….. Mayısta geliyor. Hıdrellez Şenliklerine gel. On bir yıldır bir denk getiremedin iznini. Bari bu sene iznini mayısın ilk haftasına denk getir. Seni çok özledik. Özledik dediysem bizden başka özleyenlerde var seni. Bilmem hatırlatmama gerek var mı? Geçen hafta İlyas Amcalara gittik. Durumu hiç iyi değil. Güçlükle nefes alıyor. Konuşamıyor bile. Parmaklarını göstererek sorabildi rütbeni? Kaç sırma oldu kolunda diye? Bilirsin seni çok sever. En az Bahar’ın seni sevdiği kadar. Ne kadar şanslısın kuzum. Beni kimse bu kadar sevmedi… Allah’a emanet ol. Kendine iyi bak. Seni çok seven Ablan Suat
İnci gibi el yazısıyla ayda bir defa içini dökerdi ablası ona. Ta askeri okuldan beri her ay en az bir, bazı aylar iki tane bile mektup yazdığı olurdu. Zarfları da süslü püslü olurdu. Hani ilkokulda defter yapraklarının solundaki kırmızıçizginin soluna kırmızı kalemle yapılan çeşitli süslerden, şekillerden. Mektubu katlayıp günlük üniformasının sol üst cebine koydu. Ablasının hakkı vardı. On bir yıldır izinlerini ne Hıdrellez’e, ne Kakava Şenliklerine, ne Panayır’a, ne Kırkpınar güreşlerine denk getirememişti. Bu koca on bir yılda bir yeğen düğünü, bir de büyük amcanın cenazesine katılabilmişti. Yıllar geçtikçe daha da uzaklaşıyordu memleketinden, memleketinin kültüründen Fuat Astsubay. Öyle ha deyince izne ayrılanamıyordu askeriyede elbet. Görevler, nöbetler, denetlemeler, tatbikatlar. Biri bitip biri başlıyordu. Fuat’a da herkesten her seferinde özür dilemek düşüyordu. Öğlen yemeği için tabldota giderken ablasının mektubu kafasında yer etmeye devam ediyordu. Bahar’dan bahsetmişti. Bu mektubun en kahredici yeri de burasıydı işte.
Sinema oyuncusu Bahar Öztan’ ın şöhretinin hüküm sürdüğü yılların birinde üstelikte bir bahar ayında dünyaya gelmişti, ablasının mektubunda bahsettiği Bahar. Onun gibi güzel, onun gibi şöhretli olur umuduyla, bir de soy adaşlığının da ittirmesiyle İlyas Öztan bu ismi uygun görmüştü biricik kızına. Artık sokağın iki ünlüsü vardı. Biri köşe başındaki eflatun boyalı evin liseye giden kızı Filiz Akın, diğeri de minik Bahar Öztan. Hem bahar ayında doğ, hem soyadın Öztan olsun. Bu kadar tesadüf bebeği adıyla getirir dünyaya. Bahar ile aralarında ay farkı vardı Fuat’ın. Aynı sokağın çamurunda pasta yapmışlar. Aynı ilkokulda aynı sınıfta ve aynı sırada oturmuşlardı. Birlikte büyümüşlerdi. Yaz akşamları ekseriyetle Bahar’ların bahçesinde toplanılır; büyükler varsa maç izleyip yoksa askerlik anılarından konuşup çay içer sohbet ederken, küçüklerde saklambaç, yerden yüksek, ebelemece gibi çeşitli oyunlar oynarlardı. İlyas Amcayla babası askerde İzmir’de birlikte gibi görünseler de; bir Narlıdere’de, öbürü Gaziemir’de kafayı kaldırıp da birbirlerini görmeye bile gidememişlerdi. Konak’ta buluşur Kemeraltı’nda dolaşır. Vurdulu kırdılı bir film bulurlarsa izleyip birliklerine geri dönerlermiş. Askerden döndükten sonra da arkadaşlıkları hiç bozulmadan devam etmişti. Aileler çok renk vermeseler de Bahar’ında, Fuat’ında başı daha o yıllarda bağlanmıştı birbirlerine. Bir aralık söylenti de olsa bir beşik kertmesi muhabbeti bile duyulmadı değil aralarında. Fuat ortaokuldan sonra askeri liseyi kazanıp da geleceğini kurtarınca, artık geriye onun rütbesini takıp kıt’a görevine başlayacağı yani maaşını eline alacağı yılların gelmesi beklenmeye başlanmıştı. Bahar’da okuluna devam etmiş. Kız Meslek Lisesine başlamıştı. Dostlukları bir nevi Hıdırellez’in öyküsünü çağrıştıran Hıdır ve İlyas’ın çocuklarının arkadaşlığı da adeta bahar bayramını müjdeliyordu.
***
– Siz otogarda mı ineceksiniz?
– Evet
– Buyurun fişiniz.
Montunu da koltuğun üzerindeki bölmeye koyduktan sonra cam kenarındaki yerine oturdu Fuat. Ablası başta olmak üzere kimseye haber vermeden izin kâğıdını doldurmuş, otobüs biletini almış ve yola koyulmuştu. Son mektubunda ablasının içten içe gönül koyduğunu sezmiş, onu haklı bularak gerekli prosedürleri halledip izne ayrılmıştı. Nihayet yıllar sonra hıdrellezi birlikte kutlayacaklardı. Yolda kafası otobüsü camında eski günlere gitti geldi. Bahar, ablası Suat, Kamyonet Necip, Çernobil Leyla, Tuzluk Selim daha niceleri aynı sokağın çocukları, aileleriyle birlikte piknik tadında kutladıkları hıdrellezleri düşündü. Yaşlandığını hissetti. Şunun şurasında otuz ikisindeydi Fuat ama o yıllar ona sanki çok uzaklarda yüzyıl ötede kalmış gibi geliyordu. Sonra elektrik ve telgraf direklerinin hızlı hızlı geride kalışlarını, farkına varamadan bir su gibi akıp giden günlere benzetti. Bahar’ı düşündü. Uykunun o iyileştirici kıyılarına çekti kendini.
****
Bahar liseye başladığının ilk yılı başlayan ciddi sırt, bel ve boyun ağrıları nedeniyle okul hayatını kör-topal devam ettirmeye çalışırken yapılan kontroller ve tetkikler sonucunda kemik erimesine yakalandığı tespit edilmişti. Bu beklenmedik durum Öztan Ailesinin yaşama sevinçlerini ellerinden almış, hastane hastane dolaşıp, biricik kızlarının gözlerinin önünde eriyip bitmesine engel olmaya, çaba göstermişlerdi. Lise ikinci sınıfın yarı döneminden itibaren Bahar artık okula gitmeyi bırakmış. Evde çoğunlukla odasında kâh kitap okuyarak kâh müzik dinleyerek vakit geçirmeye başlamıştı. Zaman zaman yaşadığı travmalar nedeniyle kendisini odasına kapatıp kimseyle konuşmak, görüşmek istemiyordu. Herkesin hayranlıkla baktığı; upuzun kumral saçları, gök mavisi gözleri, gülümsediğinde dudağının iki yanında beliren gamzeleri artık hiç bir şey ifade etmiyordu. Ailesi modern tıbbın yanında alternatif tıbba da yönelmiş bu onulmaz derde çare aramışlardı. Zaman zaman bilmem nerede ki filanca hocaların nefesinin kuvvetini ölçmeye yollara düşmüşlerdi ve bir sonuç alamadan gerisin geriye (çaresizlikle) dönmüşlerdi defalarca… Bahar’ın gençliğini ve güzelliğini de eritiyordu, kemikleriyle beraber bu melun hastalık. Hatta umudunu ve yaşama sevincini de… Okul arkadaşları, akrabalar, mahalle arkadaşları derken artık annesi babası ile bile görüşmek istemiyordu. Birkaç yıl sonra kendi ihtiyaçlarını gideremeyecek hale düştüğünde kızının bu haline dayanamayan babası İlyas Amcada üzüntüden felç olmuş yataklara düşmüştü.
Bahar’ın bu hastalığıyla birlikte artık Fuat ile olan gelecek planlarını konuşan, ima eden hatta hatırlayan dahi kalmamıştı. Bahar’ın rahatsızlığını öğrendikten sonra Fuat; bir kez izinde Bahar’ı ziyaret etmiş kısa bir süre konuşmuşlardı. Hepsi bu kadardı. Son görüşmelerinde “En beğendiğin halimle hatırında kalmak istiyorum. Beni böyle görmeni istemiyorum. Lütfen bir daha görüşmeyelim. Sen yoluna, ben yoluma” diyerek kestirip atmış Fuat’ın da bu konuda başka hamle yapmasına fırsat bırakmamıştı. Sonraki yıllarda Bahar’ı görmek istemişse de Bahar buna yanaşmamıştı.
****
Otogarda inip minibüsle baba evine giderken her ne pahasına olursa olsun son bir kez Bahar’ı görürüm umuduyla kafasında planlar yapıyordu. Baba evine gitmeden İlyas Amcanın evine uğradı. Kendisini oğlu gibi seven ve bir zamanlar dağ gibi olan bu adam şimdi yatağında küçücük kalmıştı. Artık eliyle bile soramayacak hale gelmişti rütbesini. Gözlerinde yalvaran bakışlarla “Ne olur şu deli kızı bir kez gör. Belki iyi gelir, iyileşir.” Diyordu adeta. O söyleyemese de eşi Nurhayat Hanım onun bu meramını dile getirdi. “ Fuat oğlum, Bahar artık benden başka kimseyle görüşmüyor. Gitmediğimiz uzman, prof, doktor, hacı-hoca kalmadı. Gözümüzün önünde mum gibi eriyip gitti bahtsızım. Sana yalvarırım bir kez gör şunu. Belki seni görünce yumuşar, iyileşir bile bakarsın. Sen onun kıymetlisisin. Seni çok sever. Bir kerecik görsen…” Fuat lafını kesti kızı ve kocasının üzüntüsüyle nuru sönmüş Nurhayat Hanımın. “Nasıl görmek istemem Nurhayat Anne? Ama o istemiyor. Ben onu hala seviyorum.” Bahçeye bakan köşedeki küçük odaya kadar birlikte yürüdüler. Annesi kapıyı çaldı. Ses gelmedi. Birkaç kez daha çaldı. Açacak oldu ki kilitli olduğunu fark etti. Kapının zorlandığını duyan Bahar seslendi “Ne var yine?” “Bahar kızım bak kim geldi? Aç kilidi yavrum, Fuat görsün seni. Çok özlemiş. Senin için kalkmış gelmiş yavrum.” “ İstemem. O bana namus sözü verdi. Beni asla bu halde görmeyecek. İstemem eğer gerçekten adamsa gitsin. Sözünün eri bir erkek gibi sözüne sadık kalsın.” Bir büyük hüzün doldurdu yarı karanlık dar koridoru. Nurhayat Hanım hıçkırıklara boğuldu. Fuat elini onun omzuna atıp teselli etmek istedi. İçerden gelen son ses “yoksa ona hakkımı helal etmem anne. Helal etmem.” oldu. Fuat, Nurhayat Hanımı kaldırıp salona götürdü. İlyas Amcanın elinden öptü ve babasının evine gitti. Eve giden yokuşu çıkarken anılar gözyaşı olup gözbebeklerinden süzüldü. Bahçe kapısını açıp içeri girdiğinde bir uğultu ve bazı haykırışlar duydu. Babasının kendi elceğizleriyle ektiği zerdali, dut, erik ağaçlarının arasından geçerken sundurmada ayakkabılarını aceleyle giymeye çalışan ablasıyla göz göze geldi. Ağlamaktan şişmiş iki çift göz birbirlerine ne olup bittiğini anlamaz bir şekilde bir süre bakıp durdu.
“ – Senin ne zaman haberin oldu?”
“ – Neyden haberim?”
“ – Kim aradı? Kim söyledi?”
“ – Neyi söyledi abla? Ben hıdrellez için geldim. Mektupta yazmıştın ya? Mayısta gel demiştin.”
Bir an gözleri ablasının gözlerinin baktığı yöne, basamakların kenarına döndü. Yerde kapının dibinde, babasının kırk dört numara ayakkabılarını gördü.
Merhaba,
Seçkiye hoş geldiniz. Sıcak, samimi bir öyküydü. Şaşırtıcı ve hüzünlü finaliyle, biraz da finale kadar Türk filmi havasında gelişen olay örgüsüyle, Kırklareli’nden İzmir’den esintilerle, Bahar Öztan ve Filiz Akın göndermeleriyle “biz”den bir öyküydü. Temayı zaman olarak kullanmışsınız, iyiydi fikrimce.
Bunlara ilaveten, öykünüzde bolca yazım yanlışı var -bağlaçlar vs.- bu anlamda biraz daha dikkat gerektiriyor.
Kaleminize sağlık.
Hoşbulduk Sayın Özbabur. Öncelikle öykümü okuduğunuz ve değerli yorumunuzu paylaştığınız için çok teşekkür ederim.Yazım ve imla yanlışlarımı bu işte acemiliğimden kaynaklanıyor. İlerleyen seçkilerde düzelteceğimi umuyorum.
Merhabalar ve hoş geldiniz. Öykü biraz klasikmiş gibi dursa da yazınsal olarak kendini okutturuyor. Buna ek metnin tekrar bir üzerinden geçmelisiniz. Elinize sağlık, umarım gelecek seçkilerde de yazarsınız.
Sayın Eliuz; öykümü okumuş ve yorumunuzu paylaşmış olduğunuz için çok teşekkür ederim. Eksiklerimi gidermek ve yeni öykülerle seçkide yer almak için sabırsızlanıyorum. İlginiz ve tavsiyeleriniz için tekrar teşekkürler.
Duygusal bir öykü kurgulamışsınız. Beni etkilediğini belirtmek isterim.
Kaleminize sağlık.
Merhaba Ufuk Bey;
Zaman ayırıp öykümü okuduğunuz için çok teşekkür ederim.
Öykü hoştu arkadaşlarında dediği gibi klasik bir havası vardı . Doğrusu hoşuma gitti biraz duygulandırdı ve kasvetli bir havaya soktu beni. imla kurallarını pek anlamam o yüzden birşey diyemem, ama genel olarak güzel bir öykü yazmışsınız kaleminize sağlık..
Muhammed Doğan ;
Samimi yorumlarınız için çok teşekkür ederim.
Bir Türk filmi çevrilir bu öyküye … Babasının ölümünden sonra memlekette başından geçenler Bahar ile aşkları tekrar alevlenir Bahar önce iyileşir sonra Bahar i kaybeder .vs. güzel olur …Tebrikler kardeşim yeni öyküler bekliyoruz…
Teşekkür ederim sevgili abim. Dilerim olur.60 larda olsaydık daha yüksek ihtimal olurdu. Artık böyle öyküler ilgi çekmiyor. İlgi gösterip okuduğun ve değerli yorumun için çok teşekkür ederim.