Öykü

Altın Çağ

Kükürt. Süzülüyor yine. Kıvrak kıvrak. Yavaş yavaş. Biliyor o da. Vaktini daha bir keyfe keder harcıyor. Güzel. Çok güzel kokuyor. Hava, yakıyor ciğerimi. Doya doya, için için yakıyor.

Gergindi o akşam. Majisyen gerilmez, eğer olduysa majisyen. Ama gerildik hepimiz. Bir fikir doğdu. Tabloda ahengi bozan bir nokta. Rahatsız etti bizi. Toplanmış, Kingu’yu dinliyorduk.

Etkileyebilirim hepsini. İnsanoğlunun sahip olduğu tüm düşünceler. Biliriz hepsini. Tek bir cümleye sığdırıp aralarında mekik dokurum. Gerekli noktalara küçük dokunuşlar. Birleşir hepsi, tek buyruk altında.

Bunu biz de yaparız. Ancak görülmüş şey değil. Dünyayı, insanları değiştirmek. Yalnızca acı getirir. Hem manasız. Tekâmüle ters. İnsan ancak kendini değiştirmeli.

Doğru. Hepimiz aynı seviyeyiz. Ancak birimizin gördüğünü öbürü görmez. Göremiyorsunuz benim gördüğüm gibi. Bunun gerekliliği göründü bana. İzlerini gördüm, ilahi olan her şeyde.

Madem bunu kendine yol belledin, diyecek söz yok. Ancak majisyene yakışır bir hâl değil. Majisyen tarafsız olur. Duygusuz olur, sıfır olur. Eşit bakar her şeye. Karışmaz hiçbir olaya. Kötülük, açlık, sefalet. Bunların gerekliliğini biliriz. Madem karıştın, artık ne majisyensin ne de bizden.

İhtiyacım yok size. Ne düzen lazım ne de inisiye. ADAR’ın vaadi yetecektir emele.

Öyle dedi Kingu. Çıktı gitti. Bakmadı ardına. Lakin bazılarımızın içinde bir şeyler peyda oldu. Her dem durgun kalplerimizde bir kıpırtı. O yaptı. Ağzından çıkanlar ile gerçekler bir değildi elbet. Çetindi ADAR’ın vaat ettiği. Uyumlanmak için uzun çalışmalar gerekirdi. Tek majisyenin harcı değildi. Birkaç hafta sonra sürükledi beni gönlüm. Gördüm ki benden aceleciler de varmış. Tehlikeli bir yükün altına girdik. Majisyen korkmaz. Korkarsa denge kuramaz. Fakat ürperdik hepimiz. Doğaldı bu. Bizim boyutumuza yabancı, öbür boyutlara yabancı, evrene ve ilahi olana yabancı bir şeyle tanışacaktık. Konuştu Kingu.

Seninle on üç olduk. Neden bu yolu seçtiğim bana özel. Anlatsam anlamaz, göstersem görmezsiniz. Ancak bilirsiniz içten içe. Yoksa niye gelesiniz? Güçleri var ama kullanmazlar. Hâlbuki tüm bu kötülüğe, sefalete ne gerek var? Öyleydik biz de. Lakin hakikati gördük, aydınlandık tez vakit. Cadılar gibi onlar. Avladılar, yaktılar, kıydılar. Güçleri vardı cadıların, ama savaşmadılar. Tekâmülü bencil yaşadılar. Bencil değiliz biz. Bilirsiniz ki inisiye olacağımız bu enerji çetindir. Bu uğurda bazı canlar feda olacaktır. Lakin bunun hediyesi insanlığın son ve altın çağıdır.

Sordum doÄŸal olarak. Fakat LALARTU ne der bu iÅŸe?

Onların söz hakkı yoktur. Gölgelerde yaşar onlar. Kayıt tutar, gizler, saklarlar. Müdahale etmezler tarihe.

Ve başladık ritüellere. Önce astral kat çalışmaları yaptık. Akaşik kayıtlara eriştik. İnsanlık tarihindeki her düşünceyi, her duyguyu özümsedik. Kayıt ettik. Ardından Kingu’nun Altın Şafak Hermetik Cemiyeti ayinlerinden derlediği invokasyon çalışmalarına giriştik. Bu akıl almaz enerjiyi bedenlerimizden geçirdik ve uyumlanmaya başladık. Dayanamadı herkes. İkinci ayda bir yoldaşımızı kaybettik. Dördüncü ve beşinci ayda da birer tane. Bir yıl bir günlük süre tamamlandı. Nihai ritüel zamanı yalnızca üç kişi idik. Kara ayin başladı. Öyle şiddetliydi ki bu etki… Her bir zerresi yandı vücudumun. Tüm hücrelerim ayrıştı. Gaz idim bir süre. İnsan oldum yine. Yeni bedenimde yeniden hayat buldum. Geldi artık büyük gün.

Walpurgisnacht gecesi boy gösterdik. Beltane günü yükseldik. Hıdırellezde nihayete vardık. DUMUZI ile INANNA’nın cinsel ilişkisi gerçekleşir bu vakit. Tanrı ve tanrıça birleşir. Tanrıça bahara gebe kalır. Ardından bolluk bereket vuku bulur. Semboliktir bu öykü. Değişir dinden dine. Lakin öz ve sonuç aynıdır. Sonuç farklıydı bu sefer. Sahip olduğumuz güç ile hapsettik tanrıyı, tanrıçayı. Onların yerine geçtik ve birleştik. Bizim kanımızdan, ADAR’ın torununa gebe kaldık. Planlı bir işti bu. En küçük zerresine değin programladık. Ve hıdırellez sabahı doğdu Pax. Bahar değildi artık. Bizim Pax’ımız idi semalarda görünen.

Sallandı yer küre hiddetle. Her sokakta, her bahçede yeni yeni ağaçlar bitti. Sonsuz meyve, sonsuz şerbet veren ağaçlar. Koparılan her sebze yeniden doğdu, göz açıp kapayıncaya dek. Yer yarıldı, garip garip sütunlar yükseldi. ADAR’ın âlemler ötesinden getirdiği mimari. Bazıları kapkara, bazıları pis yeşil, bazıları ise hiç görülmemiş renklerde idi. Sarmaşık gibi sardılar dünyayı. Yeni yeni köprüler, gökte harikulade saraylar inşa oldu. Oluklarından şerbet gibi sular, bade gibi şaraplar akmakta idi. Şaşkındı insanoğlu. Konuştu Kingu.

Ey insanlar! Ben kralınız Kingu. Yeni bir dünyaya doğdunuz. Unutun bildiklerinizi. Biz üç kral size yeni bir diyar temin ettik. Açlık, sefalet, kötülük, savaş tarih oldu. Taze bir sayfa açtık bugün. Demokrasi, komünizm, monarşi bitti. Yerine Pax sistemi geldi. Lakin erişmek için bu armağana itimat etmelisiniz kelama.

Ardından söyledi o büyülü cümleyi. Büyülü değildi elbet. Sözcüklerin sıralanışından oluşmuş sade bir yapı idi. Ama yaşamış ve yaşamakta olan insanların tüm umutlarına, güvenlerine, inançlarına, korkularına ve daha derin duygularına tesir etmekte idi. Böylece birleşti insanlar. Başladı altın çağ. Üç eşit parçaya pay ettik dünyayı. Her birimiz göklerdeki saraydan izledik. Emir buyurduk. Tekâmülleri hızlansın diye bazı bilgiler verdik zaman zaman. Her defasında söyledik. Biz ne peygamber ne de tanrı idik. Kelam ettiğimiz sırlar ise özneldi. İnşa ettiğimiz düzen pek açık ki yeni bir din değil idi. Dini olmaz majisyenin. O her dinden işine yarayanları alır, geri kalanını atar. Aydındır majisyen. Öyle olsun istedik herkes. Üç kere Üç’ün gücüyle kutsadık âlemi.

Öyle güzel ve sıkıcıydı ki her şey. Herkes muradına ermiş. Kelamdan beridir ne kan dökülmüş ne de açlık olmuş. Tüm insanlar el ele tutuşmuş, birlik olmuş. Otuz üç yıl izledik. Zamanı geldi ayrılığın. Öyle anlaşmış idik başta. Yoluna oturduğu vakit düzen, insanlığı kendi haline bırakacak idik. Bir veda hitabesi döküldü ağzımızdan. Üzüldü herkes, ağladı, yas tuttu. Ama yürekliydi insan. Çabuk toparladı kendini. Üç yoldaş ayrıldık dünyadan o vakit. Yardım bekleyen yeni dünyalara, yeni diyarlara yelken açtık.

Ya kara gözlüm. Gördün mü? Kırk dört yıl olmuş gurbete gideli. Geçerken bir uğrayalım dedik. Halleri keyifleri nasıldır, bir görelim dedik. Bir de ne görsek beğenirsin? Etraf duman altı. Cayır cayır her yer. Üzüldük tabi. Ama belli belirsiz bir vurdu kaçtı hüzün. Daldık alevlerin içine. Baktık kendi eserimize. Derin derin, doya doya baktık. Tek birbirimize bakmağa el vermedi gönül. Etmedik tek kelime. Dağıldı herkes kendi bölgesine. Ben de geldim seni buldum. Kısmet bu ya, yaşarmışsın hâlâ. Düşündüm tabi, eskileri düşündüm. Tüterken duman fedakârlıklar geldi, ayrılıklar, riyakârlıklar geldi aklıma. Ama ne yalan söyleyeyim, pek de düşünmedim. Gerek de yoktu hani. Varken keyfini sürmek. Yanan etlerin kokusu, buram buram. Kıvrak kıvrak. Nasıl da süzülür? Dans ediyor alevler. Kim bilir o dumanı bana getiren hangi vecibeler, hangi atomlar, hangi tesirlerdir? Gören gözler için kara gözlüm, arayan gönüller için çok şeyler anlatır sözlerim. Belki sana da anlatır. Lakin gel bir güzelce yanalım evvel. Herkese nasip olmaz böyle bir ecel.

Altın ÇaÄŸ” için 2 Yorum Var

  1. Merhaba,
    Bol göndermeli ve esinlenmeli ilginç bir kurgu olmuş. Ama bana sanki üzeri biraz fazla kapalı gibi geldi. Gerçi bu sizin tercihiniz, bana bir şey demek düşmez ama bazı geçişler biraz soru işareti bırakıyor diye düşünüyorum. Yine de anlatımız gayet güzel, öykü kendini okutuyor. Sonunu da güzel getirmişsiniz. Ellerinize sağlık, gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle.

  2. Selam Fatih.
    Öykünü beğendim. Hatta sonunda, buruk bir acıma duygusuna kapıldım.
    Anlatım tarzın çok hoş olmuş. Tek bir şey söyleyeceğim. Birinci tekil ağızdan anlatmışsın bize hikayeyi. Başta diyalog olan kısmı bize daha iyi verebilirdin bence. Biri ya da birileriyle konuştuğunu daha rahat anlardık. Şahsen ben, o kısmın başkası ya da başkalarıyla yapılan diyalog olduğunu anlayınca tekrar baştan okudum öyküyü.
    Kalemine sağlık.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *