Öykü

Kendini Feda Etti Chatterton

1776, Bourroux

Gérard Féret, kıta Avrupa’sının çoğunu gezdikten sonra İngiltere’ye gitmiş, orada kim bilir ne yaşadıysa Yeni Dünya’yı görme planlarından vaz geçerek doğduğu köye dönmüştü. Yörenin varlıklı insanlarındandı Féret’nin babası. Lakin kendi aklı beş karış havada olduğu için adam ölür ölmez mirası orada burada yiyeceğinden emindi herkes. Birkaç yıl sonra dönüp işlerin başına geçeceğini tahmin etmemişlerdi.

Gérard, babasından kalanları daha ileri taşıyıp köye güzel yatırımlar yaparak Bourrox ahalisinin gözüne girdi. Londra’da ne olduysa eğlence peşinde koşan çapkın çocuk gitmiş, yerine ağırbaşlı ve sorumluluk sahibi genç bir beyefendi gelmişti. Bu yüzden büyük projesini açıklayacağını söylediğinde herkes meydana toplandı.

Üstü çaputlarla kaplı büyük bir sepet duruyordu ortada. Köylüler, genç adamın gelip de bunun ne olduğunu anlatmasını bekliyorlardı. Bu sırada Gérard henüz malikanedeki odasından çıkmamış, son hesaplamaları yapıyordu. Kapının çalındığını duydu. “Gir!”

Kahyanın kızı Isabelle, elinde tepsiyle odaya girdi. “Çay istemişsiniz Mösyö Féret.”

“Çiy istimişsiniz misyi fiği,” diye söylendi Gérard. Isabelle çocukluk aşkıydı ama delikanlının büyümemiş tavırlarına ve bitmek bilmez çapkınlığına tepki olarak onunla resmi bir dille konuşmaya başlamıştı. Adam, kendince hac yolculuğundan döndükten sonra onu eskisi gibi görmeye devam eden yalnızca bu genç kadındı. “Teşekkür ederim Matmazel Mossé. Bugün ölebileceğimi biliyorsunuz değil mi? Aramızdaki son diyaloğun çiy istimiştiniz misyi…”

“Embesillik etmezseniz ölmezsiniz,” diye onun sözünü kesti Isabelle. “Mösyö Féret,” diye ekledi tavırlı bir şekilde.

Kız odadan çıkacakken Gérard koşup onu kolundan yakaladı. “Daha kaç sene tavır yapacaksın bana sen?”

“Abuk sabuk işlerle uğraşmayı bıraktığın zamana kadar. Pahalı kıyafetler giyip onlara para kazandırdığın için adam olduğunu zannediyorlar ama ben senin bütün vaktini kendini öldürecek bir şey icat etmekle geçirdiğini görüyorum.”

“Yapmak zorundayım Isabelle. Bir çocuk, bizim günahlarımız için kendini feda etti. O benim dostumdu. Çağımızın muhtemelen en büyük şairiydi. Adını henüz kimse duymamıştı. On yedi yaşındaydı.”

“Sen de ona mı özendin?”

“Hayır Isabelle. Thomas Chatterton boşuna ölmüş olmamalı. Onun ülküsünü gerçeğe çevirmeliyim.”

“Deney yapmanın daha güvenli yolları da var.”

“Anlamıyorsun gülüm. Orada olmalıyım, tamam mı? Herkes de bunu görmeli. Öleceksem ölürüm. Ama seninle küs ölmek istemiyorum.”

“Seninle köy meydanına kadar geleceğim. Ama hâlâ tiksinti dışında bir duygu beslemiyorum sana karşı. Bir idam mahkumunun son isteğini gerçekleştiriyormuş gibi bir vazife duygusuyla geleceğim.”

Gérard, kıza sımsıkı sarıldı. Masasına koşup çekmeceden ufak bir kutu çıkardı. “Bunu sana aldım, Londra’dan.”

“Ayarın yok Gérard, her zamanki gibi.”

“Benimle evlenir misin Isabelle?”

“Bourroux’ya döndüğünden beri bunu sormak için mi bekliyordun gerçekten? Bunca yıldır…”

“Daha fazla beklemek istemiyorum Isabelle. Lütfen cevap ver bana.”

Genç kadın gülümsemesine engel olamadı. “Köy meydanındaki saçmalık bitince cevap vereceğim.”

Güzelce giyinip malikaneden kol kola çıktılar.

M.Ö. 5. Binyıl, Anadolu

Haranor-oğlu-oğlu-Harodan, tabana kuvvet Kuda Şehri’nin savaş beyi Arodu’nun askerlerinden kaçıyordu. Ağaçların arasına dalıp da adamların oklarının kendisine ulaşması zorlaşınca kollarını iki yana açtı ve havada süzülmeye başladı. Askerler de uçarak takip ettiler onu.

Haranor-oğlu-oğlu, Kuda tarafından işgal edilen Der Kapısı Şehri’ne özgürlük istediği için aranıyordu. Denize ulaşırsa kurtulacağını düşünmüştü. Suyun üstünde uçmak istemezdi çünkü kimse. Uçarken yorgunluk çok ani bastırırdı. Ayak basıp dinleneceğiniz toprak yoksa dönmeye çalışırken düşüp boğulabilirdiniz.

Şu anki durumda ormandan çıkabilmek bile mucize olurdu Harodan için. Denize bir ulaşsa kurtulacaktı, bütün adalar ezberindeydi çünkü. Askerler gittikçe yaklaşıyor, onu kıskaca alıyorlardı ama…

Uçmanın manevi bir eylem olduğunu biliyordu Haranor-oğlu-oğlu-Harodan. Onları mağaralarda yaşayıp vahşi hayvanlara av olan atalarından ayıran buydu. İnsan önce ruhları algılamış, onların resimlerini taşa boyamış, sonra düşünmeyi, tanrılarla yakınlık kurmayı öğrenmişti. Ateş sayesinde olmuştu bu. Ateşe bakan kadınlar görmüştü uçmayı. Uçarak yırtıcılardan kaçmış, bu sayede medeniyetin temelini atabilmişlerdi. Harodan zihnini boşalttı. Hızlanabilirdi bu sayede. Eski atalar gibi yırtıcılardan kaçıyordu.

İnsan denen mahluk uçmayı unutuyordu yavaş yavaş. Sürüngenlere dönüyordu. Savaşlar, vahşet kavuruyordu dünyayı. Arodu gibi adamlar ortaya çıkmıştı. Bu insanlar mutlu olmak için değil hırs için yaşıyor, hayatta kalmak için değil kasıklarında besledikleri canavarı tatmin etmek için savaşıyordu. Bu adamlar büyücü kadınlardan, ruhlardan korkar oldular. Vaaz ettikleri tanrılar karanlıklaştı, kan ister, ölümü destekler oldu.

Belki bu sayede çıkabildi ormandan. Harodan onlar gibi değildi. Uçmak onu mutlu ediyordu. Suratını yalayan rüzgârı seviyordu. İnsanları seviyordu. Yaşamayı seviyordu. Denizin üstünde bile süzülebilirdi. Korkmasına gerek yoktu. Toprak anası, tanrı babasıydı. Geride kalan Kuda askerlerine gülümseyerek baktı ve daha iyi bir yaşam kuracağı adayı aramaya başladı.

1770, Londra

“Bu rüyalar benim mirasım,” dedi Thomas. Aziz Pancras Kilisesi’nin bahçesinde yürüyüş yapıyorlardı. “Biliyorum, Haranor-oğlu-oğlu-Harodan benim atamdı. Gördüklerim de anılardan başka bir şey değil. Kadim zamanlarda insanlar uçabiliyordu. Hırslarımız yüzünden köreldi bu yetenek.”

Gérard ona güldü. “Orta Çağ insanları gibi konuşuyorsunuz dostum. Üslubunuz süslü ve eğlenceli ama anlattıklarınız masal yalnızca.”

“Dostum Féret, Orta Çağ edebiyatına bayıldığımı biliyorsunuz. O sebeple vaktimi böyle yerlerde dolaşarak geçirmiyor muyum? Beni onurlandırdınız.”

“Sevindim. Şu koca şehrin Fransızca bile bilmeyen barbarlarla dolu olması yüzünden sizinle muhabbet kurdum ama şimdi, Londra iyi ki böylesine pis ve cahil bir kentmiş, diyorum. Peki söyleyin bakalım, insanlar bir gün yeniden gökyüzünde süzülebilecekler mi?”

“Orta Çağ Hristiyanları bunu bilse eminim Tanrı’nın günahlar yüzünden insanı cezalandırması şeklinde yorumlarlardı. Nasıralı İsa bizim günahlarımız affolsun diye çarmıha gerildi. Belki masum bir ruh kendini feda ederse tüm bu savaşlar, barbarlık, vahşet biter de yeniden göklerde süzülürüz.”

“Henüz çok gençsiniz dostum, sakın ola ki o masum ruh olmaya falan kalkmayın.”

Her an kafası onlarca mısrayla dolu olan Thomas, önündeki yeni açılmış mezarı göremedi ve çukura düştü. Hemen onu kolundan tutup çıkardı Gérard. Oğlanın üstündeki toz-toprağı silkeledi. “Bir dehanın yeniden doğuşuna yardımcı olmak beni ziyadesiyle mutlu etti,” dedi gülerek.

Thomas ona aynı havada cevap verdi. “Ah aziz dostum, bir süredir mezarla savaş içerisindeyim.”

Gérard gerindi. “Ayrılsam iyi olacak. Bir bayan arkadaşımla randevum var ve bekletilmeyi sevmediklerini bilirsiniz. Ama birkaç gün sonra o mükemmel şiirlerinizi ürettiğiniz yeri görmek için ziyaretinize geleceğim.”

Chatterton, ufak bir tavan arasında, yatağı ve yazı masası hariç hiçbir şeyi olmadan yaşıyordu. Gérard üç gün sonra gittiğinde kimse kapıyı açmadı. Oğlanın o saatte dışarıda gezmeyeceğinden emin olan genç adam kapıyı zorlayarak girdi. Endişelerinde haksız çıkmadı maalesef.

Genç şair yazdığı her şeyi yırtıp parçalara ayırdıktan sonra arsenikle kendini öldürmüştü. İntihar notu yoktu, çalışma masasında çok sevdiği Orta Çağ tarzında yazdığı yarım bir şiir duruyordu sadece. Chatterton ise tablolara konu olacak çocuksu güzelliği, kızıl saçları, eski püskü ama son derece düzgün kıyafetleri ve ölü erkeklere yakışan beyazlıktaki teniyle düşmüş bir melek gibi yatağındaydı.

Zaten birkaç skandala karıştığı için başı belada olan Gérard, hiçbir şeye dokunmadan ve kimseye haber vermeden çıktı oradan. İnsanlara söylese, ortalığı birbirine katsa da çocuğa katkısı olmazdı artık. Ama onun için ne yapması gerektiğini biliyordu.

Chatterton’ın dayanılmaz güzellikteki cesedi, üç gün sonra, şiir yazmaya devam edebilmesi için ona maddi destek vereceğini söylemeye gelen Doktor Fry tarafından bulundu.

1776, Bourroux

Balon yavaş yavaş şişerken “Bu, yeni panayır oyuncaklarından, değil mi?” diye sordu köylülerden biri.

Gérard gülümsedi. “Hayır Madam Serre, ulaşım teknolojisinin geleceğine bakıyorsunuz. İnsanoğlu önce yer üstünde seyahat etmeyi öğrendi. Sonra heybetli gemiler yapıp atların hayal edemeyeceği hızlara ulaştık. Sırada gökyüzü var.”

Onun espri yaptığını düşünen köylüler kıkırdamaya başladı. Adamın eski halini hatırlayan birkaç ihtiyar “Féret gene delirdi,” diye söylenerek meydanı terk etti.

“Merhum şair Thomas Chatterton’ı duymayanınız var mı?” diye sordu Gérard. Ahalinin tamamı bildiklerini belli eden sesler çıkardı. “Artık herkes onun edebi yeteneğinden söz ediyor. Chatterton benim dostumdu. On yedi yaşında, sefalet içinde kendini öldürdü. İnsanoğlunun yeniden gökyüzünde dolaşması onun tek hayaliydi. Masum bir ruhun Nasıralı İsa gibi kefaret ödeyerek bize şefaat edebileceğine inanıyordu. Daha çocuktu, kendisi de bunun farkındaydı. O masum ruh olabilmek için en ufak bir şansı bile varsa bunu denemeye hazırdı. Thomas Chatterton, on yedi yaşındaydı. Benim o yaşta yaptığım gibi gönül meselelerinin peşinden koşması gerekiyordu ama o kendini öldürdü. Onu anlayamadığımız için kendini öldürdü. Takdir edilmediği için değil, dünyayı değiştiremediği için kendini öldürdü. Bir çocuk, bizim günahlarımız affedilsin, hırslarımız körelsin, savaşlarımız sonlansın diye, ağırlıklarımızı atıp yükselebilelim diye kendini feda etti. Thomas Chatterton, lordumuz ve kurtarıcımız İsa Mesih gibi kendini feda etti. Thomas Chatterton kendini feda etti! On yedi yaşındaydı. Büyüyemedi. Evlenemedi. Baba olamadı. Para kazanamadı. Öldü! Biz dünyayı çirkin bir yer haline getirdiğimiz için öldü. Bizim yüzümüzden öldü. Şimdi ben, Gérard Féret, onun tek hayalini gerçeğe dönüştüreceğim.”

Gérard, iyiden iyiye şişmiş balona bindi, ipleri çözdü ve ağırlıkları atmaya başladı. Onun delirdiğine ikna olan Bourroux halkı, acıyarak genç adamı seyrediyordu. Gérard, en yakınında duran Isabelle’in gözlerinin içine baktı. O da inanmıyordu kendisine.

“Size kadim Çinli bilgelerden beri bütün büyük mucitlerin tasarlamaya çalıştığı uçan balonu sunuyorum!” diye bağırdı Gérard. “Size Thomas Chatterton’ın hayalini sunuyorum.” Adam, kollarını iki yana açtı ve sepetle birlikte Nasıralı İsa gibi yavaş yavaş yükselmeye başladı. Herkes dehşet içinde kalmıştı.

“Şeytan işi bu!” diye haykırdı Papaz Vérany. “Féret kafir ülkelerini gezip kara büyü öğrenmiş! Şimdi de masum Bourroux insanlarının aklını çelmeye çalışıyor.”

Ahali o kadar heyecanlanmıştı ki ihtiyar din adamını duymadılar bile. Papaz bağıra çağıra İncil’den ayetler okusa da dikkat çekemedi. Birkaç dakika sonra da sıkılıp gitti.

Isabelle, balonun güvenle yere inmesi için dualar ediyordu ki çocukluk arkadaşının adını seslendiğini duydu. “Cevap almak için aşağı inmem mi gerekiyor?”

“Nasıl ineceğinizi biliyor musunuz Mösyo Féret?” diye bağırdı kız.

“Beni reddedeceksen niye ineyim ki? Semada kaybolmayı tercih ederim.”

“Sus! Herkes dinliyor.”

“Chatterton efsanelerdeki aşklara bayılırdı. Bizimki gibi. Sevenlerin kavuşmasını isterdi. Herkes duysun! Ben, Gérard Féret, bu sabah saygıdeğer kahyamız Mösyö Médard Mossé’nin kızı Matmazel Isabelle Mossé’ye evlilik teklifinde bulundum. Kendisi de cevabı şimdi verecek.”

Balonun yükseldiği ankinden daha büyük bir alkış koptu. Tüm gözler güzel Isabelle’in üzerindeydi. Mutlu mu olsun, yoksa kızsın mı bilemiyordu genç kadın. “Kabul ediyorum,” dedi karışık duydular içerisinde. “İn artık aşağıya.”

Gérard kolay bir iniş yaptı. Birkaç aylık hazırlıktan sonra tüm köyün katıldığı görkemli bir düğünle evlendiler. Genç adam, balayında kızı Londra’ya götürdü. Chatterton’la birlikte sürttüğü sokakları gösterip bayan arkadaşlarını sansürleyerek yaşadıklarını anlattı.

Féret’in uçan balonu, çevre köylerde ağızdan ağza yayılsa da dünyanın kalanı için unutulup gitti. Gérard, karısının tüm ısrarına rağmen aracının patentini almayı veya seri üretime başlamayı reddetti. Chattrton’ın rüyasını gerçeğe dönüştürmek yeterliydi onun için. Kayda geçen ilk insanlı balon uçuşu yedi sene sonra Paris’te yapıldı.