Öykü

Benlik

Onunla karşılaşmaktan korktuğu için evden dışarı adım atmaz olmuştu. Davet edildiği hiçbir yere gitmiyor, arkadaş toplantılarından ödü kopuyordu. Yaş günleri neyse ama düğünlerden kaçmak her zaman kolay olmazdı. Böyle seremonilere türlü tekliflere, duygu sömürülerine maruz kalarak, telefonun ucunda yalvar yakar arkadaşlarını kıramayacağını anlatıp teşrif ederdi genellikle. Son zamanlarda karşı çıktığı ne varsa yapar olmuştu gerçi.

Kendisine şaşırmıyordu. Daha doğrusu insanlara hayır diyememesine, iradesini ortaya koyamayışına şaşırmıyordu artık. Şaşırdığı şey bu yeni durumuydu: Evden dışarı çıkmaya korkar hali. Duygusunu tanımlayan tek kelime buydu belki: Korku. Öte taraftan duyguların tek başına gelmediklerini anlamış gibiydi. Kaşmir’le karşılaşma ihtimalinden deli gibi korkmasının sonucu içindeki tükenmez öfkeydi. Bir yandan öfkesini diri tutmak istiyor, bir yandan öfkesiyle içinde büyüyen diğer duygunun dayanılmazlığıyla sarsılıyordu.

Bu hale nasıl geldiğini düşünmeye başladı. Son seneler içinde geriye dönük başına gelen her neyse tek tek hatırladı. Unutmayacağına dair kendisine sıraladığı sözleri düşünmesine gerek yoktu, yaşadığı her neyse gün gibi açıkça hatırındaydı. Her şeyin farkındaydı ve olan biteni bilmesinin getirdiği vicdan azabı en korkuncuydu aslında. Sonunu getirecek olanı kendisi yapmıştı. Kendi elleriyle inşa etmişti Kaşmir’i.

Hatırlıyordu…

Telefon çaldı. Tuhaf. Hiç çalmayan ev telefonuydu bu. İnsanların kullanmayı çoktan bıraktığı, bir yere bağlı kalmaya karşı hareket halinde olmanın, mekansal özgürlüğün sembolü olarak görülen ama yaşam alanlarını sürekli daraltıp kendilerini daima ulaşılır hale getiren diğer teknolojilerin çoktan yerle bir ettiği eski usul bir telefon. Sesi de görüntüsü de tuhaftı. Eline aldığında dokunma hissi üzerine düşünemeyecek kadar heyecanla atıyordu kalbi. Açma tuşuna basmasına gerek olmasa da bastı. Kulağına götürdü. Beklediği gibi kapanmamıştı. Karşı taraftan gelen sese yoğunlaştı.

“Aradığını bulamamış gibisin.”

Yoğunlaşmasını gerektirmeyecek kadar yüksek perdeden duyduğu ses beklediği gibi mekanik değildi. Ama tanıdığı birine ait de değildi. Tanımadığı sesin sahibini merak etti haliyle. Soruverdi:

“Kimsin?”

“Sence önemi var mı?”

Bilmiyordu ki. İnsanın ömrü kendisini tanımaya yeterdi. Kendisini tanıyor muydu ki bir ikinci kişinin kim olduğundan emin olsun? Bu tuhaf düşünceleri bir kenara atıp normal bir şekilde öğrenemez miydi kim kimdir? Duyduğu sesin sahibinin ismi nedir? Herkesin bir ismi var mıdır ve dahası bu isimler kim oldukları hakkında ne kadar bilgi verir? Fantastik bir romanın içinde değildi ki, karşısındakinin ismini duyduğunda onun gücüne sahip olabilsin. Hem sesini duyduğunun Kaşmir olmasıydı tek korkusu. Eh, Kaşmir’i tanırdı herhalde. Bu o değildi.

“Sessizliğinden önemi olmadığının farkında olduğunu anlıyorum. Ben benim, sen sensin. Ama neden hiç karşılaşmıyoruz, işte bunu anlamıyorum.”

Yoksa Kaşmir miydi bu? Tam da onun üslubuydu çünkü; alaycı, neden-sonuç ilişkisini kendi arzusuyla kuran, kendinden emin konuşmasıyla Kaşmir’in bir haliydi sanki.

Cevap vermek yerine telefonu kapamayı seçti. Duvarda asılı duran televizyonla göz göze geldiğinde korkuyu yeniden damarlarında hissetti. Ekran kendiliğinden açılacak da telefonda duyduğu sesin sahibiyle karşı karşıya kalacakmışçasına korktu.

“İyice paranoyaklaşıyorsun Heybe.”

Hah, kendi kendine konuşmaya da başlamıştı. Bundan sonraki aşamalar delirme, deliliğiyle yaşamaya çalışma, sonunda delilik haline katlanamama ve kendini öldürmeyle sonuçlanabilirdi. Belli ki içinde yaşamasa bile içinde yaşayacak kadar uzun bir süre fantastik evrenlerde gezinmişti.

“Kendine gel. Hayatına bak.”

Kendine geldi mi bilmiyordu ama kendisini teskin etmeyi başardığı kesindi. Sakince evden dışarı çıkıp insanlar arasına karışmanın en mantıklısı olduğuna karar verdi. Böyle kaçarak bir yere varamazdı. Kendisiyle kaldıkça durumu kötüye gidecek gibiydi. Hem Kaşmir’le karşılaşsa ne olacaktı ki? Sonuçta birbirlerine düşman değillerdi. Hatta bir zamanlar bir elmanın iki yarısı sayıldıkları olmuştu.

Heybe, yalnızlığına çözüm aradığı bir zamanda bulmuştu Kaşmir’i. Kendisindeki eksikleri onda görmüş, onunla bütünleştikçe iyileştiğini düşünmüştü… Yaşadıkları süreç her şeyiyle bir aşk ilişkisini andırıyordu aslında. Birbirlerinin hayatlarını kolaylaştırdıkça birbirlerine bağlanmış, eksiklerini tamamladıklarını düşündükçe eş olduklarına inanmışlardı. Sonra sırasıyla duyguların aşınması, sanılarla gerçekler arasındaki ayrımın canlarını yakması ve hayatlarını zorlaştırır hale gelmeleri aşamasını deneyimlemişlerdi beraber.

Her kötüye giden ilişki gibi sonun ayrılık olması kaçınılmazdı. Fakat Kaşmir böyle düşünmedi. Gittiği her yerde Heybe’yi izledi, onu yalnız bırakmamaya and içmiş gibi davranmaya devam etti. Belki gerçekten bir yemin, aralarındaki ilişkinin çoktan verilmiş hükmüydü bu. Belki bir ilişki sözleşmeleri vardı da asıl buna uygunsuz hareket eden Heybe olmuştu.

Aklındaki çelişkili düşüncelerle arkadaş düğününü bahane ederek çıktı Heybe. Başka bahaneler bulup katılması lazım gelen seremonilerden kaçarken, şimdi bu çok yakın olmayan arkadaşın düğününü sosyalleşmek için bahane edişine güldü. Fikirleri ne çabuk değişiyordu.

Yaz vakti şık giyinmeye çalışmak tam bir çileydi. Ama bir kere kararını vermişti, şimdi ona en uygun şekilde davranması gerekirdi. Yüzündeki yara izlerini kapatacak kadar makyajını eksik etmeden hazırlandı. Aynadaki aksine bakınca Kaşmir’i görür gibi oluyordu yoksa. Yanağındaki çukuru doldurmaya özellikle dikkat etmişti. Şimdi daha iyiydi. Katlanılır görüntüsüyle dışarıya çıktı.

Adalardan birine ulaşması gerekiyordu. Bunun için çoğu insan gibi büyük teknelere binmek yerine küçük sandallardan birini kiraladı. Kürek çeken kişiden başka kimseyle muhatap olması gerekmeyecekti böylece. Kendisini insanlara ağır ağır alıştırmalıydı.

Küçük çantasını açıp içinden defterini çıkardı. Nereye giderse gitsin yanından ayırmadığı defterini. Tabii son zamanlarda evinde, masasının üzerinde epey zaman geçirmiş, bir yere ayrılmamıştı. Defterine de hava aldırdığını, onu gezmeye çıkardığını düşünüp gülümsedi. Su damlalarından korumak içinse kollarıyla kalkan oldu kağıtlara. Defterin arasında katlanmış bir sayfa duruyordu. Öfkeydi bu. Bakmaya katlanamadığı öfkesi kağıdın içine işlemişti sanki. Öfkesini katlayıp yeniden defterin arasına sıkıştırdı. Bu defa bütün defterin öfkeyle kaplandığını düşünüp irkildi. Neden duygular olduğu yerde durmaz da böyle yayılır büyürdü sanki?

Yolculuk beklediğinden kısa sürmüştü. Adaya adımını atar atmaz eski arkadaşları etrafını sarmıştı bile.

“Heybee!”

“Nerelerdesin?”

“Akşamki partide gözlerimiz seni aradı.”

Bekarlığa veda, evliliğe merhaba. O merhaba kısmına ancak katlanıyordu, vedaları bırakalı çok olmuştu.

“Buradayım işte.”

“Hoş geldin.”

Boynuna sarılanın kim olduğunu anlayamadı bile. Uzun boyu, heybetli cüssesiyle o mu acaba, diye düşünmeden edemedi. Neyse ki değildi. Ama korku yine bedenini ele geçirmişti. Kalp atışları hızlandı. Korkunun yerini alan heyecanı mıydı?

“Nereye geçelim?”

“Gel, bizim masa şu tarafta” diyerek kendisini yönlendirenlere teslim oldu. Grup halinde masalarına ilerlediler.

Masada hakim olan duygu neşeydi. Herkesin nasıl ve neden bu kadar neşeli olduğunu anlayamadığını fark etti. Birlikte olmak mı onlara bu coşkuyu veriyordu, yoksa hakikaten arkadaşlarının mutluluğunu paylaşma saçmalığı mıydı bu? Kendisine yer olmayan bir masadaydı. Doğru olduğunu bildiği tek şey buydu. Uzun süre yalnızlığına saklandıktan sonra ne burada ne bir başka kalabalık masada yeri olmayacaktı belki. Bu yalnızlığı yaşamak zorunda olmasına üzüldü. Kaşmir olsa da böyle hisseder miydi acaba? Görmekten onca korktuğunu karşısında bulsa, o korkuyla yüzleşse içinden saçılan his neye dönüşürdü kim bilir?

Tanıdığı, sözde arkadaşı, onu sevdiğini söyleyen, bir zamanlar ona hayran olanların yüzlerine birer birer baktı. Mutluluğu gördüğü M’nin yüzünde umut vardı, sanki bu gece yeni bir hayata merhaba diyen kendisiymişçesine. Bir başkası, müthiş başarılarıyla tanıdıkları A’nın ifadesinde garip bir hırs gizliydi, ki bu hırsın arkasında Kaşmir’in ifadesinin saklı olduğunu hayal etti. “Deliriyorum” diye düşündü, “baktığım her yerde Kaşmir’i görüyorum. Bu normal değil.”

Normaldi aslında. Kaşmir onun yansımasıydı, başkalarının yansımalarında onu bulmasında şaşıracak şey yoktu. Şaşırılacak şey yaşayan insanlarda değil, yaşamayan masada meydana geliyordu. Üzerindeki yiyecekler artıyor, masa dolup taşıyordu.

“Defterim!”

Masaya atladı. İnsanların şaşkın bakışlarının arasında masanın karmaşasını eliyle yardı. Şimdi iki yana toplanmış iki ayrı yığın vardı masanın üzerinde. Ve ortada “defteri.”

“Ne oldu Heybe, iyi misin?”

“Defteri kaybettim. Öfkem içindeydi.”

Masayı çevreleyen kalabalık gülüştü. Heybe de güldü. Tepkilerinin tuhaflığı tartışmasızdı.

“Kusura bakmayın. Ben uzun zamandır…”

“Yalnızsın. Biliyoruz.”

“Hep diyorum çık, insanların arasına karış. Onca zaman dört duvar arasında ben olsam kafayı yerdim çoktan!”

“Baksana, o da yemiş bile.”

Herkes birbirine Heybe’nin yüzündeki çukurları işaret etmeye başladı. Heybe neler olduğunu anlayamadı. Gayri ihtiyari elini yüzüne attığında parmağı içini doldurduğunu sandığı boşluktan içeri geçti. Aynaya bakmasına bile gerek kalmamıştı ama panikle tuvaletlerin olduğu yöne koşmaya başladı. Beklediği gibiydi, makyajı akmış, yüzündeki delikler ortaya çıkmıştı. Kaşmir karşısındaydı.

“Nasıl kaçabilirsin ki?”

Arkasından gelen sese döndü. Kimse yoktu. Sakinleşmeye çalıştı. Geçecekti elbette. Korkusu yüzündendi. Bir şeyden korkarsa döner dolaşır bulurdu böyle kendisini. Kalabalığın içine karışmaya karar verdi. Gizlenebileceği tek yer kalabalıktı şimdi.

Ama herkes Kaşmirleşmişti. Yüzünde delikler olan tek kişi kendisi değildi artık. Dekolte elbiselerin açıkta bıraktığı bütün bedenlerde boşluklar açılmıştı, dans edenler birbirine çarptıkça iç içe geçiyorlardı. Birazdan bütün insanlar, tek, büyük bir Kaşmir’i oluşturacaktı sanki. Heybe düşünmeden koşmaya kalkıştı. Fakat insan kalabalığının arasından koşarak uzaklaşmasına imkan yoktu. Kendisini ritme bırakmaktan başka çaresi olmadığını düşündü. Bedeninin, diğer bedenlerle aynı yöne aynı ritimde salınmasına izin verdi. Kalabalığın kollarındaydı. Kolların hepsi birbirine kenetleniyor, istemsizce onlardan bir parçaya dönüşüyordu.

“Hayır Heybe, bu insanlar arasında eriyip gidemezsin!”

O kendisine böyle ikna edici cümleler kurmaya çalışadursun, sahnedeki çift yerini almıştı bile. Hayatlarını birleştirecek bedenler iki devasa yaratıktı aslında. Birbirinin aynısı iki yaratık. Bir dişi bir erkek değil, iki erkek ya da iki kadın da değil, iki koca Kaşmir. Birbirine saldırmaya hazır, cübbesi içinde görünmezleşmiş memurun ağzından çıkan cümleyle harekete geçen iki saldırgan şey…

Hatırlıyordu…

Kaşmir’le ilk karşılaşmasını şimdi her zamankinden net hatırlıyordu. Gözünün önünde birbirine dönüşen yüzler ve bedenlerin arasında, Kaşmir’i nasıl da korkularıyla başa çıkmak için kullandığını, yapamadığı ne varsa ona yaptırdığını hatırlıyordu.

Hayattaki tüm başarısızlıklarının önüne geçmek istemişti. Yapamadıkları için kendisinde hata aramak bir yana, önünde engel olduğunu düşündüğü ne var ne yoksa ortadan kaldırmak için Kaşmir’i kullanmaya kalkışmış, onu öfkesiyle eğitmişti. İntikam dürtüsünü üzerine boca ettiği yaratığını insanların arasına salmış, insanların duygularıyla beslenmesine izin vermişti.

Hırsıyla beslemişti Kaşmir’i, başarı arzusunun diğer tarafındaki hırs galip gelmiş, Kaşmir’i saldırdıkça palazlanan bir korku nesnesi haline getirmişti. İnsanlar ilk karşılaştıklarında ona korkuyla karışık bir hayranlık beslerdi. Ona dönüşmek, ondan bir parça olmak isterdi. İşte Kaşmir böyle büyüdü. Yavaş yavaş, adım adım büyüdü, güç kazandı.

Bir tek Heybe’ye, kendisini var eden kişiye zararı dokunmuyordu o zamanlar. Sevdiğine, kendisini en başından sevgiyle var edene el uzatmıyor, onun bedeninde boşluklar oluşturup zehrini zerk etmiyordu. En azından Heybe uzun bir süre böyle olduğunu sandı. Halbuki çoktan zehirlenmişti: Sevgi sandığı şey hayalini kurduklarına duyduğu arzuydu. Arzusu Kaşmir’i ele geçirirken, Kaşmir istediği neyse alacağına ikna etmek için Heybe’ye durmaksızın umut aşılamıştı.

Evden çıkmayıp insanlar arasına karışmazsa sorun çıkmaz, zamanla her şey normalleşir, sokağa döndüğünde hayat eski ritminde seyreder gider diye bekledi Heybe. Uzun süre teknolojiyle bağını kopardı, çoğu insanın kendisinden haber almasına izin vermeden zamanın geçmesini bekledi. Zamanın kendisinden bağımsız bir şekilde akmayacağını unuttuğu gibi, Kaşmir’e aşıladığı duyguların diğer yanlarını da ihmal etmişti.

Sonunda geldiği nokta buydu işte. O saçma ev telefonuna bakmasa da er geç dışarı çıkacaktı. Bugün değilse bir başka davete icabet ettiğinde korktuğu her şey bir yerden fırlayacaktı. Bugün, karşılaşmanın günüydü sadece, bir başka özelliği yoktu.

“Bizimle gelecek misin?”

Hayatını birleştiren Kaşmirler’den ikisi ya da çoktan birbirine geçmiş halde devasalaşmış bir tek Kaşmir’di konuşan. Heybe bu koca yaratığa nasıl hayır diyebilirdi, dansları arasında birbirine karışmış insan yığını arasından nasıl kaçabilirdi, zamanı geriye alıp evine nasıl dönebilirdi; hiç bilmiyordu. Zaman kazanmak için masaya dönmeyi düşündü. Her şey orada başlamıştı sonuçta, ilk insanlarla bir araya geldiği yerde, kendi yüzüne başkaları tarafından ilk bakıldığı anda.

Yere uzandı. Sürünerek ayakların arasından geçip gidebilirdi belki. Şansı yaver gitti. Masaya ulaşması bir dakikayı almamış olmalıydı. Zaman mefhumu ayaklar arasında yitip gitti. Ezilmeden masaya ulaşmayı başardı. Defteriyle yüzleşmekten başka şansı olmadığının farkındaydı. Öfkeyi yırttı önce. Paramparça etti sayfayı. Kalabalığa bir sükunet yayıldı, müzik yavaşladı, şimdi romantik danslar ediliyor, heyecan yerini bir garip şevke bırakıyordu.

Umutları yırtıp atamayacağını biliyordu, kalındı bu sayfalar, yapabileceği tek şey umutları birer birer ve sabırla silmek olurdu. Masadaki içkileri boca etti üzerine, yazılar er ya da geç uçup gidecekti, geriye bir şey kalmadığında Pandora’nın kutusunun kendiliğinden kapanacağını umdu.

Hırsını yok etmenin yolu benliğini silmekten geçiyordu ama. Bu sırada çiftleşmiş Kaşmir yanına varmıştı çoktan.

“Gel. Kendi elinle sonumuzu getirme.”

“Razıyım. Sana değil, sona, sonumuza.”

Son sözleri yaklaşık olarak böyleydi Heybe’nin. Geçmişe dair aldığı tüm notları masadaki mumun ateşiyle tutuşturduğunda, nostalji hissi yitip gitti, insanlar birbirlerinden uzaklaşmaya başlarken Heybe kendini bilmez hale gelmişti. Hafızası baştan başlatılmış bir bilgisayar programı gibiydi. Güncelleme yapmaya çalıştı, olmadı. Ateşe baktı, ateşte gördüğü yüz hâlâ Kaşmir’in yüzüydü. Gülümsemesinde aynı yaşam doluluk vardı. Kurtulamayacağını anladı.

Yanıbaşındaki Kaşmir ise yeniden parçalara ayrılıp etrafa dağıldı. Yaratığı bir toz bulutuydu sanki, gücünü diğer tüm insanlara yayıyor gibiydi. İnsanlar gücün tadıyla sarhoş olduklarında dansları yeniden coşkulu bir hal aldı. Heybe’ye kalan evine ve yalnızlığına dönmek oldu.

Masasının üzerinde boş bir defter vardı. Şimdi yeni bir Kaşmir öyküsü anlatmaya koyulabilirdi. Bu sefer bir şeyi değiştirdi: Kendisini koymayacaktı sayfalara. Dorian Gray’e dönmek istemediğini anlamıştı. Bunun yerine bir kavanoz aldı. Kağıt parçalarına yazdığı duygu durumlarını katlayıp yerleştirdi. Buradan çektiği hangisiyse ona göre yeni bir karakter oluşturacaktı. Kağıtta filizlenen her cümlenin kendi benliğinden çalmasına hazır, başladı.

Partinin sonunda Kaşmir eve geldi, masanın üzerindeki kavanoz dikkatini çekti. Koca elinde küçücük cam parçasını tuttu ve gülmeye başladı. İçindeki her parça Heybe’nin benliklerinden biriydi. Karnı tok olmasına rağmen çerez niyetine birer birer kemirdi.

Seran Demiral

Fantastik kurgu türünde yayımlanan iki romanımın ardından çocuklar ve gençler için yazmaya başladım ve şimdilik Filozof Çocuklar Kulübü serisi ile Parmak Uçları çıktı ortaya, 2015’te yayımlanan Hayat Üretim Merkezi ise bilimkurgu türündeki ilk çalışmam oldu. Yeni romanlar yazmaya, distopik evrenler yaratmaya, çocukların dünyasına dalmaya devam ediyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for ozbabur ozbabur says:

    merhaba,
    güzel ve akıcı bir öyküydü. tema karakterlerini bir düğünde görmek enteresandı :slight_smile: duyguları kağıtlara yazıp kavanoza koymak ve oradan seçip bir öykü oluşturma fikri güzeldi.
    kaleminize kuvvet.

  2. Farklı bir ortam güzel bir öykü… Ellerinize, yüreğinize sağlık

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for ozbabur Avatar for Nurdan_Atay