Bugün 21 Mart 2031. İnsanlığın uzun süreli derin uzay araştırmaları tarihinin en büyük başarılarına şahitlik etmiş olan Johnson Uzay Merkezinde bugün maalesef hüzün var. Üçü sivil girişim olmak üzere, başarısızlıkla sonuçlanan son dört insanlı Mars yolculuğu görevinden sonra, 3 Mart gece yarısında başarıyla kalkış yaparak Mars’ta ilk kalıcı insan kolonilerini oluşturmak için dünya atmosferinden ayrılan Alfa Uzay Mekiği mürettebatıyla iletişim bu sabah 04:27 itibariyle kesildi. Alfa’dan herhangi bir hata sinyali alınamadı. Bağlantının yeniden sağlanmasına yönelik yoğun çabaların sonuç vermemesi üzerine NASA, saat 17:00 itibariyle bir kurtarma Operasyonu başlattı. Bu görevin başına 3 yıl önceki Orion Misyonunun hayatta kalmayı başaran tek üyesi, ünlü astronot K. Adams getirildi. Ümitli bekleyişimiz sürüyor.
NBC, Alfa Seyir Güncesi Programı – 16 Mart 2031; Doktor Ayaz ÖZTÜRK, TÜRKİYE
(NASA’nın basına dağıttığı son Halk Yayını- orijinal ses kaydı)
Herkese Alfa’dan merhabalar. Yarın, yaklaşık 32 hafta sürmesi planlanan yolcuğumuzun ikinci haftasını tamamlamış olacağız. Her ne kadar yaklaşık desek de aslında bu dakikası dakikasına hesaplanmış, defalarca test edilmiş kesin bir yolculuk süresi. 90 milyon kilometrelik yolculuğumuza başladığımız zaman dilimi itibariyle; Ay, Dünya ve Mars’ın çekim alanları hesaba katılarak belirlenen en ideal rotanın süresi. Yolculuğun en kritik iki aşamasından biri olan kalkış aşamasını başarıyla atlattık ve şimdi önümüzde 212 gün sürecek sakin bir seyir süresi var. Yolculuk planlandığı gibi gerçekleşir, bir aksaklık yaşanmazsa sıra son kritik aşama olan Mars atmosferine giriş ve Valles Mariners Kanyonuna iniş manevralarına gelecek. Şimdilik her şey yolunda gözüküyor.
Bizi Mars’a götürecek uzay aracımız Alfa’daki ilk iki haftamızı ortama uyum sağlamakla geçirdiğimizi söylemek yanlış olmaz. Her ne kadar ekipteki herkes dünyada uzun bir eğitim sürecinden ve zorlu testlerden geçmiş olsa da bir uzay aracının içinde olmak gerçekten çok farklı. Özellikle daha önce dış uzaya çok az adım atmış olan benim gibiler için. Birinci kaptanımız Duke (Bailey) ve mekanikçimiz Dorcey alçak Dünya yörüngesi ötesi görevlerde oldukça tecrübeliler. Hatta ortalıkta Dorcey’nin uzay yürüyüşü konusunda bir rekora sahip olduğu söylentisi bile dolanıyor. Tek kadın mürettebatımız Adrian ve Koreli dostumuz Wang da daha önce defalarca UUİ görevlerine katılmış tecrübeli astronotlar. Yani yıllarımı çalan tüm o yorucu eğitimlere rağmen, ekibin geri kalanından daha az astronot olduğumu söylemek zorundayım. Yine de sadece 60 metrekarelik, kapana kısılmış olma duygusundan bir an bile kurtulamadığınız izole edilmiş bir uzay aracı içinde zaman geçirmek yeryüzü simülasyonlarına hiç benzemiyor ve diğer mürettebat için bile burada hayat zorlu geçiyor.
Orion’a göre oldukça ferah sayılabilecek uzay aracımız Alfa; kumanda modülü, mürettebat için çok amaçlı iki adet bağımsız bölme, servis modülü ve kargo olmak üzere beş kısımdan oluşuyor. Bu ana gövdeyi, en arkadaki itici sistemler, evimizin çevresinde sürekli dönüş yaparak bize yapay yerçekimi sağlayan santrifüj ve mürettebat modülüne sabitlenmiş radyasyon kalkanı tamamlıyor. Küçük bir hesapla tüm mekanın sadece yüzde 30’luk bir bölümünün yaşam alanı olarak ayrıldığını söylemek mümkün. Üstelik bahsedilen yaşam alanı büyük ölçüde yer çekimsiz ortamlardan oluşuyor. Evet sadece ev adını verdiğimiz, uyku ve dinlenme bölümü olarak kullandığımız 12 metrekarelik kapsülümüzde, Mars’ın çekim gücüne karşılık gelen 0,38 g’lik bir yer çekimi mevcut. Bu bize şimdiden Mars’taki hayata alışma imkânı tanıyor. Tabii bu durum aynı zamanda bize günde en az 2 saatlik egzersize patlıyor.
Servis modülü, yolculuk boyunca ihtiyacımız olan tüm yaşam destek sistemlerinin yer aldığı silindir şeklinde bir bölme. Soluduğumuz hava, suyumuzun önemli bir kısmı, yiyecek stoklarımız ve yolculuk süresince ihtiyaç duyacağımız birçok sarf malzemesi bu depoda yer alıyor. Kargo bölümünde ise Mars’a ayak bastığımızda ihtiyaç duyacağımız ve bizim için daha önce oraya gönderilmiş olan yeryüzü yaşam destek sisteminin tamamlayıcı unsurları yer alıyor. Miktarları kılı kırk yararcasına yapılan hesaplamalar sonucu belirlenen 45 tonluk tüm bu malzeme özenle paketlenip özel hücrelere yerleştirilmiş durumda. Böylece Alfa’nın roketler ve yakıt depolarıyla birlikte, fırlatma esnasında 180 tonluk bir toplam ağırlığa ulaştığını söyleyebiliriz. Bu kalkış ağırlığı, başarısız Mars One Projesi mekikleri ile karşılaştırıldığında neredeyse üçte birlik bir orana denk geliyor.
Ve ekibimiz. Onları zaten tanıyorsunuz. Astro-fizikçimiz, yazılımcımız ve biricik kadın üyemiz güzel Adrian. O, Alfa’nın karmaşık rotasından çıkmamasından ve süper ana bilgisayarımızdan sorumlu. Wang, jeologumuz ve yardımcı pilotumuz. Ayrıca Mars’ta tüm kimyasallardan o sorumlu ve ihtiyacımız olan her şeyi laboratuarda üreteceğine söz verdi. Bu güçlü adamsa Joey Dorcey. Çok deneyimli bir astronot. Uzay boşluğunda yürümek onun için evinin arka bahçesinde dolaşmak gibi bir şey. Üstelik her türlü mekanik probleminizde hiç düşünmeden başvurabileceğiniz bir makine dehası. Son olarak, işte kaptan pilotumuz Duke. Aynı zamanda kendisi başarılı bir mühendis. Hangi alanlarda uzmanlaştığını akılda tutabilmek bile zor bir iş.
Uzun süren zorlu bir hazırlık süreci, stresli bir kalkış aşaması, başınıza gelebilecekleri sadece belirli ölçüde öngörebildiğiniz saatte ortalama 17.000 km. hızla geçecek bir seyahat, çok tehlikeli manevralar içeren Mars atmosferine giriş ve ondan daha tehlikeli yüzeye iniş aşamaları, mikro meteorlar, radyasyon… Bunların hepsi standart bir Mars yolculuğunun olağan risk unsurları. Yani kısmen de olsa hazırlıklı olduğumuz problem alanları. Ancak, kısmen hazırlıklı olduğumuz diğer bir potansiyel problem alanı daha var. O da söz konusu zorlayıcı şartlar altında mürettebatın fizyolojik durumları ile ruh sağlıklarının nasıl korunacağı meselesi ki bu noktada devreye ben giriyorum.
Evet ben bir astronotum ve botanik lisansım var. Hatta babam sayesinde amatör bir ejiptolog (Eski Mısır Bilimcisi) bile sayılabilirim. Ama aynı zamanda bir tıp doktoru ve psikiyatri uzmanıyım. Beni buraya getiren asıl şeyin, çok istekli görünmemin yanında tabii, NASA’nın Alfa görevi için şiddetle cerrahlık da yapabilecek bir psikiyatra ihtiyaç duyması olduğunu biliyorum. Benim sorumluluğum, yolculuk ve Mars yüzey çalışmaları boyunca mürettebatın hem genel hem de ruh sağlıklarının yerinde olduğundan emin olmak…
Bozuk kayıt – … söylenmemiş olsa da, bu uçuşa katılmamın … biliyorum. Vazifem … kişisel problemler … göze alamam…
Yapay günümüzün kalan kısmında mürettebatın rutin sağlık kontrollerini yapıyorum. Şu ana kadar genel sağlık durumuna ilişkin veriler beklentilerle uyumlu seyrediyor. Mürettebatın herhangi bir sağlık sorunu bulunmuyor. Bulantı sorunu azalmış durumda. Ama ne yazık ki maruz kaldığımız kozmik ışınlar yüzünden uykusuzluk sorunumuz hâlâ devam ediyor. Yapay gecelere henüz uyum sağlayamadık ve tahmin edildiği üzere kimse duvara bağlı bir uyku tulumunda uyumaktan memnun değil.
Geçen iki hafta içinde, çekirdek modül dışında yer çekimsiz ortamda geçirilecek süre kısıtlarını aşmamaya özen gösteriyoruz. Beklendiği gibi tüm mürettebatta kaybedilen kas kütlesi miktarı şimdiden üçte bire ulaştı. Günlük 2 saati bulan ağırlık kaldırma ve egzersiz programı ile kaybı bir noktada sabitlemeyi umuyoruz. Kemik erimesi içinse D vitamini takviyesi alıyoruz. Buna karşın her geçen gün kanımıza karışan kalsiyum miktarındaki gözle görülür artış canımızı sıkıyor. Neyse ki bu kalıcı bir sorun olmayacak ve dünyaya dönünce düzelecek. Marsın düşük yer çekiminde de sıkıntı yaşamayacağız. Sadece eve geri döndüğümüzde bir süre yürüyemeyecek ve böbrek taşı düşürmeye uğraşacağız.
Maruz kaldığımız radyasyon miktarı dikkat etmemiz gereken diğer bir mesele. Dünyanın manyetik alanından uzaklaştıkça bu miktar giderek artıyor. İlerleyen birkaç hafta içinde onun da belirli bir düzeyde stabil hale gelmesini bekliyoruz. Zaten doğrudan Güneşten gelen ışınlara karşı bir radyasyon kalkanımız var. Bu kalkan bizi kozmik ışımaya karşı büyük ölçüde koruyor. Yine de risk almamak için bağışıklık sistemimizi güçlendirici ilaç desteğine devam ediyoruz.
Bunun yanında iyi beslenmeye çalışıyoruz. Hatta yemek programlarına uymak en başarılı olduğumuz konu diyebilirim. Uzayda tat alma duyusunu büyük ölçüde kaybediyorsunuz. Üstelik menüler en hafif ifadesiyle vasat durumda. Buna rağmen iki saati bulan toplu yemek saatleri en çok keyif aldığımız zaman dilimi.
Şimdilik Alfa’dan size ileteceklerimiz bu kadar. Bizi takip etmeye devam edin. Tüm mürettebat adına hepinize iyi geceler diliyorum.
* * *
Doktorun yaptığı rutin sağlık kontrolleri yine Dorcey’nin itirazlarıyla başlamıştı. Daha önce defalarca benzer testleri yaptırmış olmasına rağmen, yine de kan örneği vermemekte direnip duruyordu. Yaşananlardan sonra hâlâ bu testleri yapmanın saçmalık olduğunu düşünüyordu. Üstelik bu kez, doktorlara güvenmiyorum gibi bir şeyler de geveledi ağzında. Doktor, karşısında sakince duruyor, not defterine küçük notlar alıyordu. Kolay kolay kontrolünü kaybetmeyen bir yapısı vardı ve genelde bu durum hastaları üzerinde sinir bozucu bir etki yaratırdı. Hatta bir keresinde hastalarından biri yüzüne karşı çok sinsi biri olduğunu da söylemişti. Şimdi de karşısında Dorcey çileden çıkmak üzereydi.
İletişimi kaybetmelerinin üzerinden aylar geçmişti. Üstelik dünyayla olan bağlantılarını kaybetmelerini takip eden üçüncü gün Kaptan ağır bir hastalığa tutulmuş -Doktorun tespitine göre havale geçirmiş- o günden beri adeta yarı baygın bir halde yatağa düşmüştü. Kimi zaman yardım alarak oturabilse de ayağa kalkmayı hiç becerememişti. İlk başlarda şuuru açıktı. Durumunu ve kendisine söylenilenleri anlıyordu. Ama son günlerde daha halsiz, bakışları daha solgun ve hastalığı ilerlemiş görünüyordu. Daha az konuşmaya başlamış ve kimi zaman da sorulan sorular karşısında hiçbir şey anlamamış gibi boş boş bakar olmuştu. Bu süreçte tüm ihtiyaçlarını Doktor karşılıyordu. Rahat etmesi için elinden geleni yapıyor ve bu durumdan pek rahatsızmış gibi de görünmüyordu. Yaşananlardan sonra ekipte en dirayetli çıkan kişi Doktor Ayazdı. Felaketlerin üst üste geldiği ilk anlarda hiç telaşa kapılmamış, ikinci Kaptan Adrian’a, direktiflerini yerine getirmeye hazır olduklarını, görevin hâlâ başarılabileceğine inandığını, kendisine güvenlerinin tam olduğunu söylemişti.
Geri kalan mürettebatsa çok sarsılmış durumdaydı. Yolculuğun daha ilk ayı tamamlanmadan iletişimin kaybedilmesini akılları bir türlü almıyordu. Aslında dünyadaki yolculuk simülasyonlarında bu olası problem karşılarına bir iki kez çıkmış, her seferinde hatayı tespit edip iletişimi yeniden sağlamayı başarmışlardı. Zaten en kötü senaryoda bile, Görev Kontrol iletişimi sağlamanın başka bir yolunu bulurdu. Ama şimdi ellerinden hiçbir şey gelmiyordu. Dorcey telsiz antenini geminin dışından kontrol etmiş ve görünen bir problem olmadığını söylemişti. Adrian kaç kez sorgulama yapmış ama ana bilgisayar bir türlü hatayı tespit edememişti. Dünyadan 50 milyon km. uzakta Birinci Kaptanı ve Görev Kontrolün desteğini kaybetmiş boşlukta süzülüyorlardı.
Yolculuk ekip için iyice tekinsiz bir hal almış, suratlar asılmış, sinirler gerilmişti. Wang tamamen sessizliğe bürünmüş, içine kapanmıştı. Sadece kendisine düşen işleri yapıyordu. Dorcey ise devamlı bir şeylerden yakınıyor, etrafa sataşıyor, mutlaka bir şeyleri kavga konusu ediyordu. Yaşananlar onu somurtkan ve yaygaracı yapmıştı. Adrian, onla uğraşmaktan çoktan vazgeçmişti. Rutin görevlerini yerine getirdiği sürece onu görmezden gelmeyi yeğliyordu. Doktorun da onu pek umursadığı yoktu. Sataşmalardan en çok nasibini alan Wang içinse durum iyice sinir bozucu olmaya başlamıştı.
Bu adı konulmamış kaos ortamında günlük rutin işler bir şekilde devam ettiriliyor, Adrian her şeye rağmen disiplini elden bırakmıyordu. Bu konuda tavizsizdi. Egzersiz sürelerini bile her gün kontrol ediyordu. Zaten ekip üyelerinin tamamı astronot olmalarının yanında, çok ağır eğitim süreçlerinden geçmiş iyi birer de askerdi. Hepsi disipline alışıktı. Sonuçta Adrian, acil durum görev protokolünü uygulamak konusunda kararlı olduğu hepsine kabul ettirmeyi başarmıştı. Ama dikkatli bir göz, onun da kafasının karıştığını, tereddütleri olduğunu ve yorulmaya başladığını fark ederdi. Yıllar boyunca bu görev için hazırlanmıştı. Sahip olduğu tüm bilimsel birikimin eğer burada kullanabilirse bir anlam ifade edeceğini biliyordu. Hayatta önem verdiği hiçbir işte başarısız olmamıştı. Hayallerine bu kadar yaklaşmışken burada da olmayacaktı. Tüm sorumluluğun omuzlarında olduğunu çok iyi anlıyor, elinden geldiğince ekibe liderlik etmeye çalışıyordu. Ama Mars yolculuğunun o ilk anlarındaki büyüleyiciliğinden eser kalmadığının o da farkındaydı.
* * *
Sabah saat 06:18’de Alfa otomatik pilot uygulaması yolculuğun üçüncü evresini başlattı. İtki sistemleri kullanılarak mekik son bir keskin dönüş yaptı ve altı hafta sonra Mars yörüngesine giriş manevralarını başlatacaktı. Tüm aksaklıklara rağmen buraya kadar gelmeyi başarmış, 73 milyon km. mesafeyi arkalarında bırakmışlardı. Artık kızıl Mars, yaz gecelerinde gökyüzünde parlayan Venüs gibi çıplak gözle seçilebilir hale gelmişti. Bu olay, ekipte geçici bir heyecan yaratsa da durum her geçen gün daha da kötüye gidiyordu. Ve bir sabah beklenen olmuş, kahvaltıda başlayan tartışma büyümüş, Wang’la Dorcey kavgaya tutuşmuşlardı. Adrian kavgayı ancak şok tabancası kullanarak ayırabilmişti. Ama iki taraf da bir türlü sakinleşmiyordu. Yüzü kan içinde kalan Wang ayağa kalkmaya uğraşıyor, bir yandan da Korece bağırıp çağırıyordu. Dorcey ise hâlâ burnundan soluyor, kavgaya hazırım mesajı veriyordu. Sonunda, Doktorun önerisiyle Dorcey’nin bir süreliğine yaşam alanından uzaklaştırılmasına karar verildi. Dorcey direnmedi. Doktor onu bizzat kendisi servis modülüne götürdü ve plastik bir kelepçeyle borulardan birine sıkıca bağladı. Ardından ani bir hareketle cebinden çıkardığı iğneyi Dorcey’nin koluna saplayıverdi. “Bu pek nazik olmadı biliyorum. Sadece ufak bir sakinleştirici. İyiliğin için.” Dorcey boş bulunduğu anda yediği iğnenin öfkesiyle kudurmuş gibiydi. Doktor ona iyi olup olmadığını sordu. Cevap alamadı. “Burada biraz sakinleşmeye bak. Sana yiyecek bir şeyler getireceğim.” dedi. Dorcey tepki vermiyor sadece hırlıyordu. Doktor da dönüp gitmeye yeltenmişti ki arkasından seslendi: “Beni kandıramazsın. Bunların hepsinin senin başının altından çıktığını biliyorum”. Doktor kısa bir an durakladı, sonra arkasına bakmadan basınçlı kapının düğmesine dokundu. Servis modülü bir anda karanlığa gömüldü.
Doktor Ayaz kontrol panelindeki nöbet yerine geçtiğinde düşünceliydi. İnsanların ruh durumlarını nasıl da hemencecik kavrayıveriyordu. Yolculukta geçen altı aylık sürede, uçuş öncesi mürettebat hakkında sahip olduğu öngörülerin tamamının doğru çıktığına sevinmişti. Hepsinin zihin dünyalarını daha yolculuğa çıkmadan çözmüşüm meğer diye düşündü. Mesela Kaptan, çok akıllı bir adam olmasına rağmen, ilk bakışta fark edilemeyen, kendisine has naif bir karaktere sahipti. Bu saflığı onu kolay lokma yapıyordu. Ya da Wang. Tam bir görev adamıydı. Hani şu yetkinin kimde olduğunu umursamayan ve yalnızca çalışmaktan söz eden tiplerden. Zararsız biriydi. Ondan çekinmenize gerek yoktu. Ve tabii ki, sürekli elinde çekiciyle dolaşan Dorcey! Daha ilk bakışta ne mal olduğunu anlamanız için uzman olmaya gerek bile yoktu. Belki de ekibe renk katıyor diye düşündü. Ama bu yolculuk için fazlasıyla aptaldı.
Aslında bu üç adamdan hiçbiri Doktorun ilgisini çekmiyordu. Bu ekipte onu az da olsa kaygılandıran sadece bir kişi vardı. Daha ilk görüşte ondan hoşlanmamış, belki biraz da tiksinmişti. Bu kadının, her şeyi doğru yaptığını zanneden, kendini beğenmiş, muhtemelen feminist ve tam bir baş belası olduğunu hemen oracıkta anlayıvermişti. Şirinlik muskası tipleri küçük bir çocukken de hiç sevmediğini hatırladı. Evet, onları hemen tanırdı. Bunlar, yaşamları boyunca kendilerini insanların beğenisini kazanmaya adamış müptezel kişiliklerdi. Bir nevi düşkündüler. Güçlü görünüyor olmalarının bir anlamı yoktu. Zira sürekli sevilmeye, övülmeye, şöhrete ve daha birçok şeye ihtiyaçları vardı. İnsanların onlara olan ilgisi bu yaratıklar için su kadar, hava kadar vazgeçilmezdi. Acizdiler, çünkü sürekli bir şeylere muhtaçlardı. Hayatları boyunca güçlüyü oynasalar da gerçekte zayıf ve ezilmeye mahkûmlardı. Evet, Adrian bu tipin klasik bir örneğiydi. Çetin ceviz gibi gözükmesiyse hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Gerçek iradenin karşısında o da diz çökecek, hayaline ulaşmasına o da engel olamayacaktı. Nihayet harekete geçmenin zamanı gelmişti.
* * *
Bir sabah Adrian ve Wang acı bir siren sesiyle yataklarından fırladı. Bu acil durumlarda kullandıkları alarmdı. Kendi seslerini zar zor duyuyorlardı.
Adrian: “Neler oluyor böyle?”
Wang: “Bu sarı alarm. Bir terslik olmalı. Doktor… Tüm gece nöbetteydi. Onu bulmalıyız.”
Geminin her yanındaki uyarı ışıkları yanıp sönüyor, siren çınlamaya devam ediyordu. Durumu anlamak için kontrol kabinine yöneldiler ve daha koridora adımlarını atar atmaz Doktorla karşılaştılar. Yüzünde daha önce görmeye pek alışık olmadıkları türden kaygılı bir ifade vardı. Hatta biraz da heyecanlı gözüküyordu. Nedense Doktorun bu tavrı Adrian’ı daha fazla tedirgin etmişti. Acil bir durum olduğu açıktı. Ama anlamlandıramadığı bir tuhaflık da seziyordu. Daha bir şey soramadan Doktor:
“Radyasyon kalkanı. Zarar görmüş ve devre dışı kalmış durumda. Mikro meteorlar olmalı. Henüz kesin bir bilgi yok. Taramayı başlattım. Yirmi dakika içinde veriler elimizde olur. En yakın güneş patlaması 8 gün sonra. Ama her geçen saniye vücudumuz ölümcül miktarda parçacığa maruz kalıyor. Kendimizi bu duruma karşı koruyamıyoruz.” diye durumu açıkladı.
“Sayaç ne gösteriyor?” diye sordu Wang. “Ne kadar radyasyona maruz kalıyoruz?”
Doktor: “Burada kaç ram radyasyondan söz ettiğimizin bir önemi yok; ki söz konusu değerin bir nükleer santral işçisinin ömründe görebileceğinden kat kat fazla olduğuna emin olabilirsin. Önemli olan kozmik ışımaya maruz kaldığımız süre. Her geçen saniye, mikroskopla dahi göremeyeceğiniz bir parçacığın, DNA zincirinizi kopararak, vücudunuzda hücre düzeyinde bir bozulmaya sebep olma ihtimali artıyor. Sanırım bunun anlamını biliyorsunuz. Burada dünyadakinden binlerce kat fazla riskten söz ediyorum. Üstelik henüz güneş patlamasında olacaklardan bahsetmedim bile.”
Wang: “Peki kalkanı onaramaz mıyız? Belki Dorcey sorunu tespit edip bu işi halledebilir.”
Adrian: “Doğru kararı vermek için durum raporunu bekleyelim. Telafisi güç bir hata yapmak istemeyiz.”
Doktor, Adrian’ı onayladığını belirtir şekilde kafasını salladı: “Hem böyle bir şey yaparsak, başka risklerle de karşı karşıya kalabileceğimizi hatırlatmak isterim. Kalkanı tamamen kaybetmiş olmamız durumunda nasıl bir yol izleyeceğimizi şimdiden düşünmeliyiz.”
Wang: “İşe şu sireni susturmakla başlayalım.”
* * *
“Su” dedi Adrian. “Bizi radyasyondan koruyacak yegâne şey su. Doğadaki en iyi radyasyon yalıtıcısı.”
Doktor tam da bu anı bekliyormuş gibi hemen söze karıştı: “Bana göre tek bir çözüm var. Kalkanın onarılamaz durumda olduğu açığa çıktı. Ama çalışmıyor olsa da kalkan içindeki suyu hala muhafaza ediyor. Üstelik içinde bolca su bulunan bir de servis modülümüz var. Yapmamız gereken tek şey, kalkan ve servis modülünü arkamıza almak. Yani sürekli Güneşle aramızda kalmalarını sağlamak.”
“Ama bu söylediğin imkânsız” dedi Adrian. “Bu daha dünyadayken kesin olarak hesaplanmış rotamızdan çıkmamız anlamına gelir ki, bildiğiniz üzere benim görevim tüm yolculuk boyunca bu rotadan çıkmadığımızdan emin olmak. Zira yaşanacak en ufak bir sapma ile Mars atmosferine tek parça olarak girmemiz mümkün değil. Hem de gezegene bu kadar yaklaşmışken planlanmış pozisyonumuzu değiştirerek.”
Doktorun kulağa hoş gelen önerisinden sonra, Adrian’ın açıklaması Wang’ın yüzünün asılmasına sebep oldu. “Ne yani direksiyona geçemiyoruz diye öylece oturup kanser olmayı mı bekleyeceğiz?”
Adrian: “Bakın ben hemen her gün bu işi yapıyorum. Dünyada, ayda veya bir uzay gemisinde fark etmez. Ne dediğimi biliyorum. Konumumuzu değiştirerek Mars çekim alanına girdikten sonra, saatte 40.000 km. hızla düşerken yanlış bir yaklaşma açısı bizim için en kötü senaryo olur. Atmosfere temas etmemizle birlikte hepimiz kızarırız. Isı kalkanlarımızın bile tost makinesindeki peynir gibi eriyeceklerine garanti verebilirim.”
Doktor: “Haklısın. Mevcut iniş konumumuz için durum söylediğin gibi. Peki, farklı bir yere inmeye karar verirsek?”
Wang: “Farklı bir yerden kastınız ne Doktor; vadinin içinde farklı bir noktadan mı bahsediyorsunuz?”
Adrian: “Bu hiçbir şeyi değiştirmez.”
Doktor: “Hayır Wang. Valles Mariners’in dışında bir yerden bahsediyorum. Geminin pozisyonunu söylediğim şekilde yeniden konumlandırdığımızda, elimizdeki tek seçenek daha kuzeyde bir noktaya iniş yapmak. ”
Adrian ve Wang şaşkın bir ifadeyle Doktorun yüzüne baka kaldılar. Söz konusu vadi Valles Marriners, güneş sisteminin en büyük yarığıydı. Neredeyse Mars’ın ekvatoral çevresinin dörtte birine eş uzunlukta bir yarık. Vadinin genişliği 200 km. civarındaydı ve yamaçları bazı noktalarda 7 km.’ye varıyordu. Tüm boyutları bir arada düşünüldüğünde, bu devasa tektonik oluşumun yanında Büyük Kanyon bir su kanalı gibi kalırdı. Dünyadayken, nadir araştırma gezileri dışında Vadi tabanından ayrılmak akıllarının ucundan bile geçmezdi. Oysa şimdi kurtuluş reçetesi gibi önlerine koyuluyordu.
Doktorun yüzünde başlangıçta görünen telaştan eser kalmamıştı. Şimdi kendinden emin bir şekilde gülümsüyor, ikna edici bir üslupla çözüm önerilerini sıralıyordu. Yine o her zaman ki sinir bozucu haline bürünmüştü. Sırıtarak konuşmayı sürdürdü:
“Pekâlâ, şaşırdığınızın farkındayım. Ama rahatlıkla yeni konumumuza uygun, güvenli bir iniş manevrası planlayabileceğimize inanıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam Adrian bu konuda dünyanın en iyisi.”
Adrian’ın sinirleri bozulmaya başlamıştı. Sanki bir muharebedeydi ve komuta kendisine verilmişti. Ama bir türlü saldırıya geçemiyor, savunma pozisyonundan kurtulamıyordu. “Bu Alfa görevini çöpe atmak ve aynı zamanda intihar anlamına gelecektir. Planlanan alana iniş yapmamak, bizim için hazırlanmış yaşam destek sistemlerinden vazgeçmek anlamına da gelir ki, burada kastettiğim şeylerin barınak, dönüştürücü hava sistemi, su ve yiyeceğimizi de kapsadığını bildiğinizi varsayıyorum. Yani bu şekilde yüzeye inmeyi başarsak bile, tüm başarımız Mars’ta ölen ilk insanlar olarak tarihe geçmekten öteye gitmez.”
“Başarılı bir iniş yaptıktan sonra, Roverları kullanarak, yaşam destek sistemlerine ulaşmak mümkün olabilir. Yanımızda getirdiğimiz ekipman bizim bu süre boyunca hayatta kalmamıza yeterli olacaktır.” diye karşılık verdi Doktor.
Wang’ın kafası iyiden iyiye karışmaya başlamıştı. Bir karar aşamasına yaklaştıklarının farkındaydı. Tedirgindi. Sanki ölümle yaşam arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılmış gibi hissediyordu. Adrian ise ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Yolculuğun başından beri Doktorun bir takım garip hareketleri olmuştu. Bu durum onu rahatsız etmiş olsa da Dorcey hapsedilinceye kadar bu durumu pek umursamamıştı. Ama şimdi başlarına gelenleri bir arada düşündüğünde içine bir ağırlık çöktüğünü fark ediyordu. Doktorun önerileri mantıksız görünmese de ona bir türlü güvenemiyor, bir taraftan da kendisini çok çaresiz hissediyordu. Ama etrafında bu durumu anlatabileceği kimse de yoktu. Kaptan tamamen devre dışı kalmış, Dorcey ise suçlu sayılıyordu. Geriye sadece Wang kalmıştı, onun da kafası karışıktı. Yine de şansını deneyecekti. Wang’a döndü: “Bu bir intihar olur” dedi. Ama ondan da umduğunu bulamadı.
Wang: “Güneş patlamasına kalkansız yakalanmanın sonucu kesin olarak belli. Bence de şansımızı denemeliyiz.”
* * *
Mekiğin pozisyonu Güneşi tamamen arkalarına alacak şekilde değiştirildi ve yeni bir iniş rotası belirlemek için çalışmalara başlandı. Yine Doktorun önerisiyle bu görev sadece Adrian’a bırakılmadı. 8 saat boyunca üçü de ayrı ayrı çalışmalarını yapacak sonra da bir araya gelip en iyi opsiyon üzerinde karar vereceklerdi. Gerçekten de her biri uzun saatler boyunca kafasını hesaplamalarından kaldırmadı. Wang eğitim döneminde bu tür karmaşık rota hesaplamalarından bolca yapmıştı. Ama asıl uzmanlık alanı astro-fizik değildi ve bu işten pek de hoşlandığı söylenemezdi. Yine de sıkıcı saatler sonunda bir öneride bulunacaktı. Doktor da herkes gibi aynı eğitimleri almıştı ama kimse ondan bir mucize yaratmasını beklemiyordu. Oysa Adrian bu konuda dünya üzerindeki en yetkin kişiydi. Zaten onu bu ekibe dâhil eden şey de bu uzmanlığı olmuştu.
Karar anı geldiğinde sözü önce Adrian aldı. Konumları değişmiş olmasına rağmen, Valles Mariners’in kuzey doğu ucundaki birkaç koluna yakın mesafelere güvenli bir iniş yapmalarını sağlayacak üç farklı manevra hesaplamasını tamamladığını söyledi. Tek yapmaları gereken, bunlardan birini seçip, ana bilgisayarın da bu hesaplamaları doğrulamasını beklemekti. Wang da yine kanyona yakın sayılabilecek Ares Vadisine inebilecekleri bir hesaplama yaptığından bahsetti. Ama Adrian’ın fikrinin daha iyi olduğu açıktı. Doktor her zamanki sakin tavrıyla onları dinliyordu. Sözlerini bitirdiklerine emin olunca konuşmaya başladı:
“Bence Acidalia’ya inmeliyiz. Bu şekilde atmosfere giriş manevraları bizi hiç zorlamayacak. Tüm hesaplamaları iki kez kontrol ettim. Çok kolay olacak.”
Doktor bir kez daha ortamda soğuk fırtınaların esmesine sebep olmuştu. Üstelik kendinden yine çok emin gözüküyordu. İlk sözü Wang aldı:
“Doktor sanırım bir yanlışınız var. Bahsettiğiniz Plato, ilk iniş noktamızın yaklaşık olarak 5 bin km. kuzey batısında.”
Doktor: “Ama mevcut konumumuz göz önüne alındığında iniş için en iyi seçenek bu. Üstelik çok güvenli bir iniş olacak. Bölge tamamen geniş bir düzlükten oluşuyor.”
Adrian dehşete kapılmıştı. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu. Bu duruma daha fazla tahammül edemezdi. “Görev boyunca rotamızın güvenliğinden sorumlu kişi olarak bu önerinizi bir seçenek olarak görmüyorum. Kanyonun sınırından birkaç yüz kilometre bile uzaklaşmamız, ölüme davetiye çıkarmamız anlamına gelir. Yaşam destek sistemlerine asla ulaşamayız. Hepimiz ölürüz.”
Doktor: “Peki, sizin çok hassas teorik hesaplamalarınıza güvenerek yapacağımız tehlikeli manevralarda ufak bir aksaklık yaşanacak olursa?.. Bu çok küçük bir sapma bile olsa, sanırım yine hepimiz ölmüş olacağız.”
Adrian: “Benim önerilerim Acidalia’ya inmekten daha zorlu görünüyor olabilir. Ama bu manevralar teorik birer varsayım değil, tamamen matematiksel hesaplanmaların ortaya koyduğu kesin sonuçlar. Eğer hesaplamalarda bir hata yapmamışsak ve ana bilgisayar da bu sonuçları doğrularsa, Valles Mariners’e çok yakın bir yere güvenle iniş yapabiliriz. Burada tartışılacak bir şey olduğunu düşünmüyorum. Eminim dünyayla olan bağlantımız kopmamış olsaydı, onlar da benim fikrimi desteklerdi.”
Wang bu kez Adrian’la aynı fikirde olduğunu belli edercesine başını sallıyordu. Doktor bir süre sessiz kaldıktan sonra:
“Pekala öyleyse. Hadi şu hesaplamaları ana bilgisayara girelim.”
* * *
Bilgisayar, Adrian’ın rota hesaplamalarının tamamının kusursuza yakın bir şekilde yapıldığını gösterdi. Ama analiz sonuçları Hebes’e yapılacak bir inişin, diğerlerinden daha az risk taşıdığını ortaya koyuyordu. Tartışma olmaksızın Hebes’e inmeye karar verildi. Nihayet Adrian’ın yüzünde ufak da olsa bir gülümseme görüldü. Wang da artık bir nebze olsun rahatlamıştı. Üstelik Doktor bile oldukça keyifli görünüyordu.
Adrian rota hesaplamalarını ana bilgisayara girmeye başlamıştı. Uzun süredir uyumayan Wang bir süre dinlenmek için yatağına gitti. Doktor’un karnını yeni doyurduğu Kaptan yatağında uykuya dalmıştı. Dorcey’nin de epeydir sesi soluğu çıkmıyordu. Bağırmayı ve etrafı tekmelemeyi bırakmıştı. Doktor ona yiyecek bir şeyler vermek için Adrian’ın yanından ayrıldı. Wang ile Kaptanın arasından sessizce süzülüp, küçük koridordan geçerek mürettebat modülünü servis modülüne bağlayan basınç dengeleme odacığına girdi. Sonra da servis modülünün basınçlı kapısını açtı ve içeri adımını attı. Dorcey’i erzak kolisi yığınlarının arkasındaki su deposuna bağlamıştı. İçeri girince Dorcey’e seslendi. Cevap alamadı. Koşarak erzak yığınlarının oluşturduğu köşeyi dönünce yerde plastik kelepçenin parçalarını gördü. Bir şeyler kullanılarak kesilmişlerdi. Eğer söz konusu olan Dorcey değil de bir başkası olsaydı, onu birinin kurtarmış olduğuna bahse girerdi. Ama bu musluk tamircisi bir şekilde kendi kendine kurtulmuş da olabilirdi. Peki ama şimdi neredeydi?
* * *
Akşam yemeğine Adrian, Wang ve Doktor her zaman ki gibi birlikte oturdular. Kaptan tamamen yatalak hele geldiği için artık yemeği yatağında yediriliyordu. Ekibin geri kalanı ise uzun süredir ilk kez keyifli bir yemek yiyeceklerdi. Yemeği Doktor hazırlamış ve onları davet etmişti. Dorcey konusuna hiç girmeden, işlerin yeniden yoluna girmesine çok sevindiğini ve bunun şerefine onlara çok özel bir yemek hazırladığını söyledi. Menüde kurutulmuş et ve özel bayatlamayan ekmeklerden hazırlanmış hardal soslu burgerler vardı. Yanında da Türk mutfağına özgü şerbet. Bu uzun zamandır gördükleri gerçek bir yemeğe en çok benzeyen şeydi. Krema yemekten bıkalı çok olmuştu. Herkes yemeklerini iştahla yedi. Mars’a inince Hebes’ten Melas Chasma’ya ulaşmanın o kadar da zor olmayacağı, tek yapmaları gerekenin Roverlarla Kanyonun kıyısına gidip, inmek için eğimi uygun bir yamaç bularak düz vadi tabanında 300 km. yol almak olduğu konuşuldu. Bunu uzun süren bir araştırma gezisi olarak bile düşünmek mümkündü. Alfa Görevi hâlâ başarıya ulaşabilirdi. Kadehler görevin başarısı için kaldırıldı.
Yemekten sonra herkes biraz dinlenmek için yataklarına uzandı. Yeni rotasında sakince ilerleyen gemide Adrian aylardır ilk kez huzurlu bir uykuya daldı. Wang da çoktan kendinden geçmişti. Tüm gemi derin bir uyku halindeydi ama bu uyku tahmin edilenden daha uzun sürecekti.
Doktor soğukkanlılıkla Adrian ve Wang’ı tahliye kapsüllerine yerleştirdi. Artık bu yolculukta ayak bağı olmaktan öte bir fonksiyonlarının kalmadığını düşünüyordu. Bu ikisi için de iyi bir sondu. Hayalini kurdukları uzay çöplüğüne yollanacaklardı işte. Kapsülleri basınç dengeleme odacığına taşıdı. Basınçlı kapıyı üzerlerine kapatıp, modüle geri döndü. Şimdi yapması gereken tek şey dış kapıyı açmaktı. Böylece onları uzay boşluğunda sonsuza kadar sürecek bir yolculuğa uğurlamış olacaktı. Güzel bir ölüm diye düşündü yeniden. Elini tereddütsüz bir şekilde kırmızı tuşa doğru uzatmıştı ki kafasına inen bir darbeyle her şey bir an da kararıverdi.
* * *
Adrian, Wang ve Dorcey kumanda modülünde toplanmış ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı. Doktor rotayı değiştirmiş, revize edilmesini engellemek için de karmaşık bir şifre oluşturmuştu. Mars atmosferine girmelerine 6 gün kalmış ve ertesi gün bu saatlerde Adrian’ın rotasını ana bilgisayara girmemiş olurlarsa iş işten geçmiş olacaktı. Tek çare Doktoru ayıltıp şifreyi ağzından almaktı. Ama bunun hiç de kolay olmayacağını biliyorlardı. Bu görev için Dorcey gönüllü oldu.
Burnuna yoğun amonyak kokusu ulaşır ulaşmaz Doktor gözlerini açtı ve karşısında dev cüssesiyle Dorcey’i gördü. Sırıtıyordu.
“Günaydın Doktor.”
“…”
“Şu hesabı kapatalım diyorum artık ha, ne dersin? Dur. Acele etme. Önce bir bakalım elimizde neler var. Çok şanslıyız be Doktor! Tüm ameliyat malzemelerine sahibiz galiba. Bir makas, keski… evet bunun adı neydi Doktor, bistüri mi? Bir de kancamız var, kemik testeresi, iğneler…”
“…”
“Benim deli olduğumu düşündüğünü biliyorum ama yanılıyorsun Doktor. Burada olabilmek için ben de senin gibi defalarca psikolojik testlerden geçtim. Üstelik çok sağlıklı olduğum ortaya çıktı. Gerçi sana bakınca o testlerin çok da faydalı olmadıklarını düşünmeye başlıyorum.”
“…”
“Ne oldu Doktor. Pek sesin çıkmıyor. Biz işimize dönelim diyorsun ha? Peki öyleyse, bakalım narkozsuz ameliyat yapabiliyor muyum? Bir deneme yapalım. Ne dersin?”
“Dostlarının bunu onaylayacaklarını pek sanmam. Ama bu tiyatroyu neden oynadığını da anlıyorum tabii. Cevabım: Hayır! Sana o şifreyi vermeyeceğim.”
“Şifre benim umurumda mı sanıyorsun Doktor. Ben intikam istiyorum. Yoo!.. Adalet diyelim şuna. Mars yolculuğu sırasında kazaya kurban gitmiş bir meczup olmamı isterdin değil mi? Ama şimdi kendi haline bir bak?
“Ben tam olmak istediğim yerdeyim Joey!.. Yolculuğun başından beri olduğu gibi. İstediğini yap.”
“Yapacağım elbet. Ama önce bir şey sormama müsaade et Doktor. Filmlerdeki gibi… Son bir soru… Neden Doktor?.. Neden gemiyi lanet olası bir çölün ortasına indirmeye çalışıyorsun?”
Doktor da gülmeye başlamıştı. “İlginç bir adamsın Joey. Açıkçası hep uzay boşluğunda kaynak yapmaktan başka bir halt beceremediğini düşünürdüm.”
Konuşmaları kameradan izleyen Adrian Wang’a: “İşler sarpa sarmaya başladı. Birazdan Doktor saçmalamaya başlayacak ve öfkelenen Dorcey de eline geçirdiği ilk şeyi Doktorun kafasına indirecek.” dedi. Daha fazla dayanamayarak içeri daldı.
“Doktor, o kodlara ihtiyacım var. Deli olmanız veya hepimizin ölecek olması umurumda değil. Ama yaşadığım sürece bu görevin başarısız olmasına izin veremem. Hele de yanlış bir noktaya iniş yaptığımız için asla.”
“Kaptan aramıza hoş geldiniz. Bu ne şeref!”
“Lafı uzatma Ayaz. Şifre?”
“Hayır. Nihayet rotamız doğru. Anlamıyor musunuz? Başından beri kandırıldık. Bizi yanlış yere gönderiyorlardı.”
“Neden bahsediyorsun? İyice kafayı üşüttüğünü düşünmeye başlıyorum.”
“Öyle mi?.. Ne yazık!.. Kafayı üşüten benim ha! Bu görüşünüze katılamayacağım Kaptan. Bilakis bu görevin en hazırlıklı kişisi benim. Kaptanı erken emekliliğe çoktan yolladım. Sizleri de devreden çıkardım. Artık rotamız tam olması gerektiği gibi. Üstelik hâlâ yaşıyorum. Her şey planladığım şekilde ilerliyor. Her şey yolunda.”
“Ne saçmalıyorsun? Ne doğru rotası? Acidalia mı?”
Dorcey: “Şu Cydonia hakkındaki saçmalıklara inanan manyaklardan biri olmalı. Devamlı elinden düşürmediği defterlerinde görmüştüm. Hani şu dünyadaki piramitleri inşa eden küçük yeşil Marslılar ve Mars’ta insan yüzü şeklinde binalar yaptıkları hikâyesi. Bu bilgiyi NASA’nın halktan sakladığına inanan sapık bir tarikat. Cydonia’ya gitmek istiyor!”
Wang: “Günün birinde NASA’da çalışan birinin bunlara inanabileceğine ihtimal vermezdim.”
Adrian: “Sıkıldım artık. Bu saçmalıklar beni ilgilendirmiyor. Bakın Doktor. Neye inandığınızı umursamıyorum. Ama şifreyi hemen şimdi söylemezseniz ana bilgisayarı kapatıp tüm sistemleri devre dışı bırakacağım ve bilgisayarı yeniden programlayacağım. Bunu yapabileceğimi biliyorsunuz. Dış uzay kıyafetleriyle yaşam destek sistemleri olmadan saatlerce dayanabiliriz. Ama siz burada ölmüş olacaksınız. Karar sizin.”
Doktor: “Size saygı duyuyorum Kaptan. Ama siz olsanız böyle dâhiyane bir planı şansa bırakır mıydınız? Sonuçta bizler astronotuz, öngörülü olmalıyız. Haksız mıyım?”
Doktor sözlerini tamamlar tamamlamaz Dorcey koca cüssesiyle yere yığılıverdi. Çaresizce ellerini boğazına kenetlemiş, gözleri fal taşı gibi açılmış yerde debeleniyordu. Wang hemen eğilip ilk yardım müdahalesine başladı.
Adrian: “Ne yaptın ona? Çabuk buna bir son ver!”
Doktor: “Fazla bir şey değil. Hepinize ne yaptıysam onu.”
Adrian: “Neden bahsediyorsun?”
Doktor: “Gözüme çok çaresiz görünüyordunuz. Ben de standart prosedürü uygulamak zorunda kaldım. ‘Eğer mürettebatın tamamı veya içlerinden birkaçı telafisi mümkün olmayacak, dindirilemeyecek bir acıyla karşı karşıyaysa, gemi hekiminin önerisi üzerine genel anestetik kullanımı kaptanın kararına bağlıdır.’ İkincil protokol, madde-17. Ben hipoksemi için biraz kloral hidrat kullanmayı tercih ettim. Daha az spazma sebep oluyor. Daha insancıl. Kaptanla konuştum. Benimle aynı fikirdeydi.”
Adrian: “Ne saçmalıyorsun? Kaptan haftalardır bitkisel hayatta! Ah, neler oluyor?”
Wang: “Tanrım adam ölüyor! Adam ölüyor!”
* * *
Ayaz fikrini değiştirmişti. Tüm bedenleri Mars’a götürmeye karar verdi. Bu ölü insanlar, Mars toprağına karışacak, onu bereketlendirecek ve aynı zamanda çıkmış oldukları kutsal yolculuğun birer nişanesi olarak kendilerini bekleyen dostlara hediye olarak sunulmuş olacaktı. Keyfi şimdi yerine gelmişti. Kumanda modülünde hemen yanındaki koltuğa yatırdığı Kaptana döndü ve bir göz kırptı. “Hey, Kaptan! Eski Mısır tarihine hiç merakın var mı? Benim çok sevdiğim bir konudur. Babam bir koleksiyoncuydu biliyor muydun? Eski eşyalar, kitaplar, çömlekler… Hastalık derecesinde… En çok da Eski Mısır’a ait şeylere meraklıydı. Evimizin her tarafında küçük sfenksler falan vardı anlarsın ya. Bir dolu da Mısır tarihine ait el yazması tabii. Okumayı öğrendiğimde ilk okuduğum şeylerdendi bunlar… Bak bir tanesini yanımda getirmişim. Sana da biraz okumamı ister miydin?..”
Artık Mars, kumanda modülünün camından tüm kızıllığıyla görünür olmuştu. Her geçen saniye daha da büyüyor, tüm ufku kaplıyordu. Dört büyük volkan açıkça seçilebiliyor, kuzeyde engin Acidalia kutba doğru uzanıyor hemen altında dev kanyon âdeta ağzını açmış onları yutmak için bekliyordu. Ana bilgisayarın sesi duyuldu:
“Mars atmosferine girmek için beş, dört, üç…”
* * *
Gece yarısına doğru, yatağında uyuklayan K. Adams’ın akıllı çerçevesinin nano ekranına acil kodlu bir e-posta düştü. Mesajın başlığına göz atınca pek bir anlam veremedi: “Alfa’dan Dünya’ya Ulaşan Son İletişim Bilgisi-23:07,09132031”. Bu imkânsızdı. Bir göz kırpma hamlesiyle mesajın içeriğini ekrana yansıttığında ise küçük bir şok yaşıyordu:
“Alfa: Görev tamamlandı.”
Merhaba, Mars’ın popülaritesinin iyice arttığı şu günlerde Mars macerası okumak güzel oldu. Bilim-kurguyu çok severim; okurum, izlerim vs. Bu öykünüzün The Martian’dan geri kalır tarafı yok bence -kitabını okumadım, filmini izledim- . Eski Mısır’a atıf, Türk astronot, yeşil uzaylılar, Koreli vatandaş 🙂 öykünün güzel noktalarından birkaçı. Film tadında -ama sabun köpüğü değil- gayet sürükleyici, iyi yazılmış bir öyküydü. Konuya da oldukça hâkimsiniz. Eğitiminizin yazdığınız öyküyle bir bağlantısı var mı merak ettim açıkçası. Sadece araştırmayla yazılabilecek bir öykü gibi gelmedi bana. Çok profesyonelce yazılmış.
Bu ayki seçkinin en kusursuz bulduğum öykülerinden oldu öykünüz.
Kaleminize sağlık.
İlginize teşekkür ediyorum.
Yazın konusunda bir profesyonel olarak gördüğüm sizden böyle iltifatkâr bir yorum almak beni mahcup etti, okurken kızardım açıkçası 🙂
Sorunuza gelince, hayır eğitimim spesifik olarak astronomi veya uzay bilimi üzerine değil ama ben de bilim-kurguya hayli düşkünüm. (Not: The Martian’ı okudum, izledim) Yani evet, öyküyü araştırarak veya birikimle yazdım denebilir. Bolca kontrol okuması yaptığımı da söylemeliyim.
Cesaret verici yorumunuz için tekrar teşekkürler.
Merhabalar. Öykünüz şu ana kadar okuduklarım içinde bu ayın en başarılı öyküsüydü. Bilim kurguyla çok aram yoktur ama okurken öyküde bir birikim gördüm, ustalık sezdim; oldukça başarılı.Tebrik ederek ve devamını dileyerek diğer seçkilerde de görüşebilmeyi umuyorum. Kaleminize sağlık.
Çok naziksiniz. Haddimin üzerinde övgü ifadeleri kullanmışsınız. Severek okuduğum bir yazardan bunları duymak ayrıca beni mutlu etti. Yazmaya yeni yeni başlayan biri olarak benim için teşvikleriniz çok önemliydi. Teşekkür ediyorum.
Merhabalar,
Oldukça sürükleyici, güzel ve (benim açımdan) düşündürücü bir öykü kaleme almışsınız.
Bol bilgi içeren, güzel bir öykü olduğunu düşünüyorum, ancak tam bilgi sahibi olmadığım 1-2 nokta vardı, müsaadenizle bunlar hakkındaki fikirlerinizi almak isterdim.
Takıldığım ilk nokta, sanki yerçekimsiz ortamda ‘şok tabancası kullanılamaz’ gibi gelmesi; ikincisi ise ‘suyun radyasyon yalıtıcılığı’ kısmı idi. Elbette öykü, hele hele de henüz yazılmamış gelecekte geçen bir öykü varsa tutup da her tanımın altında doğruluk payı aramamak gerek. Ancak benim sorma sebebim sadece bilgilenmek istediğimden. Bu iki noktanın doğruluk payını merak ettim.
Bir de, sanki öykü biraz daha ilerler diye düşünmüştüm, ama olmadı 🙂 Olsun, böyle de güzel olmuş.
Kalemize sağlık.
Merhabalar. İlginize teşekkür ederim. Öyküyü beğenmenize ayrıca çok sevindim.
Sorularınıza gelince, notlarıma bir baktım “radyasyonu en iyi bloke eden element su” ifadesini bu konu üzerinde çalışan Chris McKay (NASA’da gezegen bilimci) den alıntılamışım.
Şok tabancası kısmı ise tamamen anlık bir fikirdi. Açıkçası bu konuda bir araştırma yapmamıştım. Kısacası bir fikrim yok. Ama bu vesileyle bakmayı düşünüyorum.
Öykünün uzunluğuna gelirsek, ben çok daha kısa bir şey yazmayı düşünmüştüm. Ama hikayenin sizi nasıl alıp götürdüğüne şahit oldum. İnanın 5000 kelime limitini geçmemek için uğraşmak zorunda kaldım. Aslında öykü yazıyor olmasaydık bana göre de uzayabilirdi ama yavaş yavaş öykülükten çıkmaya başlıyordu metin 🙂 Velhasıl uzun zamandır yazmak istediğim bir konuydu uzay yolculuğu, bu vesileyle yazmış olduk.
Görüşmek dileğiyle tekrar teşekkürler.
Teşekkür ediyorum açıklamalar için. Pek iyi emişsiniz de uzaya el atmışsınız 🙂
Diğer öykülerde görüşmek dileğiyle,
Merhaba güzel bir öykü olmuş. The Martian filmini beğenerek izlemiştim. Sizin öykünüzü de beğenerek okudum. Devamını bekliyorum Doktor Mars’ta istediğini buldu mu, yoksa hayal kırıklığına mı uğradı? 🙂 Sadce küçük bir hata gördüm. Uzayda sıfır yer çekimi ortamında veya yapay yerçekimi o da 0.83 gibi bir değerde bir insanın koşması zor olur ya ayda olduğu gibi zıplayarak ilerler yada havada süzülerek. Bunun haricinde çok iyiydi. Kaleminize sağlık gecekecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…
Yorumunuz için teşekkürler. Öyküyü beğenmenize sevindim. Devamını ben de merak ediyorum aslında 🙂 Artık bu öyküyü kendi gerçekliğine uğurladım. Olacaklardan haberim yok 🙂
Merhaba,
Sürükleyici, film tadında bir öykü olmus. Merak ve heyecanla okudum. Ellerinize sağlık.
İlginiz ve güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Diğer seçkilerde görüşmek dileğiyle..
Öncelikle elinize sağlık,
Mars’a herkes gibi benimde ilgim çok fazla.
Çok güzel ve devamını merak ettiren bir öykü olmuş. Gerçekten film gibi ilerliyor ve kısa bir öykü olmasına rağmen karşı tarafa, kısadan ziyade hızlı oynatılan bir film hissi veriyor. Temposu gayet başarılı, dengeli bir öykü çıkmış sonuç olarak ortaya.
Merhabalar. Öyküm için çok orijinal bir yorumda bulunmuşsunuz. Bir olay öyküsünde tempoyu tutturabildiysem ne mutlu. Övgü dolu ifadeleriniz ise haddimin üzerinde…
İlginiz ve güzel yorumunuz teşekkür ediyorum. Sizden yeni öyküler beklediğimizi de eklemek isterim. Tekrar görüşmek dileğiyle..
Merhabalar. Öykünüzü keyifle okudum. Gerçekten de bilim kurguya olan ilginiz her cümleye ilmek ilmek işlenmiş. Öyküdeki başarılı anlatımınızın arkasında özveriyle yapılmış bir araştırma ve gözlem olduğu belli oluyor. Bence bilim kurgu yazmanın başlıca nedenleri tutku ve merak olduğunu düşünüyorum. Uzayı ve teknolojiyi ve bir o kadar da labirent kadar karmaşık olan insan doğasını ve sonunda varacağı nihai geleceği edebi olarak anlatmanın tek yolunun bilim kurgu olduğuna inanıyorum.
Ayrıca öyküdeki farklı uluslardan da karakterlerin olması öyküde farklı bir tat bırakmış, böylece öykünün etki alanı genişlemiş ve dünyadaki diğer insanları da arka fonda işin içine katmış olduğunu düşünüyorum. Kaleminize sağlık.
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim. Biraz geç oldu kusura bakmayın.
Bu arada bilim kurguyu çok güzel ifadelerle anlatmışsınız. Diğer seçkilerde görüşmek üzere..