Bir beden içerisine yerleştirilip gönderilmişti dünyaya adeta. Ruh dışında önemli olan şeylerin de olduğunun bir göstergesi beden. Her ruha göre bir beden uydurulur ya da gelişigüzel eşlenir ruhla bedenler. Ruhu gayet asil niteliklere malikti ama nasıl bir bedendeydi, beden denilen şey insanların yaşam boyu peşinde koştukları hayaller için engel olabilir miydi? Ruhun yüceliğiyle eşdeğer olmalıydı oysa şu an önündeki tek engeli teşkil eden bedeni. Bedeni ruhuyla uyumlu olmalıydı. Seçme fırsatı verilse en iyisini yapabilir miydi kendisi için onu da bilmiyordu; ama şu anki halinden daha iyi bir biçimde olacağı kesindi. O kadar şanlı bir ruha sahipti ki – kendisi dışında kimse bunun farkında mıydı tartışılır- bedeni de en az onun kadar mükemmel olmalıydı.
Bedeninden bu kadar şikayetçi olmasının sebebi hep katılmak istediği o geçmiş zamanlardaki şövalye ruhunu devam ettirmeyi kendilerine şiar edinmiş topluluğun aşırı kilolu insanları kabul etmemesiydi. Kilosundan şikayetçi olmasında ne sağlığının bozukluğu ne de insanlar tarafından beğenilmemesinin bir etkisi vardı. Tek ve daimi hedefi o topluluğa katılıp onlardan biri olduktan sonra hayatına hem ruhen hem de bedenen asil bir insan olarak devam etmekti. Ruhen asildi, şimdi yapması gereken tek şey o topluluğa katılmaktı. İstediğimiz her şey olmuyor diye bir şey yok. Ne istersen yapabilirsin, azim olmalı insanda. Bu düşünceler içinde hep umutluydu.
“Bu vaziyetinle çimlerde yuvarlanmaktan başka bir işe yaramazsın sen.” Bu sözler ağırdı, bilhassa bu denli asil ruhu olan birine söylenmişse yedirmek güçtü.
Cevap verememişti bu söz üzerine. Olduğu yerde taş kesilmişti.
Akşam sessiz sedasız bir müzik gibi çalıyordu lakin inletiyordu hassas kulakları. Hüznüyle baş başa oturuyordu öylece, kafasına koymuştu o da ruhunda taşıdığı şövalye ruhunu bedenine dökebilecekti. Yapması gereken şey aç kalmaktı. Aç kalırsa bir süreliğine, kendisine ve asil ruhuna ağırlık yapan o fazlalıklarından kurtulacaktı ve kurtulması için tek çözümdü açlık.
Ne kadar çabuk istenilen ölçülere ulaşırsa o kadar çabuk kavuşabilecekti hayallerine. Fıtraten de sabırsız bir insandı zaten, ne olmasını istiyorsa hemen olmalıydı, o dakikada. Maalesef istenilen her şey yolunda gidemezdi, o bunu da kabullenemiyordu. Kendisini yüreğinin odalarından daha da dar olan evine kapatmıştı. Evi üç beş adım atabilecek büyüklükteydi ancak. Aç kalacağı sürede dolaşmasına yeter de artardı bile. Oturmayı daha çok sevmeye başladı süreç başladıktan sonra. Salonun köşelerinden birini belledi ve oradan kalkmadı saatlerce, günlerce. İlk üç dört gün zorlanmadı, hayatı boyunca açlıkla sürekli cebelleştiği için pek yabancı sayılmazdı bu duruma. Ama ya sonraları, bir kılıç gibi kesilecek yere bedensel istekleri varlığını bile kemirir hale geldi. Bu kadar zorlanacağını bilmiyordu. Su ile hayatını idame ettirmeye çalışmanın ne güç olduğunu bilmeyenler anlayamazdı onu.
Birkaç hafta geçmişti, avurtları biraz çökmüş gibiydi. Az da olsa bir şeyler yiyerek devam edebilirdi; o denli hırslıydı ki hemen olsun istedi, en zor yolu seçmişti bir kere. Az zamanda birkaç yıl yaşamış gibiydi yoksa bu hali nasıl açıklanabilirdi ki: yaşlanmıştı resmen. Bir ara dışarı çıkmak istedi, güneşi görmek için çıktı dışarı. İki elini göğsünün üzerinde kavuşturup, savrula savrula dolaşıyordu ortalıkta.
Bu sırada bu şövalyelik ruhunu yaşatmaya çalışan toplulukta her şey yolunda gidiyordu, sonradan katılanlar işin inceliklerini öğrenmişlerdi çoktan. Herkes hak edemezdi öyle asilzade olmayı, liyakat meselesiydi bu. “Bedenen ne kadar hantal görünsem de ruhum asil benim.” gibi laflar burada tesirsiz ve manasızdı. Somut olan soyut olana her zaman galebe çalmıştır çünkü -bu onların görüşüydü-. Şövalyelik düşüncede değil aksiyonda belli olurdu.
Köklü değişiklikler oluyordu bedeninde, ne kadar farkındaydı bilinmez zira kendini kaybetme raddesine ramak kalmıştı. Kendiyle ilgilenmemeye başladı. Hiçbir şey yapmıyordu artık, oturuyor, yatıyor başka hiçbir şey. Son zamanlarda hayallerini de düşünmemeye başladı. Bedenine çektirdiği bu eziyet denilebilecek şey zihninden de çok şeyler götürmüştü. Şu aşikardı ki önceleri azgın boğalara kafa tutabilecek gösterişte olan asil ruhlu bu adam güzden bahara geçişlerde eriyen karlar gibi olmuştu. Şimdi istediği bedene sahipti lakin aklı selimle hareket edecek vaziyette değildi. Zihin açlığına dönmüştü bu yaptığı. Şimdi gidip katılabilirdi o katılmayı çok istediği şövalyelerin arasına istenilen vücuda kavuştuğu için. Gitmedi, gitmek aklına bile gelmedi ya da gidemedi.
Şövalyelerin arasında bir korku başlamıştı çünkü aralarından pek çoğu pek sıska bir adam silueti gördüklerini iddia etmeye başlamışlardı. Görmeyenler de buna kahkahalarını basıp tepkilerini koymuşlar önemsememişlerdi bu tarz savları. Bazıları da adamın gelip onlara kılıç çektiğini ve kızgın bir ses tonuyla bir şeyler mırıldandığını da iddia ettiler. Aralarından birisi: “Çok korkunç bir hali vardı, adam bir şişmanlayıp bir zayıflıyordu ve sürekli şunu tekrarlıyordu ‘Beden… Ruh… Asalet. Bedenim asil; ruhum da asil olacak.’”
Selahattin Samet Demir | Mr. Hrothgar