Öykü

Shut Zero

Bilgisayarımın başına oturduğumda sağ alt köşede yirmi iki bildirimimin olduğunu gördüm. Hepsi de Shut Zero’dan gelen bildirimlerdi. Bu oyunu oynamaya başlayalı zannedersem yedi yıl kadar oluyor. Daha önce oyunun ilk sürümünü oynuyordum, onun adını yapımcı firma Shut!! koymuştu, iki ünlem işaretiyle birlikte… Çoğu internet simülasyon oyunu kullanıcısı bu adı epey bir karizma düşüklüğü belirtisi olarak algılamış, piyasanın diğer bir yaygın simülasyon oyunu olan Flesh’i oynamayı, daha doğrusu Flesh’te yaşamayı bırakıp Shut!!’a taşınmamışlardı. Ama ben o sıralarda hayatıma yeni bir başlangıç yapmak istiyordum. Flesh’te yeteri kadar param ve itibarım kalmamıştı, oradaki çevrimiçi hayatımı haytalık yaparak geçirmiştim. Şu an bilgisayar başındaki etli kemikli halim orta yaşlarında, ince yapılı, pek albenisi olmayan bir kadınken Flesh’teki karakterim yapılı, deri mont ve dar kot pantolon giyen, tıpkı Güney Amerikalı çiftçiler gibi aksanlı konuşan, uzun saçlı, beyzbol şapkalı, ağzından sigarası, elinden bira şişesi eksik olmayan genç yetişkin bir erkekti. Oyunda mesleğimi belirlerken gerçek hayattaki sıkıcı mesleğimden olabildiğince uzak bir profesyonel uğraş seçmeye çalışmıştım: motosiklet tamirciliği. Ellerim işler, işimi yaparken radyoda rock şarkıları çalan bir istasyon ayarlar, gerçek hayatta da bilgisayar ekranımın sağındaki boşluğa gerçek bir bira şişesi açar koyardım. Evet, Flesh’te de tıpkı Shut!!’taki gibi meslekler gerçek zamanlı ve gerçek mesailiydi. Gündüzleri bilgisayarda, Flesh’in kısayolunu görmezden gelerek kelime işlemcimi açar, yanıma da çevirdiğim kitabımı alır, saatlerce çeviri yapardım. Kendime belirlediğim çalışma saatim bittiğinde de kelime işlemciyi kapatır kapatmaz Flesh’e girerdim.

Yapay zekanın bunca ilerlediği bu dönemde hala çevirmenliğin yaşadığına hayretle seviniyorum, neymiş, hala insanın yarattığı üslubun dokusu, tadı elde edilemiyormuş. Ne güzel, benim için hava hoş, hiçbir zaman elde edilemesin efendim, yeter ki her iş tesliminden sonra bakiyem hesabıma yatırılsın. Shut!!’a başlamadan önce çevirmenlik ve motosiklet tamirciliği ile epey güzel vakit geçiriyordum. Ama bir süre sonra Dan, yani Flesh’teki ben, alkol bağımlısı oldu, oldum yani. Tamircilikten kazandığı para ile geçinemediği için yasadışı işlere bulaştı, uzatmalı sevgilisi Shelly de Dan’i terk edip kirayı da Dan’e kitleyince Flesh’te yaşamaya çalışmak benim için o kadar da çekici hale gelmemeye başlamıştı. Dan’in hayatına giriş yaptığım bir gün, gündüz de çalıştığım son çevirinin ödemesini geciktirmişlerdi, yayınevi ile tartışmıştım, annemle de kavga etmiştik telefonda, canım sıkkındı. Dan olarak biraz çalıştığım atölyeyi kırıp geçirdim, epeyce bira içtim, sonra Dan olarak çıkıp kendimi bir köprüden aşağı atmak hiç de zor görünmemeye başladı gözüme. Zaten Shut!! diye bir oyun programının reklamları da e-posta kutuma düşüp duruyordu: “Flesh, etinizi kemiğinizi sömürüyor mu? Gerçek hayattaki stresinizi oraya da mı taşıdınız? Gelip Shut!!’a giriş yapın, gerçek hayatınızı kapatıp sanal hayatınıza yeni doğmuş bir bebek gibi başlayın!”

Dan öldüğünde oyundan çıkıp Shut!!’ın ilk bir yıllık ödemesini yapmıştım hemen. Sonra oyun güncellendi, yedi yıldır Shut Zero adıyla kullanıcılara sanal bir hayat sağlıyor, Shut!!’ın yarattığı, Flesh’e rakip olma ve düşük profilli kullanıcılara hitap etme algısından da sıyrıldı, artık çoğu kişi hala Flesh’te kalmayı ezikçe buluyor, çoğu kişi artık Shut Zero’da.

Shut Zero, Shut!!’taki profillerimizi de kendi bünyesine sorunsuzca taşımamızı sağlamıştı. Burada uzun, kızıl saçlı, afet gibi genç bir kadınım vallahi. Dan ile erkek olarak yaşama deneyimini yeterince edindiğimi düşünmüştüm profilimi oluştururken, bu kez güzel bir kadın olmanın neye benzeyeceğini denemek istemiştim. Adım Gris. Gerçek hayatta Selda. Shut Zero’da ise Griselda’nın kısaltması olarak Gris’i kullanıyorum, Griselda, çocukluğumdan beri böyle bir isim olduğunu öğrendiğimde benimsediğim bir isimdi: Gri Selda, yani tıpkı ben! Gri bir insanım, renksiz, ne idüğü belirsiz, bir kere görülünce dönüp ikinci kez bakılmayan, tatsız tuzsuz, etki bırakmayan, sıradan, sıkıcı, tozlu, modası geçmiş biriyim ben. Bununla yüzleşmek, bunu kabullenmek benim için zor bile değildi. İnsan ne olduğunu her daim bilir. Çekici bir insanın iltifat bekleyerek “Ya bence ben çirkin biriyim, kendimi hep çok çirkin bulurum,” demesine bayılırım mesela. Gerçekten çirkin olan ve bunu bilen birinin bunu dile getirdiğini hiç görmemişimdir. Ben, çirkin bile değilim. Siliğim sadece, çirkin olmanın bile kendine göre bir albenisi var bence, çirkinlere bile dönüp ikinci kez bakmak ister insanlar.

Gris, inanılmaz bir kadın. Kızıl saçlarıyla aşırı çarpıcı. Benim saçlarım tabii ki küllü kestane. Gris’in gözleri koyu yeşil. Üzerine yeşil rengi ortaya çıkarabilecek kontrastta kıyafetler giyerse gözleri inanılmaz görünüyor. Ten rengi de bembeyaz, neredeyse içtiği suyun boğazından geçtiği görünecek. Benim gözlerim koyu kahverengi, tenim de soluk pembe. Gris’in vücudu yeterince kıvrımlı, dolgun göğüsleri ve kalçaları ile ne giyse kendine yakıştırıyor. Benim vücudum tahta gibi. Kemiklerim sayılıyor. Oturarak çalışıyorum ve kemiklerimi hissetmekten rahatsız olduğum için ergonomik sandalyelerin üzerine bir de pamuklu yastıklar koyuyorum. Göğüslerim neredeyse dümdüz, kalçam ise açık seçik şekilde dümdüz. Bacaklarım ve kollarım bir kuklanınkilere benziyor. Gris’in saçlarında su dalgaları var, hareket ettiği zaman saçları bir denizkızının saçlarıymış gibi görünüyor. Benim saçlarım elekrikli, düz mü, dalgalı mı ne olduğu belli olmayan, kabarık, cansız, sağlıksız saçlar. Ne bakımlar yapmayı denedim gençken, ne şekillendiriciler kullandım, hiçbiri fayda etmedi. Gris’in ses tonu berrak bir günde cıvıldayan kuşları andırıyor, benimki kargaları.

Yani, anlayacağınız, ben ne değilsem, Gris o. Griselda, Gri Selda’nın asla olamayacağı o rüyalardaki kadın. Eh, doğal olarak da Shut!!’ta oynamayı en başından beri çok seviyordum, Shut Zero olunca oyun, profillerimize birçok güncelleme gelince oyuna tamamen bağlandım. Artık Shut Zero’nun bir parçasıyım, beni buradan anca öldüğümde sökerler.

Yirmi iki bildirimin çoğu, oyunun yeniden bir güncelleme daha aldığında dairmiş, ne ilginç! Oyunun kısayoluna kaydı gözlerim hemen, gotik fontlarla yazılı Shut Zero’nun yerinde artık Shut-0 yazıyordu, sıfır italik olarak. “Şu oyunun yapımcıları, oyunun adında bir ilginçlik yapmaktan vazgeçemedi gitti!” diye söylendim. Gidip kendime buzdolabından bir kutu kola alıp yeniden bilgisayar başına otururken oyunun kısayol simgesine gözüm takılınca sıfır rakamını o harfi gibi gördüm ve “Shut o, şat o, şato, ŞATO!” diye içimden söylenirken yükseldim. Ne kadar hoşuma gitmişti öyle, orası benim şatomdu, her zaman öyleydi, Griselda’nın şatosu, gözümde, üzerimde beyaz bir gecelik, elimde şamdanlarla karanlıkta alt kata indiğim gotik, kasvetli ama bir o kadar da havalı bir şato belirdi. İşte benim güzel, büyülü kalem! Gerçek hayatın tüm sıradanlığı dışarıdaydı, bana dair kimsenin farkına varmadığı büyülü, romantik, ilginç, merak uyandırıcı her şey bu kalede benimle yaşıyordu!

Oyunun kalbimdeki yeri genleşerek büyüyüverdi resmen, bir isim güncellemesi bu kadar mı güzel olabilirdi doğrusu. Diğer bildirimleri de sırayla okumaya başladım:

“Yeni ismimiz Shut-0, yaptığımız tek yenilik değil! Flesh’in yapımcı şirketi de artık bünyemize katıldığı için Flesh’in oyun haritası ve kimi oyun dinamiklerini de bünyemize kattık. Bu, çoğu oyuncumuz için iyi bir haber olabilir, çünkü eğer Flesh’te de aktif bir karakteriniz var idiyse hiçbir ekstra işlem yapmanıza gerek kalmadan artık onu da bu oyunda oynamaya devam edebilirsiniz. İki karakteri birden yönlendirmek istemiyorsanız, Flesh karakterinizin malvarlığı ve eşyalarına sahip olabilir, diğer karakterinizi inaktif hale getirebilirsiniz. Ekstra birkaç mangıra hiçbir oyuncumuzun hayır diyeceğini sanmayız, öyle değil mi?”

Ahh! Yıllar önce Dan’i öldürdüğümde, Flesh’e bir daha ödeme yapmamıştım. Dan zaten aktif bir karakter de değildi. Ölüydü, adı üzerinde. Hatta Dan’in epeyce borcu da olacaktı öldüğünde. Ama belki de eski atölyesi hala duruyorsa, atölyedeki kasasında birkaç değerli ıvır zıvırı olacaktı, Shelly’den kalma birkaç incik boncuk. Shelly’nin enayi gibi arkasında bıraktığı birkaç mücevher’i Gris’le taksam ve artık madem Shelly de bu alemdeyse, o takılar üzerimdeyken Shelly ile karşılaşsam ne de kıyak olurdu ama. Dan bu takıların bazılarını kendi elleriyle, kendi iş aletleriyle yapmıştı Shelly’e. Yani, muazzam bir hareket olabilirdi o takılarla gezmek. Tabii atölye duruyorsa. Eğer oyunlar birleşmiş ve Flesh’in haritası da Shut Zero’ya, pardon ya, ŞATO’ya gelmişse ve hiçbir işlem yapmadan Dan’e ait her şey bana da ait olacaksa gidip atölyeden o takıları elimle koymuş gibi bulabilirdim. Gerçi, Dan, aktif bir karakter de değildi ya. Denemekten zarar da çıkmazdı.

Haritaların nasıl kullanılacağına ve üst üste binen evrenlerin nasıl uyumlandırıldığına dair birkaç bildirim daha okudum. Bildirimler bitince artık kısayola tıklayarak oyuna giriş yaptım. Şatosuna görkemle giren bir hanımefendi, kızıl bir afet… Çekilin Flesh’te canıma okuyan her ıvır zıvır birey, Şato’nun gerçek sahibi Gris geliyor…

Oyuna giriş yapınca, karakterimi en son bıraktığım yerde uyanıyorum. Gris’i her seferinde evinde, evimde bırakırım. Ne kadar Gris’i kendimin aksi gibi yarattıysam da evimi seviyorum ve evimi olabildiğince kendi evime benzettim. Çok geniş olmayan ama ağaçlarla kaplı bir bahçenin içinde, iki katlı, taraçalı, verandalı bir ev. Üst katta yatak odam, alt katta da çalışma odam ve yemek odam var. Geri kalan odaları gerçek hayatımdaki gibi pek kullanmıyorum. Mutfağı da. Genellikle dışarıdan yemek siparişi veririm, oyunda da her zaman hazır yemek özelliğini kullanıyor, Gris’e yemek yapma becerisi edindirmekle vakit kaybetmiyorum. Gris, ünlü olma yolunda emin adımlarla ilerleyen bir şarkıcı. Aynı zamanda viyolonsel de çalıyor. Kendi besteleri var, bu besteleri oyunun yapay zekası benim verdiğim komutlarla yaptığı için bunlar benim de bestelerim sayılır, kendi bestelerimi dinlemeye bayılıyorum. Belki de çevirmen olmak yerine gerçekten de müzisyen olmalıydım, kim bilir.

Gris ile uyandım. Oyuna istersem sadece ekran karşısından bağlanabiliyorum, istersem de artırılmış gerçeklik gözlüklerimle üç boyutlu olarak oyunun içindeymişim gibi hareket edebiliyorum. Flesh’in haritasında ilerleyerek Dan’in atölyesini bulmak için yer yön duygumun tümüne ihtiyacım var diye düşünerek gözlükleri bilgisayar masasının çekmecesinden çıkarıp oyuna bağladım. Ve şimdi, tamamen oyunun içindeydim işte… Üst katta, yataktan kalktım. Yani, Gris kalktı. Ama Gris, zaten benim, o yüzden hele de üç boyutlu şekilde oyunun içindeysem kafa sesim bana oyunda hiçbir zaman “Gris şöyle yaptı, Gris böyle yaptı,” demez, “Şöyle yapayım, böyle yapayım,” derim. Oyundayken ben tümüyle buradayım, özellikle gözlüklerle.

Üst kattan ağır ağır aşağı indim. Evimin kullanılmayan pek çok odası var diyordum ya, gözlüklerle birlikte takım olarak gelen kulaklıkları da takmıştım, artırılmış gerçeklik sayesinde tamamen keni evimin, Shut Zero’daki, pardon, ŞATO’daki izdüşümünde, üst katta, yani gerçek hayatta da şimdi olduğum yerindeyim. Şatoda henüz alt kata ulaşmıştım ki, sanki üst kattan bir ses duydum gibi geldi. Gris, yalnız yaşayan bir karakter. Benim yalnız yaşamaya hiç tahammülüm yok, zaten o yüzden bütün günümü ya iş güç, ya da eğlence için bilgisayar başında geçiriyorum ya. Gris ise kendine yetebilen, entelektüel, hobileri olan, harika bir kadın. O yüzden evine geleni gideni pek olmasa da kendisi sanatıyla, sorumluluklarıyla ilgilenir, boş vakitlerinde de benim gibi, çöp gibi oyun oynamaz, kaliteli bir şekilde kendine bir kadeh şarap koyar, üst kattaki müzik dinleme odasında vakit geçirir. Belki elinde bir kitap ya da bir dergi olur. Ya da evindeki ekranında kaliteli bir belgeselin görüntüleri, sesi kısık bir şekilde akar. Benim evimde de böyle bir oda var, ses sistemi kurdurduğum, müzik dinleyip film izleyebileceğim bir oda. Ama dopamin salgılama ihtiyacımı o kadar düşürdüm ki, oyun oynamıyorsam bir ekranın başında duramıyorum, müzik dinlerken hiçbir şey yapmadan duramıyorum, kitap okumaya tahammül edemiyorum. Bazen oyun oynarken arkada çalsın diye bir müzik açtığım oluyor ama Gris öyle değil, Gris, özellikle gidip son çıkan albümleri karıştırır. Shut Zero’nun sanal medya dükkanlarında da parayla satılan albümler vardır, oradaki albümler gerçekten orada bestelenen, söylenen şarkıların kayıtlarından oluşur ve çoğu oyuncu, oyundaki sanatçıların yeni albümlerinin çıkış zamanlarını, konser tarihlerini takip eder. Ben de onlardan biriyim. Yani Gris de onlardan biri. Gris, her şeyin en iyisini yapabiliyor. Benim gerçek hayatta herhangi bir sanatçının herhangi bir albümünü başından sonuna kadar dinlemişliğim yok, hoşuma giden bazı şarkıları arka arkaya dinler, sıkılınca unutur giderim. Gris’in müzik zevki eşsiz, rafine bir şekilde seçtiği bazı sanatçıların albümlerini gider, dükkanlardan alır, evine gelip müzik sisteminde en yüksek kaliteyle dinler.

Neyse, Gris’in üst katından bir ses geldi sanki, müzik dinleme odasından değil de, ona bağlı olan koridorun az ilerisinden gibi…

Yukarı geri çıkmaya başladım. Bazen simülasyonda bazı aksaklıklar olabilir. Olmaması gereken bir hata sonucu, evimizin bir kısmında bir duvarın bir parçası hafifçe öne ya da arkaya kayabilir. Kendi rotasında uçması gereken bir kuş, duvarımızın içinden geçebilir, hatta bu esnada yine de kendi bütünlüğünü korur da bazen duvarımızın içinde takılı kalmış ama kanat çırpmaya hala devam eden bir kuşla karşılaşabiliriz evimizin içinde fink atarken. Böyle şeyler yaşanabilir yani, hatasız simülasyonla karşılaşmak çok nadir bir şeydir, bu Flesh’te de böyleydi, Shut Zero’da da, daha önce denenen tüm yaşam simülasyonlarında da. Muhtemelen böyle bir şeyle karşılaşacağımı bilerek merdivenlerden gerisin geri yukarı çıktım ama tam son merdivenleri tırmanırken gözümün ucuyla bir görüntü görür gibi oldum, bir sırt ve iki bacak, arkası bana dönük bir şekilde hafifçe ilerledi ve müzik odasına süzülüp gözden kayboldu.

Çattık, dedim kendi kendime. Flesh şimdi bu oyuna eklendi ya, kesin birçok hata oluşacak, al işte haritalar birbiri üzerine binince kim bilir hangi oyuncunun hangi karakteri geldi de benim evimin içinde var oldu bir anda… Müzik odasının kapısını açtım, içeride kimse yoktu. Simülasyonun hatasıdır, ne olacak. Aşağı geri inip evden çıktım. Flesh’te kendime bazı yerleri bellemek için simge haline getirdiğim kimi yapılar vardı. Etrafta aylak aylak dolanıp birine rastlar mıyım diye çevreye göz gezdirdim. Bütün gün, Flesh’teki haritaların nerelerinin Shut Zero’ya denk geldiğini çözemeden boş boş gezinip akşam hava kararırken eve geri geldim.

Oyunda zaman, gerçek hayattakinden çok daha hızlı akar. Bunun kontrolü de eğer başkalarıyla etkileşime geçmediğimiz bir zaman zarfındaysak çoğu zaman bizdedir. Gündüzleri ben olabildiğince gerçekçi yaşarım. Geceleri ise çoğu zaman hızlıca ileri sararım. Gris’le Selda’nın ayrıldığı noktalardan biri de budur zaten, normalde elimden gelse gündüzleri beş katı hızla yaşayabilir, geceleri ise tadını çıkararak gecenin her anını yaşamak isterim.

Eve geri geldiğimde, “Şatoma hoş geldim,” diye kıkırdadım. Bütün gün boş boş gezinmiştim, Gris’in yorgunluğu ve açlığı biraz artmıştı. Gris, ben oyundan çıkınca dinlenebilirdi ama bir şeyler yemesi gerekiyordu. Mutfağa girip dolaptan bir şeyler çıkarıp mikrodalgada ısıtmaya başladım. Vakit geçsin diye beklerken koridordan göz ucuyla bir görüntü gördüğümü zannettim, gözümü görüntüye çevirdiğim anda görüntü yok oldu.

Eh, dedim, birkaç gün sürebilir herhalde simülasyon hataları, istifimi bile bozmadım, mikrodalgadan yemeğimi çıkarıp yemek odasına doğru ilerledim. Yemek odasının ışığını açmak için elimi ezbere bir hareketle düğmeye götürdüğümde ışık açılmadı. Gerçek hayatta ampuller bozulabilir, elektrik kesilebilir, voltaj düşebilir, ama simülasyonda bunlar olmaz. Simülasyonda kimse ampullerin bozulabileceğinin, elektriğin kesilebileceğinin kodunu yazmaya üşenmezlik etmez, bir insanın doğal yaşamı taklit edebilmesi için bu kadar da ince bir uğraşa girmesi saçmadır çünkü. Simülasyon, kusursuzdur bu yüzden. Ve kusursuz olduğu için gerçek değildir zaten, bu yüzden o gerçekliği hissedemeyiz. Tıpkı Gris’in kusursuz olması gibi, ama Gris hiçbir zaman yeterince gerçek değildir, Gris olmayı çok isterdim, Gris’e hayranımdır ama Gris olsam da kendime katlanamazdım.

Işık yanmadığında bunları düşünüyordum ki, karanlıktan bir ses, boğuk bir tonda “Gris olsan, kendine katlanamazdın demek…” dedi. Tüylerim, ensemden kuyruksokumuma kadar dimdik oldu… Boğuk ses, içimdeki tüm sinirleri oynatan bir tonda kahkaha attı ve bunu size nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama, içimden geçti. Elimdeki tabağı düşürdüm, düşürür düşürmez “Demek ki birileri tabağı düşürme ve tabağın kırılması için gereken kodları yazmış,” diye düşündüm, Gris olarak ilk kez bir şeyi düşürüyordum. Ses, arkamdan, sol kulağıma doğru eğilerek “Demek ki Gris de kusursuz değilmiş aslında, öyle değil mi?” dedi. Çığlık attım. Gerçek hayatta da attım tabii. Gerçek hayatta da sonuçta aynı ciğerleri, aynı ses tellerini kullanıyorum ne de olsa.

Kalbim güm güm atıyordu, nefes alışım sıklaşmıştı ve ciğerlerim her nefes alışımda patlayacakmış gibi acımaya başlamıştı. Yine de yapılacak en doğru şeyin, bu bir simülasyon hatası olsa bile bana kendimi bu kadar kötü hissettirmişse, gözlükleri ve kulaklığı çıkarmak olduğunu düşündüm. Fakat kollarımı hareket ettiremiyordum. Ses yeniden hızlıca etrafımda bir tur atarak konuşmaya başladı: “Hareket edemiyorsun değil mi? Edemezsin, gözlüklerinden ve kulaklıklarından beynine senin algılayamayacağın frekanslarda çeşitli komutlar gönderiyorum, burada vücudunun tüm kontrolünü kaybetmiş şekilde kaldın, boşuna uğraşıp kendini gerçek hayatta yorma, SELDA.”

Gerçek adımı, yüksek sesle söylemişti. Sesin tonu çok boğuktu, tıpkı araya parazit olarak başka bir frekansın karıştığı bir radyo istasyonundan çıkar gibiydi ses. Gözlerimi çevirebildiğim ve karanlıkta görebildiğim kadarıyla bedeni de parazitli bir televizyon kanalından gelir gibi, karıncalı ve silik görünüyordu. Ama sesin kalın bir gövdeden çıktığına ve erkek olduğuna emin oldum. Görüntü, keyif alarak, kahkahalar atarak etrafımda volta atıyor, daireler çiziyor, delirmiş gibi hareket ediyordu. Benimse tüm vücudum hem sancıyor, hem de uyuşur gibi karıncalanıyordu.

“Kimsin ve benden ne istiyorsun? Flesh’ten mi geldin? Bu evi mi istiyorsun? Simülasyonunda hata mı oldu, silinip gideceğinden mi korkuyorsun?” diye sorabildim tıknefes bir halde. Boğuk ses yeniden güldü. “Silinip gideceğimden korkuyordum evet,” dedi. “Ama işin kötü yanı ne biliyor musun Selda? Silinmedim. Sen benden vazgeçtin, bensiz daha iyi olacağını düşündün, bana ihtiyacın kalmadığını sandın ve ben silinmedim işte…”

Bir an için bu sesin, eski sevgililerimden birine ait olabileceğini düşündüysem de bunun çok aptalca olduğunu daha düşündüğüm ilk anda biliyordum. Benim bunca yıldır sadece iki sevgilim olmuştu. Biri lisede, biri de üniversitede. Yirmi yıla yakındır hiçbir karşı cinsle duygusal bir ilişkim olmadı, üstelik ben lisedeyken simülasyon oyunları zaten hiç yoktu. Üniversitedeyken yeni yeni yaygınlaşıyordu ama o zamanlar beraber olduğum kişiyle de bu oyunları hiç oynamıyorduk ki. Bu iki erkeğin de şu an ne yaptığını, bu oyunları oynayıp oynamadıklarını bırakın, hayatta olup olmadıklarını bile bilmiyordum. Yalnızlığımı kendim bu oyunlarda gideriyordum, hatta sırf bir kadınla birlikte olmanın nasıl bir şey olabileceğini deneyimleyebilmek için Dan’i yaratmışt… DAN!

“Dan, sen misin?”

Boğuk sesin, Dan ise yeniden gülmesini beklemiştim. Ben Dan olsam, yani bir zamanlar Dan bendim, eğer böyle bir ele geçirme sahnesi yarattıysam, ben onun varlığını anladığımda gülerdim. Dan, gülmedi. Hatta sanırım şaşırdı. Boğuk sesiyle bana aktarabildiği kadar bir ciddiyetle, “Evet,” dedi. Kısa, öz bir evet.

“Ben, senin öldüğünü düşünmüştüm. Köprüden atladıktan sonra bir daha oyuna girmedim. Oyunu bir daha açmadım bile. Aylık ödemelerini de yatırmadım oyunun, seni silmiş olmaları gerekirdi.”

“Ölmedim. Senin seçimlerin ve yarattığın algoritma dahilinde kendime ait bir bilincim vardı benim. Ben o köprüden nehre düştükten sonra kıyıya vurdum. Kıyıda, belden aşağım hala nehrin içinde, üst bedenim yara bere içindeyken senin yeniden oyuna girmeni ve beni eve ya da atölyeye götürmeni bekledim. Günler sürdü. Acıktım, susadım, kendi kendime hareket edemeden seni bekledim. Her yanım acı içindeydi. Bir gün senden ümidi kestim, kendi kendime kalkmayı denedim ve sanırım oyunda bir hata oluşturdum, vücudum kalkabildi yerinden ama bu halde kalktım, karıncalı, bir gölge gibi, kendi kendimin bir izi gibi, silik, yok gibi kalktım yerimden. Sen bu hissi bilirsin Selda, ne de olsa sen bensin, ben de senim. Silik olmayı, karıncalı bir parazit gibi olmayı bilirsin. Sen oyuna bir daha giriş yapmadığın için senin karakterini bir parça birikmiş tozmuş gibi sildiler. Vücudumun o nehrin kıyısında datalarına ayrıldığını izledim, bu halimle, bir çalının arkasından. Atölyeye geri gittim, boş boş gezindim. Artık acıkmıyorum, acı da hissetmiyorum, kodlarımda artık bunlar yok, sadece senin anıların, senin Dan’inin anıları var. Terk edilmiş, beş parasız kalmış bir Dan, silik ve mutsuz bir Selda’nın gölgesi. Ben de onun da gölgesiyim. Şimdi buradayız, birlikteyiz, senin bu oyun hakkında düşüncelerinin olduğunu biliyordum. Bu oyuna geldiğimizden beri pek çok eve girdim çıktım. Kendi evine benzeyen bu evde seni bulabileceğimi biliyordum. Evinde uyuyan karakterine baktım Selda. Ne harika bir kadın ama. Ben, yani Dan, yine bir nebze değişik bir deneyimdim senin için değil mi? Yanında onun da gölgesi gibi kalacağın bir karakter yaratmak mı? Bu iyice acizlik artık… Sırf seninle yüzleşmek için buradayım. Kendi kendimle, Flesh’te uğraşırken kendi parazitlerimin geldiği database’i bolca inceledim. Kod yazmayı öğrendim Selda, o kadar çok boş vaktim oldu benim. Oyunda vakit, gerçek hayattakinden çok daha hızlı geçiyor, hatırlıyor musun? Burada da öyleymiş değil mi? Flesh ile Shut Zero birleştiğinden beri ben burada aylardır dolanıyorum, sen giriş yapana dek aylar geçti burada… Şimdi, gözlüklerinden ve kulaklıklarından beynine giden sinyaller sayesinde sen şu anda kendi evinin mutfağındasın Selda. Burayı da tıpkı kendi evin gibi yapmış olman ne güzel. Ben, zaten senin bilincinin bir kısmına sahiptim ama senin evini biraz da unutmuştum açıkçası. Burada senin odanla mutfağın arası kaç adım, hepsini hatırladım. Selda, benimle köprüden atladıktan sonra beni geride bırakıp kendi hayatına devam ettin, Gris’i yarattın, aklındaki ideal kadını. Ben de seni geride bırakıp kendi hayatıma devam edeceğim. Gris, benim de aklımdaki ideal kadın ne de olsa… Sen de bir çöp gibi, kendi evinde çürüyeceksin. Hak ettiğin odur. Hoşça kal.”

* * *

Bedenim, kendi evimde, gerçek hayatta çürümeye başladı bile. Ama bilincim, nasılsa burada. Burada vakit daha hızlı geçiyor ya, bedenimi bulduklarında kim bilir ne kadar süredir burada olurum. Artık beynimden, gözlerimden ve ellerimden herhangi bir komut bu dünyaya iletilmediği için Gris önce hareketsiz kalmaya devam etti. Ama Dan, onu da kendi kodlarıyla benden ayrıştırdı. Benim buradaki varlığım artık onlara ulaşmıyor bile, ama burada olan biten her şeyi görüyorum. Dan, yaşanan her şeyi Gris’e anlattı, kendi kelimeleriyle. Gris bunların hepsini zaten biliyordu, benim bilincime de sahip olduğu için. Ama bana anlattığından daha fazlasını anlattı tabii, günlerce konuştular. Benim hala orada olup olmadığımı bile tartıştılar. Gris, benim ne kadar sinir bozucu olduğumu söylediğinde yaşamayan kalbim kırıldı. Bundan sonra neler olacağını düşündüler birlikte. Shut Zero, bu gayrimenkulü başka bir oyuncuya devredecek miydi acaba benim bedenim bulunduğunda ve ödemeler yapılmadığı için Gris kapatıldığında? Kaldı ki Dan’in kod cambazlıkları sayesinde artık Gris’in de bensiz yaşayabileceğini biliyorlardı, sadece yaşayacak bir yere ihtiyaçları vardı. “Buraya gelecek olan oyuncular karakterleriyle oynamadıklarında biz burada yaşarız, onlar aktifken biz odalarda sessiz bir şekilde dururuz ya da dışarıda vakit geçiririz,” diye kararlaştırdılar. Hepsini izledim. Bedenim çürüdü, ben izledim. Oyunda vakit çok daha hızlı geçiyordu.

İlk ödemeler gecikti, üç ödeme geciktiğinde oyundaki karakterim kapatılacaktı, gayrimenkullerim elimden gidecekti. Bunların tümü yaşanırken oyunda çok daha uzun yıllar geçti. Bedenimi buldularsa da artık bunu hiçbir şekilde bilemiyordum, bilincim burada sıkışıp kalmıştı. Özene bezene döşediğim evimi geri zekalı bir oyuncuya ait olduğunu düşündüğüm, aptal, kostüm yarışmalarına katılan bir karakter satın aldı. Müzik dinleme odamı kıyafet odasına çevirdi. Gris ve Dan, adı Liya olan bu karakter inaktif olup yatak odasında uyurken her odada yaşadılar. Benim orada olduğumu bile bilmeden. Ben de onları izledim, sürekli. Gris, üzerinde benim kontrolüm olmadan çok daha harika bir insan oldu, çünkü doğaldı. Gris, benim muhteşem olduğunu düşündüğüm her şeydi ama aslında o sadece benim kaybolup giden potansiyelimdi. Artık kendi zevkine göre giyinir, kendi zevkine göre yaşarken Dan’le birlikte her şeyi akışına bırakıp eğlendiler. Ölüm onlar için yoktu. Benim için de aslında vardı ama Dan yüzünden buraya sıkışıp kalan bilincim, ölemiyordu. Onlar ŞATO’nun ilk katmanındaki hayaletlerdi, ben onların da göremediği biçimde bir üst katmanda sıkışıp kalmıştım. Zamansız, mekânsız, ölemeden, her şeyi izlemek zorunda. İşte, dedim, Gri Selda’nın olup olabileceği en iyi şey, gelip gelebileceği en yüksek mertebe de buydu ya zaten. Ben bir perili evin esas perisi bile olamadım, benim yarattığım, benden çıkan bilinçlerin gölgeleri bile benden daha esaslı yaşadılar, benden daha esaslı öldüler, benden daha esaslı ele geçirdiler evi, ben onları bile duvarların, perdelerin arkasından izledim, pencerelerden süzen ışık huzmelerinin içinde yüzen tozlar gibi ağır ağır, dibe doğru süzüle süzüle…

Sevil Çıtır