Öykü

Çeyrek Yüzyıllık Yalnızlık

Yağmur Haran, kendisine uzatılan kitabı imzalarken karşısındaki delikanlının “Yazdıklarınız gerçek mi?” diye sorduğunu duydu.

“Hayır,” dedi bıyık altından gülümseyerek. “Seksenlerde yaşadığım halüsinojen deneyimlerinden yola çıkarak kurguladım. Yirmi veya yirmi birimdeydim, o zamanlar gençtim.”

“Şimdi de kırk dört yaşındasınız, bence hâlâ gençsiniz.”

“Vay vay, karşımda gerçek bir hayran var. Ürkmeli miyim?” Kitabı geri verdi, oğlanın elini sıkıp onu yolladı.

“Üst evrenler fikri nereden aklınıza geldi?” diye sordu sırada bekleyen.

Yağmur imza atarken “Edwin Abbott’un Düzülke masalından,” dedi. “Biz üç boyutlu bir uzayda yaşıyoruz. Bizim uzayımız, pek çoklarıyla birlikte dört boyutlu bir uzayın içinde bulunuyor. Biz dördüncü boyuttan, yani zamandan etkileniyoruz ama onu tam olarak algılayamıyoruz. Eğer algılayabilsek biyolojik saatlerimiz alarm gibi mükemmel çalışırdı. Diğer üç boyutlu uzaylara paralel evrenler diyoruz. Uzayımızın bir yerlerinde iki boyutlu uzaylar bulunuyor. Bizi kapsayan dört boyutlu uzay da başka dört boyutlu uzaylarla birlikte bir beş boyutlu uzayın içinde bulunuyor. Gerçeklik, bu şekilde sonsuz boyutlu uzaya kadar devam ediyor. Mutlak Kutu da diyebileceğimiz bu sonsuz boyutlu uzayın dışında Gerçekötesi, yani hayaller, mecazlar ve kurgular alemi var. Biz yalnızca Öklid geometrisi ile temsil edebildiğimiz üç ve daha az boyutlu varlıkları algılayabiliyoruz.”

“Vay be!”

Yağmur kitabı geri verdi. “Tabii bunların hepsi benim uyuşturucu etkisiyle kıçımdan salladığım şeyler.”

Yorucu bir imza gününün ardından, karşısında uzanan sıra sonunda bitmişti. Asistanlarının getirdiği ekmek arası döneri yerken parlak kıyafetler giymiş genç bir kadının yaklaştığını gördü. “Merhaba Yağmur Bey,” dedi kız neşeyle.

“Merhaba?”

“Ben Queer Türk dergisinden Pelin, kısa bir röportaj yapmak ister misiniz?”

Gene mi, diye düşündü adam. “Tabii, buyurun.” dedi yine de. Genç bir gazetecinin hevesini kırmak istemiyordu. Kısa sürede kızın röportaj yapmada pek başarılı olmadığı ortaya çıktı. “Öncelikle bildiğiniz gibi Türkiye’de queer hareketi…” diye başladı Pelin. Bıdı bıdı bıdı, hep aynı terane. “Bunda Zeki Müren, Bülent Ersoy, Seyfi Dursunoğlu gibi sanatçıların cinsel kimliklerini…” Bunların hepsini ben de biliyorum, sorunu sor artık. “Uzun girizgahım için kusura bakmayın,” diye bağladı genç kadın gülerek. “Peki siz kendinizi eşcinsel olarak tanımlar mısınız?” Çok şükür…

“Hayır tanımlamam. LGBT hareketini desteklediğimi her yerde dile getiriyorum. Azınlık haklarını savunmak için azınlık, kadın haklarını savunmak için kadın, çocuk haklarını savunmak için çocuk, hayvan haklarını savunmak için hayvan olmak gerekmediği gibi LGBT haklarını savunmak için de eşcinsel olmaya gerek yok. İnsan olmak yeterli.”

“Siz son yıllarda edebiyat dünyasının rock yıldızı gibisiniz. Hayranlarınız neden yalnız ve gösterişsiz bir yaşamı seçtiğinizi merak ediyor. Çoğu kişi de bu yüzden…”

“Bu yüzden eşcinsel olduğumu düşünüyor,” diye tamamladı Yağmur. “Hayır, alakası yok. Yanlış anlamayın, daha önce de söylediğim üzere LGBT hareketini destekliyorum. Yalnızca, kendim eşcinsel değilim o kadar. Ayrıca ben Neil Gaiman da değilim, rock yıldızı olmak gibi bir hedefim yok. Mecbur olduğum için yazıyorum. Yazmazsam patlayacağım için yazıyorum. İnsanlarla fikirlerimi paylaşmaktan hoşlandığım için de yazdıklarımı yayınlıyorum. Şu yalnızlık meselesine gelecek olursak. Ben yalnızlığı tercih etmedim, yalnızlık beni tercih etti. Yalnızlık bir seçim değil hastalıktır. Acı verici bir hastalıktır hem de. Ölümcül bir hastalıktır. Ben bu hastalıkla mücadele ediyorum, yalnızlıkla savaşıyorum. Bunun için de psikolojik destek alıyorum.”

Pelin bir şeyler söylemek için ağzını açtı. Soru sormuyordu, röportaj yapmıyordu. Onu eşcinsel olduğuna ikna etmek için çırpınıyordu. Gençti, heyecanlıydı, muhtemelen bir noktadan sonra Yağmur’u homofobik olmakla suçlayacaktı. Kızın konuşması başta dinamik ve sevimli geldiyse de artık cırtlak sesi adamın kulağını tırmalamaya başlamıştı. Yazar, onu dinlemeyi bıraktı. Yıllar önce karate hocasından öğrendiği soruları tekrarladı kendi kendine. Neredeyim? Ne yapıyorum? Bu gerçek mi?

Neredeyim? Ne yapıyorum? Bu gerçek mi?

Neredeyim? Kitap fuarında, kitap imzalamam için tahsis edilen stanttayım.

Ne yapıyorum? Oturuyorum. Yorgunum. Yemeğim yarım kaldı. Gazeteci kızın sorularıyla boğuluyorum.

Bu gerçek mi? HAYIR! Kızın sorularına cevap vermek zorunda değilim. Kibarlık da bir yere kadar yahu. İşim var gücüm var.

Yağmur mümkün olduğunca kibar bir şekilde gazeteciyi susturdu, dönerini eline alıp otoparka yöneldi. Onunla ilgili istediklerini yazabilirlerdi. Queer Türk dergisinin manşetleri adamı ilgilendirmiyordu pek.

Araba sürmek Yağmur’u biraz rahatlattı. Mutlulukla otoparktan çıktı. Radyoda Cem Adrian çalıyordu. Birkaç dakika sonra anayola saptı. Trafik dehşetti burada. Psikolog randevusuna geç kalmaktan korktu.

Adam, yirmi dakikalık yolu bir saatte gelmesine rağmen yetişebilmişti. Birkaç dakika kliniğin lobisinde oturdu. Aslında buraya lobi dendiğinden emin değildi ama otel lobisine benziyordu işte. Kelimeler tuhaf kavramlardı. Edebiyatın rock yıldızı olarak görülür ancak onlara tam manasıyla hükmedemezdiniz.

Yağmur’un doktoru kendisinden birkaç yaş genç, cana yakın ve neşeli bir adamdı. Onunla konuşmayı seviyordu Yağmur. Rahatlıyordu. Zaten bu kadar mesainin amacı da bu değil miydi? Hoşbeş faslından sonra imza gününü sordu psikolog.

“Ortalamaydı,” dedi Yağmur. Onu esir alan gazeteciden ve kitabını defa defa açıklaması gerektiğinden bahsetti.

“Kitabınızı bana hiç anlatmadınız. Biraz bahsetmek ister misiniz?”

“Yaradılışın farklı katmanları arasında yolculuk yapabilen halklar var. Bu halklar sonsuzluklar boyunca birbiriyle savaşmışlar. Kozmik Adam isminde bir varlık Mutlak Kutu’nun içine sızmayı başarınca bu halklar birleşip Döngükıran diye bir silah yapıyorlar. Bu silah sayesinde Kozmik Adam’ı püskürtüyorlar ancak Mutlak Kutu’yu çevreleyen Tanrı Küresi’ne de zarar veriyorlar. Bunun sonucunda Hipergerçeklik yaşanıyor. Yani katmanlar arasındaki bariyer Planck Zamanı boyunca kayboluyor ve sınırlar muğlaklaşıyor. Hipergerçeklik sırasında bizim dünyamızdan bir hippi şamanı evrenimizin dışına çıkıyor. Kitap, aslında bu karakterin günlüğü. Onun gözünden gerçekliğin doğasını keşfediyoruz.”

“Çok ilginç. Ana karakteri yaratırken kendinizden mi esinlendiniz?”

“Evet. Halüsinojen deneyimlerimden faydalandım.”

“Peki kitabın ne kadarı kurgu, ne kadarı tecrübelerinize dayanıyor?”

“Aşağı yukarı tamamı gördüğüm hayallere dayanıyor. Hatta bazen yazdıklarımı gerçekten yaşadığımdan şüpheleniyorum.”

“Hangi zamanlarda bu şüpheye kapılıyorsunuz?”

“Bilmem… Bazen.”

“Şu anda ne düşünüyorsunuz? Kitapta anlattıklarınız hayal miydi gerçek miydi?”

“Bu yıllar önceydi ama hayal olmalı.”

“O zamanlardan beri böyle bir deneyim yaşamadınız mı?”

“Hayır. Yirmi yıldır temizim.”

“Peki o gün bu tecrübeleriniz aklınıza geldi mi?”

“Kendimi öldürmeye çalıştığım zamandan bahsediyorsun değil mi? Evet… Evet, geldi. Hatta aradan aylar geçince anca fark ettim ki motivasyonum bu dünyanın yaradılış açısından önem arz etmeyecek kadar küçük olmasıydı.”

“Demek öyle Yağmur Bey. İlaçlarınızı kullanıyor musunuz?”

“Haftalardır hiç aksatmadım.”

“Harika. Unutmayın, siz önemli birisiniz. Çok başarılı bir yazarsınız. İnsanların hayatlarına dokunuyorsunuz. Lütfen bir defa tekrar edin.”

“Ben önemli biriyim. Yazarım. Hayatlarına dokunuyorum.” Neredeyim? Psikologda. Ne yapıyorum? Terapi alıyorum. Bu gerçek mi? Evet, gerçek.

“İlaçlarınızı aldığınız sürece hezeyanlarınız bastırılacaktır. Lütfen onları unutmayın.”

“Bu ilaçlar yaratıcılığımı da bastırıyor mu?”

“Tabii ki hayır. Merak etmeyin.”

Seansın kalanında dişe dokunur bir şey konuşmadılar. Yağmur, arabasına atlayıp yaşadığı yere döndü. Evi, site içinde bir villaydı. Aslında tek kişi için fazlasıyla büyüktü. Haftada bir temizlikçi gelip dip bucak her yeri temizliyordu. Evi, Yağmur bile isteye almıştı. Geniş ve ferah olduğu için rahat hissedeceğini sanıyordu ama beklediği gibi gitmedi ve yalnızlık karabasan gibi tepesine çöktü.

Sitede park yeri hazırdı. Arabasını bırakıp evine koştu. Aç karna içtiği hapı yuttu, kendine makarna pişirip yedikten sonra tok karna içtiği hapları da midesine gönderdi.

İlaçlar yorgunluk yaratmıştı. Üst kattaki odasına bile gidemedi. Salonda uyuklarken dalıverdi. Koltukta rahatsız bir şekilde yatsa da rüyasında kuş gibi süzüldüğünü gördü. Etrafa bakıp nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Gökyüzünde değil, rengarenk uzaylar arasında uçuyordu.

“Haran!” diye seslendi biri. “Beni duyabiliyor musun?”

“Kimsin sen?”

“Benim, Büyücü. Psişik Peygamber seni çağırıyor. Kozmik Adam yeniden saldırdı. Sana ihtiyacımız var.”

Neredeyim? İdealar dünyasında.

Ne yapıyorum? Uçuyorum.

Bu gerçek mi?

“Hayır,” diye mırıldanarak gözlerini açtı. Neredeyim? Oturma odasında. Ne yapıyorum? Hiçbir şey. Bu gerçek mi? Evet.

Uykusu kaçmıştı. Sitenin içinde yürüyüş yapmaya karar verdi. Hava bulutlu olduğu için ay ışığı görünmüyordu. Sokak lambaları onun için yeterliydi ama… Sisler arasında dolanırken hayatı hakkında düşündü. Keşke yanında birileri olsaydı. Keşke birileriyle duygusal bağ kurabilseydi. Yapamıyordu. O bir gezgindi. Evrenlerin yaratılışına, beyninin tahayyül edemediği savaşlara, her türden imkansız mucizeye tanık olmuştu. Şimdi insanlar ona değer veremeyeceği kadar önemsiz geliyordu.

Neredeyim? Sitenin bahçesinde.

Ne yapıyorum? Yürürken geçmişimi anıyorum.

Bu gerçek mi? Hayır. Yalnızca yeniyetmeliğimde hayal ettiğim halüsinasyonlar.

Ciğerlerini dolduran soğuk hava gerçekti. Görüşünü kısıtlayan sis gerçekti. Yalnızlığı gerçekti.

Belki, diye düşündü. Sadece belki… Bu gri dumanı aralayabilirim ve gerçeklikten daha gerçek bir gerçekliği görebilirim. Sislerin arasında kaldırdı elini. Bir büyücü gibi bir şeyler olmasını bekledi. Hiçbir şey olmadı. Ben büyücü değilim.

Ama bir büyücüyle tanışmıştım…

Büyücü hemen yanı başındaymış gibi hissetti. Sanki gerçekten çabalasa, dikkatle dinlese onu duyabilecekmiş gibi. “Haran… Sana ihtiyacımız var.”

Neredeyim? Evime döndüm sayılır.

Ne yapıyorum? Olmayan bir büyücüyü dinliyorum.

Bu gerçek mi? Hayır, deliriyor olmalıyım.

Yağmur, odasına koşup yorganının altına sığındı. Büyücü’nün yatak odasında gezindiğine emindi. Adamın silüetini görebiliyordu. Kafasını çıkarmaya korkarak komodine bıraktığı telefonuna uzandı ve psikoloğuna mesaj çekip acilen görüşmeleri gerektiğini söyledi.

“Beni dinlemelisin Haran. Kozmik Adam bütün yaradılışa zarar verecek.”

Yazar, bütün gece uyuyamadı ve soluğu doktorunun yanında aldı. Gördüğü hayali anlattı ona. “İlaçlarını almış mıydın?” diye sordu psikolog. Yağmur başıyla onayladı. “Peki bu büyücüyü hâlâ görüyor musun?” Yeniden onayladı Yağmur. “Şu anda burada mı?” Adam tekrar başını salladı.

“Bu saçmalıklar için vaktimiz yok Haran. Psişik Peygamber bekliyor.”

Psikolog, Yağmur’u rahatlatacak birkaç söz söyledi ve ilaçlarının dozlarını değiştirmesi için hastaneye yönlendirdi. Yazar, günün kalanında bununla uğraştı. Kafasını meşgul etmek Büyücü’yü silikleştirmişti. Akşamüstü eczaneden çıktığında ise onu görmez oldu. Arabasına yürürken omzunda bir el hissetti. Arkasına döndüğünde kendini bambaşka bir gerçeklikte buldu.

“Ne kadar nazlandın…” dedi Büyücü. “Gel benimle. Psişik Peygamber’in seninle görüşmesi gerekiyor.”

Yağmur bazen insan, bazen de vahşi bir boğa gibi görünen adamın peşinden gitti. “Kim bu Psişik Peygamber?”

“Hatırlamıyor musun? Hani sen Tanrı’nın Gözü’nde Piramit Bilinç’le bütünleşmiştin…”

“Onlar yalnızca halüsinasyondu.”

Olmayan bir zeminin üstünde yürüdüler. Etraf bembeyazdı, neredeyse hiçbir şey görünmüyordu. Yalnızca kendi sırtını seçebiliyordu. Bulundukları evren o kadar küçüktü ki ileriye baktıklarında kendi hareketlerine şahit oluyorlardı. Yağmur, el sallayarak test etti bu fenomeni.

İkisi yürüdükçe o sonsuz beyazlık azaldı, bir noktadan sonra her yer zifiri karanlığa göründü. Birbirlerini, hatta kendi uzuvlarını bile göremez oldular. Görememekle kalmayıp hissedemediğini de fark etti yazar. Fiziksel bedenlerinden ayrılmışlardı. Belki de görememelerinin sebebi ışığın değil, gözlerinin olmamasıydı.

Yağmur, Psişik Peygamber’in karşısında olduğunu hissetti ve onun sesi zihninde yankılandı. Bir kadın sesiydi. Kendisini sıkıştıran gazeteci kızın sesine benziyordu aslında. Ancak daha olgun bir sesti. “Bizi unuttun demek.”

“Siz kimsiniz?”

“Alegori ile bağ kurmayı bıraktığın için oldu.”

“Neden bahsettiğini anlamıyorum. Neredeyim ben? Öldüm mü? Tamamen delirdim mi?”

“Erkeklerin anlaması neden bu kadar kıt? Senin dünyanda tarih boyunca en güçlü şamanların kadınlar olduğunu biliyor muydun? Hatta kadim zamanlarda erkeklerin kara şaman olmasına izin vermezlermiş. Çok tehlikeli olduğu için. Sen de bir şamansın, değil mi?”

“Bunun benim cinsiyetimle ne alakası var?”

“Anlamıyorsun ki… Senin bir cinsiyetin yok. Çünkü şu anda bir vücudun yok. Kendini zihinsel olarak kısıtlıyorsun. Dönüşebilirsin. Kadın olmak ister misin?”

“Hayır.”

“Mutlak Kutu’yu asla kadınlar kadar iyi anlayamayacaksın. Yine de elimizde olan sensin. Sana ihtiyacımız var.”

“Katmanlar arasında serbestçe gezebilen halklar yok mu? Benim gibi üç boyuta sıkışmış sıradan bir insan ne yapabilir?”

“Üç boyuta sıkışan yalnızca bedenin. Ondan da kurtulduk bile. Bahsettiğin halklar da senin gibi sıradan insanlardan oluşuyor.”

“Nasıl olur?”

“Dördüncü boyutun üstünde zaman o kadar da önemli değil. Belirsizlik ilkesini duydun değil mi? Farklı gerçeklikler aynı anda yaşanıyor. Kozmik Adam, Mutlak Kutu’ya sonsuz defa dokundu, dokunuyor, dokunacak. Döngükıran sonsuz defa inşa edildi, inşa ediliyor, inşa edilecek. Hipergerçeklik sonsuz defa yaşandı, yaşanıyor, yaşanacak. Senin gibi sonsuz sayıda gezgin var.”

“Siz de benim gibi misiniz?”

“Evet,” dedi Büyücü. “Ama farklı evrenlerden geliyoruz.”

“Peki tüm bunlar nasıl başladı, Mutlak Kutu ve çevresindekiler?..”

“Başlangıç diye bir şey yok,” diye cevap verdi Psişik Peygamber. “Yine de bir yaratıcı olduğundan şüpheleniyoruz. Bazı halklar ona tanrı, bazıları da temel algoritma diyor.”

Neredeyim? Bilmiyorum.

Ne yapıyorum? Bilmiyorum.

Bu gerçek mi? Bilmiyorum.

Yağmur, gözlerini hastane odasında açtı. Yatağa kelepçelenmişti. Yanında kimse yoktu. Zaten kim olabilirdi ki? Kimi vardı? Anne-babasıyla halüsinojen zamanlarından beri görüşmüyordu. Birbirlerinin ne durumda olduğunu, yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyorlardı.

“Ne oluyor burada?” diye bağırdı. Genç bir adam koşarak geldi. “Yağmur Bey! Çok şükür iyisiniz. Çok endişelendik. Büyük hayranınızım.”

“Sağ ol ama ben niye kelepçeliyim?”

Bir polis içeri girip “Aynı anda çok fazla ilaç yutmuşsunuz,” dedi. “İntihar geçmişiniz olduğu için…”

“Saçmalamayın!” diye bağırdı yazar. “Halüsinasyonları bastırmak içindi onlar. Siz benim kim olduğumu iliyor musunuz?”

Az önceki hemşire, “Yağmur Bey çok ünlü bir yazardır,” diye açıkladı. “Edebiyatın rock yıldızı derler.”

Ben Neil Gaiman değilim. Kendi cümlesi beyninde yankılandı yazarın. Gazetecinin kendisini eşcinsel olduğuna ikna etme çabasını hatırladı. Dönüşebilirsin. Kadın olmak ister misin? “Acaba her türlü cinsel, hatta bedensel kimlikten arınabilir miyim?”

“Efendim?” dedi hemşire. Polis kelepçeyi çözüp gittiği için odada oğlanla yalnız kalmışlardı.

“Sana demedim.”

“Burada benden başka kimse yok.”

“Fakındayım.”

“Eşcinsel olduğunuz doğru mu?”

“Hayır.”

Bu sırada kapı çaldı ve Pelin içeri girdi. “Hoş geldin,” dedi Yağmur. “Beni hanımefendiyle yalnız bırakabilir misin?” diye sordu hemşireye.

Genç adam çıktı, gazeteci kız hasta yatağına yakın bir sandalyeye oturdu. “Röportaj?”

“Bırak bu saçmalıkları Psişik Peygamber. Kozmik Adam’a karşı yardım edebilmem için illa eşcinsel olmam mı gerekiyor? Ama eşcinsel oluyorum deyip hop diye eşcinsel olamam ki.”

“Bedeninin kısıtlamalarının dışına çıkman gerekiyor. Aslında seks Nirvana’ya ulaşmak için kolay bir yol.”

“Cinsiyetsiz olabilir miyim? Hermafrodit veya androjen olmaktan bahsetmiyorum. Bu evreni ve vücudu terk ettiğimde dünyanın cinsiyet kalıplarını arkamda bırakabilir miyim?”

“Olabilir ama tavsiye etmem.”

“Niye?”

“Dediğim gibi, seks Nirvana’ya ulaşmak için kolay bir yol.”

“Rahipler cinsel perhiz uygulamıyor mu?”

“İkisi de doğru olabilir. Maya felsefesi… Sen hâlâ yetiştiğin kültürün mantık kurallarıyla düşünüyorsun. Her neyse. Kadınlığım benim zihnime güç veriyor. Erkekliği büyücünün zihnine güç veriyor, bir savaşçı olmasını sağlıyor. Onun ruh hayvanını gördün değil mi?”

“Eğer gezginler Döngükıran sayesinde ortaya çıkıyorsa Döngükıran’ı nasıl gezginler yaratıyor olabilir? Bunun bir başlangıcı yok mu? İlk seferinde Kozmik Adam’ın Mutlak Kutu’yu ele geçirmesi gerekmez miydi?”

“İlk sefer yok. Başlangıç yok.”

“Benimle birlikte olur musun?”

“Neden?”

“Nirvana’ya ulaşmak için. Ben de erkekliğimi kullanabilirim. Büyücü gibi bir boğa, bir minotor olabilirim. Şu anda genç ve güzel bir bedendesin sonuçta.”

“Hastanedeyiz.”

“Bu kültürün ahlak anlayışını umursuyor musun?”

Psişik Peygamber, hastane yatağının ve Yağmur’un üstüne tırmandı. Adamın kıyafetlerini parçaladı, iç çamaşırlarını çıkardı ve cinsel organını okşamaya başladı. “Ne zamandır yalnızsın?”

Yazarın kasıkları zevkle gerilmişti. “Çok uzun zamandır,” diye itiraf etti. “Aslına bakarsan Sahra Çölü kadar bakirim.” Bu sırada genç kadının içine girdi.

“O zaman eşcinsel olmadığından nasıl emin olabiliyorsun? Hem tecrübeli duruyorsun.”

“Sen de bu evrenden olmadığını belli ediyorsun. Porno diye bir şey duymadın mı?”

Haz, ateş gibi adamın içinde yükseldi ve Yağmur, bir anlığına sonsuzluğu erkekliğinde hissetti. Her yere gidebilir, her şeyi yapabilirdi. Hepsine hakimdi. Alegoriyle bağ kurduğu, gezginlik yaptığı sonsuzlukların hatıraları beynine üşüştü.

Bittiğinde “Yazık,” dedi Pelin. “Senden güçlü bir kadın olurdu. Yağmur, bu hem bir erkeğe hem de bir kadına yakışacak isimlerden. Şimdi ne yapacaksın?”

Adam zorlanarak yatağından kalktı. “Minotor olacağım. Bu dünyayı terk edeceğim.” Son bir nefes aldı, koştu ve kendini camdan dışarı bıraktı. Psişik Peygamber, onun tüm kemikleri kırılmış cesedine baktıktan sonra yok oldu.

Böylece Yağmur Haran’ın bedeni öldü ve bilinci sonsuzluğa doğru yola çıktı.