Öykü

Evren Ağı

Göz kapaklarımı kaldırdığımda yeni bir güne daha uyandım. Karanlık düşüncelerin hunharca oynaştığı, zalim fikirlerin kendine vücut bulduğu, taze güzelliklerin derin bir hüzünle isyana uğradığı elem yüklü acınası vakitler.

Pencerenin yanına hafif adımlarla yaklaşıp perdenin arasından dışarıya miskin bir bakış attım. Kaos vardı. Bir tarafta insanlar, öteki tarafta gene insanlar. Girdabın büyümeye vakit tuttuğu ölçüde kaosun göbeğindeki bedenler nizami ölçüde birbirlerini öldürebilme çabası içerisinde görevlerini ifa etmekteydiler.

Çektim perdeyi, kapattım zihnimi. Kahve hazırlamaya koyuldum. Ne de olsa bugün büyük bir gündü. Bizi yöneten zalim bir güç var. Adı, Riyakâr Tebaalı Esrik. Hakikaten yıllarca hüküm sürmüştü ve bu sürece devam etmekteydi kendisi. Gaddar bir kişi aynı zamanda ve tüm kontrole sahip. Doludizgin bedenler onun iradesi karşısında yaşlı bir çınar gibi kuruyup yavaş yavaş yok olmuştu.

Çalışmıyorum ben. Gerçek manada bir işe sahip değilim, zaten kim ister ki. Müzikle uğraşıyorum. Bazı zamanlar caddelerde performans sergileriz grubumla. Bir de bakarız ki Riyakâr Tebaalı Esrik’in katliam amaçlı zihne sahip korkunç savaşçıları ortaya çıkar ve biz de canımızı kurtarmak için kaçmaya başlarız.

Bir keresinde sakallarımı kırmızıya boyadığımdan dolayı esir konulmuştum. Yaşamımın en harap zamanıydı. Karanlık bir odaya hapsettiler beni. Tepemde keskin bir ışık çaktılar birden. Gözlerim yandı. Kapatsanıza şunu orospu çocukları, dedim. Kapatmadı orospu çocukları. Üç tane leş adam önüme dizildi. Yalan söylemiyorum, aynen şunları bağırarak zihnimin içine kazımaya çalıştılar.

“Bu sakalları keseceksin anladın mı? Anladın mı?”

“Tanrının cezası seni. Adam olacaksın adam.”

“Düzenli bir işe gireceksin.”

“Evleneceksin.”

“Çocuk yapacaksın.”

“Araba alacaksın.”

“Evin kredisini bitireceksin.”

“Sinemaya gitmeyeceksin, ibadet edeceksin.”

“Müzik yok artık.”

“Kâfir yaşamın bitti anladın mı? Bittii. Bitti. Bitt. Bit. Bi. B.”

Bir insanın kulağı daha nasıl tecavüze uğrayabilirdi, inanın bilmiyorum. Beni salıverdiler sonra. Yarın gel dediler. Gitmedim tabi. O günden beri perdelerin ardında yaşıyorum.

Katı bir düzen hâkim. Çift türlü zihin ağı var. İlki sıradan insanların sahip olduğu. Bir de diğeri var, evren ağı da denilmekte. Şehrin kuytu bir mekânında büyük bir alanı kaplayan duman döngüsü, Riyakâr Tebaalı Esrik’in zihninin oluşturduğu kontrol birimi. Dünyadaki tüm insanların düşünceleri bu kontrol mekanizmasının hükmü altında olup bilinçli bir seçim yapabilme hakkına sahip değildi. Bu kontrol mekanizması insanları homojen bir kıvama getirmişti.

Artık bir rakibi var bu menfur şahsın. Bugün ikisi arasında düello yaşanacak. İnsanlar dışarıda kapışmaya başlamıştı bile. Yalnız hiç beklemediğim bir şekilde olaya çağdaş bir perspektiften bakmışlardı ve seçime gitmişlerdi. Evet, yanlış duymadınız. Artık bizi yöneteni kendimiz seçebilecektik.

* * *

Yaşam nedir dostlarım? Bize öğretilenler neden uyulması gereken birer zorunluluk emaresidir ki. Toplum denilen kavram var olan tüm huzuru kemirmiştir. Doğduğumuz günden beri aynı şeyleri söyleyip duruyorlar. Çalışın, okuyun, çalışın. Daha çok çalışın. Kafanızı kıçınıza sokun. Bir sonraki basamağa geçebilmek için sizi becermelerine izin verin. Sonra bir işe girin ve düzen sizi güzel bir şekilde siksin. Ardından evlenin derler. Duygusal anlamda bir birlikteliğinizin olmadığı soğuk bedeni sikersiniz defalarca. Düzüşürsünüz köpekler gibi çünkü toplum bunu emreder. Çocuklarınız ya da piçleriniz dünyaya gelir. Arabanın borcu biter evinki başlar. Yazlığın borcunu tamamlarken mobilyalar yenilenir. Düzen sizi sikmeye devam eder. Yeni bir boktan şeye daha sahip olma çabası içerisindeyken ani bir kalp spazmı sonucu geberir ve ardınızda bir dünya dolusu çöplük bırakırsınız.

Yaşamsal saçmalığımızdı yaşama tutunma nedenimiz, değil mi?

Kahvemden bir yudum aldım. Evet, işte size anlatmak istediğim his bu işte, şekersiz sert kahvenin vücudumda uyandırdığı coşku. Özgürlüğümüz kahveden alınan bir yudum, güzel bir günde sahil kenarında yürüyüş yapabilmekti. Özgürlüğümüzdü, aslında hiç olmayan.

Üzerime kıyafetlerimi geçirdim. Çok bekledim ama o an artık geldi. Gidip başımızdaki tiranı defedecektik. Ne olur olmaz diye kafama beremi de geçirdim. Kapıyı kilitledim ve dışarıya adımımı attım. Bahçeden sokağa doğru adımımı atmıştım ki bir de ne göreyim. Tam bahçe kapısının önünde iki beden çırılçıplak şekilde sürreal bir pozisyonda cinselliğin Himalaya noktasını yakalamıştı. Öyle güzel sevişiyorlardı ki bir an onlara katılmak istedim. Özgürlük bu işte be. Derin bir soluk alıp kendime hâkim oldum ve yürümeye koyuldum.

Caddelerdeki şiddetten kaçınmak için ara sokaklardan geçmeyi tercih ediyordum. Fakat buralarda az kalabalık değil hani. Bir şey fark ettim, sanki tüm insanlar birbirine benziyor. Gözlerimi ovalayıp tekrar baktım. Yeterince ayırt edemiyordum ama gene de var bir bozukluk. Oyumu kullanacağım binaya doğru yaklaştım. Kapıdaki azmanlar üzerimi aradıktan sonra bir dakika içerisinde işimi halledebilmem için içeriye doğru iteklediler beni. Oyumu kullandım. Zaten iki aday vardı ve ben daha mütevazı olanından yana şansımı denedim.

* * *

Nefret ediyorum bu düzenden, üzerime gelenlerden, etrafı saran kahrolası kurallardan, özümüzü duvara dönüp yüzümüzü karartmamıza sebep olanlardan. Nefret, nefret, saf bir cinnet. Sonu belirsiz bu müşkül yolculukta her şeyi deşmek.

* * *

Eve vardığımda ilk iş olarak sakinleştirici aldım. Değişim gelecekti, buna yürek dayanır mı hiç. Seçim sonuçlarını devasa bir hologram aracılığıyla duyuracaklardı. Riyakâr Tebaalı Esrik’in hologramı. Ne salaklık. Bir bira açayım bari.

* * *

Elimde bulunan bira firari bir hüzünle kaydı ve zemine düşerek parçalandı, tıpkı ümitlerim gibi. Kaybetmiştik. Nasıl oldu bilmiyorum ama oldu, kör lanet. Bilgisayarımdan gelen ses dikkatimi dağıttı. Baktım hemen. Yeni bir posta gelmişti. O da ne, oyumu Riyakâr Tebaalı Esrik lehine kullandığım yazmaktaydı. Yuh amına koyayım, dedim. Daha neler dedim bir bilseniz. Olacağı buydu zaten. Beyinsizce bir ümitti benimkisi. Kafamı sikeyim.

* * *

Aslında her şey yaşamsal saçmalığın oluşturduğu kaotik düzende merdivenin en yüksek basamağına tırmanma yarışından ibaret. Bir sonraki histeri hareket ise kanatlarını açıp gökyüzünün engin bilgeliği içerisinde kendini yaratma ve en büyük hazzı tadabilme arzusu. Oysaki tek şey kör bir uçurumdu ve göremedi yenilmiş gözleri. Ahmaklar.

* * *

Nefes alamıyorum. Yardım edin, ne olur. Boğazım, boğazımda bir şey var. Gözlerim kanıyor. Kalbim erimeye başladı. Bileklerim güçsüz, yüreğim korkak. Yardım edin, ne olur.

* * *

Seçimi kaybetmenin verdiği öfkeden kendimi dışarı attım. Bahçe kapısının önündeki çift sevişmeye devam etmekteydi. Hayır, bu olamaz. Bu çift bendim. Sevişen iki kişi de bendim. Siktir. Koşmaya başladım. Meydan insanlarla doluydu. Hepsi bendim. Hepsinin suratı benimkinin tıpkısıydı. Bedenleri benim bedenim. Sikleri benim sikim. Tek tipleşmiştik. Düzen işte şimdi bizi gerçek manada sikmişti. Kıçımdaki ağırlık bundan olsa gerek. Oradaydı.

Riyakâr Tebaalı Esrik seçimi kazanmanın şerefine özel bir alan kurdurmuştu. Devasa bir balkondaydı. Şimdi ise konuşma yapmaya hazırlanmaktaydı. Etrafını korumaları sarmıştı. O da ne, kafalarında maskeleri yoktu. Bunlar insan değildi. İfritti, ucubeydi hatta daha beteriydi. Yüzlerinden irin akıyordu. Demek maskeler bundan dolayıydı. “İşte şimdi istediğim düzen geldi,” dedi Riyakâr Tebaalı Esrik.

Bir bakıma hak verdim kendisine. Bu, korkaklığımızın bir sonucuydu. Düşünmememizin getirdikleri. Güçsüzlüğümüzün göstergesi. Bundan sonra ne mi olacak. Olacağı belli. Cesaretimizi toplarsak anarşi vuku bulacak. Yok ki bulamazsak bir ömür boyu düzüleceğiz. Zaten bir ömür en fazla ne kadar sürebilir ki?

* * *

Kıyafetleri yatağının üzerindeydi. Kara bir kot, üzeri işlediği günahlar tarafından karartılmış pentagram sembollü tişört ve sayısız metal bileklik ve bir de Jackson marka elektronik gitar.

Botunu geçirdi çorapsız ayağına. O da karaydı, tıpkı düşünceleri gibi. Altında çamur kurumuştu, tıpkı eski bir dost gibi. Gözleri vardı kahve, agresif. Uzundu saçları, yağlı. Düşünceleri vardı, anarşi ve yıkım temelli, gösterişli bir hâkimiyet uğruna. Parmaklarına kan bulaşmıştı, keskin bir bıçağın soluk etle buluşması ardından. Cinayetti bu. Parmaklarına kan bulaşmıştı, gösterişli bir bedenin bacakları arasındaki münzevi çukurlukta. Zevkti bu.

Kontrolü kayıp yola adımını atarken göğe bakarak “Piç,” dedi ve yürümeye koyuldu. Kulaklığını geçirip, sesini yükseltti. Kendisi için en anlamlı olan müzikten birini açtı. Müziğin sözleri kulağına çınlamaya başladı. ‘Auschwitz, the meaning of pain’. Yürüyüşü vardı, yürüyüşü. Korkutuyordu zihni iğdiş edilmiş bedenleri. ‘The way that I want you to die’. Gitarı sırtındayken kontrol kendisindeydi. ‘Slow death, immense decay’

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *