Kasabanın birkaç kilometre dışındaki, halk tarafından “Uğursuz Tepe” adıyla anılan tepede bir sirk kuruldu. Sirk, her bir katın çatı hizasının kan kırmızısı yüzlerce üçgen bayrakla süslendiği, zirveye doğru küçülen kapkara üç kata sahipti. Tepenin zirvesindeki tepsi gibi dümdüz olan alanın tamamını kaplayacak büyüklükte olan sirk, tepenin üzerinden uzaktaki kasabayı kara bir gölge gibi izliyordu. Sirkin kurulduğuna kimse şahit olmadı, çünkü sirk kurulmadan önceki günün gecesi tepe bomboştu. Halk sabah uyandıklarında tepedeki bu kara hayaletle şaşkınlık ve korku karışımı bir duyguyla tanıştılar. Üstüne üstlük bu ne idüğü belli olmayan sirkin sahibini de tanımıyorlardı. Tanışmaları gecikmedi, kendisiyle hoşnutsuz bir biçimde tanıştılar.
Öğlene doğru sirkin kurulduğu tepedeki patikadan ilginç bir atlı inmeye başladı ve kasaba meydanına kadar bir yılan sinsiliğinde sokuldu. Bu bir palyaçoydu ama bu palyaçoda sezilemeyen bir huzursuzluk vardı. Siyah renkli ve süslü kırmızı koşum takımları olan atının üstünde, ayağında deri çizmeleri, kırmızı pantolonu, boynuna kadar iliklenmiş kırmızı düğmeleri ve yine kırmızı vatkaları olan kara ceketi ile bir komutan küçümserliğiyle dimdik duruyordu. Yüzünde ak pudra üzerine kırmızı göz ve yanak beneklerinden oluşan bir makyaj vardı. Kesilmiş burnuna kırmızı bir boya sürmüştü. Kel başının iki yanından beline kadar uzanan saçlarını da yine aynı boyayla kırmızıya boyamıştı. Meydana geldiğinde bir köpek bu yapancı atlının önünde hırlamaya başladı. Palyaço hiç tereddüt etmeden atını köpeğin üzerine sürdü. Yaşlı köpek at kadar hızlı olamadığından kaçarken yakalanıp, atın ayakları altında can verdi. Bunun üzerine Palyaço sağ eliyle dizgini tutarken sol elini ağzına götürüp “Hi hi hi” diye güldü, ardından “Hay aksi ezdik köpeği iyi mi?!” dedi. Tüm halk gördükleri bu vahşet karşısında dona kaldılar ve korkudan tek bir söz bile söyleyemediler.
Palyaço duyurusunu yapmak için derin bir soluk aldı, kibarca öksürdü ardından söze girdi: “Sizi gidiler sizi! Haydi yine ballısınız. Sirkim işte tam karşı tepeye kuruldu. Bu gece hepinizi mutlaka bekliyorum.” Bir anda gözlerinde şeytani bir otorite belirerek: “Ama mutlaka gelin” dedi. Tam atıyla birlikte gitmeye hazırlanırken yine şeytani bir ifadeyle: “Yalnız tek bir şartım var: sirkimde çocuk istemiyorum. Yoksa çekerim kulaklarını, hi hi hi. Haydi kalın sağlıcakla.” Dedi ve atıyla birlikte sirke doğru dörtnala gitmeye başladı. Meydandakiler kendilerini sanki açık hava hapishanesinde hissetmeye yetecek kadar yoğun bir baskı altında buldular.
Kasaba halkı kendilerini diken üstünde hissediyorlardı. Kafalarında cevaplamak bir yana dursun anlam dahi veremedikleri birtakım sorular vardı. Bu palyaço da kimdi, bu bela başlarına nereden çıkmıştı? Bu sirk ne ara kurulmuştu ve neden o uğursuz tepeye kurulmuştu? Son olarak palyaço neden çocukları istemiyordu, kasabalılarla derdi neydi? Kasaba meydanında toplanıldı. Meydandakiler karşı tepeden onları bir kartal gibi gözleyen palyaçoyu gördüler. Palyaço onlara yüzsüzce el sallıyordu. Kasabadakilerden bazıları şöyle düşünüyordu. Belli ki bu adam tek kişiydi. Korumaları ya da silahlı adamları olsa, gözdağı vermek için onlarla gelirdi. O yüzden sirkte bir sıkıntı olursa o kadar adam bir kişinin üstesinden gelirdi. Böyle düşünmeyenlerde vardı. Onlar bu düşünceye katılmadıklarından değil o uğursuz tepeye adımını dahi atmak istemeyenlerdendi. Çünkü o tepede yıllar öncesinde vahşi bir cinayet işlenmişti. Öyle ki öldürülen kişinin, yapılan otopside canlı canlı üç parçaya bölündüğü açıkça anlaşılmıştı. Katil hiçbir zaman bulunamadı. Yine de bu kesim gelmeye çabuk ikna oldu. Çünkü her ne kadar aradan yıllar geçse de sonuçta katil hala bulunamamıştı. Doğaldır ki tüm kasabalılar sirke gittiklerinde, onlar kendilerini güvensiz hissedeceklerdi.
Kasabanın nüfusu bu kötü cinayetten sonra epey azalmıştı. Nüfusun yarısından çoğu yakındaki şehre göç etmişti. Bu yüzden kasabalıların akrabaları hep şehirdeydi. İşte bundan ötürü çocukları dert etmeyeceklerdi. Ana yoldan geçen ilk otobüsle çocuklar şehirdeki akrabalarına yollandı. Artık kasabalılar iliklerine kadar hissettikleri tedirginlikle ve bu tedirginliğin verdi gerginlikle geceyi beklediler.
Gece tüm karanlığıyla kasabanın üzerine çökmüştü. Kasabadaki insanlar ellerinde pilli el fenerleri ve ışıldaklarla tepedeki o kumaştan kaleye doğru yürüdüler. Sirk dışarıdan görünen loş bir ışık kaynağı ile aydınlanıyordu. Kasabadakiler tepedeki patikaya ulaşmışlardı. Şimdi geriye o patikayı çıkmak kalmıştı. Tepenin zirvesine ulaştıklarında o görkemli sirkin, dört kişinin aynı anda girebileceği genişlikteki, kapıları açık büyük girişi tüm tehditkârlığıyla karşılarındaydı. İçeri girdiklerinde loş ışıktan görebildikleri kadarıyla ortada kumdan, daire biçiminde bir alan olduğunu ve alanı ahşap tribünlerin kuşattığını gördüler. Tribünler kum alandan üç metre yukarıdaydı ve duvarlarında alana açılan üç kulis girişi vardı. İnsanlar biraz dikkatli baktıklarında, tribünlere bitişik kumaştan duvarlardan çadırın tepesine kadar dikenli tellerle kaplandığını dehşet içinde gördüler. İşte o an sirkin dış kapıları kulakları sağır eden tok bir sesle kendiliğinden kapandı. Birkaç kişi kapıyı açmayı denedi ama boşunaydı, kapı kilitlenmişti. Giriş kapısının tam karşısındaki kulisten palyaço kendinden emin ve bir o kadar da küçümseyici adımlarla çıktı. Ardından yanlardaki iki kulisten, her biri onar kişi olup toplamda yirmi kişi alana sıralandı. Bunların her biri kırmızı kar maskeli olup kapkara giyimlilerdi. Her biri piyade tüfekleriyle silahlanmıştı.
Palyaço gereksiz ve rahatsız eden bir coşku ile kollarını havaya doğru kaldırarak adamlarına komutunu verdi:
“Şov başlasın.”
İşte o komuttan sonra tüfek sesleriyle çığlık sesleri karışarak, kasabanın boş sokaklarında yankılandı. Ertesi sabah evine dönen çocuklar kasabalarında bir kişiyi bile bulamadılar. Ardından tepeye baktıkların da tepenin bomboş olduğunu ve sirk namına bir şeyin kalmadığını gördüler.
Anlaşılan palyaço bu sefer daha zekiydi.
- Tepedeki - 1 Ağustos 2025
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.