Öykü

Samsara

1- Oyuncak

“Beyler ve bayanlar, fikrim görmüş olduğunuz üzere uygulanabilir mertebededir. Deney kümeleri ortam koşullarına göre gayet makul ve verimli sonuçlar vermek ile beraber bedava ve etkin, yeni bir enerji kaynağının kapıları önümüzde, açılmayı bekliyor.” Dedi ve kürsüde dimdik durdu.

Kimse alkışlamadı. Herkes birbirlerine bakıyordu, öne sürülmüş fikrin ulaştığı delilik onu öne süren her ne kadar ciddi olsa da saygı göstermelerine mani oluyordu. Alkış yerine bir uğultu yayıldı. Herkes konuşuyordu. Konuşmacı artık kimse ona dikkatini vermiyor olsa da zarif bir selam verdi ve yükseltiden indi.

Samsara sinirliydi. Buna rağmen diğer insanların aksine duygularını fiziksel ibareler ile açık etmezdi. Yeni kaynak çözümünün böyle karşılanacağını tahmin ediyordu ama yine de denemek zorundaydı. Cüppesi ile holde yürürken sırtını duvara yaslamış bir genç adam onun yolunu kesti.

“Küçük kızlar kozmetikle uğraşsalar ya? İç dekor muhafaza ve devamlılık efsuncuları arandığını duydum.” Dedi ve çenesi istemsiz bir gülümseme ile seyirdi. Samsara sanki az önce hezimete uğrayan kendisi değilmiş gibi sinsi bir sırıtışla cevap verdi, “Bu sadece başlangıç. Üniversite ve senin gibiler ile işim bittiğinde iş bulmak için Radohin avına razı geleceksiniz.” Dedi ve yüzünü ekşiten oğlanın yanından geçerken gözlerini ayırmadan aynı sırıtışı korudu.

Genç kadın ağır, koyu mavi cüppeden kurtulur kurtulmaz rahat bir üst ve uygun bir pantolon seçti. Diğer kızlar gibi, yedi yirmi dört, alımlı ve renkli cüppeler giymeyi sevmezdi. Tüm büyük araştırmacılar erkekti ve hiç birinin orta çağ büyücüleri gibi giyindiklerini görmüş değildi. Onun ne farkı vardı?

Ana binadan çıktığında biraz dinlenmek ve biraz da düşünmek için kampusun ortasına konuşlanmış dev havuzun yanındaki banklara doğru yürüdü. Burayı seviyordu. Üniversiteyi oluşturan tüm binaları içine alacak çoklu yarım küme camekanları dışarıdaki eksi elli dereceyi olduğu yerde tutmaya yetiyordu ve yıldızlar en iyi buradan görünüyorlardı.

Pantolonun cebinden siyah ve avuç içine sığacak büyüklükte hafif parlak, oniksimsi yüzeyi ile gösterişsiz ama şık duran bir küp çıkardı. Tırnaklarını uzatmazdı. Sağ işaret parmağı ile hafifçe küpün üst yüzeyinin ortasına dokundu ve kenarına gelene kadar sürterek, sonra geri çekti. Küp bunun sonucu köşelerden sekiz daha küçük küp oluşturacak şekilde yavaşça dışarıya açıldı ve ortadaki minnacık bir küreyi ortaya çıkardı. Küreciğin üzerinde parlak sarı rünler vardı ve sürekli değişiyorlardı.

“Güzel bir oyuncak.” Dedi ensesinden gelen bir ses. Samsara hafifçe panikledi ve küpü ikinci bir dokunuşla kapatıverdi. Onu avuçlarının içinde tutmaya devam etti ve “Yalnız kalmak istiyorum Gaheoli” dedi soğukça.

“Buraya gelirken Tenryu ile konuştum. Pek sevimli bir halin olmadığını iddia etti. Yanılıyormuş!” dedi tatlı tatlı. Gaheoli yaşlı bir adamdı. Buna rağmen bir profesör değildi. Yine de pek çok öğrenci ve diğer profesörlerin bir kısmı ona saygı duyarlardı. Öğrendiklerini laboratuarına veya izbe kütüphanelere kapanarak değil, birinci elden saha araştırmalarında kazanmış bir eski kurttu. Savaşlarda deneyimli büyücüler zaten her zaman karizmatik olurlardı. Söylenenlere göre gerçekten bir radohin görmüşlüğü vardı. Yüzündeki yara izleri ve sesinde ‘ben çok şey yaşadım evlat’ diye yankılanan ağırlığıyla pek çok kişiyi bir efsundan daha çok etkilerdi.

Fakat Samsara Gaheoli’yi bu yüzden sevmezdi. Adamı severdi sevmesine, çünkü adam kızı kendine denk görürdü. “Salon da ciddi bir tartışma kopardın. Belki tam olarak istediğin bu değildi ama bence amacına yaklaştın.” Dedi havuza gözlerini dikerek. Cebinden bir paket balık kraker çıkardı ve yemeye başladı. Samsara’ya da uzattı ama kız tiksinti dolu bir dudak bükme ile geri çevirdi.

“En fazla beş yıl içinde tamamlanacak ve ellerindeki bütün noryoku taşları bittiğinde çok geç olacak. Neden inanmayı reddediyorlar?” dedi sonunda bastırmaktan sıkıldığı öfkesiyle. Adam kafasını salladı, “Taşlara hiçbir zaman gerçekten ihtiyacımız olmadı da ondan. Onlar aç gözlülüğümüzü besleyen ve işleri biraz hızlandıran birer lüks, hepsi bu.” Dedi söylediklerini kendisi de tartarak. “İşte böyle düşünüyor olmalılar.”

Kız tatmin olmuş görünmüyordu, “Onlara hayal bile edemeyecekleri bir gücün orada, alınmayı beklediğini söylüyorum ve dinlemiyorlar bile!” dedi. Artık ayaktaydı. Adam sakin olmasını işaret ederek banka avuç içi ile tatlı tatlı vurdu. “Belli bir eşik değerin üzerindeki tüm titreşim enerjisini yutan bir sistemin getireceği sorunlar var kızım. Sen herkesin sağır olacağı bir dünyadan bahsediyorsun. Hatta ağacın düştüğünde gerçekten ses çıkarmayacağı bir dünya” dedi ve kendi esprisine güldü.

“Bölgeselleştirmemi istiyorlar. Onlara anlatmaya çalıştım, hepsine, teker teker, geçtiğimiz ay ziyaretler düzenledim. Bana bütçe ayırmak zorundalar. En azından üç dört tanesinin kafasına sokabildiğimi sanıyordum. Yoo hayır, illa ki insanların yaşadığı mahalleri sistemin dışında tutabilmeyi en başından sağlamak zorundaymışım.” Dedi artık öfkesini nefrete dönüştürerek.

Halen avucunda tutmakta olduğu aleti sağ işaret ve baş parmakları arasında zarifçe tuttu ve sallayarak, “İşte bu, prototip.” Dedi ve adamın tepkisini bekledi.

Gaheoli’nin kaşları kalktı ve bir şey söylemedi. “Ne demek prototip? Ciddi misin? Gerçekten bahsettiğin gibi… şeyler yapmak için… çalışıyor mu?” dedi afallamış bir şekilde. Kız ilk defa bu denli saygı duyduğu adamın bile onu küçümsediğini fark etti. Kafasını onaylamaz biçimde salladı ve “sen de onlar gibisin yaşlı adam. Sen de öylesin.” Dedi ve geniş adımlar ile oradan ayrılarak en çok huzur bulduğu yere yönlendi. Adam arkasından hiçbir şey söylemedi çünkü Samsara haklıydı. Onu küçümsemişti.

2- Gümüş Saçlar

Samsara kara tahtadan mümkün olduğunca uzaklaştı ve yazdığı her şeyi daha geniş bir persfektiften tekrar gözlemledi. Ona doğru geliyordu. Birkaç eksik değişken vardı ama büyük sapmalara sebep olmamalıydılar. Kral Dördüncü Jorgen’in araştırmalarına paralel bir dalga ötesi ses teorisini alıp bu günlere getirdiği için mutluydu. Gözlerini tahtadan alarak geniş dairesel laboratuarının ikinci katındaki korkuluktan, ortadaki sistemine baktı. Gece olmadan ilk denemeyi yapmaya hazır olacaktı. Fakat bir sorun vardı.

Daha önceki küçük deneyleri için tek başına her işe yetişebilmişti. Ancak artık bu söz konusu değildi. En az bir asistana ihtiyacı vardı. Yüzünü acı ile buruşturdu. Kimse onun asistanı olmak istemezdi. Diğer kızlar onu bir ucube gibi algılıyordu. Oğlanlar ise, küçümsüyorlardı. Laboratuarı bile ona borcu olan bir profesörün araştırmaları adı altında gizliden işletiyordu.

Canı her sıkıldığında yaptığı gibi dört yıl önce bulduğu kara kaplı defteri çıkardı ve okumaya başladı. Defteri, aynı küp gibi, yanından ayırmıyordu. Kral Jorgen’in teorisini bu şey sayesinde geliştirebilmişti. Kitap saf bilgiden oluşuyordu ve anlayabilmek için en az Samsara kadar bilgili insanların okuması şarttı. Bir sayfa bir daha asla aynı bilgiyi sunmazdı, bu yüzden sayfaları çevirmeden önce çok iyi okumak ve anlamak zorundaydı. Üniversite dahilinde kimseye güvenemezdi çünkü onlara araştırmaları için bir kaynak göstermesi gerektiğinde kitabı göstermesi gerekecekti ve bu çatı altındaki tüm yazıtlar öğrenciler ile personelin ortak malıydı. Üstelik Samsara paylaşabilecek olsaydı bile bunu yapmak istemiyordu.

Aynı şekilde bunca zamandır deneylerine destek bulamıyor olmasının temel sebebi kitaptı. Ancak yine kitap olmasaydı, deneylerin hiç birine başlayamazdı da. İşte bu çelişki, kızı yiyip bitiren yegane şeydi. Bir dahiydi ama sıfırdan hiçbir kütüphanede olmayan bilgiye dayanarak yenilikçi bir şey yaptığını insanlara kanıtlamaktan acizdi.

İnsanlara kitaptaki bilginin her okuyan kişi için farklı olduğunu nasıl anlatabilirdi ki? Her okuyanın gerçekten arzuladığı şeyi gördüğünü ama tahmin edilemeyecek bir bedelinin olduğunu nasıl izah ederdi? Bu kara büyü sayılırdı ve üniversite çatısı altında özel araştırmalar dışında kesinlikle izin verilmezdi. Okul Ortodoks bir düzene sahipti. Yenilikçi fikirler saygı ile karşılanıyor ama sonra kendiliğinden susana kadar, dinleyenler, kulaklarını tıkıyorlardı.

En son on yedi yıl önce bir adam sadece birer kelime ile çok karışık binlerce büyüyü imgelendirebileceğini ve bir katalizör aygıt ile işlemi tekilleştirerek yoğunlaştırabileceğini keşfettiğinde insanlar ona gülüp geçtiler. Fikir halen havadaydı ve Samsara, hayalleri boğazında kalmış o genç adamın tüm fikirlerini sırtlanarak kendine katmaktan gurur duyuyordu. Nihayetinde başkalarının hayallerine kibar davranmak gerekirdi.

Kitaba bakarken işte bunları düşünüyordu. Sesi aynı yıldırımı çeken bir paratoner gibi çekecek ve titreşimi başlangıç anına kadar takip ederek nesnelerden emilmesini sağlayacak sisteminde kusur yoktu. Bu, her şeyin ısısını sadece ses vasıtasıyla gönlünce değiştirebileceği anlamına geliyordu. Daha önce var olmayan bir enerji dönüşüm yöntemiydi ve inanılmaz verimliydi. Şey, belki tam olarak mükemmel değildi. Çünkü bir defa proses başlatıldı mı, emdiği güç ile kendini besliyor ve asla durdurulamıyordu. Üretecin zarar görmesinin ne gibi sonuçlar doğuracağından da henüz emin değildi. Buna rağmen, boşa giden onca titreşimi depolamak ve boşalan noryoku kristallerine aktarmak araştırmasının son safhasıydı ve başarıya ulaşması için, bir asistana ihtiyacı vardı.

Başını kitaptan kaldırdı çünkü kapıda bir çift ayak sesi işitti. Acaba, olabilir miydi? Kapı hafifçe aralandı ve gıcırdadı. Samsara somurttu, menteşeleri yağlamalıydı. İçeriye giren kişi beline kadar ak saçları olmasına rağmen yüzü yirmisinden fazla göstermeyen bir ikinci sınıf öğrencisiydi. Onu daha önce gördüğünü hatırlıyordu. Aynı Samsara gibi tekil tiplerden biriydi. İsmini anımsamıyordu ama Aly veya All gibi bir şeydi.

“Afedersiniz, ben kapıdaki ilan için gelmiştim ama önce üç kredi doldurmama yeter mi öğrenmek istiyorum.” Dedi tedirgin bir sesle. Samsara kızsın mı yoksa sevinsin mi bilemedi, “Sadece kredi için mi buradasın? Yeni ufuklar ve müthiş bir atılımın ortasında olma fikri seni bir nebze olsun etkilemiyor mu?” dedi laboratuarın ikinci katından aşağıya inerken. Sesi yankılandı ve tedirgin kızın biraz sinmesine sebep oldu.

“O da var tabi. Ben, eee, şey, iyisi mi sonra geleyim, meşgul gibisiniz.” Dedi ve çıkacak gibi oldu. Samsara sert bir el hareket ile kapıyı uzaktan kapattı. Bunu yapmayı hep istemişti. Dikkatle dinleyen bir kimse, kalın kapıların içinde tıkırdayan mekanik kilidi de işitebilirdi. İrkilen ak saçlı kız yavaşça ardını döndü ve kolları ile X şeklinde göğsüne bastırdığı çantasının ardından, “Ya da biraz daha kalabilirim.” Dedi.

Samsara takınabildiği kadar güven veren bir gülümseme ile elini tokalaşmak için uzattı ve “Benim adım Samsara Bodhi” dedi ve bekledi. Diğer kolunu çantasından ayırmadan karşılık veren kız ise, “Benim de adım Alice, sadece Alice.” Dedi utanarak ve Samsara da “Tanıştığımıza memnun oldum soyadsız Alice.” Diyerek ellerini mühürledi.

3- Çilek ve Tarçın

İki genç kadının tanıştıkları günden beri iki yıl geçti. Samsara artık bir araştırma görevlisiydi çünkü elinde somut kanıtlar vardı. Elde ettiği enerji, emildiği nesneler eğer canlı organizma kökenliyse hayatlarını uzatıcı etki yaratıyordu. Bunun karşılığında ise hayatları boyunca hiçbir sesi ve titreşimi algılayamıyorlardı. Bazı çözümsüz kalp rahatsızlığı çeken hastalarda ise duyma yetilerinden yine feragat etmeleri şartıyla etkin bir çözüm sunma rolü oynamaya başladığında, insanlar artık bu deli kıza daha farklı bakıyorlardı.

Bazı çevreler onun hırsından ve buluşlarının doğasından rahatsızdı. Simya da aldığının karşılığını vermek, zorunluluk ve karşı konulmaz bir yasaydı. Samsara bu duruma uyuyordu ancak, bir insanı sonsuz yaşamı bile elde edecek olsa, dipsiz sessizliğe boğmak halen kimileri için korkutucuydu.

Hakkında yazılmış son makaleyi gururla karışık bir rahatsızlıkla okudu. Masaya çay tepsisi ile gelen Alice ona bir sorun olup olmadığını sorduğunda, “Her şey problemli. Ben bile! Ve bunu düzeltmenin hiçbir yolu yok.” Dedi vurgulu ama sessiz bir şekilde.

Alice gülümsedi. Gülümsediğinde sanki her şey düze çıkacakmış gibi olurdu. “Evleneceğin erkek çok şanslı biri biliyorsun değil mi?” dedi ve kızın elindeki fincandan biraz çay dökülmesine sebep oldu. “Yani bana bile katlanabiliyorsan, galiba herkese katlanabilirsin.” Dedi kızarmış ekmekten de bir lokma yuvarlarken. Ekmeğin üzerinde Alice’in kendi hazırladığı çilek reçelinden vardı. Tadı mükemmeldi.

Alice ile ilgili bir şeyler vardı. Samsara bunu bilirdi ya da daha doğrusu hissederdi. Bir defasında ona kitabı göstermişti ve yüzünde daha önce hiç görmediği ve ileride sadece bir defa daha göreceği tuhaf, ivedi, farklı ve belki de uzak bir insanın çehresi belirmişti. Bunun üzerine kitabı açarak ilk gördüğü şeyi ona okumuştu. “Ölüm neye benziyor?” demişti düşünmeden. Normalde sıcak kanlı olan kız biraz düşünmüştü, “Daha önce bir kargayı uzun uzun izledin mi? Yaptıkları mantıklı olmayabiliyor, izlediysen ne demek istediğimi anlarsın.” Anlamıştı, veya öyle sanmıştı. Cevizi havadan atıp kabuğunu kırdığında onu yemek için geri gelmeyebiliyorlardı, veya yavrularından birisini çaldığınızda bir insan gibi kin tutabilirlerdi. Fakat ölümle bunun ne alakası vardı ki?

“Bana ölümün mantıksız olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun?” demişti ak saçlı kıza. Alice tekrar samimi ifadesine kavuşurken, “Hayır, baktığın şey sadece bir kuş olmasına rağmen ona anlam yüklüyor olmaktan bahsediyorum.” Demiş ve onu şaşırtmıştı.

Tarçınlı çayını yudumlarken bunu düşünüyordu. Çilek reçeli ile ilgili övgüsünü dile getirirken sonra o gün yapacakları şeyleri anlattı. Gün büyük gündü, prototip geçen iki yıl içinde boyutsal olarak aynı kalmasına rağmen işlev açısından binlerce kat güçlenmiş bir haldeydi. Gerçek bir gösteri yapmayı planlıyordu. Basit, cansız ve soğuk bir çakıl taşından tüm yıl boyunca üniversitenin bulunduğu şehrin enerji ihtiyacını karşılayabileceğini gösterecekti. Titreşim eşiğinin altına öyle çok inecekti ki elektronlar çekirdeklerinden ayrılacaklardı. Temelde taşı mutlak soğukluğa indirgeyecek ve bulunduğu ortamda dağılmasını ve gözden kaybolmasını izleyeceklerdi. Yani her şey kitaba ve hesaplamalara uygun gerçekleşirse olması gereken buydu.

Tüm hazırlıklar yapıldığında ve öğleden sonra altıyı işaret eden tek gonk sesi tüm kampuste yankılanırken geniş laboratuara doluşmuş onlarca adam ve kadın ikinci katta, tırabzanların eşiğinde belirmiş koyu lacivert cüppeli kadını izlediler. Herkes sessizdi. Bu, Samsara’nın zafer anı olacaktı.

“Büyü ve simya ile alakadar dostlarım ve meslektaşlarım. Buraya, bu güzel gece de üniversite de çalışmaya başladığımdan beri üzerinde direttiğim bir teorinin son ayağına şahit olacaksınız. Kimileri başarsam dahi kimsenin onu istemeyeceğini iddia etiler. Bazıları ise yapabileceğimi bildikleri için önüme taş koymayı seçti. Ancak, sınırlar maddenin sıfatının değişmesi ile kaldırılabilirler.” Dedi ve yanı başındaki şarteli tüm gücü ile indirdi.

4- Son Melodi

Son gözlemci de laboratuardan ayrıldığında kapıları sıkıca kilitleyen Samsara derin bir nefes aldı. Dairesel odanın ortasında duran karmaşık boru, kazan, ibre ve ayna sistemine gururla baktı. Bir anne böyle hissediyor olmalıydı.

“Başardık Alice. Başardık!” dedi artık bastıramadığı bir heyecanla. Ağzı yarım karış açık kalan ve ondan yaşça çok büyük olan önemli kişilerin yüzlerindeki ifadeler tüm bu zaman boyunca verdiği emeğe değerdi.

Sistem uğultulu kayışların ve yavaşlamaya başlayan bir rotorun düzenli sesi ile dinlenmeye çekilirken ak saçlı asistan iki kadeh şampanya ile çıka geldi. “İstediğin her şeye sahipsin ancak ona bir isim vermedin.” Dedi solundaki kadehi uzatırken. Uzun ve ince bir bardaktı. İçindeki gazlı içki damakta zafer ile karışık mutluluk yayıyordu. Bu sırada makine de sadece çekirdeğindeki küpün çalıştığı, en az güç sarf edeceği stabil moda geçmişti bile. Artık sonsuza dek çalışmaya hazırdı.

“Henüz bir üçüncü sınıf öğrencisi olduğunu biliyorum ama en azından burada, güneyin en güneyinde, buzulların üzerine kurulmuş büyünün beşiği olan bu yüce akademi de, hiçbir icada mucidi ölene kadar bir isim verilmediğini bilmen gerek.” Dedi ve davet boyunca yuvarladığı kadehlerin etkisini en ağır şekilde yere boşalttı.

Tuvaletten çıkarlarken Alice onun omzuna girmesine izin verdi. Samsara ona “Sensiz yapamazdım.” Dedi ve uyudu.

Ertesi sabah geldiğinde ağrı da boş durmadı ve başını çatlatmaya kararlı biçimde tepesini tünedi. Samsara baş ağrısını sevmezdi. Annesinden kalan bir tarifi karıştırdı ve tek seferde yuttu. Geceliği ile ön kapıya gitti ve günün gazetesini aldı. Odasına geri girerken bir şeylerin ters olduğunu düşündü ama başta kafaya takmadı.

Giyindi ve dışarıya çıktı. Holde yürürken o sabahın ne kadar güzel olduğunu düşünüyordu. Üstelik ağrı da olağan üstü bir hızla geçmişti. Halen zihninin köşesini kurcalayan bir tuhaflık vardı ama bilinçaltı konunun üzerine gitmekten çekiniyor gibiydi. Düşünmemeyi seçti ve Alice’in odasının kapısını çaldı.

İşte o anda fark etti. Ses yoktu. Şok halinde kapıya tüm gücüyle vurmaya başladı. Tokmağı zorladı ve içeriye girmeye çalıştı. Biliyordu ki, kendisi de duyamadığı gibi Alice de duyamazdı.

‘Kişinin kendi nefesini duymamasının getirdiği korku en büyük kabuslardan biridir’ demişti kadim düşünürlerden biri. Durum ile direk bir bağlantısı olması dışında çok başka şeyler izah ediyordu. Ancak yine de sözü kafasından atamıyordu. Sonunda omzunda bir el hissetti ve hızla döndü çünkü elin sahibi ona adıyla seslense bile duyamazdı.

Karşısındaki Alice idi. Saçlarını arkadan toplamış ve büyükçe bir at kuyruğu haline getirmişti. Elleri ile kulaklarını işaret etti ve kafasını olumsuz mana da salladı. Çok geçmeden laboratuara doğru yürürlerken hol boyunca diğer kapılar da sağlı sollu açıldılar. İnsanlar şaşkındılar. Samsara’nın kalbi deli gibi çarpıyordu ama bunu duyamıyordu bile, sadece yankısının farkındalığını hissedeibliyordu.

Dairesel çalışma alanlarına geldiklerinde uğultusunu işitemedikleri makinenin gölgesinde Alice hızla dev kara tahtayı önlerine çekti ve “Neler oluyor?” yazdı. Samsara bilmiyordu. Duyma yetilerine bir zarar gelmemeliydi. Dahası, bir kaza olmuşsa bile tüm kampusun muzdarip olması çok saçmaydı.

Titreyen eller ile “Çarmıha gerileceğiz veya en azından kuzey dağlarından sürüleceğiz. Bir şeyler düşünmeye başla Alice, çünkü bizi Gond zindanlarına bile yollayabilirler.” Diye yazdı. Tebeşiri ellerinden temizledikten sonra kollarını bedenine sardı ve dönüp Alice’e baktı. Onun aksine çok rahat görünüyordu.

Tebeşiri aldı ve aynı kara kitabı ilk gördüğü gün takındığı ifade ile, başka bir Alice gibi, kararlı bir ifade ile bir denklem yazmaya başladı. Samsara başta onun ne yazdığını anlamadı. Bir süre sonra Alice’in böyle bir saçmalığı yazmak ile neden zaman harcadığını sorgulamaya başladı. Ardından, en son olarak da onun asla fark etmediği bir dahi olduğuna karar verdi.

Kocaman bir 274 sayısını yuvarlak içine aldı ve yanına “Karanlık ötesi sıcaklık.” Yazdı. Alice onu doğrular biçimde kafasını salladı. İkisi de artık eşik değerin çok altına indiklerini biliyorlardı. Dahası, asla var olmaması gereken ve genel simyaya aykırı bir yeni kanuna dair ürkütücü bir kanıtları vardı. “Bazen ne kadar verirsen ver, daha fazlasını alır.” Sözünü hatırlattı ona Alice. Bu söz kara kitapta geçiyordu. Samsara farkında değilken Alice kitabı okumuş ya da daha önce bir kopyasını edinmiş olmalıydı. Fakat asistanını suçlamadı, bilgi güvendiği kişilerden saklanmamalıydı.

“Hayır, ben senin düşündüğün kişi hiç olmadım Samsara.” Dedi aklında bir ses ona. Elinde halen tebeşirle kara tahtaya yazarken birden eli kayıverdi. Hiçbir şey duyamıyor olduğuna ilk defa müteşekkir oldu çünkü duysaydı felaket iç gıcıklayıcı bir gıcırtı işitirdi.

“Kitabın izini takip eden bir gezginim. Ona dokunmadan, dokunduğu kişileri izliyor ve çalışıyorum. Daha önce sana karşı dürüst olmadığım için özür dilerim. Sadece, neler başarabileceğini bilmek istiyordum hepsi bu.” Dedi tekrar aklında yankılanan sesiyle. Samsara bunun ömrü boyunca bir daha duyabileceği tek ses olabileceğini düşündü.

“Hayır, bunu yapmayı siz de öğreneceksiniz. Ses, sadece bir parazittir. Düşüncelerinizi perdeler ve aklınızı tembelleştirir. Ortadan kalktığında, pek çok sınırı alt edeceksiniz. Şu anda seni gerçekten de ateşlere atmayı isteyebilirler. Fakat bundan birkaç yıl sonra güneyin en güneyinde bu tanrının unuttuğu dağda bir kahraman olarak anılacaksın.” Dedi.

Sesi gerçekten çok güzeldi. Bir şarkı değildi ama melodikti. Eğer bu Alice’in gerçek sesiyse, bunca yıl boyunca onunla ses teli adını verdikleri ve konuştuğu araç da neyin nesiydi? Gırtlak gerçekten iletişim kurmak için en çirkin yol olabilir miydi?

Samsara onun gideceğini biliyordu. Bu bir elveda konuşmasıydı. Alice’in oradaki işinin bittiği anlamına geliyordu. Gözleri kitabı aradıysa da bulamadı, gitmişti. Ak saçlı kız ile aklı vasıtasıyla konuşmayı denedi ve bir düşünceyi kafasında derledi. “Sen kimsin?”

“Ben bir radohinim. Kuzeyin buz denizinin gardiyanı ve senin de dostunum. Elbet tekrar görüşeceğiz zira sen ve onca nefret ettiğin insan, artık ölümsüzler. Makinene asla bir isim verilmeyecek!” Dedi ve onu alnından öperken bir ışık huzmesine dönüştükten sonra yitip gitti.

5- Kapanış ve Bazı Cevaplar

Gond kütüphanesinin engin arşivlerinde geçirdiği aylar sonunda aradığı kitabı bulan Samsara kapağın üzerindeki tozları kocaman bir nefes ile rafa geri üfledi. Cilt yaklaşık beş bin sayfa olmalıydı. İki kolu arasında zar zor tutuyordu ve masaya taşıması epey güç oldu.

Tırnaklarını uzattığı parmaklarını kapağın üzerindeki kabartmalar üzerinde hafifçe gezdirdi. “Radohin Efendileri.” Gülümsedi ve ilk sayfaya göz attı. Pullu ve dev yaratıklardan birinin resmi heybetli sayfayı boydan boya kaplıyordu. Renkleri koyu kırmızı ve kızıl arası değişen yaratığın altında cafcaflı harfler ile “Güney” yazıyordu. Sonraki yaklaşık iki bin sayfa güneye hükmetmiş ejderhaların sembolik ve varsa şahitlerin tasvirlerine dayanan resimleri ile bezeliydi. Çoğuna ait efsaneler ve bazen kanıtlara dayanan hikayeler vardı. En az kuzeyin buz gardiyanları ile ilgili bilgi mevcuttu. Soyları, Wilvarin adlı bir kraliçe ile son buluyordu. Dahası, mürekkep çok tazeydi.

Kitabın üzerindeki tozun raftaki diğerlerinden daha kalın bir katman olduğunu gözlemledi. Birileri, kitabın elden geçirilmiş olduğunun bilinmesini istemiyor gibiydi. Bir toz büyüsü yapmak çocuk oyuncağıydı. Binlerce kilometre uzaktaki Gond imparatorluğuna gelip bu arşivi bulduğunda bile, insanlar onun bir şeyler keşfetmesine mani olmak için ellerinden geleni yapıyorlardı.

“Küllerini yediklerinde toprak evlatlarına kanat verirler ve soylarını böylece can verdikten sonra dahi devam ettirebilirler.” İbaresinin üzerinden tekrar geçti. Bu Alice ile ilgili daha önceki araştırmalarına bir ışık tutuyordu. Gerçekten bir radohin ise, daha önce bir insan olmalıydı. Peki neden kara kitabın peşinden gidiyordu?

Belki de bunu asla öğrenemeyecekti.

Samsara” için 7 Yorum Var

  1. Tek kelimeyle mükemmel bir öyküydü. Öykü bittiğinde eleştirecek ya da soracak hiçbir şey kalmadı zihnimde. Ellerinize sağlık…

    1. Okuduğun için teşekkür ederim. Ne var ki, devamlılık sahibi ve önceye dayalı bilgi içeren bir öykü olduğu için, eleştirilecek veya soracak birkaç şeyin kalmış olması gerekiyordu. Olumlu yorumun bende ters etki yarattı anlayacağın. “Acaba, çok mu fazla gizemsiz kaldı olan biten” diye düşündüm.

  2. Sonun gizem gerektirdiğini bildiğim için soracak bir şey kalmadı aslında. Her şeye cevap beklememek lazım. Benim soracak sorum kurgusal bir eksiklik ya da karmaşıklık olduğunda oluyor. Öyle yazmışsın ki, ben gizemi bile kanıksadım öykünde.; ama merak etmedim değil… Yani gizemden etkilendim; ama onu kurgusal ya da düşünsel olarak sorgulamadım.

  3. Benden önce yorum yapıldığını görmek güzel 🙂

    Artık hikayelerine aşina olduğumdan mıdır, Alice’in hikayesinin bir kısmını önceden bildiğimden midir bilmem, bu hikayen diğerlerine göre daha bir bütün ve daha anlaşılır geldi bana. Bunda üslubunda görülen bariz gelişmenin de katkısı var elbette. Hikayede geçen olay kadar hikayenin bağlandığı geçmiş olaylar da oldukça keyif vericiydi. Kısacası hem okuduklarım hem de tahmin ettiklerim çok iyiydi.

    Kalemine sağlık…

    1. Birbirleri ile ilişkili hikayelerim için, genele ve tekile yönelik yorumlar yapman beni sevindiriyor. Bazen elimden gelenin en iyisini yapsam da yeterli değilmiş gibi geliyor, anlatacak çok fazla şey var ve okurun hayal gücüne güvendiğimde omuzlarımdaki iş yükü bir hayli azalıp, gereksiz ayrıntılara girmeme mani olduğu için, metnin derli toplu olmasına destek oluyor. Ya da ben bunu başarmaya çalışıyorum. Yine okuduğun için teşekkür ederim.

  4. Selamlar.

    Önceki hikayelerin bir kısmını okuduğum için bana daha bir anlamlı geldi bu hikaye. Elbette gizem öğesi her zaman olduğu gibi sağlam bir şekilde kendi yerinde duruyor, fakat önceki öykülerine göre daha derli toplu olduğu konusuna katılmadan edemeyeceğim. Üslubunu zaten beğendiğim için de o konuda pek bir şey demiyorum. Ayrıca; her zaman aynı şeyi söylüyor olabilirim ama aynı doğrultuda gelişen bu kadar çok hikaye yazmana rağmen aradaki bariz bağın hiç kopmuyor olmasına her zaman olduğu gibi bir kez daha hayret ve saygı ile şahit oldum. Tebrikler ve ellerine sağlık.

    1. Galiba tek istikrarlı okurum sensin, o yüzden yorumun daha bir değerli. Ana karakterin aslında Alice olmadığını kendime söyleyip dursam da hikayeler birbirlerini izledikçe olaylar bunun aksini gösteriyorlar. Bunun da önüne geçmeyi başarıp, gerçekten anlatmak istediğim sadede ulaşabilirsem içim rahatlayacak. Tüm yazdıklarımı rafa kaldırıp, ansiklopedi gibi kullanarak sıfırdan, tek başına yeni ve özgün karakterler kullanarak, bir hikaye yazmam gerekeceğinden korkuyorum çünkü bildiğin üzere serinin belli aşamaları çok baştan savma kalıyor güncel kısımlara kıyasla. Okuduğun için teşekkür ederim.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *