“Işın kılıçları bu turnuvadaki müsabakalarda yasak demedik mi kardeşim kaç kere. Aranızda bazı arkadaşları görüyorum halen bellerinde ışın kılıcıyla muayeneye geliyor. Radyasyon fışkırtıyor demedik mi? Bunlar yasaklandı bu diyarda.” dedi kâtip. Hasır kumaşından entarisini düzelterek kendin sakinleştirmeye çalışıyordu. Memuriyet derecesini belli eden kırmızı şalını hışımla boynuna doladı.
“Ulu Senatör hologramla katılacak şehir şenliklerimize bu sene. Böyle bir şey olabilir mi ya? Nöbetçiler niye alıyorsunuz evladım bu adamı ışın kılıcıyla içeri! Bu turnuvadaki tema ‘nostalji’ demedik mi biz? 100 sene önce bulunan şey nostaljik olur mu? En az 5 bin sene lazım nostalji olması için. Güvenlik müdürünü çağırın bana nasıl giriyor bu arkadaşlar içeri bir anlayalım bakalım.” diyerek burnundan solumaya devam etti kâtip.
İri yarı, esmer, bıyıklarını ağzını kapatacak kadar uzatmış kel kafalı bir adam kapıda belirdi. Kafasında siyah beyaz ibikli bir bere, üzerinde ise mor renkli, papatya desenli bir karate elbisesi vardı. Komutanını görmüş bir asker edasıyla masanın arkasına dolaştı. Askerler ve memurların arasından aceleyle geçti. Kâtibin yanına gelip kulağına eğilerek “Beni emretmişsiniz efendim.” dedi.
Kâtip, “Ne bu hâl Kurmay Çavuş’um? Millet elini kolunu sallayarak girer olmuş buraya. Her taşraya geldiğimizde böyle keyfiliklerle karşılaşmak zorunda mıyız biz yav? Ne bu adamların hali? Birinde ışın kılıcı, diğerinde element dönüştürücü. Bunlar nasıl gladyatör? Bu nasıl nizam Kurmay Çavuş’um?” dedi.
Güvenlik müdürü mahcup bir ifade ile, “Haklısınız efendim, haklısınız da şartlar zorluyor bizi biraz aslında. Köle sahipleri müşkül durumda. Geçen seferki solar fırtınayı bahane gösteriyorlar. İstihkak da yetersiz kalınca Gladyatörleri donatmakta eksik kaldılar. Bu gladyatör arkadaşların da 3. hakları. Bir turnuvaya daha katılamazlarsa biliyorsunuz Platin Bileklik Protokolü kesin. Elektronik prangaları ölümcül elektrik dozu verecek. Hele turnuva başlasın ölenlerden tedarik edeceğiz bu arkadaşların teçhizatlarını. Ama önceden haber vermeliydim haklısınız tabi. Bu işi burada böyle söylemek uygun kaçmadı.” dedi.
Kâtip bezgin bir ifadeyle çavuşu dinledi. Dirseklerini masaya dayadı. Kafasını ellerinin arasına götürerek sıkkın bir ifadeyle saçlarını kaşıdı.
“Yav Çavuş’um, hologramla Ulu Senatör katılacak etkinliklere diyorum. Sen ne diyorsun Allah aşkına ya!” dedi.
Sırada bekleyen gladyatörler arasından belli belirsiz bir homurdanma sesi duyuluverdi. Kâtip sesi duyar duymaz dikkat kesilip kafasını kaldırarak gladyatörlere baktı.
“Kimden geldi o ses, terbiyesiz herifler!” diyerek veryansın etti.
Gladyatörler arasındaki homurdanma yerini sessizliğe bıraktı. Ancak bazıları kaşlarının altından kâtibe bakmaya devam ediyorlardı. Bunlardan birisi de ışın kılıcıyla gelmek zorunda kalan Gladyatör Ramazan’dı.
Kâtip, Ramazan’ın bakışlarını hiç beğenmemişti. “Ne bakıyosun lan sen bana öyle dik dik, it herif!” sözleriyle Ramazan’ı haşlayıverdi. Ramazan uzun boylu, yapılı, yüz hatları keskince, çukur gözlerindeki ifade anlamlı bir gladyatördü. Harman Diyarı’ndan Maden Diyarı’na getirtileli 7 sene olmuştu. Gladyatörler arasında sözü geçen dürüst bir adamdı. Sözünde haklıysa bazen çavuşlar bile çekinirdi Ramazan’dan.
Ramazan vakur bir tavırla, “Kâtip Bey, Kurmay Çavuş anlattı durumu elimizde olan bir şey değil ki. Bizde isterdik kılıç kalkanla karşınıza çıkalım ama efendiler teçhizat eksikliğini bahane ediyorlar bize. O yüzden bu şekilde karşınıza çıkmak zorunda kalıyoruz. Hem radyasyon yaysa ne olacak efendim. Bizler arenada zaten ölüyoruz” dedi.
Kâtip sinirli bir şekilde önündeki dosyaların kenarlarıyla oynuyordu. Ramazan’ın sözünü bitirmesiyle, “Görüyor musun bak, gladyatöre biraz özgürlük verirsen böyle olur. Bu platin prangalara iyi diyorlar ama açtığı sonuçlar ortada. Ne varsa eskilerde var abi. Çıkarmayacaksın bunları koğuşlarından. Şimdi bir iki oba gezebiliyorlar, üç senede iki turnuvaya katılmama hakları var diye kendilerini özgür zanneder oldular işte.” dedi.
Gladyatör Ramazan, söylenenler karşısında kendini sakinleştirmek istercesine kafasını öne eğdi. Ancak kâtip, Gladyatör’ün tavırlarından memnun değildi. “Söyle sen kardeşim bana pranga kodunu böyle olmayacak bu. Yüzümüzü yumuşak buldun galiba sen bizim. Tutanağımızı tutalım gerisi Başkent Polis Muhakkikliğinin işi.” dedi.
Ramazan, Başkent Polis Muhakkikliğini duyunca gladyatörün içini bir sıkıntı kapladı. Bir yandan bu turnuvaya kesinlikle katılması gerekiyordu. Bir yandan ise gladyatörlük ruhsatının dondurulması söz konusu olmuştu. Ayrıca efendisine laf anlatmakta oldukça güç bir meseleydi. İş dallanıp budaklanırsa ölümden beter işkencelere maruz kalıp sakat kalması bile olasıydı. Ayrıca ondan sakat haliyle gladyatörlüğe devam etmesi bile istenebilirdi. İş, Başkent Polis Muhakkikliğine düşerse, bir uzay mekiğine kaçak binerek başka bir galaksiye kaçmaktan başka çare kalmazdı. Prangalar menzili dışında direkt infilak ettiği için kendisini kaçıracak adamı bulmakta hiç kolay değildi. Bunlar, saniyeler içerisinde Gladyatör Ramazan’ın kafasının içinde dönmüştü. Çıplak gövdesindeki tüylerin ürperdiği 2 metre uzaktaki masadan bile fark edilecek durumdaydı. Kâtip, pranga kodunu gladyatörü korkutmak için değil gerçekten istediğini belli etmek için tekrar üsteledi. “Ne sallanıyorsun hadi söyle kodunu. İtaatsizlik Protokolünü mü başlatalım daha mı iyi?” dedi.
Ramazan çaresizce dişlerinin arasından kodu kâtibe mırıldandı. “AO117-5Z2094”dedi. Bir yanı hâlâ ufak bir umut taşıyordu. “Belki de bana ders vermek için istemiştir.” diyordu. Sisteme girmez umuduyla kaderine razı olma gayreti içerisindeydi. Ancak kâtip kendisini bir türlü sakinleştiremiyordu. Gladyatörün vücut dilinden sezdiği ufak tefek emareleri kendisine karşı yapılan bir saygısızlık olarak yorumluyordu. Anlık sinir halinin vermiş olduğu bir fevrilikle kodu sisteme giriverdi. Ve gladyatöre dönerek, “Geçmiş olsun kardeşim. Artık işin bizimle değil. Tutanak yanıtlansın ona göre işlemlerine devam ederiz senin.” dedi.
Gladyatör Ramazan’ın başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Uç Oba’daki gizli evliliğini ve 2 yaşındaki kızını düşünmeye başladı. Hayatının, yetkili bir memurun iki dudağı arasından çıkan bir kelimeye bağlı olması gerçeğiyle ilk defa bu kadar doğrudan yüzleşiyordu. Hissettiği üzüntü ve korku yerini önüne geçilemez bir öfkeye bırakıyordu. Durumun ciddiyetini kavradığında gözlerini kararttı ve bir nida tüm salonu kapladı. “Eeeeeeyyyt yeter beeee! Sen kimsin lan çekirdek kabuğu? Yarım kilo canınla yargı dağıtıyon burada. Dedenden, babandan kalma yetkiyle canımıza ot tıkadın köpek.” dedi. Işın kılıcını belinden çıkararak öne doğru atıldı.
Masanın önündeki iki güvenlik görevlisini ustaca hamlelerle yere serdi. Masanın üzerine koyduğu sol ayağından destek alarak yukarı doğru sıçradı. Bu sırada kurmay çavuşun çenesine postalıyla sağlam bir darbe indirdi. İvmesi yere doğru hızlanırken ışın kılıcının açma düğmesine bastı. İki saniye sonra olacakları düşünerek şimdiden yüreğinin soğuduğunu hissediyordu. Kızını ve karısını bir daha göremeyecek olsa da onlara anlatılacak çok güzel bir hikâye bıraktığını düşünüyordu. Artık hamlesini tamamlamak üzereydi. Ancak ters giden bir şeylerin olduğunu hissetti. Işın kılıcı açılmamıştı. Kâtibe saplamayı düşündüğü ışın kılıcı, açılıp etrafa radyasyonlu ışığını yayamamıştı. Çünkü ışın kılıcının pili bitmişti. Elindeki ışın kılıcının kabzasıyla kâtibe bir tane geçirebildi sadece. Sonra hemen yakaladılar Gladyatör Ramazan’ı.
Ramazan, “Bizim özel ruhsat olmadan silah temin etmemiz yasak. Bunu bilmiyor musunuz sanki? Demirden bir kılıç bir kalkan döktürmek bu kadar mı zordu lan! Bu kadar mı?” çığlıkları arasında karga tulumba hücreye götürülmek üzere salondan çıkartıldı.
- Anadolu’da Bir Zamanlar - 1 Nisan 2023
Işın kılıcı değil el feneridir o diyesim geldi. El feneri olarak bile işe yaramadı gerçi, pili bitmiş. Parodivari bir öyküydü, güldürdü.