Öykü

Kâbus

Bugün yine o kâbusla uyandım. Önceki kâbuslarımdan uyandığım zamanlardaki gibi huzursuzdum. Huzursuzluk mu dedim? Bu söylediğim fazlasıyla basit kaçtı. Sabahları hissettiğim bu duygu o kadar yoğun oluyor ki duygunun sizi öldüreceğini düşünüyorsunuz. Beyniniz sizi en uç ve en karanlık noktalarına çekmeye çalışıyor ve çoğu zamanda başarıyor. Sizi en basit günlük işlerinizden bile alıkoyuyor. Baş edemeyeceğimi anladığımda bir uzmanla görüşmeye karar verdim. Belli mi olur uykularım için sakinleştirici önerir ve biraz olsun rahatlarım diye düşündüm. Doğru da çıktı bu düşüncem. Rahatladım ama bu rahatlık birkaç gün sürdü. Sonra tekrar etmeye başladı. Doktorumla tekrar görüştüm dozunu değiştirdik ama ne yaparsam yapayım sonraki günler azalmadı aksine gece kâbuslarıma gündüz halüsinasyonları da eklendi.

Kâbusum ise klişe Hollywood filmlerini aratmıyordu. Bir sabah uyandığımda caddeler, sokaklar, şehirler bomboş, her taraf yağmalanmış, hiçbir canlı izi yok. Sadece ben varım. Bir de yalnızlık… Sessizlik insanı hiç sağır eder mi benim kâbuslarımda ediyor. Sanki görünmeyen bir el boğazımı sıkıyor ve benimle bütünleşmek istiyor. O ele teslim olmamaya çalışırken uyanıyorum. Tıpkı bugünkü gibi…

İlk önce yatağımda doğruldum ve sakinleşmeye çalıştım. Olmadı. Balkonun camını açayım da odaya temiz hava girsin beni ancak kendime getirir diye düşündüm. Ama karşımdaki manzarayı görünce uyanamadığımı düşündüm. Halen rüyada olmalıydım. Başka bir açıklaması olamazdı. Kâbusum gerçekleşmişti. Dışarıda sanki bir doğal felaket meydana gelmiş ya da savaş çıkmış da herkes yanına bir şey almadan evlerini terk etmiş gibiydi. Yaşama dair hiçbir belirti yoktu. Tabii ben hariç…

Hemen sokağa fırladım. Tek bir canlı izi bulurum umuduyla. Ama bu umudum da boşaydı. Sokağın ortasında öylece kaldım. Elim kolum bağlı ne yapacağımı bilemeden soluğum kesilene dek koştum. Bu rüyadan çıkmak ister gibi. Bütün bu saçmalıklar arkamda kalacakmış gibi koştum. En sonunda yorgunluktan yere yığıldım. Sinirden ağlamaya başladım. Kendi hıçkırık seslerimi dahi duyamıyordum. Duyma yetimi mi kaybetmiştim? Bu da neyin nesiydi? Bula bula beni mi bulmuştu? Kıyamet kopmuştu da ben ayrı mı tutulmuştum? Cehennemim bu muydu?

Hıçkırıklarım azalmaya başlamış ve sakinleşirken bir ses dikkatimi çekti. Bir uğultu… Demek halen duyabiliyordum. Sevinmeli miydim? Tek başıma yalın ayak sokağın ortasında otururken pek mümkün olamıyor. Özellikle arka fondaki nereden geldiği belirsiz uğultu eşliğinde… İçimde yükselen korku dalgasına engel olmaya çalışarak sesin geldiği yöne doğru yürüdüm. Ama bir şey dikkatimi çekti. Dün akşam saatlerce yağmur yağmasına rağmen yerde bir su damlası dahi yoktu. Sonra çevreme daha dikkatli bakmaya başladım. İşte o zaman yapaylığı fark ettim. Soluduğum havada bile yapaylık kokusu alıyordum. Adımlarımı hızlandırdım. Bu yaşadığım her neyse son bulmalıydı. Artık karşıma çıkacak hiçbir şeyden korkmuyordum.

Sonra karşımda kâbuslarım için gittiğim psikiyatristimi gördüm. Bana doğru sakince geliyordu. Kıyamet onu da ayrı tutmuş herhalde diye düşündüm. Ya da beni dünyada bırakan kıyamet bir iyilik yapmış zavallı daha fazla delirmesin doktorunu da burada bırakalım diye düşünmüş olmalı. Sinirden gülme krizine girecektim ama kendimi zar zor tutabildim. O sırada doktor konuşmaya başlamıştı bile:

“Merhaba, bugün nasılsınız? İyi görünüyorsunuz.”

Kesinlikle şaka yapıyor diye düşündüm. Sinirleri bozulmuş bir hasta ile keyfi yerinde sağlıklı bir insanı ayırt edebiliyor olmalı. Yoksa onun da benim gibi sinirleri mi bozuldu? Tabi ya sonuçta o da bir insan. Haftalık terapide zannediyor sanırım bizi. Yine de kendimi tutamadım ve patladım:

“İyi mi görünüyorum? Benim gördüklerimi siz görmüyorsunuz sanırım. Ortalıkta bir insan dahi yok. Savaş alanı gibi her yer. Yıkılmış, dökülmüş, yağmalanmış… Her ne olduysa hiçbir fikrim yok.” sonra asıl sormam gereken soruyu halen sormadığımı fark ettim:

“Siz nereden geldiniz, neden bu kadar sakinsiniz? Neler olduğunu biliyor musunuz yoksa?”

Yüzünde hiç görmediğim kadar büyük bir gülümseme yerleşti.

“Ekiple uzun zamandır doğru anı bekliyorduk. Nihayet sonuca ulaşacağız,” dedi saf bir çocuğun neşesiyle.

“Ne sonucu, hangi ekip? Söylediklerinizden hiçbir şey anlamadım.”

“Anlamamanız gayet normal. Çalışmalarımızın bir etkisi. Önceki yaşamınıza dair hiçbir şeyi hatırlamıyorsunuz.”

“Ne çalışması? Önceki yaşamım da ne oluyor? Size aylar önce uyku sorunum için geldim. Siz de bana ilaç verdiniz. Hepsi bu. O da işe yaramadı zaten. Şimdi neyden bahsediyorsunuz?”

“Evet haklısınız bana aylar önce uyku sorununuz için geldiniz fakat tek sorun bu değildi. Beyninizde yer alan biyolojik bir bozukluktan kaynaklı sıkıntılarınızın bir etkisiydi yalnızca. Düşüncelerinizin kontrolünü ele geçirmemize izin vermiyordunuz.”

“Düşüncelerimin kontrolü neden sizde olsun? Biz derken neyi söylemek istiyorsunuz?” bunları söylerken artık çok geç kaldığımı anlamıştım. Üzerimde şu ana dek hissetmediğim kadar bir ağırlık vardı. Artık her ne yapıyorlarsa başarmışlardı. Bilincimi kaybetmeye başlıyordum.

“Biz düşüncelerinizi size ve topluma en uygun hale getirmek için çalışan bir grup bilim insanıyız. Bireylerin doğumundan ölümüne dek gözetimimizde kalmalarını sağlıyoruz. Soluduğunuz havaya, içtiğiniz suya, yediğiniz yiyeceklere ve daha birçok şeye sizi kontrol altında tutabilmeyi sağlayan ilaçlar ekliyoruz. Toplumdaki düzeni, hiyerarşiyi ve huzuru böylelikle kontrol altına alıyoruz. Bizim kontrolümüz dışında hiçbir olayın gerçekleşmesine olanak tanımıyoruz. Ama arada sırada sizin gibi doğuştan kusurlu bireyleri kontrol altında tutmakta zorlanıyoruz. O zaman da bu çalışma devreye giriyor. Aslında sizin gibi bir rahatsızlığa sahip olanlar çok küçük yaşlarda fark edilip kontrol altına alınıyor. Ancak sizin bu yaşa kadar gelebilmiş olmanız bizi hem şaşırttı hem de bizim aramızda çok tartışıldı ve çalışmalarımızın daha da kapsamlı hale gelmesi konusunda fikir birliğine varmamızı sağladı. Bugün sizinle karşılaşmıştık. Peki ya sizin gibi onlarcası varsa? “ sonra yerden bir çiçek aldı, keyifle koklamaya başladı fakat bir süre sonra elinde tozdan başka hiçbir şey kalmadı.

“Bu sistem üzerine yıllardır çalışıyordum ama böyle bir sistem yakın bir zamana kadar bizim için bir hayaldi. Sizinle karşılaşana dek… Beyin yapınız bizim şu zamana kadar karşılaştığımız yapılar arasında en dayanıklı olanıydı. Ama her ne kadar dayanıklı olsa da sonunda kendini ele verdi. Siz uyku sorununuza çözüm aradığımı düşünürken ben sizden aldığım incelemelerle yeni bir sistem kurmaya çalışıyordum. Şu an içinde bulunduğumuz sistemi… Ne kadar gerçekçi bir simülasyon öyle değil mi? Bana geldiğinizde vücudunuzun ilaçlara karşı yıllardır direnç gösterdiğini ve bunun da kâbuslarınızla size uyarı vermeye çalıştığını anladık. Siz çalışmamızı revize etmek için büyük bir şanstınız. Sizin sayenizde sistemdeki kusurlar tamamen düzeltilmiş olacaktı. Siz de nihayet yalnız kalmaktan kurtulacaktınız. Gerçekten bunca zamandır hiç kimseyle anlaşamamak çok zor olmalı sizin için. Yalnız bir çocukluk, yalnız bir gençlik ve karşımda yalnız bir yetişkinlik görüyorum. Sizin bu durumunuz bana seneler önce Pasifik’te bulunan dünyanın en yalnız balinasını hatırlattı. Çıkardığı yüksek frekanslı sesler sebebiyle diğer arkadaşlarına sesini duyuramayan Pasifik Okyanusu’nun yalnız balinası… Siz de çevrenizde düşünceleri kontrol altına alınmış insanlarla uyum sıkıntısı yaşadınız. Dışlandınız ve kabuğunuza çekildiniz. Sizin durumunuz balinaya göre daha vahim olmalı. Balina en azından kendi doğasında özgürce yaşıyor peki ya siz? Duyan ama anlamayan bakan ama göremeyen insan topluluğunda aklını kullanabilen tek kişi… Bence dünyanın en yalnız canlısı unvanını o balinadan aldınız. “ kulağımı sağır eden tiz bir kahkaha attı. Artık ağzımı açıp tek bir laf edemiyordum. Son hatırladığım kahkahalarla söylediği şu sözler oldu:

“Ama korkmayın. Artık bütün bunlar geride kaldı. Saniyeler sonra yapay ama huzurlu dünyanıza kavuşacaksınız.”