Öykü

Gizemli Şapka

Şehirde yürüyüşe çıkmaktan her zaman zevk alırdım. Cıvıl cıvıl, capcanlı… Çok güzel bir bahar günüydü. Her zaman yaptığım gibi önce parktan başladım yürüyüşüme. Bu ferah yerde düşüncelerimi serbest bırakmak hep iyi hissettiriyordu. Buradayken hiçbir şey beni kızdıramazdı. Sakince düşünebilirdim. Düşünmeyi, iç sesimi özgür bırakmayı çok seviyordum. Çok dalgın bir insan olmama rağmen küçük detaylara takılırdım hep. O gün de parktaki tek boş olan bankın üstündeki gri fötr bir şapka dikkatimi çekmişti. Babam şapkalara çok önem verirdi; bir gün şapkasız dışarı çıktığına rastlamamıştım. Artık onu en iyi anlayabilecek yaşlardaydım. Eh, onu anlamaya şapka takmaktan başlamalıydım öyleyse. Önce etrafıma bakındım; kimse şapkayı almaya gelmiyordu. Unutulmuş olmalıydı. Onu alıp kafama taktım ve şehre doğru yürüyüşüme devam ettim.

Çarşıda balıklar dikkatimi çekmişti, gözüme pek bir güzel göründüler. Yeğenim Elise’in en sevdiği yemekti, ona bugün balık hazırlayacaktım. Elise’in de benden başka kimsesi yoktu benim de ondan başka. Ona iyi bakmalıydım. Ne de olsa ağabeyimin yadigarıydı. Ağabeyim ve eşi, Elise 4 yaşındayken salgın bir hastalık nedeniyle hayata gözlerini yumduklarında Elise de bana kalmıştı işte. Aradan 10 yıl geçti ve 10 yıl boyunca her gün onu mutlu etmeye çalıştım. Bomboş hayatımı birden dolduruvermişti; 30 yaşımdan önce hiç kimseyken 30 yaşımdan sonra bir anda baba oluvermiştim. Ben bir aile değildim, yalnızca bir babaydım işte; yalnız bir baba.

Elise kapıyı açtığında anında balıkların kokusunu almış ve çok sevinmişti. Elimdekileri masaya koyduğumda kafamda şapkanın olmadığını farkettim. Herhalde rüzgardan uçmuş olmalıydı. Zaten bir başkasının şapkasıydı. Çok da üzerinde durmadım. Önce yemeğimizi yedik, sonra Elise piyano çalarken ben de kitaba daldım. Elise piyano çalarken kitap okumaya bayılıyordum. Belki de cennet böyle anlarda gizliydi. Tabii eğer cenneti, huzuru ve mutluluğu bulduğumuz yer olarak tasvir edebilirsek. Bu düşüncelerle uykuya daldım.

Sabah uyanıp kahvaltı hazırlıyordum. Elise henüz uyanmamıştı. Bir tıkırtı duyduğumu sandım. Önce Elise’in uyandığını düşündüm ancak odasında mışıl mışıl uyuyordu. Sonra kapıyı açtım ve dünkü şapka yerde duruyordu. Üzerinde bir not vardı: “Bunu düşürmüş olmalısınız.” Bir süre gözümü nottan ayıramadım. Kendime geldim, şapkayı alıp kapıyı kapattım ve arkamı döndüm. Elise arkamdaydı ve beni görür görmez gözleri fal taşı gibi açıldı: “Siz de kimsiniz?”

Hemen banyoya koştum ve aynada kendimi görür görmez Elise’in tepkisinin nedenini anladım. Bambaşka bir yüz vardı aynada. Esmer, yeşil gözlü, incecik bıyığı olan bir adam. Banyodan çıktığımda Elise oldukça şaşırmış bir halde sandalyede oturuyordu. Ne yapacağını bilemiyordu. Benim de ne olup bittiğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Bunun şapkayla bir ilgisi olmalıydı. Yanındaki sandalyeye oturdum: “İçinde bulunduğumuz durumun epey karmaşık bir durum olduğunun farkındayım. Hatta bana inanmayacağının da farkındayım. Dün parkta bir şapka buldum ve aldım. Eve gelirken onu düşürmüş olmalıyım. Sabah kapıda notla geri gelmişti ve bambaşka bir yüzle buldum kendimi. Bunların birbirleriyle bir alakası olmalı. Ne olduğunu ve ne nasıl eski halime dönebileceğimi öğrenmemiz lazım.” Ses tonum bile değişmişti, bırakın Elise’i inandırmayı ben bile kendime inanmazdım bu halde. Elise sessizliğini koruyordu. Onu inandırmak zorundaydım. “Bak, sana Thomas amcan olduğumu tek bir şekilde kanıtlayabilirim. Bana kendinle, bizle, ailemizle ilgili ne istersen sor. Amcan olmasam asla cevap veremeyeceğim sorular sor. Bana inanmak zorundasın Elise. Bana inanmazsan bundan kurtulamayız. Bundan kurtulmak zorundayız.”

Elise uzunca bir süre sessiz kaldı ve en sonunda “Pekala.” dedi. O da bana inanmak zorunda olduğunu anlamış olmalı. Şehirde dağılıp ne olduğunu anlamaya çalışacak ve bir çözüm bulmaya çalışacaktık. Şapkayı atmak, ondan kurtulmak istedim. Ama geri gelmek gibi bir huyu vardı. Belki bundan kurtulmak için şapkaya ihtiyacımız da olabilirdi. Tekrardan kafama taktım. Belki kafamda durdukça normale dönebilirdim. Çarşıya iner inmez polisler kollarımdan yakaladı.

Karakola götürülürken anladım ki, ben aslında epeydir aranan bir seri katilmişim. Yalnızca genç kadınları öldürüyormuşum, vahşice bir şekilde. Hiç bulunamamama rağmen görgü tanıklarım da varmış- çok ilginç- ve bu görgü tanıkların ifadelerine göre çıkarılan eşkallere birebir uyuyormuşum. Başıma gelenleri idrak etmeye çalışırken soluğu kodeste aldım. Yarın da acilen mahkemeye çıkacak ve ona göre en azılı suçlular gibi ve onlarla birlikte hapsi boylayacaktım.

Ne kadar dil döktüysem de nafile. O an tek derdim Elise’di. Ben eve gelmeyince çok endişelenecekti. Polislere her seferinde durumu izah etmeye çalıştım. Ne olursa olsun Elise’e haber vermeliydim. En sonunda iyice bitkin düşmüştüm. Uykuya dalmadan önce olayları idrak etmeye çalışıyordum. Üstümde ne var yok hepsini almışlardı, şapka dahil. Her ne olursa olsun o şapkayı yanımdan ayırmamam lazımdı. Her şeyin anahtarı o şapkaydı.

Sabah mahkemeye götürülürken en mantıklı açıklamanın gerçek seri katilin aslında bir büyücü olması ve şapkaya büyü yapıp beni ateşe atarken şu anda kendisinin gününü gün ediyor olmasıydı. Buna da ne kadar mantıklı denebilirse işte. Gel de mahkemeyi inandır. Muhtemelen dün not yazıp bana şapkayı getiren de katilin ta kendisiydi. Yine hayal gücüme dayanarak kendimce katilin büyücü olduğunun kanıtı olarak da hep genç kadınları hedef alması ve cinayet tarzının gösterilebileceğini düşünmüştüm. Onlar üzerinde deneyler yapıyordu. Tüm bunları düşünürken bir anda olduğum yerde donup kaldım: Elise! Onu kurtarmak zorundaydım. Bir sonraki hedef o olabilirdi. Oydu! Yalnız kalmıştı şimdi ve seri katil benim gibi göründüğü için onun ben olduğuna inanacaktı. Acilen bir şeyler yapmalıydım. Eğer o Thomas amca olduysa ben de seri katil olmalıydım.

Sessizce duruşma salonuna girdim, herkesin yerlerine yerleşmelerini bekledim. Bir katilin olması gerektiği kadar soğukkanlıydım. Herkes yerine yerleşir yerleşmez yüzümde katile yaraşır bir gülümsemeyle: “İşte buradayım! Ancak bu beni durdurmaya yetmiyor. Durduramadınız işte! Bana inanmıyorsanız Balkabağı Caddesi No: 36’daki mavi boyalı eve bakın.”  diye bağırdım. Salon fısıldaşmalarla dolup taşmıştı. Bana inanıp inanmamak arasındaki ince çizgideydiler. Polisler koşarak salonu terk ettiler. Plan diye buna denir işte. İçimden geç kalmamış olmak için dualar ediyordum. Elise’i kurtarmak zorundaydım. Herkes bir ağızdan konuşuyordu, salona büyük bir gürültü hakimdi. Ben ise bir taraftan soğukkanlılığımı korumaya çalışıyor, ancak korkuma yenik düşüyordum.

Yaklaşık yarım saat sonra polisler nefes nefese geri geldiler: “Evde kimse yoktu!”. Adeta dünya başıma yıkıldı. İnsanlar onlarla alay ettiğimi düşünüp daha da öfkelenmişlerdi. Kesinlikle asıldığımı görmek istiyorlardı. Hatta bir meydanda olsak muhtemelen hepsi birden üstüme gelir ve beni oradan sağ çıkarmamak için ellerinden geleni yaparlardı. O an bunların hiçbirisi umrumda değildi. Zaten duruşma boyunca da tek kelime etmemiştim. Bir şeyler yapmak istiyor ama hiçbir şey yapamıyordum. O an tek isteğim bir an önce şu duruşma salonundan çıkıp hücremde tek başıma kalıp düşünmekti. Nitekim azılı suçluların yer aldığı hapiste çürümeme karar verilmişti. Bu gece de karakolda kalıp yarın sevk edilecektim. Hücreme döner dönmez gözlerimi kapattım ve gözlerimden yaşların akmasına izin verdim. Nitekim bitap düşüp uykuya daldım.

Ertesi sabah çok tuhaf bir şey oldu. Polislerden birisi şapkayı denemiş ve katilin yüzüne sahip olmuştu. Polis üniformaları içerisinde bir katil. İnsanlar şaşkınlık içerisinde bir bana bir de polise bakıyorlardı. Elimi yüzüme götürdüm ve o ince iğrenç bıyık yoktu. Anlaşılan yüzüm normale dönmüştü. Yüzüme kavuşabilmek için Elise’i feda etmiş olma ihtimalimden korkuyordum. Olamazdı. O cani Elise’i öldürdüğü için yüzüme kavuşmuş olamazdım. Tüm karakolu sessizlik bürümüştü. Herkes olduğu yerde donakalmıştı.

Kendilerine gelince beni büyücülükle suçladılar. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Beni hücremden çıkarmışlardı. Şapkayı aldım ve yaktım. Şapka yanarken polisin de yüzü normale dönüyordu. Sessizlikten istifade ederek her şeyi anlattım. Tüm düşüncelerimi, tüm teorilerimi ve zavallı yeğenimin başına gelmiş olabilecekleri.

Polislerle birlikte hızla eve koştuk. Evimin kapısında katilin cansız bedeni duruyordu. Etrafında ne kan vardı ne de cesedinde yara izleri. Polisler onunla ilgilenmeye koyuldular. Bense Elise’i aramaya. Onu bulmak zorundaydım. Önce evi didik didik aradım ve onu bulamayınca aklıma arka sokakta kızıyla birlikte yaşayan Bayan Bird’e sormak geldi. Bir şeyler biliyor olmalıydı. Kızı Jenny, Elise’in yakın arkadaşıydı. Elise gündüzleri onlardan çıkmazdı. Bayan Bird de Elise’i çok severdi, ben yokken ona göz kulak olurdu.

Kapıyı çaldım ve Bayan Bird beni görür görmez çok şaşırdı. Ağzından çıkan ilk ve tek cümle “Tanrıya şükürler olsun!” oldu. Sonrasında Elise koşarak boynuma atladı. Onu sağ salim gördüğüm zamanki sevincimin tarifi mümkün değildi.

Dün çarşıda olanlar Elise’in de kulağına gelmişti. Eve dönerken adamı evin önünde görmüştü. Arkası dönük, kapıyı çalıyordu. Elise kılık kıyafetinden onun ben olmadığını anlamıştı. Adamın üstündekiler benim evden çıkarken giydiğim kıyafetler değildi. Ayrıca yakalandığımı da duymuştu. Benim gibi vasıfsız bir adamın birden bire hapisten kurtulması imkansızdı. Sessizce oradan uzaklaşıp Bayan Bird’e sığınmıştı. Anlattıkları haklı olarak Bayan Bird’e anlamsız gelmişti. Ancak bu korkmuş ve yardıma muhtaç kızcağızı ortada bırakamazdı.

Adamın cesedinin bulunmasından sonra olay derinlemesine araştırıldı ve adamın gerçekten de büyücü olduğu kanıtlandı. Gerçekten de düşündüğüm gibi adam üzerlerinde deneyler yapmak için genç kadınları öldürüyordu. Neden beni seçtiğini öğrenememiştim. Belki de kurbanlarını avlamak için bir yöntemdi bu. Belki de adam insanların benlikleriyle alay ediyor ve kendilerinden şüphe etmelerinden haz duyuyordu. İnsanlara bir günlüğüne de olsa kendilerini katil gibi hissettirmek hoşuna gidiyordu belki de. Nasıl olup da bu zamana kadar yakalanmadığını bilmiyorum. Neden şimdi yakalandı? Şapkanın yakılması onu öldürmüştü. Belki de böyle duyurmak istedi adını. Başarısız olduğunu söylemek ne mümkün. Ben bile ondan bu kadar nefret ederken ona istediğini vermek pahasına başımdan geçenleri kaleme döktüm.

Gizemli Şapka” için 6 Yorum Var

  1. Serenay merhaba,

    Şunu söyleyerek başlayayım, teknik açıdan “Ölümün İtirafı” öyküne göre ilerleme kaydettiğini söyleyebilirim. Konu bakımından ben o öykünü biraz daha başarılı bulmuştum. Temayı kullanma biçimin bu seçkide de başarılı bence ancak önemli sıkıntılar var. Naçizane bunları dile getireceğim izninle.

    İlk eleştirim geçişlere. O kadar hızlı ve bağlantısız geçişler var ki, öykü mekanik bir hal almış. Metnin uzamasından çekinme. Ele aldığın konu detaylandırdıkça ve merak ettirdikçe sağlamlaşan bir yapı alabilirdi. En önemli ayrıntı buydu öykünde yakaladığım. Çok çabuk hallettin her şeyi. Büyücünün yüzüne sahip olan amcaya çok çabuk inandı mesela yeğen. Ya da Amca ortada hiçbir veri yokken, altyapı yokken bu olanlara şapkanın neden olduğunu çok çabuk anladı. Çıkarımların keskin ama acele etmenden temelsiz gözüküyor. Tavsiyem, betimlemelere biraz daha fazla yer vererek öyküyü daha çok kelime ile yazman. Ufak tefek anlatım bozuklukları ve yazım hataları da var ama dediğim gibi gelişme gösterdiğin alanlar olmuş bu alanlar. Kalemine kuvvet. Bırakma, yazmaya devam et kesinlikle. 🙂

    Gelecek ayki öykünü şimdiden merak ediyorum. Görüşmek üzere.

  2. Cem bey merhaba,

    Öncelikle öykülerinizi beğenerek okuduğum için öyküme yorum yaptığınızda mutlu olduğumu belirtmeliyim. Özellikle geçen ay Türker Beşe ile birlikte yazdığınız öyküyü çok beğenmiştim.
    Aslında yeğeninin inanması konusunda ben de sizin gibi düşündüm yazdıktan sonra ama bu öyküyü seçtiğim konunun ciddi havasından çıkarıp Woody Allen filmleri gibi hafif dozda absürt komedi havasına sokmaya çalışmıştım. Yani konunun kasvetli havasından biraz çıkarıp hafif neşeli sevimli bir havaya sokmak istedim. O nedenle bir çırpıda okunur bir şekilde yazmayı tercih ettim detaylardan kaçınarak. Hatta öyküyü yazarken direkt aklıma amca olarak Woody Allen geldi. Lakin biraz daha detaylandırmasın daha iyi olacağı yönündeki görüşünüz benim de aklımı kurcalıyordu.

    Yorumunuz için çok teşekkür ederim.

    1. İlk olarak teşekkür ederim. Sen de öykü yazdığım aylar da yorumunu esirgeme lütfen. Ne kadar pencere açılırsa, içerisi o kadar ferah olur.

      Cevabına gelirsek, peki öyleyse… Yapmaya çalıştığın şeyi ben de tam olarak anlayamadım demek ki. Aklındakini öğrenmem biraz yumuşadım ama yine de geçişler konusunda bağnaz bir görüntü vermek istiyorum. :))

      Görüşmek üzere.

  3. Merhabalar. Öncelikle Cem’in yorumuna katılıyorum ve ben de yanlış anlamacağınızı umarak birkaç şeye değinmek istiyorum.

    Öncelikle metindeki en büyük sıkıntılar çok hızlı ilerleyiş ve zamanların kullanımındaki bariz kusurlar.

    ”Elise kapıyı açtığında anında balıkların kokusunu almış ve çok sevinmişti. Elimdekileri masaya koyduğumda kafamda şapkanın olmadığını fark ettim.”
    Bu cümleler mesela art arda geldiği halde bile biri şimdiki zaman biri öğrenilen geçmiş. Bunlar gibi onlarca cümle var metinde.
    Genel olarak geçmiş zamanı ve isterseniz görüntü olarak şimdiki zamanı kullanabilirsiniz, bu öyküyü görsel açıdan da izlenir kılacaktır. Öğrenilen geçmiş zamanı da geçmişe dönüşlerde kullanabilirsiniz.

    Ek olarak cümleleriniz ve diyaloglarınız çok yapay duruyor. Kendinizi sıkmanıza hiç gerek yok. Konuşma havasında bile çok güzel öyküler yazılabilir, illa kitapvari cümlelere gerek yok.
    Örnek: ”Elise’in de benden başka kimsesi yoktu benim de ondan başka.” Bu cümleyi şu şekilde düzenleyebiliriz: ”Elise’in benden başka kimsesi yoktur, tabii benim de ondan başka.” Zamansal sıkıntı da kalkar bu şekilde.

    Ek olarak diyaloglara biraz daha görsellik katabilirsiniz, bir kaşını kaldırdı, etrafına bir göz attı, gözlerini bana dikti gibi.

    Söylediklerimi yanlış anlamazsınız umarım, öyküdeki olay çok güzeldi ama aktarış sıkıntılıydı. Daha fazla okuyun ve daha fazla yazın tavsiyem. Kendinize iyi bakın.

  4. Merhaba;
    Konuyu güzel düşünmüşsünüz. Yorumlara katılıyorum ben de. Öykünün bitmesinden değil de yazılma sürecinden keyif almak ve öykü üzerinde tekrar tekrar dönüp durmak sadelik ve etkililiği sağlayacaktır diye düşünüyorum. Hepimiz yapıyoruz bunları, bazen acele ediyoruz, okurun sabrını zorladığımızı düşünüyoruz. Sakince geçişlere özen göstererek çalışınca daha etkili öyküler çıkıyor ortaya. Ellerinize sağlık. Küçük birer düzeltme:
    “Sabah uyanıp kahvaltı hazırlıyordum.” – Kahvaltı hazırlıyordum ya da bir üst cümleyle bağlayacaksak “uyku tutmadı sabahın köründe kalkıp kahvaltı hazırlamaya başladım…”
    “Sonra kapıyı açtım ve dünkü şapka yerde duruyordu.” “Burada dünkü yerine “bir gün önceki” daha doğru olur gibi geldi bana

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *