“Duralım!”
Tarık böyle bir anda çıkışmama çok şaşırmış gibi yüzüme baktı ama durmadı.
“Duymuyor musun?” diye bağırdım. Sinirleniyordum ve ben sinirlenince en iyi ihtimalle arabanın penceresini kırardım. Tarık en sonunda arabayı sağa çekip durdurdu. Kendimi dışarıya zor attım. Bir ağaç bulup gövdesine yaslanmıştım ki Tarık’ın sesini duydum.
“Neler oluyor Behiye? Miden mi bulandı?” Sesindeki telaşı tartmaya çalıştım. Festivale geç kalacağız diye mi böyleydi yoksa benim için endişelendiği için mi? Ne yazık ki aklımın ve kalbimin verdiği yanıt birinci şıktan yanaydı. Ona ne diyeceğimi bilemiyordum. Bu çocukça korkumdan bahsetmek istemiyordum. Ama aklıma mantıklı bir şey de gelmiyordu.
“İstemiyorum!” dedim.
“İyi de kaç yıl öncesinden rezervasyon yaptırdık, üstelik sen de çok heyecanlıydın, ne değişti?”
“Bak! Kendin de diyorsun, kaç yıl öncesi. Yıllar insanları değiştirir Tarık.”
Duraksadığını görünce içim parçalandı. Bu festivale gitmeyi çok istiyordu. Kendime kızdım. Son anda gitmek istemediğimi söylemek yerine, birkaç ay öncesi söylemiş olsaydım benim yerine bir arkadaşıyla gidebilirdi.
“Yani geri mi döneceğiz?” diye sordu, sesindeki umut kırıklarını duyunca korkumun bir insanın hayaliyle oynayabilecek kadar cesur olmadığını fark ettim.
“Pekâlâ, Tarık, devam edelim. Ne olacaksa olsun!”
* * *
Festival, yani uzun adıyla, ON YEDİNCİ GELENEKSEL UÇAN HALI FESTİVALİ, upuzun bir çayır üstüne kurulmuştu. Her yerde dünyanın dört bir köşesinden gelen insanlar vardı. Arabamızı bizim için ayrılmış yere park ettik. Arabadan inemedim. Sanki biri benim zamkla oturduğum yere yapıştırmıştı. Tarık da benim inmemi bekliyordu. Aradan dakikalar geçtikçe geçiyordu.
“Bana neden bu kadar çekindiğini söylemeyecek misin?” diye sordu, en sonunda.
Derin bir nefes aldım. “Çekinmiyorum Tarık, sadece…”
“Yüksekten mi korkuyorsun?”
Ona baktım. “Hayır, Tarık düşmekten korkuyorum.”
Bana sarıldı ve “Gayet emniyetli bir halı kiraladık. Korkmana gerek yok, haydi gel.” dedi.
Beraber diğer insanların yer yer toplandığı bölgeye doğru yürüdük.
Sucuk ekmek yapan karavanın yaydığı koku her yeri kaplamıştı. İnsanların çoğu heyecanlı, pek azı korkmuş görünüyordu. Sanki herkes katılım formundaki “Yüksekten korkma dereceniz” kısmını sıfır işaretlediği için bunu göstermek zorunda hissediyor gibiydi. Oysa herkes az buçukta olsa korkuyordu ve katılım formuna yalan söylemişlerdi. Doğru ya Uçan Halı Federasyonu “Bu insanlar korkuyor onları kabul etmeyelim” diyebilirlerdi, bu onların en doğal hakkıydı.
“Selam gençler!”
Tarık ile bize “laf atan” yaşlı adama döndük. Kır sakallarını sallandıran bu adam, çürük dişleriyle gülümsüyordu. Adam baktı biz de ses yok, “Ne o, dilinizi kediler mi yedi?” dedi.“Korkmayın canım… Benim on beşinci katılımım olacak festivale. Şu ana kadar hiç düşmedim. Aslına bakarsanız bir mucize olur da düşerim diye umut ediyorum. Yoksa bana ne doğadan, yıldızlardan, bulutlardan.”
Tarık ile birbirimize baktık. “Niye düşmek istiyorsunuz ki?” diye soran Tarık oldu.
“Bu dünyadan sıkıldım evlat.” Bir an hüzünlenen adam derhal toparlandı ve eski lakayt havasına geri döndü. “Dedim ya endişelenmeyin. Bu federasyon da öyle kıl herifler var ki düşmememiz için her türlü engeli koymuşlar. Ya da başka biri koymuş. Aman sonuç olarak koymuşlar bir şeyler. Yahu bir çekilseler de şöyle gönül rahatlığıyla havada sallansak!”
Elbette ki yaşlı adama ölmek istiyorsa, bunun bin bir türlü yolu olduğunu söylemedik. Belli ki bazı tahtaları çoktan eksilmişti. Ona gülümsedik. Bu fevkalade garip konuşmamız sona ermişti. Çünkü görevli bir adam herkesin isimlerini okumaya başlamıştı. İsmi okunanlar renkleriyle kodlanmış halıların olduğu yere gidiyordu. Onlarca halı yan yana sıralanmıştı ve hepsi başka bir renkti. Gökkuşağı bu resmi görse kıskanırdı.
“Tarık Beyazıt ve Behiye Salepoğlu! Lütfen koyu yeşil halıya! Tekrar ediyorum…”
Ben tereddütle adım atarken, Tarık beni çekiştiriyordu. Yaşlı adam “Korkmayın, halılar çok emniyetli ama belki talih size güler de düşersiniz. Niye öyle bakıyorsunuz canım?”
Tarık beni çekiştirmeye devam ediyordu, yaşlı adam durmadan bir şeyler söylüyordu.
“Haydi gitsene kızım, niye bekletiyorsun insanları? Korkma düşmezsiniz. Allah Allah hala bekliyor. Yürüsene canım!”
Sözlü ve fiziksel saldırılara daha fazla dayanamadım ve yenik düştüm. Halı koyu yeşildi. Bu kadar. Kalın sayılmazdı, genişçeydi. Diğer insanlara bir göz attım, bazıları halıya uzanmış, bazıları ayakta, bazılarıysa oturuyordu. En güvenlisinin oturmak olduğuna karar verdik. Tarık elimi tutuyor ve teskin edici sözler söylüyordu. Peki, ama ya düşersek?
Çok değil, bir kaç dakika sonra isimleri okuyan adam sözü aldı.
“Evet! On Yedinci Geleneksel Uçan Halı Festivali başlıyor! Lütfen yerlerinizi alınız ve sıkı tutunuz. Tüm emniyet koşullarını uygulasak da düşerseniz sorumlusu biz değiliz!” Adam bir kahkaha patlattı ve “İyi uçmalar!” diye bağırdı.
Halı yavaşça yükselmeye başladı. Hep yan yana yükseleceğiz sanmıştım. Oysa biraz sonra koca gökyüzündeki tek halı bizimkiydi sanki. Tarık büyülenmiş gibi etrafa bakıyordu.
“Dur!” diye bağırdım. “Sakın kenara gitme!”
Tarık güldü. “Merak etme adamın güvenlikle alakalı söylediğini duymadın mı?”
“Sen de devamını duymadın herhalde.” dedim. Benim ilgimi konuşmanın devamı daha çok çekmişti çünkü. Aşağıdaki sarp kayalıklara, denize, ağaçlara ve uçsuz bucaksız toprakları seyre dalmıştım. Korkum ise içimde bir yerde patlamaya hazır duruyordu. Elimi uzatacak cesaretim yoktu. Tarık ise büyülenmiş gibiydi.
“Ne kadar harika!” diye bağırdı. “Daha önce hiç böyle bir şey yaşadın mı Behiye? Hala pişman mısın?”
“Hayır!” dedim, sadece bu kadar. Pişman değildim fakat ne zaman aşağıya ineceğimizi hesaplamadan da edemiyordum.
Sanırım bir saat kadar geçti. Etrafa bakınıp duruyorduk. Daha önce yanından geçtiğimiz evleri, gökdelenleri böyle yukarıdan izlemek egomuzu tatmin ediyordu. Oysa üç saat sonra tekrar aşağıya inip onların kölesi olacak olanlar yine bizdik. Gülünç bir durum.
Yaşlı adamı halıdan atlamaya çalışırken hayal ettim. Bakın bu daha gülünç bir durum. Aslında halıdan atlamak hiçte zor görünmüyordu. Yani düşünüyorum da ne gibi bir engel olabilirdi ki? Görünmez ışın kılıçları bizi engelliyor muydu yoksa? Zaten kim o deli adamdan başka halıdan atlamak isterdi ki? Para veriyoruz biz bu işe!
Ama şimdi aklımı kemiriyordu işte. Güvenlik önlemi dedikleri şey neydi? Halının üzerinde yan yana oturuyorduk ve tüm kenarları eşit diklikteydi. Hadi ama Behiye, bunları düşünmenin sırası değil. Tarık’a göz ucuyla baktım, sürekli etrafa bakıyordu. Ona fark ettirmemeye çalışarak, elimi halının dışarısına uzatmaya başladım. Gözlerimi kısmış, muhtemel ışın kılıçlarına veya elektrik şokuna kendimi hazırlamıştım.
Hiçbir şey olmadı.
Yanlış yere uzattım diye düşünerek bu sefer doksan derece sağına uzattım. Tarık o anda ne yaptığımı fark etti. Aniden bana döndü ve o şiddetle halı sarsıldı. Korkuyla halının sert yüzeyine ellerimi geçirmeye çalıştım.
“Ne yapıyorsun!”
“Sadece denemek istedim Tarık. Gördüğün gibi bir şey olmuyor. Güvenlik önlemi falan fasa fiso. Bizi öyle sözlerle korkutuyorlar ki denemeye kalkışmayalım.”
“Neyse ne. Zaten hangi aklı başından insan atlamayı denemek ister ki, o yaşlı adamdan başka?”
Biraz önce düşündüklerimi onun ağzından duymak komiğime gitmişti. Fakat ciddiyetimi bozmadım. Peki, ama o yaşlı adam bu güvenlik önlemsiz halıdan istediği halde nasıl düşememişti? Düşememek bu kadar zor muydu?
Gezintinin geri kalanında bir daha konuşmadık. Etrafı izledik, kuşlarla kanat çırptık, bulutların yakınlığı hayret vericiydi. Hava karardığındaysa bu gezintiye “iyi ki çıkmışım” dedim. Çünkü böyle bir deneyimi ne uçakta yaşayabilirdiniz ne de başka bir hava taşıtında. Sırt üstü uzanıp, yıldızların çokluğuna hayret ederek hayal kurdum. O anda düşüncelerimde tek bir şey vardı; yaşamak, özgürce yaşamak ne güzel şey…
* * *
İndiğimizde aklıma ilk gelen şey o yaşlı adamdı. Etrafa bakınıp duruyordum. Acaba bu sefer düşebilmiş miydi? Derken arkamızda tanıdık sesi duyduk.
“Gençler! Ne oldu düşmemiş misiniz?” Kahkahalar patlatıyordu. Öyle şen şakraktı ki, bu dört saat önceki ölmeyi isteyen adamla alakasız kimseyi bağdaşlaştıramadık.
“Yoksa güvenlik önlemine mi takıldınız?” diye gülmekten sözleri zor anlaşılıyordu. Ben ise bu yaşlı adamın neden böyle davrandığını öğrenmeyi aklıma koymuştum. Tarık “Hadi gidelim Behiye.” dedi.
“Ne o gençler, parti bitti haydi evlere, durumu mu?” Kahkahalar.
Tarık’a aldırış etmeyip yaşlı adama döndüm. “Güvenlik önlemi falan yok. İsteyen herkes istediği yerde kendini aşağıya atabilir. Siz bunun farkında değil misiniz yoksa?”
Yaşlı adam sözlerimi beklemiyor olacaktı ki, bir an durdu ve boğazını temizledi. Sakallarını eliyle düzelterek konuşmaya başladı.
“Elbette biliyorum sevgili genç. Keşke bilmesem. Her festivale, bu sefer kendimi aşağıya sallandıracağım, diye geliyorum. Ama her seferinde yukarı çıktığımda… Doğayı, bulutları, yıldızları gördüğümde fikrim değişiyor. Lanet olası fikrim değişiyor işte! Bütün ölüm isteğim buhar oluyor. Hayat yaşanmaya değer geliyor. Zaten güvenlik önlemi koymamalarının nedeni insanların o güzel dünyayı görüp ölümü düşünmeyecek kadar sarhoş olmaları… Pek az insan o sarhoşlukta elini boşluğa uzatmayı düşünür. Sen de onlardan birisin. Kim bilir belki yıllar sonra ölüm kapını zorlar hale geldiğinde buraya ben gibi, güzel bir ölüm için gelirsin. Sonra güzel bir ömrün güzel bir ölümden daha ilgi çekici olduğunu hissedersin. Ama yine de gelmekten vazgeçemezsin. Belki de bir gün uçan halılara gelmek için yola çıktığında kalp krizi geçirir ölürsün. Kim bilir…”
Araya bol gümbürtülü bir ses girdi ve yaşlı adamın devamında ne dediğini duyamadık. Sonra müzik kesildi ve sunucu adamın konuştuğunu duyunca hepimiz o tarafa doğru döndük.
“Baylar bayanlar bir sonraki yani ON SEKİZİNCİ GELENEKSEL UÇAN HALI FESTİVALİ için kayıtlar bir ay sonra başlıyor! Gelmek isteyenler elini çabuk tutmalı! Güvenlik önlemlerinin en üst düzeyde olduğu halılarımız yeni konuklarını bekliyor!”
Yaşlı adam arkamızda bir yerden “O zamana çıkarsam, yine görüşür müyüz dersiniz?” dedi.
Döndüğümüzde ise ortadan kaybolmuştu. Tarık ve ben arabamıza doğru allak bullak bir halde yavaş adımlarla ilerlemeye başladık. Bildiğim tek bir şey vardı. O da, bu hayatımız boyunca unutamayacağımız Uçan Halı maceralarının sadece başlangıcıydı.
Selamlar,
Gayet güzel bir öyküydü. Birkaç yerde yanlış yazılmış sözcükler gördüm, izninizle onları belirtmek isterim:
Sanki biri benim zamkla oturduğum yere yapıştırmıştı. “benim” sözcüğü “beni” olarak yazılmalıydı, gözünüzden kaçmış olmalı, o kadar bariz bir hata değil.
Oysa herkes az buçukta olsa korkuyordu ve katılım formuna yalan söylemişlerdi. “az buçuk da olsa” olmalıydı. ve “katılım formuna yalan söylemişlerdi” cümlesi ilgimi çekti. Önce “katılım formunda yalan söylemişlerdi” olmalıydı dedim; ama bu şekilde de bir anlatım bozukluğu olmuyor, hatta daha ilgi çekici olmuş bence. 🙂
Bu federasyon da öyle kıl herifler var ki düşmememiz için her türlü engeli koymuşlar. Burada da bitişik yazılması gereken -da’yı ayrı yazmışsınız. 🙂
Zaten kim o deli adamdan başka halıdan atlamak isterdi ki? Para veriyoruz biz bu işe! Bu cümleyi şu şekilde yazsanız daha derli toplu olurdu: “Zaten o deli adamdan başka kim halıdan atlamak isterdi ki?”
Bunlar benim gözüme çarpan yanlışlıklar. Öyküyü bitirdikten sonra paragraf paragraf tekrar okursanız en azından daha az hata ile öyküyü bitirmiş olursunuz. Ben kendimden de biliyorum ki öyküyü tekrar tekrar okuyunca bir yerden sonra sözcüklere duyarsızlaşıyor, hataları göremez oluyorsunuz.
Bunların dışında öykü için söylemek istediğim şey; çok beğendiğim olacak. “Uçan Halı” festivalinde Türklere özgü şeyler görmek beni gülümsetti, sucuk ekmek satıcıları gibi.
Öyküyü okurken Behiye ve Tarık’ın düşeceğini düşündüm sonuna kadar; ters köşeye yatmak çok hoşuma gitti açıkçası. Beklenmeyen sonları severim. 🙂 Anlatımınız oldukça akıcı ve duru. Güzel öykü için teşekkürler, ellerinize sağlık.. 🙂
Yorumunuz ve belirttiğiniz hatalar için çok teşekkürler. Kendimi yazım konusunda geliştirmeme fayda sağlayacaklar. 🙂