Gök; gürültüsüyle ve yağmuruyla apaçık öne çıkarken, etrafı aydınlatıp karanlığa boğarken, renkleri siyaha yaklaştırırken yani karartırken ve minik taşları titretirken yeryüzünü örten toprak arşın bu kudretini kıskandı. Yine de tek yapabildiği yağmurla buluşunca tatlı bir rayiha üflemek oldu. Üstelik kötü duygular besleyen sadece toprak da değildi. O gece sanki doğada bir mücadele vardı ve her bir varlık diğerine düşmandı. Karanlık duygular bir nevi soluk alanın ciğerine işliyordu. Neyse ki o muhitin sakinleri evlerinde şimdilik güvendeydi. Bu geceyi kapsamış ve bunaltmış kötücül atmosfere, kısmen uzaklardı ya da uzakta kaldıklarını düşündüler. Derler ki insan kendini karanlığa yakıştırmazdı, giysileri biraz koyu olsa “Yağmur yağdı veya üzerine boya çalındı,” gibi nedenler ileri sürer ya da ışığın azlığını bahane ederdi. İnsan aynaya baktı mı yalnızca ışığı görmeye meyyaldi, onun yüreği azıcık karardı mı zihnindeki siyah gitgide daha koyu, en koyu bir renge dönüverirdi. O olanca koyuluğun içinde kalınca da tabiatına uygun olarak göreceli aydınlığı yetiverirdi.
O gecenin karanlığına muhtaç biri, sıska ağaçları ve kıvrımlı yolları bedeninde taşıyan bir parkta, ayaklarını sürüye sürüye yürüyordu. Düşünmeyi deniyordu, pişmanlığa benzer bir duygu taşıyor ve onu eritmek için yol arıyordu. En yakın arkadaşı, bir bakıma yol arkadaşı sandığı birine, büyük bir kötülük yapmıştı. Muntazam bir hikâye tasarlayarak ailesinin dağılmasına neden olmuş ve bilinçli yaptığı bu davranıştan ürpertici bir haz duymuştu. Arkadaşı sandığı kişiye haddini bildirdiğini düşününce pek de kötü görünmüyordu yaptıkları. Ama aldığı haz, içinden çürümüş bir elmayı ikinci kez -tabi bu kez çürük kısmından- ısırmaya benziyordu.
Yağmurlu havada yürümeye devam ederken buğulanmış gözlük camlarını birkaç defa sildi. Ama gözlüğünün camları bu havada buğulanmaya devam edecekti, bir süre sonra savaşmaktan vazgeçti. Ona göre yarım yamalak da olsa görmek, yarım yamalak da olsa yaşamak yeterliydi.
Yavaş yavaş ilerlerken ıslak toprak kokusu burnuna doluyordu. Adam da bu karanlığın sıkışıklığında böylesine nefis bir kokuyla tanıştığı için kendini şanslı hissediyor, gülümsüyordu. Sonra bir su birikintisine ayağını kaptırdığını fark etti. Epey sinirlendi ve küfretti. Bu sırada açık bir bakkal aradı gözleri ama bakkal yerine capcanlı renkleriyle cıvıl cıvıl, uçan bir varlık gördü uzaklarda. Bu uçan varlık derin ve esrarengiz bir güçle adamın büsbütün merakını celbetti. Aslında ondan vızır vızır sesler geliyor ama hiç rahatsız etmiyordu. Öte yandan ışıltılı bedeni arada bir patlayan şimşeklerle rengarenk oluveriyordu. Büyüleyiciydi ama sisten net görünmüyordu. Adam, onu detaylarıyla seçebilmek için hemen yakınındaki çardağa yerleşti. Böylece yağmurdan da korundu.
Kulaklarında dinlendiren yağmur şıpırtılarıyla uçan varlığı buğulanmış gözlüklerinin izin verdiği ölçüde izledi. Onlara hiç dokunmadı. Hal böyle olunca birtakım renkler birbirine karıştı. Şimşekler ardı ardına yere mıhlandığında ruhu ve bedeni yer değişti. Gerçek, ruhunu taşıyabilmek adına örselendi yahut maskelendi. Hal böyle iken parıldayan bir ihsanla bezenmiş varlık dile geldi.
“Seninle karşılaşabildiğim için memnunum.”
Vızır vızır vızıldıyor, arada bir eğilip, çiçeklerden nemalanıyor, yerden üç karış havada bir sinek kadar hızlı kanatlarını çırpıyordu.
“Yaptığın davranış zihnini bulandırıyor, biliyorum…biliyorum… ihtiyacın var bana.”
Adam şaşkınlıktan küçük dilini yutacak gibi oldu. Hızlıca üzerine çullanan buruk bir duygu seli yok yere etrafını serinletti ve onu titretti. Göz kapaklarını öyle kuvvetli gerdi ki gözleri yerlerinden fırlayacak gibi göründü. Yükselen kaşları alnını kırış buruş yaptı ve bugün dışarı çıktığından beri ilk defa üşüdüğünü hissetti.
“Sen Peri misin?” dedi pırıl pırıl parlayan kanatları incelerken.
“Evet,” dedi Peri ve vızıldadı, “Yaşadığın olaydaki hakikati benden duyman gerekti, kendini acımasızca yargıladın ve bu yüzden karşıma çıkarıldın. Herkes gibi senin de huzura ihtiyacın var.”
Adam gözlerini kapatarak, kuruyan dudaklarını yalayarak başını iki yana salladı. Bu sırada gök ortalığı inleterek yakınlardan gürüldedi. Uzaklardan bir adam evladıyla birlikte harala gürele bir tentenin altına çekildi. Yağmur sertleşti, hava değişti, çardağın çatısına vuran damlaların sesi gürleşti.
“Halüsinasyon mu görüyorum ben?”
Peri güven telkin eden narin bir sesle yanıt verdi.
“Görmek istediğini görüyorsun. Huzura ihtiyacın var.”
Ona bahşedeceği huzura ulaşmak için adam perinin gerçekliğini sorgulamayı bıraktı. Kıskıvrak yakalandığı bu lütufkar varlığa direnmek yerine ehven olana yöneldi, nefsine boyun eğerek yeni bir hikâye dinledi. Bu sırada gözlüklerinin buğusu epey yoğunlaştı.
“Ben… Dostumu sahiden seviyordum. Eğer… tabii… o mesajları görmeseydim…”
Arkadaşının telefonunu es kaza eline aldığı, sonra hınçla dolup öfke kustuğu, sinirden köpürdüğü ve anlayışının kabından taştığı o zaman aklına geldi.
Dostunun kardeşiyle yazışmalarını okumuştu.
“Neden suçlu hissediyorsun? Dost sandığın o şahıs, sana bilinçli yaklaştı, samimi göründü, yakınına kadar girerek zayıf noktalarını öğrenmeye çalıştı. Kardeşiyle birlikte senden ucuz bir intikam almak için an kollayan bir yalancıydı o.”
Adam inayetin kristalleşmiş halinin söylediklerini dinleyince -belki biraz- pişmanlığı hafifledi. Haksızlığa uğrayanın sadece kendisi olduğunu hatırladı. Tabii vicdanı karşısına dikilmiş ve sivri pençelerini uzatarak ona parmak sallıyorken huzurunu korumak zordu. Gözlerine baktı, Peri’nin renkli gözlerine. Sadece ayrıntılardan uzak, pembe mavi ve yeşiller gördü.
“O mesajda bu intikam fikrinden vazgeçtiğini yazmıştı,” dedi burnunu çekerek.
“Çünkü sırrını öğrenmiştin, onun yayılmasını göze alamazdı.”
Peri bunu söyler söylemez tertemiz yüzüyle ona gülümsedi. Sanki her hareketi çevresinde örümcek ağına benzer görünmez bir iyilik dokuyordu. Hem bembeyaz hem rengarenkti, detaylardan arınmış bulanık bir görüntü olmasına rağmen mütemadiyen güven telkin ediyordu. Yine de adam ikna olmamıştı.
“Bunu bilerek yaptım, onun üzerine giderek zayıf noktasını öğrendim. Üstelik o zaman dostumdu.”
Peri kafasını iki yana sallar gibi göründü, adam da onu taklit etti. Gerçi hangisinin bunu ilk yaptığını bilen, gören ve teyit eden yoktu. Ama adam Peri’nin yaptığına son derece emindi.
“Farkındalığının yüksek olması, detayları kolayca ayırt etmen, senin suçun değil. Onun utandığı rezil sırrını zaten dikkatin dolayısıyla öğrenmiştin. Onu gerçeği söylemek zorunda bıraktın. İnternet üzerinden müstehcen kitaplar yazıp bunlardan kazandığı parayla ailesine destek olan, günahkâr biriydi.”
Adam Peri’nin söylediklerinin gaddarca olduğunu düşündü, ancak zihnindeki gizemli bir yarıktan düşüncelerine bulaşan bu fikrin ne kadar hastalıklı olduğunu çok geçmeden anladı. Karşısındaki canlıdan daha temiz ve düzgün düşünemezdi. Öyleyse yalancı arkadaşını haklı çıkaran her düşüncenin kendisi kötücül ve bayağıydı. Ama o sesi boğmak ya da kaynağını yok etmek için sağır olmak gerekirdi.
“Paraya çok muhtaçmış,” dedi adam ve gözünden bir damla yaş aktı. O damla yanağından kayarak yerdeki su birikintisine karışınca, adam bunu çok net gördü. Zaten gözlüklerinin buharı ayak uçlarını görmesine engel değildi. Öfkelendi bir dolu ve hıncahınç su birikintisini dağıttı ayağıyla. Sonra yeniden sakinleşti.
“Para kazanmanın daha doğru yolları var,” dedi Peri buz gibi bir sesle. Kızgın şimşek ve telaşlı rüzgâr peşi sıra kendini hatırlattı. Adam yine titredi.
“Evet, doğru ama… Babasının sakat kalmasına neden olan o adamı… O suçluyu ben kurtardım. Hiç ceza almadı. Hiç bedel ödemedi. Ben yaptım bunu. O da öfkelendi tabii.”
“Sen işini yaptın, kişisel bir şey değildi.”
“Hayatını paramparça ettim, ailesi dağıldı, işinden kovuldu. Adı karalandı.”
“Müstehcen kitaplar yazmak onun tercihiydi.”
“Ona bu sebepten dava açıp herkesin olaydan haberdar olmasını sağladım.”
“Müstehcen kitaplar yazmak onun tercihiydi.”
“Ama bunu yapalı yıllar geçmişti, köpek gibi pişman da olmuş, hatta bu günahı örtmek için insanlara devamlı yardım eder hale gelmişti. Ailesi için yapsa bile yaptığının yanlış olduğunu defalarca dile getirmişti.”
“Müstehcen kitaplar yazmak onun tercihiydi.”
Adam bu itirafları yaparken, günahlarını dökerken rahatlayacağını sandı ama başarılı olmadı. Peri’nin onu suçlayacağını sandı ama beklediğini yaşamadı. Bu arınma gecesinde, çardağın altında yıkanmadan temizlenmek için yanlışı aynada aramak, hataydı belki.
“Öyle, değil mi… Önünde sonunda herkes yaptıklarının sonuçlarına katlanıyor. Ben ortaya çıkarmasaydım, bir şekilde yine ortaya çıkardı.”
“Sen ortaya çıkarmasaydın, bir şekilde yine ortaya çıkardı.”
“Ben kötü bir insan değilim ki, kötü olan o. Ben sadece…”
“Sen sadece onun kötü bir insan olduğunu herkesin öğrenmesini sağladın.”
“Pişmanlık duymamalıyım.”
“Hayır, pişmanlık duymamalısın.”
Gecenin koynunda bir karaltı, sanki siyaha daha çok yaklaştı ve o an adamın kıpırtısız dudakları ağır ağır kıvrıldı, kendiyle yeniden tanışmanın muntazam keyfini yaşadı. Bu keyif gözlerinde kızıl bir ışıltıyla taçlandı; burnuna, ağır ama uyuşturan ama unutturan bir kokuyla arkalandı. Peri’yle tanışması ne güzide bir lütuftu. Ona gerçeği anlatması, ondan hakikatleri öğrenmesi ne de sağaltıcıydı. Onunla arasında benzersiz bir uyum vuku bulunca vicdan muhasebesine de gerek kalmadı. O daha iyi bilirdi tabii, Peri’ydi ve periler yalan söylemezdi.
Öte yandan daha uzaklardan bilge bir adam evladıyla birlikte yana yakıla etrafı kolaçan ederken, oğlunun kafesinden kaçan sinek kuşunu siyah paltolu başka bir adamın yakınlarında gördü. Evladının elini kaptığı gibi o tarafa koştuğunda ve çabucak vardığında, kaçak kuşun, uzun burunlu lacivert çiçeklerle beslendiğini fark etti. Bu sırada rengarenk kuş sahibini tanıyıp hemen omzuna kondu. Adam “Şükürler olsun,” dedi derin bir sesle ve o an siyah paltolu adam ile göz göze geldi.
Yabancı adam onların kuşu görebildiğine hayret ederek “Siz de görebiliyor musunuz onu,” dedi yarı açık bir ağızla. Sonra dilini ısırdı ve hafifçe eğilerek selam verdi.
“Neyse, önemli değil, iyi geceler. Bu akşam ne kadar karanlık değil mi? Korkunç, korkunç, ben müsaadenizi isteyeyim.”
Olanları işiten çocuk, soru işaretine dönmüş bir suratla babasına bakarken, bilge adam ne diyeceğini bilemedi. Çocuk, adamın iyice uzaklaşmasını bekledikten sonra “Neden öyle dedi baba? Neden kuşu göremeyelim ki?” diye iki soru sordu.
“Onu kuş olarak gördüğünü sanmıyorum,” dedi bilge adam.
“Öyleyse ne olarak gördü ki?”
“Neyi görmeye ihtiyacı varsa onu.”
“Deli gibi mi yani?”
“Hayır, yalnızca sıradan bir insan.”
- Periler ve Yalanları - 1 Şubat 2021
- 3. Gerçeklik: Yerle Dip Arasında - 1 Kasım 2020
- Okyanusta İnsan Tarlası - 1 Ağustos 2020
Elinize sağlık güzel bir öykü
Teşekkür ediyorum.
Başka hikayelerde görüşmek üzere.
Bunu yazan da uzun yıllar gözlük taktığı için oralar birebir yaşanmış olduğundan gerçekçi gelmiştir.
Beğenmenize sevindim. Teşekkürler.
Teşekkür ederim. Tüm yazdığım hikayelere buradan ulaşabilirsiniz. https://play.google.com/store/books/author?id=Ali+Kerem&hl=tr