Öykü

Topal

Her yerin az ilerisinde olacak kadar yakın, ne kadar gidersen git ulaşamayacağın kadar uzaktaydı. Onu herkes bilirdi; hem ondan korkar hem de ona hayranlık beslerlerdi. Yürümeye henüz başlamış bebekler ilk onun köşkünün yolunu öğrenir, yeni evlenen çiftler ilk onun mıntıkasında sevişir, ölüm döşeğindeki yaşlılar ise son nefeslerini verirken hep onun ismini sayıklarlardı. Gece 12’ yi vurdum mu bütün köşkün pencerelerinden içeride durmadan parlayan alevler gözlenir, gölgeler bir sağa bir sola hareket eder, habire toklayan sert ve ürkütücü sesler kulakları sağır ederdi. Bu saatlerde herkes evlerine kapanır, gözlerine bandını, kulaklarına tıkacını takar dualarla uykuya sığınırdı.

Varsın öyle sansınlar

Zaten hiç yoktular

Anam gördü utandı

Babamınsa en büyük hayal kırıklığı

Ah böyle doğmam neyin cezası

Hep mi aksar insanın sağ bacağı

Aksardı; evvelden beri aksıyordu. Önce anası, sonra babası, ardından bacısı, en yakın arkadaşları, dost görünen düşmanları, başını soktuğu çatısı, komşu evin dayısı, eloğlunun en hası bir bir gitmişti hayatından. Bir tek o kalmıştı yanında; Ceku. Daha fazla duramayınca doğduğu topraklarda, omzuna alıp gri dostunu daha da yalnızlığının derinliklerine doğru gitmiş, orada sönmüş bir yanardağ bulmuş, bu dağı maharetli elleriyle işleyerek kendine bu köşkü yaratmıştı. Her bir santiminde tırnaklarının izi vardı. Bu evde ben diyeyim 3 yıl, sen de 3 milyon yıldır yaşıyordu. Yalnızdı, en yalnız, yapayalnız. Ceku’ nun tekrarları yetmiyordu artık ona. Sorular sormak istiyor, karşısındakinin ona cevap vermesini istiyor, kendinden başka bir insan yüzünün nasıl güldüğünü hatırlamak istiyor; bir kalkık kaş, bir süzülmüş göz, bir küçük dokunuş, teninde bir sıcak nefes, kulağında bir insan sesi için yanıp tutuşuyordu.

Yalnızım ezelden beri

Elbet benimdir bu tercihin sebebi

Ama beni sağ bacağımdan tutup da

Yerden yere vuran

Sizlere ne demeli?

Artık affetmişti hepsini. Ne kadar dışlansa, ne kadar korkulsa ve ne kadar sevilmese de iyi tarafta olmaktan hiç vazgeçmemişti. Ve nihayet kararını vermişti; vakit dolmuş, sinirleri sağ bacağına kadar çıkmış, tüm planlar yapılmış, geriye bir tek başlamak kalmıştı. Tam 6 + 1 demir parçası, sağ bacağı boyunda. Geçti ateş başına başladı vurmaya; büktü, dövdü, eritti, oydu, vurdu, büktü, deldi, eritti, oydu, vurdu, deldi, büktü, eritti, oydu. İstediği forma getirince nakış gibi işledi her bir demir parçasını, işte hazırdı; 6 + 1. 1 tanesi değerli sağ bacağına, peki ya 6’ sı, kimdi bunların talihlisi acaba? 6 tanenin her birine tek tek yaklaştı ve bir dilek üfledi:

Sahibini buraya çağır. Sahibini buraya çağır. Sahibini buraya çağır.

Sahibini buraya çağır. Sahibini buraya çağır. Sahibini buraya çağır.

Zamanı gelince, giyotin çağırdı onu içine, başladı bir aşağı, bir yukarı, bir aşağı, bir yukarı gidip gelmeye.

Hazır mısın onu bana vermeye?

Evet, hazırdı artık onu geri vermeye.

Anamdan doğarken de bu kadar acı çektim mi?

Yoksa babamın sillesi mi aksatan bedenimi?

Çığlığı bütün evrende yankılandı. Hemen bastı ateşi, anında etler dağlandı. Onosma orgentatum, Butea monosperma, Aloe vera, Embelia concinna; ah onlar olmasa nasıl dayanırdı bu acılara! Ateşli yattı bir hafta, artık kalkmalıydı ama; işte geliyordu 13. Cuma.

Ceku göbeğindeki son tüy tanesini de yolarken tutuşturdu pençesine fermanı, gönderdi dilinde şu sözlerle çırılçıplak göbekli hayvanı;

Perili evde

Maskeli balo

Yalnızca bastonlu topallar

Maskeli balo

Hayvan maskesi

13. Cuma

Yalnızca bastonlu topallar

Hayvan maskesi

13. Cuma

Topallar

Topallar

Topallar

Ve balo günü geldi çattı. Çağrıyı almıştı yalnızca 6 yüreği yaralı. 6 topallar giriş yaptı perili eve; korkusuz, maskeli, bastonlu, 3 kadın, 3 erkek; 6 topal. Kadınlar yılan, kedi, baykuş, adamlar jaguar, karga, ejderha. Bir yandan korku, bir yandan gerginlik, bir yandan merak, alabildiğine heyecan doluydular. Yıllarca uzaktan dürbünle izledikleri köşk hayallerinden bile güzeldi. İlk girdiklerinde, demir çerçeveli Frida Kahlo tabloları onları büyüledi. Ortalarında bulunan yine kalın demir çerçeveli Salvador Dali imzalı Daddy Longlegs of the Evening – Hope! ise bir süre çakılı bırakmıştı gözlerini. Etrafta demirden yapılmış bacak heykelleri, demirden maskeler, pembe, beyaz ve kırmızı güllerle dolu demirden vazolar, demirden bir masa, demirden tabak çanaklar, demir iskeletli koltuklar ve en özelinden demir baston koleksiyonu akıllarını başlarından almıştı. Burası perili değil demirli köşktü. Onlar bakınırken köşkün güzelliğine hayran hayran, evin sahibi indi merdivenlerden başında yeleli maskesi, kalçasında demir sağ bacağı, omzunda Ceku’su, elinde sallanıp duran eski bastonuyla; aksamadan, dümdüz, dosdoğru tam da onlara doğru. O açınca ağzını diller çözüldü, kalpler duruldu, eller tutuştu, 6 topal 1 eski topal bütün gece canı ne isterse yedi, 1700 yıllık şaraplar içti, eğlendi, şarkılar söyledi, kim bana baktı, kim bana güldü demeden ayaklarını yere vura vura, özgürce dans etti. Ta ki gece 12’ yi vurana kadar. Bittiyse 13. Cuma, biraz uzanmak iyi gelecek onlara.

Şimdi odalara çıkılacak

Maskenin resmi kapında olacak

Orada bulacaksın bir yatak

Başucunda da demirden bir bacak

Aman ha korkma

Hiç ama hiç acımayacak

Gece 12’ yi 7 kez daha vurunca, derin uykudan uyanıp da gözlerini açar 6 topal. Bacaklarda bir derin sızı, kafalarda o acının hayal meyal hatırası… Elleri gider topal bacaklara; soğuk, sert, nakışlı bacaklara. Artık onlar da olmuştur demirden bir parça. Yine bir ses der;

Toplanın salonda!

Maskeler çekilsin suratlara!

Aman ha bastonunu almayı sakın unutma!

Salonda; perili köşkün tam da ortasında çember olur 7 eski topal. Arkalarında kuyruk gibi uzanan eski bastonlar, bacaklarında hala zonklayıp duran yitip gidenden kalan sızılar, önlerinde 13 beyaz mum, etraflarında Boswellia neglecta dumanı, merkezlerinde en değerlisinden yemyeşil bir taş; tutuşmuşlar el ele, dillerinde dolanır bir eski beste. Sesleri giderek yükselir, yüksek, daha yüksek, daha da yüksek! Ceku gelir çıplak göbek, o da eşlik eder durmadan tekrar ederek. Kalplerdeki ateş, derinliklerdeki magma, göklerdeki şimşek, işte şimdi hepsi birleşti sonsuza dek!

Derler ki o gün büyük bir ışık patlaması yok etti perili köşkü ve içindekileri. Uzunca bir süre kimse oraya gitmeye cesaret edemedi. Perili köşkün gökyüzünde hiç durmadan yeller esti.

Yıllar sonra nihayet bir topal, bir elinde içinde yanıp duran merak meşalesi, bir elinde bastonu ile geldi yerinde yeller esen perili köşke. Aslında aradığı neydi bilmezdi bile. Varınca köşkün toprağına, bir de ne görsün, tam da kaybolan köşkün koynunda 7 baston çembere durmuş adeta. Ne tesadüf ki o gün günlerden 13. Cuma. Saatler 12’ yi vurunca, topal geçti ortaya, koydu bastonunu kuyruk gibi arkasına. O anda kondu yemyeşil bir papağan omzuna, o konar konmaz aksayan bacağı gömülüverdi toprağa ve demirden olup çıktı anında. Bir bağırış bir çığırış ki sorma, bu iş pek acıdır ama topallamadan koşmak ödüldür sonunda.

İşte böyle her sene gelir bir, iki, bilemedin üç topal,

13. Cuma cumartesinin 12’ sine kavuşunca

Heveslenmeyi bırak, hediye yalnızca sıradaki topala.

Kimse bilmez nerededir 7 eski topal, hiç boşuna arama.

Malum olmaz ne sana ne de bana.

İn midir, cin midir, cadı mıdır, büyü müdür diye sorma,

Ne sihirdir ne keramet bastondadır bütün marifet.

Dilay Kütük

İsmim Dilay; “gönlü aydınlatan Ay gibi güzel”. Oysa benim için hep “annemle babamın isimlerinin ilk hecelerinin birleşimi” idi. Çekindiğim sözlük anlamını artık gururla ve üzerine bastırarak söylediğim zamanlardayım. Gıda mühendisi olarak 20 sene boyunca aynı binada çalıştıktan sonra buraya ait olmadığımı idrak ettim. Şu anda her türlü yeniye ayak uydurma aşamasındayım. İçimdeki sanat aşkı pandemi döneminde çocuk edebiyatı ile hortladı; resim, masallar, anlatıcılık, dans, müzik ve nihayet öykülerle tazelendi. "Topal", bir dergiye gönderdiğim ilk öykümdür.