanın hayatına karşılık kendisine infaz ettireceğini, eğer Baron’un kendisiyle konuşmaya devam etmesini istiyorsa bunu yapmak zorunda olduğunu, ama kendisinin bunu yapamayacağını, kimsenin ölümüne sebep olmak istemediğini, içinde bulunduğu durumdan çok korktuğunu, bundan kaçamadığını söyledi. Kendimi bu noktada tutamayıp, eğer bana anlattıkları konusunda gerçekten samimiyse ve benimle dalga geçmiyorsa, acilen bir psikiyatriste görünmesini ve tedavi olmaya başlaması gerektiğini söyledim. Fakat söylediğim anda bundan pişman oldum. Bana hiç de memnun olmamış bir çift gözle baktıktan sonra tek bir şey söylemeden masayı terk etti.

Sezgin adına endişeleniyordum, diğer yandansa yapabileceğim pek bir şey yok gibi görünüyordu. Kulaklarını, söylediklerinin aksini iddia eden ve ona inanmayan herkese karşı tıkamıştı. Eğer ona, aslında amacımın sadece yardımcı olmak olduğunu göstermek istiyorsam da aklıma yapabileceğim tek bir şey geliyordu; evine sürpriz bir ziyaret yapmak.

Bir pazartesi günü vakit akşamüstü iken Sezgin’in kapısını çaldım. Karşılık bulamayınca zili çalmayı sürdürdümse de yanıt gelmiyordu. Tam evde olmadığını düşünüp geri dönmeye niyetlendiğim sırada evin içerisinden bir nesnenin devrilme sesi geldi. Zili tekrar çaldım ve kapının arkasından “Sezgin benim, Kerem ! ” diye seslendim. Bu sefer de cevap alamayınca paniğe kapıldım. Aklıma türlü türlü şeyler geliyordu; Sezgin evde yoksa içeride bir hırsız mı vardı , ya da düşüp bayıldı mı , başına bir şey mi geldi , durumu iyi mi, son görüştüğümüzde hiç iyi görünmüyordu zaten… Telefonla arayıp ulaşmaya çalıştımsa da kapalıydı. Hiçbir şekilde yanıt alamayınca son çare polise gitmeye karar verdim.

Küçük bir ekiple tekrar döndüğümde hava iyice kararmıştı. Polisler de önce benim denediğim şekilde zili çalıp seslendiler. Yanıt bulamayınca kapıyı kırıp içeri girdiler. Her ihtimale karşı iki polis elinde silahlarıyla önümden ilerlerken ben de hemen arkalarından takip ediyordum. Kapısı kapalı bir oda haricinde her yere bakılmıştı ve Sezgin ortalarda yoktu. Son çare bu kapıyı denemeye çalıştığımızda kapının içeriden kilitlenmiş olduğunu gördük. O anda kalbim neredeyse ağzıma sıçramıştı. Polisler bu kapıyı da kıracaklardı. Arkalarında diken üstündeymiş gibi beklerken ben, polisler tekrar kapıyı kırıp içeri daldılar ve birden donakaldılar. İçeri girdiğimde etrafı bir sürü tahta bebekle çevrelenmiş bir çember içerisinde, tavandan sarkıtılmış bir halatta Sezgin’in cansız bedeni havada asılı duruyordu. Altında devrilmiş ahşap bir sandalye vardı. Çemberin içerisinde ise bir tahta bebek yatıyordu. Elime aldığımda Sezgin’in o an üstünde bulunan kıyafetinin renklerine boyandığını fark ettim. Sezgin’in kareli gömleği ve bebeğin karelerle aynı renkte kare biçiminde boyanmış üst gövdesi; Sezgin’in  siyah pantolonu ve bebeğin siyaha boyanmış bacakları…  Polisler gibi ben de donakaldım. Onlar bir süre kendi arasında konuştuğunda ve içlerinden bir tanesi teselli amaçlı eliyle kolumu sıvazladığında birden ayıldım ve hararetle “Şapka nerede ! ” diye bağırdım. Tabiki ilk başta ne demek istediğimi anlamadılar ve onlara çok detaya inmeden şapkadan bahsettim. Ardından evin her tarafında onu aramaya başladılarsa da şapka hiçbir yerden çıkmadı. Sorguya alınmalar, olay yeri inceleme ekiplerinin parmak izi taramaları gibi onca inceleme ve prosedürün ardından ne ev sahibinin dışında bir parmak izine ne de şapkaya rastlandı. Hadise her açıdan bir intihar gibi görünüyordu ve kayıtlara da öyle geçti. Peki benim için de durum sadece bundan mı ibaret, bildiğim her şeyi onlara anlattım mı ? Hayır… Sezgin o sandalyeye çıkıp başına ipi geçirmeden önce ne oldu ve şapka nereye gitti, bunları da hiçbir zaman bilemeyeceğim. Elimde esrarengiz bir korku öyküsünden ve rahatsız edici bir hatıradan  başka hiçbir şey kalmadı…

Baron Samedi’nin Şapkası” için 2 Yorum Var

  1. Emir bey merhaba, seçkiye hoş geldiniz. İlk yorumunuz benden olsun 🙂
    Hikaye gayet başarılı ve güzeldi ancak özellikle ilk paragraflarda çok uzun cümleler var. İlk cümle örneğin elli kelimeden fazla. Bu cümleleri tekrar okumak zorunda kaldım. Sonrasında cümleler kısalmış, çok daha güzel olmuş.
    Ellerinize sağlık, sonraki seçkilerde görüşmek üzere.

    1. Öncelikle okuma zahmeti gösterip yorum yaptığınız için çok teşekkür ederim. Dediğiniz konuda size hak veriyorum, ilk etapta aklımda bir tasvir canlanırken oldukça karmaşık bir düzende geliştiği için bazen okuyacak kişiler için bu tarz zorluklar çıkartmış oluyorum. Anlattıklarımı hem kolay okunur bir şekilde ifade edebilecek hem de zengin bir içeriğe sahip olacak şekilde geliştirmeye çalışıyorum. Öykümü beğenmeniz beni mutlu etti, teşekkür ederim 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *