Öykü

Korkuluk Kargalara Karşı

Yazlarını teyzesinin çiftliğinde geçirmekten hiç hoşlanmazdı. Ona kalsa akşama kadar evde oturur, bilgisayarda film izlerdi. Oysa burada telefonun çekmesi bile mucize gerektiriyordu. Teyzesinin eline tutuşturduğu sepete baktı. Tıpkı dün olduğu gibi erkenden uyanmıştı. Kümese gidip yumurtaları toplaması gerekiyordu. Daha kendi kahvaltısını yapamadan onların karnını doyuracaktı. Yemleri etrafa hırsla atarken arkadaşlarını düşündü. Herhangi birinin, tam da şu anda tavuk dışkısına basmamak için oradan oraya zıpladığından şüpheliydi. Uyanık olduklarını bile sanmıyordu. İşi bittiğinde teyzesinin yanına gitti. Kahvaltı hazırdı. “Taze yumurta,” dedi teyzesi neşeyle. İç çekti. Bu çiftlikten hiç hoşlanmıyordu.

Günleri aynı geçiyordu. Her gün bir öncekinin aynısıydı. Her gün geçen seneyi andırıyordu. Ve ondan önceki, ondan da önceki. Derken, geleli birkaç hafta olmuştu ki teyzesi müjdeyi verdi. Her altı yılda bir gerçekleşen mısır yarışması başlamak üzereydi. Kayıt yaptırmak için kasabaya indiler. Altlarındaki külüstür arabayla neredeyse bir buçuk saatlerini almıştı. Teyzesi yarışmaya adını yazdırırken arabadan çıkmadı. Çiftlikteki birkaç noktanın aksine burada her yerde telefon çekiyordu. Bunun keyfini çıkarmalıydı. Ne kadar zaman geçtiğinin farkında değildi. Camdan gelen ani tok sesle yerinden zıpladı. Ardından minik bir çığlık attı, kilitli kapıyı açmaya çalışarak bağırmaya başladı. Aşağı doğru süzülen kandan uzaklaşmak, kana yapışmış tüylerden kaçmak istiyordu. Dışarıdan kuşun inlemesi duyuluyordu. Teyzesi hızla yanına geldi, duraksamadan yere eğildi. Birkaç saniye sonra karganın sesi kesildi. Sakince sürücü koltuğuna geçti. Yeğenini sakinleştirmek için herhangi bir çaba göstermeden arabayı çalıştırdı. On dakika kadar sonra sessizlik bozuldu. “Hayatım,” dedi ciddi bir tonla. “Bu çok büyük bir şanssızlıktı. Umarım çok fazla korkmamışsındır.” Genç kız cevap veremedi. Yaşadığı yerde hiçbir kuş cama iç organlarını bırakmazdı. Teyzesi konuşmaya devam etti. “Yarışmanın son kazananı bendim, tabii sen o zamanlar buraya gelmiyordun. Mısır güveci yapmıştım. Yanına da biraz mısır sütü. Herkes bayılmıştı.” Nefes dahi almadan devam etti. “Birçoğu salatanın, makarnanın üzerine birkaç parça mısır tanesi atıp geçmişti. Biliyor musun, birkaçının konserve mısır kullandığına yemin edebilirim. O kadar kötüydü ki…” Sinirle direksiyona vurdu. Genç kız yeniden zıpladı, ürktü. Teyzesi telaşla özür diledi. “Elbette, ben yemeğin içine sevgimi ne kadar katarsam katayım yapayım, marifet mısırda. Buraların en lezzetli mısırını ben yetiştiriyorum. Havadan mı topraktan mı bilmem artık.” Eve gidene kadar mısırdan konuştu. Sesindeki tutku, heyecan fark edilmeyecek gibideğildi.

Genç kız banyoda hiç bu kadar uzun kalmamıştı. Çıktığında tüm vücudu sıcak sudan ve derisini soyarcasına keselendiğinden kıpkırmızı kesilmişti. Aradaki cama, bedenine hiçbir şey bulaşmamış olmasına rağmen pis hissediyordu. Yemekte omlet vardı. “O kadar mısır muhabbetinden sonra, yemekte de mısır olur sanmıştım,” dedi gülerek. Teyzesi şakayla karışık kızdı. “Yarışma dışında,” dedi parmağını iki sallayarak “asla mısırla yemek yapmam.” Uslu kız oldu, sesini çıkartmadı. Kuşu unuttu. Sabah topladığı taze yumurtalardan yapılmış omleti yedi. Birkaç gün sonra teyzesinden ilginç bir teklif aldı. “Tarlayı gezmek ister misin?” Mısır tarlasının neyi gezilirdi ki? Yine de itiraz etmedi. Ayakkabılarını değiştirip teyzesinin peşi sıra evden çıktı. “Çok güzel,” dedi boyunu geçen mısırların arasından geçerken. Beklenmedikti. Yemyeşil ve görkemliydi. Dalgın dalgın yürürken, her yaprağa dokunmaya çalışırken teyzesini kaybetmesi uzun sürmedi. Bir anlığına labirentte kaybolmuş gibi hissetti. Böyle bir film izlemişti. Çok da mutlu bitmiyordu. “Teyze? Neredesin?” diye bağırdı onu görmek için zıplamaya başlayarak. “Buradayım hayatım,” diye bağırdı teyzesi. Sesinin nereden geldiğini anlayamadı. “Korkuluğu görebiliyor musun?” diye bağırdı teyzesi hissetmişçesine. “Ona doğru gel.” Kendi etrafında dönerek zıplamaya başladı. Mısırların boyunu en az bir metre geçen korkuluğu görünce olduğu yerde donakaldı. Mısırlardan bile daha görkemliydi. Daha önce fark etmediğine şaşırdı. Ona doğru yürürken ayağı büyük bir taşa takıldı, yere düştü. Dizi incinmişti. Taşa vurmak, mantıksız intikamını almak için geriye döndüğünde bağırmak, ağlamak istedi. Kanatları kopmuş karga yerde çırpınıyordu. İnlemesini duyduğunda geçen günkü kuşun da karga olduğunu fark etti. Acısına son vermek istedi. Teyzesinin yaptığını yapmak istedi. Cesaret edemedi. Arkasını dönüp gitti. Teyzesi korkuluğun altında kendisini bekliyordu. “Bir an tamamen kaybolduğundan endişelendim,” dedi gülerek. “Kargaya takıldım, kanatları kopmuş ölmeyi bekliyor.” Teyzesinin ses tonu değişti. “Ona yardım ettin mi?” Başını iki yana salladı. Kargayı bulmak için aynı yolu kullandılar. Teyzesi eğildi, yeğenine dönerek karganın boynunu nasıl kıracağını gösterdi. Hafif bir çıt sesi geldi, karga sustu. Aynı yere bırakıp eve döndüler. “Bu seferkini de ben hallettim, ama bir sonraki senin sorumluluğun.” Başka bir şey konuşulmadı. Yemekte yumurta dolması vardı. Omletten iyiydi.

Çiftlikteki görev tanımı değişmişti. Sabahları kümes ziyareti olmayacaktı. Teyzesi kahvaltıyı hazırlayana kadar uyuyabilirdi. Karşılığında öğleden sonraları mısır tarlasına girecek, korkuluğu temizleyecek, leşlerle ilgilenecekti. Hava koşullarının bu sene çok değiştiğinden, kargaların kafasının karışıp aptalca şeyler yaptığından bahsetmişti teyzesi. Kargaları orada bırakmasını, iyi gübre olacaklarını eklemişti. Her gün en az bir tane karganın boynunu kırmak zorunda kalıyordu. Önemsemiyordu. Her gün tavuk dışkısı içinde dolaşmaktan daha iyiydi. Geçen seneki halinden, ilk günkü halinden eser yoktu. Bir şeyler değişmişti. Cama vuran karga, bu içinden çıkılmaz tarla bir şeyleri değiştirmişti. Bir sabah teyzesinin çığlığına uyandı. “Kargalar, lanet kargalar,” diye bağırıyordu oradan oraya koşarak. “Şuna bak!” Yeğenini çekiştirerek ikinci katın penceresine götürdü. Korkuluğun olduğu tahta parçası ikiye ayrılmıştı. Etrafındaki birçok mısırın boynu bükülmüş, geniş bir boşluk oluşmuştu. Teyzesini sakinleştirmeye çalıştı. Kahvaltıyı hazırladı. Sonra tarlaya, korkuluğa gitti. Mısırlar yerlere saçılmış, ziyan olmuştu. Etraf ölü kargalarla doluydu. Henüz ölmemiş olanlarla kendisi ilgilendi. Korkuluk işe yaramaz hale gelmişti. Yine de elinden geldiğince düzeltti. Gerçi kargaların ona bu kadar yakın olmasına bakınca bir işe yaradığı da söylenemezdi.

Bir sonraki sabah da aynısı oldu. Teyzesi ağlıyordu. “Bir buçuk hafta kaldı. Korkuluktan korkmuyorlar artık. Böyle giderse mısır kalmayacak. Kullanacaklarımı son gün toplamak zorundayım. Yoksa yemek korkunç olur.” Genç kız üzüldü. Yardım etmek istiyordu. Bir şeyler yapmak istiyordu. “Ben olurum,” dedi. “Yeni korkuluk ben olurum. Hem hareket de edeceğimden daha da iyi bir korkuluk olurum.” Teyzesinin gözleri parladı. “Yapar mısın sahiden?” Kız başıyla onayladı. Teyze yeğenine sarıldı. “En sevdiğim yeğenim sensin,” dedi minnetle. Tek yeğeni olduğuna dair espri yapmak istedi, vazgeçti.

Geceyi mısırların arasında, kırık korkuluğa sırtını dayayarak geçirdi. Teyzesinin ısrarıyla üçüncü battaniyeyi de aldığı için çok mutluydu. Sabaha kadar duyduğu her sesle yerinden fırlayıp koşturmuş, kargaları kaçırmıştı. Güneş doğduktan sonra eve döndü. Battaniyeleri tekrar tekrar taşımamak için orada bıraktı. Hızlıca yemek yedi. Akşama kadar uyudu. Hava karardıktan sonra nöbet yerine döndü. Beş günü böyle geçti. Yanına aldığı meyvelerle karnını doyuruyor, sabaha kadar gözünü kapamadan nöbet tutuyordu. Altıncı gün, yerine geçeli yarım saat olmamışken feneri bozuldu. Eve dönmek istedi ama bu karanlıkta asla yolunu bulamazdı. Zaten yerini bırakmak da istemiyordu. Altı gün kalmıştı. Son altı gün. Mısırları korumalıydı. En lezzetli mısırlar korkuluğun yanında yetişiyordu. Geceyi fenersiz geçirdi. Her duyduğu sesle, aynı anda korkarak ve cesurca yerinden fırlıyor, kargaları kovalamaya çalışıyordu. Güneş doğduğunda eve gitmedi. Öğlene doğru teyzesi geldi. Getirdiği omlet sıcacıktı. Mis gibi kokuyordu. İştahla yedi. “Eve gelmeyecek misin?” dedi teyzesi. Başını iki yana salladı. Yerinden ayrılmamalıydı. En önemli günlerdi bunlar. Teyzesi dönmeyeceğini öngörerek getirdiği yiyecekleri, bolca su ve yahni, yanına bırakıp eve döndü. Fener istemeyi unutmuştu. Önemsemedi.

Son üç gün, teyzesi gelmedi. Yemeği ve suyu tükenmişti. Geceleri daha çok üşüyordu. Kargaları kovmak istiyor ama kıpırdayacak enerjiyi kendisinde bulamıyordu. Bedeni toprağa yapışmış gibiydi. Biraz daha ısınmak için güçlükle de olsa toprağın bir kısmını kendisine çekti. Battaniyenin üstüne çekmeye çalıştı. Elinden gelse her yerini toprakla, ölü kargalarla, yerdeki mısırlarla kapatırdı. Önceki gecelere benzemeyen bir soğuktu bu. Elinden gelse, toprağın altına girerdi. Dayanmalıydı. Ertesi gün yarışma başlayacaktı. Teyzesi erkenden gelecek, mısırları toplayacak, güveç ve süt yapacaktı. Çok lezzetli olmalılardı. Heyecanlıydı. Teyzesi yarışmayı mutlaka kazanmalıydı. Kazanmak zorundaydı.

Teyzesinin, güneşin doğuşuyla birlikte şarkı söyleyerek gelişini duymadı. Kadın korkuluğun dibindeki kocaman toprak parçasını ayağıyla iteleyerek etrafa dağıttı. Eve dönüp kahvaltısını yaptı. Öğlene doğru tarlaya döndü. Korkuluğun yanındaki toprağı dağıttığı yerde yetişen mısırları topladı. Birkaç saat yeterli gelmiş olmalıydı. Gerekli malzemeleri arabasına yükleyip kasabaya gitti. Standına geçip kendinden emin bir şekilde yemeğini hazırladı. Yiyen herkes kendisini övüyor, yedikleri en güzel yemek olduğunu söylüyordu. Yarışmayı kazanmasına şaşırmadı. Birincilik kurdelesi önlüğüne geçirilirken herkes alkışlıyor, daha fazlasını istediklerini bağırıyordu. Standına yöneldi. İnsanlar elini sıkmak için önünü kesiyordu. Gördüğü ilgi hoşuna gitmişti. Eşyalarını toplayıp arabasına giderken dört beş yaşlarındaki çocuğunu çekiştirerek koşan genç kadın kendisine yetişti. “İşin sırrını söylemek zorundasınız,” dedi yalvarırcasına. “Normalde hiçbir şey yemez ama buna bayıldı.” Teyze mütevazılıkla teşekkür etti. Arkasını dönecekken genç kadın koluna yapıştı. “Doktorlar vitamin takviyesi uygulamak zorunda kaldı.”

Teyze çocuğun seviyesine eğildi. Gülerek saçını okşadı. “Altı sene sonra beni bul, çiftliğime gel. Karnını güzelce doyuralım. Ne dersin?” Çocuk hevesle başını salladı. Teyze bir kez daha arkasına dönecekken kadın ısrarla kolunu çekiştirdi. “Ne olursunuz, aynılarını ben de yapıyorum ama ağzına sürmez. Sırrınızı vermek zorundasınız.” Teyze koluna yapışmış kadına baktı. Üzerindeki böcekten kurtulmak istercesine kolunu salladı. “Kesinlikle olmaz,” dedi gülerek. Sivri dişleri göründü. Bir anlığına yırtıcıları andırdı. Yeniden çocuğa baktı. Çok zayıftı ama çok da sevimli bir şeydi. Gülümsemesine şefkatle karşılık verdi. Son kez arkasına dönmeden önce çocuğa el salladı. Veda eder gibi değil de sonrası için sözleşircesine. İşin sırrı gübreydi.