Caba, uyuyan arkadaşlarının arasından sessizce geçerek, nöbet kayasına doğru ilerledi. Kaya ormanlık alanın sınırında, dışarıdaki tüm çölü görebilecek kadar yüksekti. Caba kayayı ilk gördüğünde, “muhtemelen yüz binlerce yıl önce düşen bir göktaşı” diye düşünmüştü. Bu çöle başka şekilde gelmiş olamazdı.
Nöbetçi olması gereken yerde değildi. Sessizce yaklaşmaya devam etti, arkadaşlarını uyandırmasının gerekip gerekmediğini düşündü. Tam geri dönmeye karar verdiği sırada, nöbetçinin horlamalarını duydu. Gruba yeni katılan genç, Kira, ikinci defa nöbette uyuyordu. Sinirle koşup, uyuyan nöbetçiyi tekmeledi.
“Senin derdin ne geri zekâlı! Dünyalılar bizi burada bulurlarsa ne olacağını anlayamıyor musun?”
Genç Kira aslında anlıyordu ama dünyalılar daha önce hiç çöle gelmediği için, Caba’nın ve grubun nöbet işini abarttıklarını düşünüyordu.
“Dünyalılar bizi gördükten sonra kaçmak için çok geç. Muhtemelen ellerindeki uzun çubukları hiç görmedin. Bizi bu silahlarla avlıyorlar. İnanılmaz bir gürültü çıkartıyor. Tahmin bile edemezsin.”
“Edebilirim.” Dedi Kira sinirle bağırarak, ama sonra sesi sakinleşti.
“Kardeşimi dünyalılar o silahla öldürdüler. Kulaklarım sağır oldu zannettim. Kardeşimin düştüğünü bile duymamışım. Ormanlık alana ulaşıp ona baktığımda yanımda göremedim. Arkamı dönüp baktığımda çoktan etrafını sarmışlardı.”
Caba, söylediklerine pişman olmuştu. Son beş senede, tanıdığı herkesin en az bir yakını dünyalılar tarafından öldürülmüştü. Kendi karısı ve çocuğuysa ilk öldürülenlerdi.
Karısı mavi gezegenin uğursuz olduğuna inanırdı. Caba ise, “bomboş bir kaya parçası uğur ya da uğursuzluk getirmez” diye dalga geçerdi. Avda olduğu bir gün, uğursuz mavi gezegenden gelen dört gemi evlerinin yanına indi. Uzaktan görüp koşmuştu ama gemiden inen dünyalılar, karısı ve çocuğunu çoktan öldürmüşlerdi.
Aslında dünyalılar fiziksel olarak kendilerinden daha küçüktüler. Üstlerinde bembeyaz bir kıyafet ve kafalarında parlak bir şapka vardı. Caba adil bir dövüşte, belki iki dünyalıyı aynı anda yenebilirdi. Ancak silahları yüzünden yanlarına yaklaşamıyorlardı. Kendi kültürleri oldukça gelişmiş olmasına rağmen, hayvan avlamak için kullanılan basit sapanlar haricinde, gezegende bu güce karşı koyabilecek ne silahları ne de onları koruyacak zırhları vardı. Daha önce hiç savaşmak zorunda kalmamışlardı. Şimdiye kadar öldürebildikleri tek bir dünyalı bile yoktu. Ölümsüz olduklarına dair haberler tüm gezegene yayılmıştı.
Ayağa kalktı çölü seyretti. Etrafta kırmızı mars toprağını kaldıran birkaç küçük toz fırtınası ve en az altındaki kaya kadar sert ama içi sıvı dolu pat ağaçlarından başka bir şey yoktu. Yemeği ormandan karşılayabiliyorlardı ancak Mars üzerinde açıkta akan bir nehir yoktu. Tek su kaynakları pat ağaçlarının gövdelerinin içindeki sıvıydı. Günde en az iki defa pat ağaçlarının yanına küçük gruplar gönderiliyor, bu gruplar kaya kadar sert bitkilerin gövdesine ufak bir delik açıyordu. Kendilerinin iki katı uzunluktaki bitkinin içindeki tüm su varillere dolduruluyordu. Bitki sonrasında inanılmaz bir hızla kendini tedavi ediyor ve bir hafta içinde tekrar su alınabilecek kadar iyileşiyordu.
Caba, Kira’ya döndü, sırtına dostça vurdu, “Cezalısın, benim nöbetime de eşlik edeceksin. Böylece ikimiz de uyumayız hem” dedi. Nöbet boyunca dünyalılardan öncesi ve sonrası hakkında konuştular. İkisi de bu arkadaşlıktan keyif almışlar, birbirlerini daha yakından tanımışlardı.
* * *
İki gün sonra, Caba ve Kira, pat ağaçlarına gidecek grupta beraberlerdi. Tesadüf değildi tabi. Su nöbetini Caba yazıyordu. Yakındaki bitkiler iyileşme sürecinde olduğundan, bu sefer daha uzağa gitmeleri gerekiyordu. Soluk güneş tepeye çıkıncaya kadar yürümeye devam ettiler. Kira oldukça neşeli görünüyordu. Karşıdaki kum tepesine doğru koşmaya başladı. Caba’nın ona yetişmeye ne yaşı ne de gücü yeterdi. Arkasından gülerek seyretmekle yetindi. Ancak Kira’nın suratı tepeye ulaştığında asılmıştı. Yere yatıp gözlerini tepenin arkasına dikmişti. Bir küfür savurunca Caba’da koşmaya başladı.
Tepenin arkasında iki dünyalı pat ağaçlarını kesiyorlardı. Caba yerde yatan yedi pat ağacı saydı. Dünyalılar sonunda suyun kaynağını keşfetmişti ama hep yaptıkları gibi yok ediyorlardı.
Caba, “Gruba haber vermeliyiz” diyerek geri dönecek oldu ama Kira kolunu tuttu.
“Onlara yaklaşabiliriz. Baksana bize arkaları dönük ve bitkileri kestikleri alet çok gürültü çıkartıyor. Fark edilmeden yanlarına yaklaşır, silahlarını alırız. Silahsız olurlarsa onları yenebiliriz.”
Caba fırsatı görebiliyordu. Tek olsa belki çoktan harekete bile geçebilirdi ama Kira’yı riske atmak istemiyordu. Son günlerde onu oğlu gibi görmeye başladığını fark etti.
“Tamam, sen burada kal o zaman” dedi Caba ama Kira çoktan yerinden fırlamıştı. Sağdaki dünyalıya doğru gidiyordu. Caba da hiç bir şey söylemeden soldakine yöneldi. Pat ağacını kesmek için kullandıkları alet gerçekten de çok gürültülüydü. Dünyalıların kulaklarının olup olmadığını düşündü.
Düşüncelerinden sıyrılıp tekrar önüne baktığında dünyalının döndüğünü fark etti ve hemen silahını ona doğru çevirdi. Bu arada da arkadaşına bağırıyordu. Caba silahın içindeki siyah boşluğu görebilecek kadar yakındı. Öleceğinden artık tamamen emindi. Bu mesafeden kurtulma şansı yoktu ama ölürse Kira’nın da öleceğini anladı. Dünyalının ateş edeceğini anlayınca sağ elini dünyalıya doğru savurdu. Geç kalmıştı. Sağ omzunda dayanılmaz bir acı hissetti. Sol elini yarasına koydu, sonra eline baktı. Yeşil kanı kırmızı toprağa damlamaya başlamıştı. Ölümsüz dünyalılara yine kaybetmişlerdi.
Umutsuzlukla gözlerini yere indirirken silahı gördü. Silaha vurduğunu hatırladı. Dünyalı ateş etmişti ama silahı tutamamıştı. Şimdi de uzaktaki araca doğru koşuyordu. Kıyafetinin kolundan çıkan gazı durdurmaya çalıştığını gördü. Korkarak silahı yerden aldı ve dünyalıya doğru tuttu. Silahı nasıl kullandıklarını görmüştü. Parmağını tetiğe sokamadı ama tırnağını üzerine koydu. Ateşlemek üzereyken diğer dünyalının kendisine bağırdığını fark etti.
Ona doğru döndüğünde Kira yerde yatıyordu ve dünyalı silahını ona doğrultmuştu. Kira hala yaşıyordu ama yaralıydı. Dünyalının ne demeye çalıştığını anlamıyordu. Panikle tetiğe bastı. Silah elinden fırladı ve şiddetle göğsüne çarptı. Caba nefes alamadı, gözleri karardı ve yere düştü.
* * *
Caba gözlerini açtığında nöbet kayasını gördü. Ölmemişti ve bir şekilde ormana geri gelebilmişti. “Kira” diye bağırarak fırladı yattığı yerden. Omzundaki acıyla kıvrandı. Kafasını geri yere koydu ve Kira’yı tepesinde gülerken gördü. Yanında da grubun lideri ve doktoru vardı.
“Aramıza hoş geldin kahraman” dedi Kira. “Tam on gündür uyuyorsun, sence de yeterince dinlenmedin mi?” Kira’nın kolu sargıdaydı, yarası hafif görünüyordu.
Caba, hala buraya nasıl geldiklerini anlamamıştı. “Nasıl” diye soracak oldu ama lider araya girdi.
“Su aramaya çıkan diğer grup silah seslerinin sizin tarafınızdan geldiğini anlayınca biraz bekleyip yanınıza gelmişler. Yanınıza geldiklerinde sizinle beraber yerde yatan diğer iki dünyalıyı görmüşler. Sen o gün iki dünyalıyı öldürdün ve biz sen uyurken on dört dünyalı daha öldürdük. Bize yolunu gösterdin. Yürüyebilirsen sen de gör.”
Caba, Kira’nın omzundan destek alarak, öldürdüğü iki dünyalının yanına gitti.
“Birincisini araçlarının yanında bulduk. Belli ki oraya ulaşmaya çalışmış ama gidememiş. İlk önce neden öldüğünü anlayamadık. Hiçbir yarası yoktu. Neden öldüğünü ikinciyi incelerken anladık. Sen silahı kullandığında dünyalıyı vuramamışsın ama şapkasındaki cam parçalanmış. Onu bulduğumuzda eli boğazındaydı. Atmosferimizde nefes alamıyorlar. Sonra ilkini tekrar inceledik ve kıyafetinin yırtıldığını fark ettik. Vurulduğun sırada muhtemelen tırnaklarından birinin koptuğunu anlamadın ama dünyalının kıyafetine saplanmıştı.”
Caba kıyafetin altında cansız yatan, ufacık dünyalıları şaşkınlıkla seyretti.
“Peki diğer dünyalıları nasıl öldürdünüz? Artık daha dikkatlidirler.” diye sordu Caba.
“O gün kesilen pat ağaçlarını buraya taşıdık. Sonuçta bize aitler, orada bırakamazdık. Sonra Kira, pat ağaçlarından bir uçları dünyalıların kıyafetlerini yırtabilecek kadar sivri, aynı zamanda şapkalarındaki camı kırabilecek kadar büyük parçalar kesti. Sapanlarımızı kullanarak tuzaklar kurduk. Biz de üç kişi kaybettik ama şehirlerden çıkamaz oldular. Onları kuşatmaya başladık. Ayrıca silahlarını da ele geçirdik. Bize öğretirsen onları da kullanabiliriz. Onlardan kurtulabiliriz.”
* * *
Sadece bir sene geçmişti. Caba, evinin bahçesinden Mars’ı terk eden son gemiyi gözlerinde yaşlarla seyretti. Döndü eve doğru bağırdı.
“Kira, hadi ava gidelim.”
Merhaba,
Yine güzel bir Bahadır Satır öyküsüydü. Ters köşe yapmışsınız. Hep uzaylılar kötü ve istilacıyken bu kez durumu tersine çevirmişsiniz. Çok yaratıcıydı kesinlikle.
Temadan böyle bir öykü çıkarmak, şapkayı uzay başlığı olarak düşünmek de çok yaratıcıydı. Açıkçası benim aklıma gelmezdi 🙂
Güzel bir öyküydü. Keyifle okudum.
Kaleminize kuvvet.
Öznur Hanım çok teşekkür ederim. Dünyalıların Mars’ı istilası, Ray Bradbury’nin Mars Yıllıkları’nı okuduğumdan beri yazmak istediğim bir konuydu. Geçen ay niyetlenmiştim ama cesaret edememiştim. Bu ay son anda bir cesaret gönderdim. Beğenmenize çok sevindim.
Merhaba;
Marslılar “oley”. Her ne kadar dünyalı da olsam istilalara karşıyım. Güzel bir öyküydü. Sadece sonunda gözü yaşlı genellikle üzüntü için söylenir ya burada sevinci belirtecek başka bir kelime mi girseydi acaba yani sevinçten alnından düşen damlacık gibi(Yani dünyalılar gibi ağlamasa mesela:))
Ellerinize sağlık.
Nurdan hanım çok teşekkür ederim, beğenmenize çok sevindim. Aslında orada biraz sevdiklerini kaybetmiş olmanın hüznü de var, bir kabusun sona ermiş olmasının sevinci de var. Aceleye getirmeden daha güzel anlatılabilirdi belki. Tekrar teşekkür ederim.
Selamlar,
Olaya tersten yaklaşmak adına güzel bir iş çıkarmışsınız. Zevkle, eğlenerek okudum. Belki biraz daha ayrıntı olsaydı daha çok hoşuma gidecekti; fakat bu haliyle de oldukça güzel. Tercih sizin ne de olsa. 🙂
Ayrıca, “Edebilirim.” Dedi Kira, (dedi…)
Caba ise, “bomboş bir kaya parçası, ” (B büyük yazılmalıydı sanırım.)
Ve hâl eki ile dahi anlamındaki de’nin yazımında yanlışlık gördüm; gözden kaçırmış olabileceğiniz. Ki gayet normal hepimizin yaptığı hatalar.
Bu güzel öykü için ellerinize sağlık.
Yeni seçkilerde görüşmek üzere. 🙂
Selamlar, Bu öyküyü göndermeye gerçekten son anda karar verdim. Son iki gün yazdım ama aslında öyküyü kafamda bir aydır yazıyordum. Aklımda çok daha detay vardı, sadece Mars’a ilk geliş kısmı bile bu öykü kadar uzun olabilirdi ama inanın yetiştiremezdim, çünkü yazma işinde çok yeniyim. Kurguyu yazıya dökmek biraz vakit alıyor bende 🙂
Hatalar da biraz aceleden oldu diyelim.
Beğenmenize çok sevindim. Çok teşekkür ederim
Bahadır merhaba,
Öncelikle ben de istila ve sömürüye karşıyım, Nurdan Hanım gibi. Bu yüzden ‘İstilacı Dünyalılar’ın Mars’tan def edilişini anlatan bu kısa öykünü çok beğendim. Yalnız biraz daha mı uzun olsa, biraz daha savaş ve hüzün sahneleri okusaydık senden dedim. Ancak şu hali ile de beğendim gerçekten. Bilindik uzay istilası olayı anlatısına ters açıdan baktık kaleminle. Eline sağlık.
Merhaba, sanırım bir ara oturup öykünün uzun versiyonunu yazmam lazım 🙂 Beğenmenize çok sevindim, çok teşekkür ederim
Merhaba, öncelikle öykünüzü çok beğendim. Konunun akışı ve hikayenin içinde barındırdığı ters köşe gayet başarılıydı. Lakin muzdarip olduğum tek nokta hikayenin kısalığı oldu. Tadı damağımda kaldı desem yeridir. Elinize sağlık.
Anıl bey, beğenmenize çok sevindim. çok teşekkürler.
Bahadır merhaba,
Öyküyü konusu itibari ile çok beğendim. Ufak tefek aksaklıklara yukarıda değinmiş arkadaşlar, hiç girmiyorum. Sadece biraz hızlı bir öykü oluşundan olsa gerek duyguda eksiklik hissettim. Ama belki de Marslılar bu kadar ifade edebiliyorlardır. :))
Elinize sağlık, diğer seçkilerde görüşmek üzere…
Cem bey merhaba, öykünün hızı ve kısalığı genel eleştiri oldu. Bu biraz benim hatam oldu. Hikaye aklımda olsa da, yazıp yazmamaya son ana kadar karar verememiştim. Biraz aceleye geldi. Yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Merhabalar.
Küçük aksaklıklar var, bazı paragrafların bölünmesine lüzum yok mesela, ufak tefek de kelime tekrarı.
Konu, yaratıcılık çok güzeldi. Final biraz hayaliydi, aslında ilk önce dünyalıların daha büyük silahlarla gelip gezegeni işgal ettiklerinni düşündüm ki olağan olan bu gibiydi. Caba ve Kira da onları tek tek de olsa avlamaya çalışıyordu. Ama yorumlardan anladığım kadarıyla sanırım kazanmışlar.
Genel olarak çok beğendim, ellerinize sağlık. Gelecek seçkilerde de görüşebilme umuduyla.
Osman bey, aslında hikayede esin kaynağım Ray Bradbury’nin Mars Yıllıkları kitabıydı. Okuma fırsatınız oldu mu bilmiyorum ama bu kitapta da dünyalılar Mars’a geldiklerinde, bırakın gelişmiş silahları, başlıkları bile yoktur. Biraz onun etkisi oldu. İlk fırsatta hikayenin uzun versiyonunu yazmak istiyorum. Tüm eleştirileri dikkate almaya çalışacağım. Yorumunuz için teşekkür ederim.
Bahadır bey bir süredir seçkide hikayelerinizi takip ediyorum. Gerçekten çok başarılı ve akıcı bir hikayeydi. Kaleminiz çok kuvvetli ve lütfen bizi böyle güzel hikayelerle karşılaştırmaya devam edin. Esen kalın..