“Hazır değilseniz,“ diye söze girdi Komiser ama genç kız lafını böldü.
“Hazırım.”
Komiser Sedat başını masaya eğip elindeki kâğıda baktı. “İsminiz Ceren Gümüşdoğrayan.”
“Evet.”
“Bu akşamüstü saldırıya uğrayan Cemre Gümüşdoğrayan’ın kardeşisiniz.”
“Evet,” dedi Ceren tekrar.
Sedat önündeki tutanağa bir şeyler çiziktirdi.
“Lütfen olayı baştan anlatın.”
“Odamdaydım, ablam da mutfakta bir şeylerle uğraşıyordu. Emin değilim; ya bulaşık yıkıyor ya da tencereleri yerleştiriyordu. O tarz bir gürültü geliyordu içeriden.” Durup yutkundu, Sedat’ın nazikçe önüne iteklediği bardağı alıp bir yudum su içti. “Sonra kapı çaldı ve ablam açtı. Başta yalnızca boğuk sesler geliyordu, ama sonra kapı kapandı. Gelen kişi içeri girmişti, çünkü artık ne konuştuklarını duyabiliyordum.”
“Kimin geldiğini anlayabildiniz mi?”
“Hayır, bu sesi ilk kez duyuyordum. Ama yine de tahmin ettim, ablamın eski sevgilisi olmalıydı.”
“Bunu nasıl anladınız?”
“Adam girer girmez bağırıp çağırmaya başladı, ama yine de sesini fazla yükseltmemeye özen gösteriyordu. Komşuların duymasını istemiyordu sanırım. O saçmasapan laflarından, ablamı biriyle gördüğünü ve buna sinirlendiğini anladım.”
“Bahsettiğiniz kişinin ismi nedir?”
“Hakan.”
“Soyadı?”
“Bilmiyorum, ablam hiç söylememişti.”
Sedat başını sallayıp bir not daha aldı. “Siz bu kişiyle tanışmış mıydınız?”
“Hayır.”
“Gelen kişinin yüzünü gördünüz mü?”
“Görmedim.”
“Sizin evde olduğunuzu fark etmedi mi?”
“Fark etti, ama umursamadı.”
Sedat başını kaldırıp tuhaf, anlamaz bir ifadeyle baktı. “Umursamadı mı?”
“Evet.”
“Lütfen ne demek istediğinizi anlatın.”
“Ablama -Evde biri var mı,- diye sordu, ablam da -Evet, kuzenim var,- dedi.”
Sedat devamını beklermiş gibi başını hafifçe eğdi.
“Adam, -Yalan söylüyorsun, sadece kardeşin var,- dedi.”
“Yani varlığınızdan haberdardı.”
“Evet.”
“Ama bu durum onu etkilemedi?”
“Hem de hiç,” dedi Ceren başını iki yana sallayarak.
“Peki bunun neden böyle olduğuna dair bir fikriniz var mı? Yani evde biri olduğu için neden korkmadı? Ya da ablanızdan sonra neden size de zarar vermedi?”
“Çünkü benim hiçbir şey duymadığımı sanıyordu.”
Sedat afallamış gibi bakakaldı ona, kalemi elinde sallanıp ters döndü.
“Ben duyma yetimi henüz kazandım,” diye açıkladı Ceren.“İki hafta önce işitme kaybı ameliyatı oldum. Ondan önce duyamıyordum.”
Komiserin gözleri açıldı, açıldı… Hayatında duyduğu en garip vakayı dinliyormuş gibi pür dikkat baktı Ceren’e.
“Ablam Hakan adlı adamla beraberken hâlâ duyamıyordum. Tanışmamıştık ama sevgilisinin sağır bir kız kardeşi olduğunu biliyordu. Tıpkı benim de onun varlığını bildiğim gibi.”
“Ameliyat olduğunuz sırada beraber değiller miydi?”
“Ayrılalı bir aydan fazla olmuştu.”
“Yani sizin duyma yetinizi kazandığınızdan haberi yoktu?”
“Aynen.”
“O yüzden sizi bir tehdit olarak görmedi, nasıl olsa hiçbir şey duymayacaktınız?” Sedat artık kendi kendine konuşuyor, her cümlesinde sesi, olayı gittikçe daha iyi kavradığını belli eden bir tona bürünüyordu.
Ceren başını evet anlamında salladı. “Ben de bozuntuya vermedim, öyle sanmasını istedim. Galiba biraz da korktum.” Son cümleyi ayıp bir şey yapmış gibi, utanç içinde söylemişti. “Ama dayak yerken ablamın çığlıklarını duymak…” Birkaç hıçkırıkla başını eğdi ve elleriyle yüzünü kapattı.
“O sesi tekrar duysanız,” dedi Sedat, hislerinizi anlıyorum ama sorguyu bitirmem gerek diyen bir sesle, “Tanıyabilir misiniz?”
Ceren başını kaldırıp saçlarını kızarmış, ıslak gözlerinin önünden çekti. “Tanıyabileceğimi sanıyorum,” dedi kararlı bir ifadeyle.
* * *
“Ne kadar güvenilir, bilemiyorum,” dedi Komiser Güney, tenha koridoru ayak seslerinin yankılarıyla geçerlerken. “İki haftadır duyabiliyor sadece. Normalde görgü tanıkları bile yüksek oranda yanılıyorken…” İçini çekti.
“Orası öyle,” dedi Sedat. Elindeki mavi dosyayı sımsıkı tutmuştu. “Ama adamın, saldırıya uğrayan kadının eski sevgilisi olduğu teyit edildi. Çevresi kıskanç biri olduğunu söylüyor. Eğer tanık onun adını vermeseydi bile, en büyük şüpheli o olacaktı.”
Güney başını salladı. “Umarım çabucak ötmeye başlar, çünkü elimizde hiçbir delil yok ve iyi bir avukat, tanığımızın güvenilirliğini tek duruşmada çürütür.”
Sedat başını kasvetle salladı. “Kim giriyor?”
“Buna da ben gireyim,” dedi Güney elini uzatarak. Sedat’tan dosyayı alınca boğazını temizledi, bir saniye durdu ve kendine güvenen bir hamleyle kapıyı açıp içeri girdi.
Masanın önündeki sandalyelerden birinde, başını öne eğip oturmuş bir adam vardı. Kapının açıldığını duyunca hızla doğrulup baktı ve şöyle bir toparlandı. Saçları dağılmış ve gözleri ya uykusuzluk, ya da yorgunluktan yarı yarıya kapanmıştı. Üzgün ya da korkmuş gibi görünmüyordu; yüzünde temkinli bir merak vardı, o kadar.
“Hakan Dernek,” dedi Güney, sanığın karşısındaki sandalyeye oturarak.
“Benim,” dedi Hakan.
“12 Mayıs Pazar günü saat 16:00 sularında Cemre Gümüşdoğrayan’ı ikamet ettiği evde darp etmekle suçlanıyorsunuz.”
“Bunu daha önce de söylediler,” dedi Hakan endişeli bir ses tonuyla. “Ama bu olaydan haberim yok. Cemre ve ben ayrıldık.”
“Olay günü ve saatinde neredeydiniz?”
“Evdeydim.”
“Teyit edecek biri var mı?”
“Maalesef,” dedi Hakan başını iki yana sallayarak. “Yalnız yaşıyorum. Ama,” diye ekledi, Güney’e başka bir şey söylemesi için fırsat vermeden. “Cemre zaten ben olmadığımı söyleyecektir.”
“Mağdur ifade verecek durumda değil.” Hakan’ın yüzünü acıyla buruşturup bir şeyler sormaya hazırlandığını görünce hemen ekledi. “Sizin fail olduğunuza dair bir tanık ifadesi var.”
“Tanık mı?” diye sordu Hakan masum bir kuşkuyla.
“Evet. Biri sizi duymuş.”
Hakan devamını beklercesine, şaşkın bir ifadeyle bakıyordu.
Güney dosyayı karıştırıp bir kâğıt buldu ve okumaya başladı. “’Evde biri var mı?’ diye sormuşsunuz, mağdur Cemre Gümüşdoğrayan ‘Evet, kuzenim var,’ demiş. Ve siz de ‘Yalan söylüyorsun, sadece kardeşin var,’ demişsiniz.”
Hakan’ın solgun yüzünden bir gölge geçti, kaşları kabul etmez bir ifadeyle çatıldı.
“Gerçekten evde kuzeni mi varmış?”
“Yani bu kişinin siz olduğunuzu kabul ediyor musunuz?” diye sordu Güney, havadan sudan konuşur gibi heyecansız bir ifadeyle.
“Yoo,” dedi Hakan toparlanarak. “Siz öyle dediniz diye sordum.”
“Evdeki kişi mağdurun kuzeni değil, kardeşiymiş.”
Hakan’ın yüzüne, fark etmek için deneyimli bir polis olmaya hiç de gerek olmayan bir rahatlama ifadesi yerleşti. “Kardeşi, Ceren…”
“Onu tanıyor musunuz?”
“Tanışmadık ama Cemre çok anlatırdı.”
“Sizi duyan kişi, Ceren Gümüşdoğrayan.”
Hakan öyle bir kahkaha patlattı ki, Güney bir an irkilip geriye sıçradı. Sorgu odasında kahkaha atan birini daha önce görmemişti. Kaşları çatıldı.
“Affedersiniz Komiserim,” dedi Hakan, nihayet kahkahaları azalıp birkaç kesik nefes haline geldiğinde. “Ama beni sıkıştırıp sahte bir itiraf almak için bundan daha iyi bir yol bulmalıydınız. Ceren sağırdır. Yani ne beni, ne de bir başkasını duyabilir.”
“Evet, evet,” dedi Güney sükunetle başını sallayarak. “Gerçekten de öyle-imiş,” dedi son iki heceyi anlamlı bir vurguyla söylerken dosyadan yeni bir kâğıt çıkarıp Hakan’a uzatarak. “Ceren Hanım iki hafta önce başarılı bir işitme kaybı ameliyatı olmuş. Artık kuşları da, araba kornalarını da, ablasını döven zorbaları da duyabiliyor.” Yüzüne herhangi biri için tatlı denebilecek, Hakan içinse son derece nahoş bir gülümseme yerleştirdi.
Hakan duyduklarına inanamıyormuş gibi dinliyordu onu. Kağıdı, sanki tamamen kavrasa kâğıt da onu kavrayıp canını yakacakmış gibi ucundan tutarak gözlerine yaklaştırdı. Ceren’in ameliyatının başarıyla geçtiğine dair, doktor imzalı bir rapordu bu. Birkaç defa okudu, sonra gözleri yine Güney’i buldu. Artık bakışlarında kendine güvenden eser yoktu.
“İtiraf edersen, cezan azaltılır,” dedi Güney babacan ve güven veren bir tavırla.
Hakan ona bakıp yutkundu. Karar veremiyormuş gibi görünüyordu. “Evet,” dedi sonunda cılız bir sesle. “Ben yaptım. Ama yemin ederim hastanelik etmek istememiştim.”
Güney eliyle bu kadarının yeterli olduğunu belirtircesine bir hareket yaptı. “Ne garip, değil mi?” dedi gözlerini kırıştırıp kısan bir gülümsemeyle. “Bir cinayet işlersin, çok dikkatli olduğun halde DNA’n kalır. Bir hırsızlık yaparsın; çaldığın telefonla çektiğin fotoğraf, telefonun sahibinin sosyal medya hesabında anında paylaşılır ve yakayı ele verirsin. Eski sevgilini dövmeye gidersin, yıllardır sağır olan kız kardeşinin o gün duyacağı tutar. Çok suçlu gördüm,” dedi sandalyesini itip ayağa kalkarken. Hakan’ın elinden aldığı raporu dosyasına sıkıştırdı. “Ama senin kadar bahtsızını ilk defa görüyorum.”
Ve Hakan’ı, başını ellerinin arasına almış vaziyette bırakıp sorgu odasından çıktı.
Özenli, akıcı ve okuyanı merak ettiren bir hikaye. Lakin öyle bir yerde kaldı ki acaba devamı gelecek mi diye de merak ediyorum şimdi. Eğer devamı gelmeyecekse okurken hevesim kursağımda kaldı diyebilirim. Temaya yaklaşım ise sanki “Sağır sultan” durumundan çok sadece sağırlıkla ilgili gibi geldi. Elbette temanın kullanımında herkes özgür. Bu sadece benim görüşüm. Görüşmek üzere.
Çok teşekkür ederim yorumunuz için
Tema beni çok zorladı açıkçası. Ben başkarakteri, Mısır’daki malum sağır sultanın şehre inmiş, aramıza karışmış hali gibi düşündüm Ama evet, bilmeyen biri bu temanın “sağır sultan” olduğunu anlayamaz. Siz dahil başka arkadaşlar temanın hakkını çok daha iyi vermişsiniz. Benim kafa bu ara sadece polisiyeye çalıştığı için sultanlık kısmına çok fazla giremedim
Bence çok iyi bir polisiye yazarısınız. Bu öyküyü de belki uzatmayı düşünebilirsiniz. Umarım daha çok okuruz sizi ve en güzel yerlerde görürüz.
Ah, çok teşekkür ederim, çok mutlu oldum
Seçki potansiyel nice başarılı yazar adayıyla dolu. Umarım hepsini bir gün forumun Haberler bölümünde görürüz
Ben öykünün tam yerinde bittiğini düşündüm ama bir arkadaşım daha kısa geldiğini söyledi, öyleyse kafamdaki çarkları döndürmeye başlıyorum.
Merhabalar, öykünüzü okudum. Bence yeterli uzunlukta, akıcı bir polisiye öykü olmuÅ. Üzerinde uÄraÅılmıŠbir öykü olduÄu gerek yazımından gerekse temposundan belli. Elinize saÄlık.
TakıldıÄım birkaç nokta var, bunları öykünün gerçekçiliÄini artırabileceÄini düÅündüÄüm için paylaÅmak istiyorum. Ceren ile Komiser Sedat’ın görüÅmesi iyi yazılmıÅ, ancak iÅler pek yazıldıÄı gibi ilerlemiyor. Karakollardaki ifade alma iÅlemi genellikle bir hengamenin içinde çok daha seri olarak yapılıyor. Genelde komiser dıÅında bir personel de ifade alma sırasında ortamda bulunur. Hatta yazıya geçirme iÅlemini o gerçekleÅtirir. Bunları, öykünün gerçekçiliÄini biraz daha artırma noktasında kullanabilirsin.
Buna ek olarak;
Bu cümle ile baÅlayan paragrafın gerekli olduÄunu düÅünmüyorum. Hakan’ın itirafı ile vurucu bir son elde ediyorsunuz. Güney’in söz alması esasında gereksiz. Klasik polisiyelerde rastladıÄımız ‘‘Dedektif son bir kez, bütün ipuçlarının üzerinden geçerek olayı, okur için aydınlatır.’’ durumuna bu öyküde ihtiyacımız yok. Çözüm, öykünün ortasında kendisini gösteriyor. Bu nedenle Güney’in cümleleri sonda yarattıÄınız etkiyi azaltıyor. Paragraf, baÅlıÄı açıklama görevi görüyormuÅ gibi görünüyor ancak öykü, zaten bu iÅlevi görüyor.
Sonuç olarak karÅımızda iyi yazılmıÅ, üzerinde özenle çalıÅılmıŠbir öykü var. Tebrik ederim.