Öykü

Sendrom

Kurtulmak istiyordu. Kafasının içindeki bu kopya makinesinden, ruhunun üzerine işlenmiş onlarca başka ruhtan ve yalnız geçen beş yılın acı dolu anılarından… Silip atmak istiyordu hepsini. Ama yapamayacağını da biliyordu. Son beş yılda yaşadıkları artık bir parçası olmuştu, hatta parçasından daha çok, kendisi… Her şeyi silip atmak ancak ölümle olabilirdi. Fakat buna da cesareti yoktu. Arada düşünmüyor değildi; yapması gereken tek şey intihar edecek birisinin intihar sırasında yanında olmaktı. Gerisini, intihar eden kişinin hareketlerini kopyalayacak olan bedeni halledebilirdi. Fakat böyle bir durumla hiç karşılaşmamıştı.

Son iki yıldır her hafta düzenli olarak kontrole gittiği, kendisini iyileştireceğine dair onlarca kez söz veren Robert Patrick’in yanına giderken bunları düşünmekten kendisini alamadı yirmi altı yaşındaki Ashley Dane. Otobüste yanında seyahat eden insanlardan hangisinin davranışlarını kopyaladığını merak ediyordu. Karşısında oturan, saçlarını atkuyruğu yapmış olan sarışını mı, onun yanındaki borsacı gibi giyinmiş takım elbiseli adamı mı yoksa ayakta durup, oturacak yer gözeten kırklı yaşlarındaki, göbekli adamı mı? Ya da diğerlerinin…

Son beş yıldır kendisi gibi davrandığı bir zaman dilimi var mı diye merak ediyordu. Sadece birkaç saniye… Bu kadar kısa bir zaman dilimi için bile kendisi gibi davranabilmeyi o kadar çok isterdi ki… Yalnızken bile davranışlarının kendisine ait olmadığından şüpheleniyordu.

Bu lanet, üzerine yapışalı beş yıl olmuştu. İlk zamanlarda ne olduğunu anlayamamıştı. Lanetten öncesinde geniş bir çevresi ve okulda en popüler kişi olan Ashley, lanet baş göstereli daha bir hafta geçmemişti ki yapayalnız kalmıştı. Herkes onun ilkten dalga geçtiğini sanmış, sonrasındaysa da deli damgası vurmuşlardı. Bu kadar basitti her şey onlar için. Fakat Ashley için durum biraz daha karmaşıktı. O içerisinde bir şeyler olduğunu hissediyordu. Ruhunda, beyninde… Karşılaştığı her insanı zihninde istemeden de olsa canlandırıyor, onun zihnini hissediyor ve ondan sonrasında da karşısındaki insanların hoşlanmayacağı tarzda hareketler sergiliyordu. İlk zamanlarda bunun farkına bile varmıyordu. Sadece oluyordu. Ashley durumun farkına ancak yüzüne inen bir tokatla ya da bir küfürle varabiliyordu.

Zaman geçtikçe anlamaya, daha doğrusu ne yaptığını görmeye başlamıştı. Böyle bir şeyi doktoru Robert bile anlayamamışken kendisinin idrak edebilmesi imkânsızdı.

Karşıdaki cama baktığında, az önce merak ettiği sorunun cevabını bulmuştu. Yanında oturan, elinde kaykay olan on bir yaşındaki çocukla kendisinin yüz ifadesi, karşısındaki camda sanki kopyalanmış gibi görünüyordu. İkisi de etrafa boş, anlamsız, masum ve bir o kadar da üzüntülü gözlerle bakıyordu. İşte yine yapmıştı. Yine birisinin zihnini, yüz ifadesini ve kim bilir daha nelerini kendisine kopyalamıştı. Ashley hemen yüzündeki bu ifadeyi, kimsenin fark etmemiş olmasını umarak değiştirmeye çalıştı.

Otobüsün durup, kapılarını yavaş bir tıslamayla açmasıyla Ashley ayağa kalktı ve yavaş ama tedirgin adımlarla otobüsten indi. Otobüs görüş alanından çıkmasına rağmen kaykaylı çocuğun zihnini hâlâ hissedebiliyordu.

***

Robert Patrick, sekreterinin aktardığı bir hasta randevu talebini daha geri çevirirken zili çaldı. Hiç beklemeden telefonunu ahizeye yerleştirdi ve hızla kapıya doğru yürüdü.

Yıllar öncesinde ayda en az on hastaya bakabilen Robert, Ashley ile karşılaştıktan sonra diğer hastalarını yavaş yavaş bırakmaya başlamıştı. İlk ay on beş hasta, ikinci ay on iki, on, sekiz, beş ve en sonunda da üç… Ashley Dane hayatında gördüğü en karmaşık yapıya sahip hastalığı barındırıyordu. Koyduğu ilk teşhis Ayna Sendromu’ydu. Fakat zaman ilerledikçe Ashley’de bundan daha fazlası olduğunu gördü. O, tıpta ve dünyada daha önce görülmemiş bir şekilde Ayna Sendromu’nu en ileri safhaya taşıyarak insanları taklit edebiliyordu. Ayna Sendromu olan diğer insanlar da böyle bir taklidi kolaylıkla yapabilirdi fakat kimse Ashley gibi, taklit edeceği kişiyi görmeden yapamazdı bunu. O çok farklıydı. Ve bu yüzden Robert gün geçtikçe onunla daha fazla ilgilenmeye başlamıştı. Hal böyle olunca da baktığı diğer hastaların sayısında bir hayli düşüş yaşanmıştı. Hâlâ onlarca randevu talebi geliyordu fakat Robert bunları teker teker, usanmadan reddediyordu. Hoş, artık kliniğe bile uğradığı söylenemezdi. Klinik, sevgili meslektaşı Julia’ya ve üniversite üçüncü sınıfa geçmiş olan asistanı Jessica ile on yıldır klinikte çalışan sekreterine emanetti.

Evinin kapısını birkaç saniye içerisinde açtı. Yüzündeki ifadeyi zorla da olsa kontrol etmeye çalışan Ashley Dane’yi hiç beklemeden içeriye buyur etti.

Çalışma odasına doğru yürüdükleri sırada Robert, Ashley’in şu anda hangi kişinin ruh halinde olduğunu merak ediyordu. Hoş, artık merak etmesi de gerekmeyecekti. Çünkü Ashley daha kapı açılmadan, Robert’in zihnini kopyalamaya başlamıştı bile. Bundan emindi Robert ve belki de bu yüzden çalışma odasında karşılıklı oturduklarında karşısındaki, kendisiyle aynı denilebilecek yüz ifadesi karşısında pek şaşırmamıştı. Son iki yıldır her gün Ashley’in bunu nasıl yapabildiğine bir anlam yüklemeye çalışmış fakat bir arpa boyu bile yol kat edememişti.

“On bir yaşındaki bir çocuk…” dedi Ashley, yüzü yere dönük bir şekilde.

Robert, Ashley’in ne demeye çalıştığını anlamıştı. Ashley yine birisinin ruh halini kopyalamıştı. Artık bu onun için sıradanlık kazansa da yine de acı çekiyordu. Bu lanet diye nitelendirdiği hastalıktan bir an önce kurtulmak istiyordu. Ve Robert de iki yıldır bu iş üzerinde tüm benliğiyle çalışıyordu. Yine de Ashley’in sendromunun daha kötü bir hal almasını engelleyememişti.

“Ve şu anda da ben…” dedi Robert.

Ashley sadece evet anlamında kafasını salladı. Daha binanın merdivenlerini çıkarken Robert’in zihnini hissetmeye ve ruhu, onun ruh kalıbına göre biçimlenmeye başlamıştı. Kapı açıldığındaysa da Ashley farklı bedendeki bir Robert’ten başkası değildi.

Robert masadaki kağıt tomarların arasında not defterini ve kalemini aramaya başladı. Ve Ashley işte o zaman masanın üzerine dağılmış kağıtlardaki altıgen çizimlerini fark etmişti. Bir tanesini eline aldı ve anlamsız gözlerle şeklin kenarlarını gözleriyle takip etti.

“Bugün seninle konuşacağım konu da tam olarak buydu,” dedi Robert, Ashley’in elindeki çizimleri kastederek.

“Nedir bunlar?”

“Son birkaç haftadır Aynalı Oda Kuramı üzerinde çalışıyorum. Bu da onlardan birisi…”

“Aynalı Oda Kuramı nedir?”

Robert birkaç saniye durduktan sonra elindeki kalemi not defterine vurarak konuşmaya başladı.

“Ayna Sendromu’na yakalanan insanların ayna ile karşılaşınca ne gibi tepkiler vereceğini ölçmek için tasarlanmış bir oda. Hâlâ üzerinde çalışıyorum. Açıkçası şu anda kiraladığım bir depoda odanın yapımına başlandı bile.”

“Bunu benim üzerimde denemek istiyorsun?” Ashley sesinde az da olsa şüpheci bir hava olmasını dilerdi fakat şu anda tamamen Robert’in tonlamaları ve ruh hali içerisindeydi.

“Eğer sen de istersen. Bu iş tamamen senin rızanla olacak. Başka türlüsü düşünülemez bile.” Robert alnından soğuk terlerin aktığını hissetti. Ashley’e kesinlikle rızası dışında bir şey yaptırmazdı. Fakat bu Aynalı Oda Kuramı için onu ikna etmeye çalışmayacağı anlamına gelmezdi.

Ashley elindeki altıgen çizimi masaya öylece bıraktı ve ilk kez Robert’in, muhtemelen kendisininkiyle aynı yüz ifadesine sahip olan yüzüne baktı. “Daha önce denemiştim. Satın aldığım büyük boy aynaların arasında evde saatlerce beklemiştim.”

Robert şaşkın bir şekilde, kendi şaşkınlığını anında taklit eden Ashley’e baktı. “Bundan daha önce bahsetmemiştin.”

“Çünkü hiçbir şey olmamıştı.” Ashley gözlerini tekrar yere çevirdi.

***

Ashley evden çıkınca Robert son bir saatteki seansları hakkındaki notlarını temize geçmeye başladı. Yazdığı her cümle arasında uzun duraksamalar oluyordu. Ashley inanılmaz birisiydi. Robert bunu ilk zamanlarda anlayamasa da haftalar haftaları kovaladıkça Ashley inanılmaz olduğunu Robert’e gösterdi. İlk zamanlarda normal bir Ayna Sendromu’nu sergiliyordu. Gördüğü ve duyduğu kişileri kopyalıyordu. Fakat bu durum çok sürmedi. Tedavinin üçüncü ayında Ashley, Robert’in kliniğindeyken seans ortasında durduk yere ağlamaya başlamıştı. Bunu neden yaptığını kendisi de bilmiyordu. Robert o sırada yan odada başka birisinin daha ağladığının farkına varmıştı. Bu Julia’nın hastası olmalıydı. İlkten her şey tesadüf olarak algılanmıştı. Fakat Ashley’in bu durumu ilerleyen günlerde defalarca tekrar etmişti. İşte o zaman Robert kulağa çılgınca gelen bir teoriyi ortaya atmaktan kendisini alamamıştı: Ashley empati yoluyla başka insanların ruh haline bürünebiliyordu. İşte Robert iki yıl boyunca bunun üzerinde çalışmış fakat hiçbir çıkar yol bulamamıştı.

Ashley üzerine, İnsanların Ayna Sendromu Üzerindeki Etkileri ve Ayna Sendromunun İnsanlar Üzerindeki Etkileri olmak üzere iki tez hazırlamıştı. Fakat bunları yayınlatmaktan korkuyordu. Daha Ashley üzerindeki hipotezini kanıtlayacak herhangi bir bulguya ulaşamamıştı. EEG ölçümleri Ashley’in beyninin sıradan bir insanınki kadar normal olduğunu gösteriyordu. Arada sırada dalgalanmalar oluyordu fakat bu önemsenmeyecek kadar azdı. Oysa ki Robert, Ashley’in beynini hiç de sıradan görmüyordu.

Şu anda da üçüncü tezini yazmak için kollarını sıvamıştı: Aynaların/Yansımaların Ayna Sendromu Üzerindeki Etkileri. Tabii bunun için ilk önce Ashley’in rızası gerekiyordu. Yine de Robert, Ashley’le yaptığı tüm seanslarda bu tez için tonla not alıyordu. Eğer Ashley’in durumunu kavrayabilirlerse ancak o zaman yardım edebilirlerdi.

***

Ashley hızlı adımlarla evine doğru yürürken zihnini adımlarına ve kulağına taktığı kulaklıktan beynine akın eden ağır metal müziğe vermeye çalışıyordu. Ama yine de zihninin büyük bir bölümü etrafındaki insanların zihinlerini hissetmekle meşguldü.

Anahtarını cebinden çıkardı ve kapıyı hızlı bir şekilde açıp içeri girdi. Kendisini hemen duşun altına attı. Gün boyunca kopyaladığı zihinleri atmayı denedi kafasından. Bir bir kovdu onları. Kovdukça rahatladı.

Robert Patrick’in seansları haricinde çoğunlukla evden çıkmazdı Ashley. Arada sırada dolabı boşaldığında markete gider, yüzünü mümkün olduğunca fazla gizleyerek alışverişini yapıp hiç oyalanmadan evine geri dönerdi. Son beş yıldır Ashley için sosyal hayat diye bir şey kalmamıştı. Hayatında sadece kendisi ve kopyaladığı ruhlar vardı. Evet, Robert Patrick’e her şeyi anlatmamıştı. Ashley sadece zihinleri değil, ruhları da kopyalıyordu. Onları zihninde, karanlığın ortasında beyaz bedenler şeklinde görüyordu. Beyaz ve bulanık… Ama hisleri, bu bulanıklığın aksine çok net, çok yoğundu. Bunu nasıl yaptığı hakkında en ufak bir fikri yoktu ama içerisinde kendisininkinden başka onlarca ruh olduğunu hissedebiliyordu. Sanki hepsi dışarı çıkmak için fırsat kolluyor gibiydi. Fakat Ashley, bu fırsatı onlara nasıl vereceğini bilmiyordu. Bilse çoktan dener, ruhların üzerine bindirdiği ağırlıktan kurtulmaya çalışırdı.

Ilık duşun ardından kendisini televizyonun karşısına attı.

***

Sonunda tamamlanmıştı. Aynalı Oda Kuramı’nın göz bebeği olan altıgen şeklindeki bu aynalı oda, tam da Robert’in tasarladığı gibi olmuştu. Kiraladığı dev deponun ancak yarısını doldurabilen bu odanın duvarları, tavanı ve tabanı tamamen aynadan yapılmaydı. Lunaparklardaki aynalı labirentlerin göbeğinde yatan aynalı odalara benziyordu; içerisinde bulundurduğu kameralar ve ses kayıt cihazları dışında…

Bu oda ve depo Robert’e yirmi bin dolara mal olmuştu fakat bu alacağı sonuçlar için ödenmiş çok küçük bir bedeldi. Tabii işler Robert’in tahmin ettiği gibi giderse.

Robert üçüncü tezinde de yazdığı gibi bu aynalı odanın Ashley’in dinginliğe ulaşmasını sağlaması gerekiyordu. Orada tek başına kalacaktı. Ve etrafında kopyalayabileceği herhangi bir zihin olmayacaktı. Böylece kendisi olabilecek ve nihayetinde Robert, Ashley’in asıl davranışlarını gözlemleme şansı bulabilecekti. Bu son iki yılda Robert’in elde edemediği bir fırsattı. Ve tabii ki Ashley’in de…

Gerçi bir sorun yok muydu? Ashley bu yöntemi daha önce evinde denediğini fakat hiçbir değişiklik olmadığını söylememiş miydi?

Bu sorun neredeyse Robert’in Aynalı Oda Kuramı’ndan vazgeçmesine neden olacaktı fakat Robert sonradan bir şey fark etmişti: Ashley bu deneyi evinde, etrafında insanların olduğu bir yerde denemişti. Tamam, evinde yalnızdı fakat üst ve alt komşuları ve sokaktan geçen insanlar hâlâ Ashley’in çemberi içerisindeydi.

Bu depoda ise Ashley tamamen yalnız kalacaktı. Robert belirli bir mesafeden monitörlerden odayı izleyecek, gerektiği zaman mikrofon aracılığıyla müdahale edebilecekti. Robert’in tahminlerine göre Aynalı Oda Kuramı işe yaramalıydı.

***

Fakat Robert her ne kadar bu iş için heyecanlı ve coşkulu olsa da yöntemi işe yaramadı. Ters giden bir şeyler vardı. Ashley’in yalnız kalması yetmemişti.

“Biraz daha durmak ister misin?” dedi Robert mikrofondan. Ses aynalı odada Ashley’in etrafını sardı.

Ashley aynalı odada geçirdiği bir saatin ardından hayır anlamında kafasını salladı. Sanki bir tane Ashley yetmiyormuş gibi şu anda etrafında binlerce Ashley vardı ve sanki hepsi kendisine bakıp gülerek başaramadığını haykırıyorlardı, muhtemelen de bundan sonra başaramayacağını…

Odanın yine aynadan yapılma olan kapısı açıldı ve Ashley rahat bir nefes vererek dışarı çıktı. Birkaç dakika sonra da Robert depoya giriş yaptı. Robert’in kastettiği güvenli mesafe üç yüz metreydi. Depodan üç yüz metrenin ileride küçük bir kulübede Ashley’in durumunu altı monitörden izliyor ve özel mikrofonlarla irtibat kuruyordu.

“Üzülme,” dedi Robert. Bunu Ashley’den çok kendisine söyler gibiydi. Çünkü biliyordu ki Ashley’in üzüntüsü Robert’in ruh halinin bir kopyasıydı.

“Zihnimi tamamen boşaltamıyorum. Aynalar…” Ashley bir an duraksadı. “Sanki yansımalarım gerçekti. Hepsi bana bakıyor gibiydi. Benim hareketlerimi tekrarlamıyorlardı.”

“Bu tamamen senin kafanda olup biten bir şey.” Robert monitörden aynaları da kontrol ediyordu ve bu süre zarfında Ashley’in hareketlerinin yansımasından başka bir şey görmemişti. Ashley’in içeride ve az önce söylediği gibi aynalarda onunla dalga geçen ya da ona bir şeyler anlatmaya çalışan hiçbir şey yoktu.

***

Ashley artık ümidini kesmişti. Fakat bunu Robert’e söylemekten çekinir gibiydi. Onu yarı yolda bırakmak istemiyordu, hele ki Robert böylesine emek sarf ederken.

Aynalı Oda Kuramı fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Ashley, ilk günden sonra iki ay boyunca haftada üç kere aynalı odaya girmiş fakat ellerine kocaman bir hiç geçten başka bir şey geçmemişti. Her defasında aynısı oluyordu: Zihnini boşaltamıyor, aynalarda yansımaları da bağımsız hareket etmeye başlayarak onunla dalga geçiyorlardı. Tabii bunların hiçbirisi yine video kameralar tarafından görüntülenmemişti.

Otobüse bindi ve zihnine akın eden ruhları Robert’in evine gidene kadar görmezden gelmeye çalıştı.

***

“Aynalı Oda Kuramı’nı bir adım öteye götürmeyi düşünüyorum.” Robert’in son günlerde ne kadar fazla çalıştığını, nasıl bir ruh hali içerisinde olduğunu en iyi Ashley anlayabilirdi ki şu anda da onun ruh hali içerisinde yorgun bir şekilde masanın önündeki sandalyelerden birisinde oturuyordu.

“Bir adım öteye derken?” Ashley keşke zihinleri hissedebildiğim gibi onları okuyabilseydim, diye düşündü. Böylece çok fazla soru sormasına gerek kalmazdı.

“Aynalı odada EEG dalgalanmalarını ölçeceğiz. Belki bu şekilde az da olsa bir şey bulabiliriz.”

Robert, Aynalı Oda Kuramı’ndan o kadar umutluydu ki denemelerinin başarısız olması derinden etkilemişti onu. Yine de pes etmemişti. Bu kuramın işe yarar bir tarafı olacağına hâlâ inanıyordu.

“Keşke zihnimi boşaltabilsem, fakat bunu kendi başımayken bile yapamıyorum.” Ashley, Robert’in üzüntüsünü ve hayal kırıklığını yine Robert’e yansıttı.

“Bu senin suçun değil. Elbet bir gün bunu başaracaksın. Sadece biraz daha zamana ihtiyacımız var gibi görünüyor.”

Ashley bu tedavi için daha ne kadar zaman gerektiğini bilmiyordu. Daha sorunu anlayamamışlardı bile. Sorunu anlasalar bile tedavisi kim bilir kaç yıl sürecekti. Yine de Robert’in kararlılığı Ashley’i de kamçılamış gibi görünüyordu. Bu, Robert’in ikna edici konuşmalarından çok Ashley’in lanetinden kaynaklanan bir durumdu. Ashley, yakınındaki insanlar ne isterse onu arzuluyordu. Bir keresinde otobüste bir kızı çok fena arzulamıştı. Eğer kimse olmasaydı ona oracıkta sahip olabilirdi. Bunun için kendisine çok kızmıştı fakat sonradan anlamıştı, bu onun değil otobüsteki bir başkasının arzusuydu. Yani Ashley bir başkasının arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Yine de bu iyi bir şey değildi. Kolaylıkla suç işleyebilir, daha kötüsü birisine zarar verebilirdi. Bir an önce bu laneti ortadan kaldırması gerekiyordu.

“O zaman Aynalı Oda Kuramı’ndan vazgeçmiyoruz?” dedi Ashley.

“Evet, hatta kuramı bir sonraki seviyeye taşıyabiliriz artık.”

***

Etrafındaki binlerce kel insana alışmaya çalıştı Ashley. Hepsinin de kafasında belirli aralıklarla yerleştirilmiş elektrotlar bulunuyordu.

Kapı kapandığında ışığın şiddeti iyice arttı ve Ashley aynadaki görüntülerine daha net şekilde bakabildi. Şimdilik hepsi kendisinin yansımasıydı fakat bu durum her an değişebilir, bir görüntü kendisine el sallayarak dil çıkarabilirdi.

Kafasının kaşınan yerlerini elektrotlar yerlerinden çıkmasın diye ellememeye gayret etti. Mümkün olduğunca az sorun çıkması gerekiyordu bu seansta. Her şey Ashley’in beynindeki dalgalanmaları etkileyebilirdi.

Ashley aynadaki görüntülerine alışmaya çalışırken Robert’in mekanik sesi duyuldu. Demek ki güvenli mesafeye ulaşmıştı.

“Başlatalım mı?” dedi mekanik ses.

Ashley sadece kafasını tamam anlamında salladı ve odaklanmaya, zihnini boşaltmaya çalıştı. Birkaç dakika boyunca kapalı olan gözlerini açtı ve aynalara bakmaya başladı. İlk aynalı oda seansında Ashley, Robert’e ne yapması gerektiğini sormuş ve Robert de “Hiçbir şey,” cevabını vermişti. Ashley’in sadece zihnini boşaltması gerekiyordu. Bu nedenle hiçbir şeye odaklanmamaya çalıştı. Fakat aynalardaki görüntüleri, kendisinden bağımsız bir şekilde hareket etmeye başlayınca bunun işe yaramadığını anladı Ashley.

Aynadaki görüntülerden bazıları Ashley ile konuşmaya çalışıyor, bazıları kahkaha atıyor, bazıları da bedenlerinin yarısı gölgede kalacak şekilde arka planda durup olanları seyrediyordu. İşte o zaman anladı Ashley: Tüm bu görüntüler kendi ruhunun parçalarıydı. Kendi içinde verdiği savaşı –ümitsizlik, karamsarlık, iyimserlik, kötümserlik, kayıtsızlık- şimdi aynalara dağılmış gibiydi. Her aynada farklı özellikteki kendisi bulunuyordu. Ama bunun ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyordu Ashley. Ne yapmalıydı? Onlarla konuşmaya mı çalışmalıydı yoksa zihnini boşaltmaya mı odaklanmalıydı?

Tam bu sırada Robert’in sesi aynalı odada yankılandı.

“İyi misin Ash? Burada ekranda hafif dalgalanmalar oluyor. Ve gittikçe artıyor. İyi olduğundan emin misin? Mola verelim mi?”

Ashley, Robert’in söylediği her şeyi duymuştu fakat hiçbirisine cevap verememişti. Çünkü şu anda karşısında, kendisine doğru gelen onlarca başka görüntü vardı. Robert konuşmaya başlamadan sadece yarım saniye önce Ashley’in görüntüleri aynalarda şekil değiştirmiş ve Ashley’in tanımadığı yüzlere dönmüştü.

“Bir şeyler oluyor,” diye bağırabildi en sonunda. Fakat bunu gerçek dünyada mı yoksa zihninde mi yaptığını bilemiyordu.

Gözlerini karşısındaki görüntülerden ayırmadı. Bu seferki farklıydı; görüntüler aynalara yaklaşıyordu.

Görüntüler yaklaştıkça arkalarında başka yeni görüntüler belirmeye başladı. Bazıları daha çocuktu, bazıları çok yaşlıydı, bazıları kadın, bazıları da erkek… Birisinin elinde bir sırt çantası vardı, bir kız saçlarını topluyordu, küçük çocuk kaykayını elinde tutmaya çalışıyordu…

Kaykay! Çocuk…!

Ashley durumun farkına daha yeni varabilmişti: Kendisine doğru gelen bu görüntüler daha önce kopyaladığı ruhlara aitti.

Ve en sonunda aynada Psikiyatr Robert Patrick belirdi. Hepsi boş gözlerle kendisine bakıyordu. Önce gelenler aynalara ulaşmış sanki onları kıracakmış gibi elleriyle dokunuyorlardı. Her şey o kadar gerçekçiydi ki…

Derken Ashley’in hiç beklemediği bir şey oldu. Görüntüler aynalardan, sanki önlerinde hiçbir engel yokmuşçasına çıktılar ve Ashley’e yaklaşmaya devam ettiler. Ashley’in etrafında ruhlardan bir daire oluşuyordu.

Daire tamamlandığında ruhlar durdu ve boş gözlerle Ashley’e bakmaya devam ettiler. Ashley ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Bunların gerçek olup olmadıklarını bilmeyişi gibi…

***

Robert Patrick gözleri ekrana kilitlenmiş bir halde olduğu yerde donakalmıştı. EEG monitöründe hafif dalgalanmaları fark edip Ashley’e iyi olup olmadığını sormasından sadece birkaç saniye sonra EEG dalgalanmaları çıldırmışçasına en tepeye tırmanmaya başlamıştı. Daha önce hiçbir EEG dalgalanmasının bu kadar zirveye çıktığını görmemişti. İçeride bir şeyler olduğu kesindi.

Gözlerini EEG monitöründen alıp Ashley’i görüntüleyen diğer altı monitöre odaklandı. Ashley, bir hayalet görmüşçesine sürekli etrafına bakıyor, fakat ağzından hiçbir söz çıkmıyordu.

Robert’in Ashley’i oradan çıkarması gerekiyordu. Kaldığı kulübeden hızla çıktı ve güvenli mesafeyi ihlal ederek depoya girdi. Aynalı odaya geldiğinde içerideki sesleri duyar gibiydi.

***

Ashley, etrafında daire oluşturan onca ruhun arasında sıkışıp kalmıştı. Bu durumda ne yapmalıydı? Öncelikle düzgün düşünmesi gerekiyordu. Robert böyle yapmasını isterdi herhalde Ashley’den. Görüntüler etrafını sardığında Robert ile irtibat kurmayı denese de bunu başaramamıştı. Bu işte artık yalnız olduğunu biliyordu.

Tüm bu olanlar zihninde gerçekleştiğine göre tekrar zihnine odaklanmalıydı belki de. Gözlerini kapattı ve bunu denedi. Birkaç saniye sonra gözlerini açtığında dairenin hâlâ orada olduğunu gördü.

Bir şeyler yapmalıydı. Kendisine boş gözlerle bakan bu ruhları ya da artık her neydilerse, bir şekilde başından savmalıydı. Ve o anda aklına onlarla irtibat kurmayı denemek geldi.

“Ne istiyorsunuz benden?” dedi zorlukla. Bunu yine zihninde mi yoksa gerçek hayatta mı söylediğini merak etti.

Dairede hiçbir değişiklik olmadı.

Ashley sorusunu tekrarlayacaktı ki zihnine değişik görüntüler akın etti. Görüntülerin hiçbirisinde kendisi yoktu. Hep bir başkası vardı. Birisinde şort giymiş bir adamın bir kadına tecavüz ettiğini gördü, bu otobüsteki arzunun asıl sahibiydi. Diğer bir görüntü de sarışın bir kız vardı; lezbiyen ilişki yürüttüğü arkadaşıyla birlikte yataktaydı. Bu da otobüsteki, saçını atkuyruğu yapmış olan sarışındı. Aklından başka başka onlarca görüntü geçti. Hepsinde bir ruhun anısı vardı. Bugüne kadar karşılaştığı herkesin… Derken elinde kaykayı olan çocuk geldi zihnine; ebeveynlerinin ayrılma kararı alması üzerine evden kaykayını alarak kaçmıştı. Bu da otobüste neden üzgün ve tedirgin olduğunu açıklıyordu. Sonra da görüntüye Robert Patrick’in anıları girdi. İlk önce klinik anılarıydı Ashley’in gördükleri. Sonra Robert’in asistanı Jessica ile yaşadığı şehvet dolu anlar… Bazı anılarda bu sefer kendi de vardı. Robert, Ashley hakkında tez hazırlıyordu. Hem de iki tane. Üçüncü için de Aynalı Oda Kuramı adına Ashley’i kullanmıştı.

Ve birden kayboldu. Hepsi, her şey… Ashley’in üzerinden sanki tonlarca ağırlık kalkmış gibiydi. Etrafına hızlıca baktı. Aynalardaki kendi hareketlerini taklit eden cansız görüntülerinden başka hiçbir şey yoktu. O sırada altıgen odanın bir kenarı düz bir çizgi halinde kırılmaya, aralardan dışarıdan gelen ışık sızmaya başladı. Kapı açıldığında Robert hızlıca içeri girip Ashley’i yanına geldi ve elektrotları kel kafasından söküp attı.

“Neler oldu?” dedi. “Tanrı aşkına, neler oldu?”

Ashley artık sadece hissetmiyor, aynı zamanda zihinleri tüm netliğiyle görebiliyordu. Önce onları kendisine kopyalıyor daha sonra da canı isterse açıp bir kitap gibi okuyor ya da bir film gibi izliyordu. Şu anda da Robert’in zihnini güncellemekle meşguldü.

En sonunda “Hiçbir şey,” diyebildi. “Hiçbir şey olmadı.”

Sendrom” için 5 Yorum Var

  1. Merhabalar,
    Hikayeniz gerçekten güzel ve etkileyici.Ash’in yaşadığı gergin dakikaları çok güzel lanse ettirmişsiniz.Tebrik ederim.

  2. Öykülerini Xasiork’tan bu yana takip ediyorum, belki fark etmişsindir. Eğer bir gün bir kitabını kitapçıda görürsem hiç düşünmeden alabilecek birisiyim yani. 🙂

    Klişe bir cümleyle başlayayım: Öykün çok güzeldi. Ayna Sendromu diye bir şey duymamıştım, senin sayende öğrenmiş oldum ve bayağı ilgimi çekti. Bu konuyu bu şekilde anlatman çok güzel olmuş. Daha önceki öykülerinde de olduğu gibi, sade ve akıcı bir üslupla anlatmışsın her şeyi. Bu konudaki deneyimin, öyküyü okurken bir an bile duraklamamamdan anlaşılıyor. Dümdüz ve pürüzsüz, sade ve akıcı bir üslup. Genelde sade üsluplara “basit” gözüyle baksam da, buradaki anlatımı güzel ve ustaca buldum. Çok okumanın mı, yoksa çok yazmanın mı bir etkisi, karar veremiyorum. 🙂

    Ashley’deki Ayna Sendromu olayını, zihin okuma “lanetinin” bir ön belirtisi olarak göstermen çok güzeldi. Zihin kopyalama fikri çok orjinal geldi bana.

    Kurguna edilecek tek laf yok.

  3. Kusura bakma, önceki yorum yanlışlıkla biraz erken gitti. 🙂 Söyleyeceğim bir şey daha vardı, onu da burada söylemek istiyorum.

    Öyküde yabancı isimler ve karakterler kullanmanı pek hoş bulduğumu söyleyemeyeceğim. Belki öykünün “olayının” gerektirdiği şeyler yüzünden yabancı karakterler kullanılabilir. Ama bu bence sadece zorunluluk olduğu için yapılabilir. Senin öyküne bakıyorum ve böyle bir zorunluluk göremiyorum. Türkçe isimlerle çok daha güzel olabilirdi. Ve hayır, geri kafalı biri değilim. 🙂 Sadece yazı dünyamızın çürümesini istemeyen birisiyim. Yoksa Türkçe isimler kullandığın öykülerin olduğunu da biliyorum.

    Bunu da söylemek istedim sadece. Tebrikler…

    1. Güzel yorumun için çok teşekkür ediyorum. İsim konusunda dediklerinde haklısın. Olaya göre isim seçiyorum ben. Mesela ayna sendromu olayı Türkiye’de fazla bilinen ve meydana gelen bir şey olmadığı için yabancı isimler kullandım. Türkiye’de gerçekleşme olasılığı olan konularımda elbette ki bizim isimlerimizi kullanıyorum. Fakat olaya göre bu sürekli değişiklik gösteriyor. Mesela yoksulluğu anlatmak istiyorsam olay Afrika’da, klonlamayı anlatmak istiyorsam olay İsrail’de geçer benim kurgumda. Tabii ki Türkçe isimler kullandığım öykülerim de var. İleriki aylarda fırsat buldukça ekleyeceğim.

      Yorumun için tekrar teşekkür ediyorum. Dediklerini kesinlikle dikkate alacağım. 😉

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *