Öykü

Bilgisayarım, dostlar…

Şu anda size anlatacağım şeyler çok acıklı dostlar.

Aslında tam acıklı denemez de, varın öyle bilin be dostlar. Şunun şurasında bir şey anlatıyorum sonuçta. Beni kırmayıp, öyle biliyormuş gibi yapmak sizin için çok mu zor, ha dostlar?

Anlatacağım şeyin çıkış noktası tamamen ve tamamen şu anda size bu hikâyeyi yazıyor olduğum bilgisayarım dostlar. Emin olun ben de ilk başta çok şaşırmıştım bu duruma. Ama biliyor musunuz dostlar, sonra şaşkınlık falan kalmadı üzerimde. Bir hoşuma gitti böyle, eğlenceli geldi. Fakat bir süre daha geçtikten sonra korkmaya başladım. Sonra bir süre boyunca böyle devam edip farklı bir duyguya geçti. Böyle böyle devam etti. Şu anda da o durum devam etmekle birlikte, üzerimde dolanan hissiyatın deli bir cesaret olduğunu söyleyeyim. İşte bu nedenle, bu hikâyeyi yazıyorum ve herhangi bir sorun çıkmazsa sizlere ulaştıracağım.

Bahsettiğim olay dostlar, yaklaşık üç ay önce başladı. Yine normal bir gece, uyku tutmayınca bilgisayarın başına geçmiş ve oyun mu oynasam yoksa bir şeyler mi okusam diye düşünüp duruyordum. Genellikle bu tür düşünme aralarında masaüstünde ki bir klasörü siler, sonra o sildiğim klasörü tekrar geri dönüşüm kutusundan çıkarıp yerine koyarım. Her zamanki gibi aynı hareketleri tekrarlarken bir süre sonra dalmış olduğum düşünce düzleminden çıktım ve belki de hayatım boyunca yaşamaya devam edeceğim ilk şaşkınlığı tatmış bulundum…

Fare imleci benden bağımsız hareket ediyor, herhangi şekilde komut vermediğim halde daha önceden yapmış olduğum hareketleri tekrarlıyordu. Bilgisayarımda internet yok. Daha doğrusu yoktu. Aslında hâlâ yok. Neyse bu durumu sonra açıklamaya çalışacağım. O ana geri dönersek, fare imleci yaptığım hareketleri durmadan -kısır döngü şeklinde tekrarlamaya devam ediyordu. Bir süre sonra üzerimdeki şaşkınlık azaldı ve yerini neler oluyor düşüncesine bıraktı. Fareyi hareket ettirmeye ve sağ ile sol tuşuna tıklamaya başladım. Ama bana mısın demedi. Aynı hareketleri artık sinir edici bir raddeye varacak şekilde tekralamaya ara vermeden devam etti. İşte demiştim ya, bilgisayarımda internet yoktu diye. Herhangi dış müdahale olayı da olamazdı. Bir süre sonra klavye ile komutu tekrar elime almaya çalıştım fakat bu da bir sonuç vermedi. Eh, artık tek bir seçenek kalmıştı dostlar: Meşhur kapatma tuşu..! Peki kapat tuşuna bastığım da ne oldu dersiniz?

Hiç! Evet, tam olarak bir hiç! Fare imleci aynı hareketleri yapmaya, fare çalışmamaya devam ediyor, bilgisayar da kapanmıyordu. Oysa olmaması gereken bir şeydi bu. Şaşkınlığım bu nedenle devam ediyor, bu durumdan nasıl kurtulacağımı pürüzsüz şekilde düşünmemi engelliyordu. Komediye bakar mısınız? Bilgisayar benden bağımsız hareket ediyor ve ben yerimde mıhlanmış şekilde, sanki görünmez eller hem beynimi hem de bedenimi tutuyormuşçasına oturmaktan başka herhangi bir şey yapamıyordum. Oysa, bilgisayarın gücünü sağlayan fiş hemen bir metre uzağımdaydı. Tek yapmam gereken ona uzanmak ve bu kısır döngünün sonsuza kadar yokluğa karışmasını sağlayacak olan güç kaynağını kesmekti. Neyse ki görünmez eller beynimden çekilmiş ve bu sizlere belirttiğim düşünce aklıma gelmişti. Böylece fişe uzandım. Tam tutuyordum ki, kısır döngü durdu ve imleç Başlat>Tüm Programlar>Donatılar kısmına girerek Not Defterini açtı. Ve sonra fare imlecinin benden bağımsız çalışması gibi harfleri kontrol etmemi sağlayan klavye işlevinin de zekaya kavuşmuş olduğunu anladım. Çünkü not defterinde kısa sürede şu yazı yazıldı.

– A aa. Hemen elini çek bakayım oradan, güzelim.

Evet tam olarak bu yazıldı. Emin olun o anki duygularımı şu anda yazıya geçiremem. Çünkü öyle bir şeydi ki, yılların internet yüzü görmeyen bilgisayarı benim komutum dışında bir şeyler yazmıştı. Ve inanır mısınız dostlar, o yazıyı her ne yazdıysa o anlatamadığım duygu dahilindeki komuta uyarak elimi çektim. Ve böylece cevap geldi.

– Şimdi oldu, güzelim. Söz dinlemen iyi, hem kendine yazık etmeni istemem doğrusu. Sonuçta üzerimde emeğin var.

Bu cümleleri sizlere noktası noktasına anlatma sebebim, tek bir kelimesini hatta tek bir bağlacını unutamamamdan kaynaklanıyor. Benim bilgisayarım benden bağımsız hareket etmenin daha da ironik halini alarak konuşmaya başlamıştı. Düşünebiliyor musunuz?!

İşin ilginç yanı, o anda dalga geçercesine düşünmüş olduğum görünmez ellerin varlığına ciddi şekilde inandığımı anlamam olmuştu. Çünkü bu cümlelerin ardından gelen ani şok dalgası ile normalde sanki klavyenin ortasına benden habersiz iguana atılmış gibi tepki vermem gerekiyordu. Ama yerimden kalkma işlemini daha sonradan aklıma gelse dahi yapamamıştım. Zaten bir süre sonra, bilgisayarın bana üçüncü yazışı ile nedenini anladım.

– Uğraşma, güzelim. Ben istemedikçe çiş için bile kalkamazsın oradan. Ben istemeden odaya kimse de giremez, ben istemeden çıt çıkamaz. Ben istemeden…

Sondaki üç nokta benim eserim dostlar, çünkü bu şekilde uzun süre devam ediyordu cümle ve ben hepsini tek tek okudum. Ayrıca bu şey cümle sonlarına noktadan başka bir şey koymuyor. İnanamazsınız dostlar…

Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bilgisayara virüs girmiş diyeceğim olmayacaktı, birileri internet bağlattı da benden habersiz şakanın daniskasını yapıyordu diyecektim, olmayacaktı. Aslında ne desem olmayacaktı. Zaten bilgisayar bu sorunu da çözmüştü, benim yerime cevap verdi.

– Düşünme, güzelim. Ben sana her şeyi anlatacağım. Hiç merak etme, şaşkınlık falan kalmayacak. Çok eğleneceğiz.

Bilgisayarın ne demek istediğini tam olarak anlayamamıştım. Şaşkındım dostlar, ama ‘eğleneceğiz’ kelimesinin normal eğlence sözcüğü anlamında olmadığını çakamayacak kadar da malak değildim. En azından öyle bir durumda bile şaşkınlık anında kelimeleri farklı yere çeken adam imajını vermek istiyordum. Düşünebiliyor musunuz dostlar? Kendi bilgisayarıma karşı hem de…

Sonra masaüstünde, yazılan cümleleri okuduğum not defteri penceresi minimize oldu ve fare imleci tarafından mozilla firefox açıldı. İnternetim olmadığı halde, farklı çalışmalarım nedeniyle tarayıcıyı yüklemiştim. Şimdi o tarayıcıyı yükleyen ellerim ve aklıma bayağı bir sövüyorum ama neyse. Firefox açıldıktan sonra ekrana direk olarak google geldi. Şaşırmalı mıydım? Kapanmayan, tam fişi çekilecekken buna itiraz eden bir bilgisayarınız varsa dostlar, emin olun internete girecek yetiye de sahiptir. Buna şaşırmamalısınız.

Sonra not defteri tekrar normal pencere haline döndü ve bilgisayarım (!) yeni bir şey yazdı.

– Seni şöhret yapacağım, güzelim. Şimdi iyi izle. Nereden başlayalım. Sözlükten olur mu. Seversin sen oraları. E hadi madem.

Ve sonra sözlük açıldı. Her zaman ki gibi bir çok başlık ve başlıklara girilmiş tanımlar karşıma gelince, içimde bir nebze de olsa kalan ‘internet yok’ hissi yok olmuştu.

– Şimdi, birazdan sana hayatında göremeyeceğin bir güzellik göstereceğim. Örneğin şu başlığa girelim.

Sözlükte, ne olduğunu dâhi tam olarak anlamadığım bir başlığa girdi ve en son gönderilen tanıma geldi. Not defteri tekrar açıldı.

– Son gönderinin yapıldığı tarihe iyi bak ve bugünün tarihine de gözat.

Son gönderinin yapıldığı tarih 03.10.2010 gözüküyordu. Bugünün tarihine bakmama gerek yoktu. Bugün ayın 7’siydi. Yani arada dört günlük bir zaman dilimi vardı. Ne anlatmaya çalışıyordu, merak ediyordum. Tabi olaylara bakış açım tutmamıştı. Ne kadar ilginç…

– Şimdi de yaptıklarımı çok ama çok iyi izle.

Ve izledim. Sağ altta bulunan saat kısmına geldi ve tarih ile saat ayarlarını ayrıntılı şekilde gösteren ‘Tarih ve Saat Özellikleri’ni açtı. Sonra 7 Ekim 2010 olan tarihi aldı ve 12 Haziran 2011’e çevirdi. Not defterine geri döndü ve:

– Ve işte geliyor.

Firefoxa tekrar gelip sözlük sayfasını yeniledi. İşte o zaman sanırım gözlerim yerinden birkaç santim dışarı çıkmıştı. Bu konuda ciddiyim. Neden mi?

Çünkü dostlar, sözlükte o başlığın normalde son gönderisi 03.10.2010 iken şimdi 30.05.2011 olmuştu. İnanabiliyor musunuz dostlar? Bir anda aylar sonra yazılacak olan girdileri görüyordum. Haha, resmen birileri tarafından yeniyordum, eğer sesimi çıkarabilsem yellenene kadar gülebilirdim.

– Yellenene kadar gülmene ya da birilerinin seni yediği düşüncesine girmene gerek yok, güzelim. Bildiğin, gelecekte yazılacak olanları görüyorsun şu an. Ama işin asıl eğlenceli kısmı burası değil. Asıl eğlenceli kısmı şimdi geliyor.

Tekrar sözlük sayfasına döndü ve söylemiş olduğum tarihten daha sonrasında gönderilmiş -ya da en azından öyle gösterilen- girdilerden, uzun bir tanesini seçip kopyaladı. Ve tekrar tarih özelliklerine girerek normal zamana geri döndü. Sözlük sayfasını tekrar yeniledi ve son girdi tarihi yine 03.10.2010 oldu. Az önce kopyalayarak aldığı şeyi, yazı kutucuğuna yapıştır diyerek ekledi ve gönder tuşuna bastı. Sonuç, inanılmaz! Aylar sonra yazılacak bir girdiyi zamanın ötesine giderek alıp şu anki zamanda kendim yazmıştım, yani daha doğrusu bilgisayarım yazmıştı.

– Nasıl, beğendin mi.

‘Beğenmek ne kelime? Bayıldım!’ demeyi çok isterdim bu soru işareti yerine nokta kullanan ne olduğu belirsiz varlığa. Ama ne yazık ki ağzımı kıpırtadıp bir şeyler söyleyemiyordum. Zaten söylememe de gerek kalmamıştı. Her şeyden öte dostlar, beni dumura uğratan cümle gelmişti çünkü.

– Merak etme güzelim, konuşmana gerek yok. Anladım seni, beğendiğine sevindim. Şimdi asıl kısma geliyoruz.

Asıl kısma mı?

– Evet, asıl kısma. Gördüğünü hâlâ anlamamışsan daha anlaşılır yapayım durumu. Geleceğe gittim, birinin yazmış olduğu yazıyı kopyaladım ve alıp şu anki normal zamanda, sanki sen yazıyormuşsun gibi yapıştırarak gönderdim. İster inan, ister inanma, er geç o girdinin senin profilin yoluyla o başlığa gönderildiğini göreceksin. Ve bu sadece sözlük için değil, tüm internet için geçerli. Geleceğe git, yazıyı al, kopyala ve senin olsun. Geriye gel, yapıştır ve gönder. İlgiler senin olsun. Deha sen ol.

Böyle bir durumda ne denir dostlar? Kaçık bir profesörün icat buluşuna tanık olmuşum da heyecanlı ağzı ile bana bir şeyler söylediği düşüncesi geldi aklıma. Böyle bir şey yaşamadım evet, ama ne bileyim. Öyle bir duyguydu bedenimi kaplayan. Sanırım demek istediğimi anladınız.

– Şimdi, bir süreliğine klavye ve fare kontrolünü tekrar sana vereceğim. Bu yaptığımın benzerini deneyeceksin. İstediğin bir tarihe gidecek ve istediğin bir yerden yazıyı alacak, geriye dönecek ve kendin yazmışsın gibi göstereceksin. Hodri meydan, güzelim.

Bunları söyledikten sonra tüm sayfalar bir anda kapandı, imleç durdu ve bilgisayar normal haline döndü. Aslında ben de normal halime dönmüştüm çünkü daha kendim bile fark etmeden ayaktaydım. Derin nefes alıyor, sanki tüm gün boyunca inşaatta kazma kürek sallamışım gibi bir yorgunluk hissediyordum.

Kendime biraz süre tanıdım, kalp atışlarımın normal seyrine dönmesi ve kafamın toparlanması için. Bu arada bilgisayar tekrar saçma sapan bir şey yapacak diye gözümü ekrandan ayıramıyordum. Aslında üzerime saldıracakmış gibi düşünüyordum desem yalan olmaz. Koltuğa tekrar oturmak istiyordum ama gözüm yemiyordu. Bir yere mıhlanmanın güzel bir şey olmadığını anlamış ve az önce deneyimlemiş biri olaraktan, tüm şaşkınlık ve inanılmazlığa rağmen, bu duyguyu tekrar yaşamak istemiyordum.

Sonra, bir dakika mı geçti bir saat mi diye sormayın, gerçekten hatırlamıyorum, bilgisayara yaklaştım. Yavaşça fareye dokunup hareket ettirdim. Normal şekilde, olması gerektiği gibi dokununca çektiğim yöne doğru imleci de hareket ediyordu. Sonra yavaştan klavye tuşlarına bastım. Onlar da normaldi. Korku bedenimi tam olarak terk etmemiş olsa da, artık o zamanki nasıl bir düşünceyse, koltuğa oturdum. Her şey ama her şey, olması gerektiği gibiydi. Normaldi. Fakat şimdi de her şeyin bir rüya olup olmadığının öğrenilme zamanı gelmişti. Yavaşça firefox u açtım.

Açmaz olaydım dostlar…

Google logosu bana sırıtıyordu. Her şey normal ama bu anormal. Aslında internetim olsaydı bu da normaldi ama yoktu be dostlar. Lanet olası bilgisayarda internet yoktu. Ama vardı işte…

Kafamı salladım, tekrar sözlüğe girdim. Normal şekilde açıldı, hem de giriş yapılmış şekilde. Takip ettiğim başlıklardan birine girdim. Hatta sonrasında vazgeçtim, çok sevdiğim ama hakkında pek fazla bir şey bilmediğim farklı bir başlığı açtım. Sonra, son girdi tarihine baktım: 02.08.2010

Evet son giriş tarihini de öğrendiğime göre artık gördüğüm rüyayı tekrarlayabilirdim. Tarih özellikleri ve gelecekte bulunan farklı bir tarih. Ne olsun bile diye düşünmeden aklıma gelen ilk tarihi salladım: 28.12.2012

Şimdi sıra sözlüğün yenilenmesine gelmişti. Büyük heyecanla yeniledim ve son girdi tarihine baktım. Allak bullak olarak gerçeği gördüm. Yeni girdiler vardı. O anda aklıma şaşkınlıktan daha çok 2012’de kıyamet kopmuyor düşüncesi gelse de normal düzleme çabucak geri döndüm. Gördüğüm tarihten sonra toplamda sekiz girdi vardı ve bu girdilerin hiç birisi daha önce yazılmamıştı. Çünkü o başlıkta yazılan tüm girdileri hatırlıyor ve bir tanesinin bile bunlarla benzer yanları olmadığını görebiliyordum. Nitekim öyleydi de, çünkü bu yeni girdilerden en sağlamını, en azından bana öyle gelenini seçerek tekrar normal tarihe döndüm ve sözlüğü tekrar yenileyerek kopyalamış olduğum girdiyi yapıştırarak gönderdim. Gerçekten de inanılmaz ve bir o kadar da müthiş hissiyat yaratan duyguydu üzerime çöken.

Gelecekte, farklı bir kişinin belki de binbir uğraşla yazıp gönderdiği bir girdiyi, düşünmeden kolaylıkla çalıp kendiminmiş gibi gösterdim. Etkileyici, bir o kadar da eğlendirici… Hatta etkilenme hissiyatının şaşkınlıkla harmanlanmış bir halini tadıyordum ilk defa. Çünkü daha da farklı şeyleri hayal ettim. Geleceğe gidecek, belki de şarkı sözlerinin bulunduğu bir internet sitesine girecek ve daha yazılmamış olan mükemmel şarkı sözlerini alıp kendiminmiş gibi gösterecektim. Gelecekte bestseller olan kitapları alarak yine bu zamana dönüp sanki kendim yazmışım gibi sunacaktım. Olağanüstü! Her şey ama her şey benim tarafımdan çıkacaktı. Bir süre sonra dünyada en çok merak edilen kişi haline gelecektim…

Ama belli ki bilgisayarım bu düşüncelerimi algılamış ve tekrar kontrolü eline geçirip not defterini açmıştı.

– Yavaş ol, güzelim. Ağır ol. Bayağı hızlı gittin, ilâh olmak istiyorsun. Sende potansiyel görüyordum da, bu kadarını beklemiyordum. Öncelikle açıklığa kavuşturmamız gereken bazı durumlar var.

Herkes beni konuşacaktı…

– Kendine gel. Beni dinle. İyiliğin için. Şimdi, ilk olarak şunu unutmamalısın. Gittiğin gelecekte kalamazsın veya gelecekteyken farklı bir zamana yol alamazsın. İşini halledip geri dönmelisin.

– Geçmişe gidemezsin. Sadece şimdiki zaman ve gelecek zaman için düzenlemeler yapabilirsin. Bu nedenle gelecekten alacağın herhangi bir şeyi kullanacaksan iki kere düşün.

– Yapacakların ile kendini belli edemezsin. Gizli bir kimlik bul. İnternette kaybolma işini de düşünme. Teknik olarak hiçbir bağlantı yoluyla internete bağlı değilsin. Bu nedenle tamamen hayalet şeklindesin. Seni ne kadar arasalar boş. Her siteye girebilir, istediğini yapabilir ve sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edebilirsin.

– Teknik yollardan bulunmama durumunu halletmiş olsak bile, duygusal durumun var. Sana tam bağımsız bir ortam sağlamamı istiyorsan, duygularından tamamen bağımsız bir şekilde hareket etmelisin. Fırsat buldukçta tekil konuşmalardan kaçınmalısın. Msn, facebook chat, yahoo ve buna benzer her türlü insanlarla iletişime geçeceğin yollar sana kapalı.

– Kendine bir isim bul. Orijinal olsun. Ayrıca tüm dünyaya hitap edecek şekilde olsun. Çünkü gün gelecek ve tüm dünyada o ismi duymayan kalmayacak. Şimdi seni tekrar kendinle baş başa bırakıyorum. Unutma, her zaman buradayım.

Ve bir anda not defteri kapandı. Yazılanları okuduğumda, o tüm dünyaya hakim olma hissiyatı artık o kadar da süper gözükmüyordu. Aslında bu şey, artık her neyse, bana internet yoluyla kesinlikle bulunamayacağımı söylüyor ve bir marka olacağımı ifade ediyordu. Ama neden, neredeyse her cümlesinde tembihli olmamı söylemişti? Zaten bulamayacaklardı beni? Birilerinden bir şeyler çaldığım ortaya çıksa bile ne olacaktı? Böyle böyle birçok şey düşünmeye ve cevabını vermediğim soruların kafamI kurcalamasına izin verdim.

Sonra yavaş yavaş, bilgisayarın bana söylemesine bile gerek kalmadan bazı şeyleri fark etmeye başladım. Bu şey bana geçmişe gidemeyeceğimi söylüyordu. Yani ne yapacaksam, geri çevirme şansım olmayacaktı. Ayrıca gelecekte de kalamazdım. Geri dönmem gerekiyordu, belli ki bu gelecek sadece internet üzerindeydi. Ayrıca şöyle sorunlar da vardı: Hadi sözlüklerde yazılmış bir iki girdinin kopyalanıp alınmasından bir sorun çıkmazdı. Ama yazılacak olan hikâye, roman ya da şarkı sözlerinin daha önceden yazılmış ve yazarınca telifi alınmış olma durumları olamaz mıydı? Bunu bilemezdim ve kendimi böyle bir riske atma durumu çok tehlikeliydi. Ya ciddi anlamda bayağı bir geleceğe giderek o zamanlardan alacaktım ya da küçük küçük şeyler ile yetinecektim…

Ama bilgisayarım bana dünyada seni tanımayan kimse kalmayacak demişti. Bu doğruysa bir yolunu bulmam gerekiyordu. Ve sanırım öncelikle isim ile başlamam gerekiyordu. İnternette şu anki halime olan tüm ilişiğimi keserek yeni bir kişi yaratmam gerekiyordu.

Böylece yavaş yavaş dünyayı sarsacak olan kimliği oluşturmaya başladım…

Kimlik oluştu, farklı yerlere kaydoldu, sonra geleceğe gitti ve en önemli yazıları, sözleri, internet ortamında aklınıza gelecek her şeyden en iyilerini, birer birer aldı ve gözler bu kimliğe döndü. Her zaman ki hayatıma devam ediyor ama artık en çok vaktimi bilgisayarın başında geçiriyor, yeni yeni özellikler keşfediyordum. Tüm sitelere giriyordum, anlamadığım tek bir şey kalmıyordu. Kaybolmuş dillerden yazıtlar bile, bilgisayarım tarafından anlaşılır hale getiriliyor ve yazdıklarım istediğim takdirde o dile çevrilip gönderiliyordu. Dolayısıyla sadece tek bir dilde değil, tüm dillerde ve tüm ülkelerde merak konusu olmuştum. Bir çok önemli gazetelerin manşet haberlerinde “Kim bu!” şeklinde başlıklar atılıyor ve bu kişiye ulaşmak için olmadık yollar deniyorlardı. Sitelere üye olmak için açmış olduğum mail adresine binlerce mail yağıyor, zamanında konuşmaya hayal dahi edemeyeceğim kişi ve kurumlar tarafından görüşme talepleri geliyordu. Dünyanın en büyük yayınevleri kendileriyle çalışmam için hayatımda göremeyeceğim paralar teklif ediyorlardı. Her ülkeden ve her dilden yazılar, benim bilgisayarımda anlaşılır hale geliyor, her şey sanki çok normalmiş gibi gözüküyordu.

Ama dostlar, küçücük bir cümle bile kurmaktan korkuyordum. Artık dünyaya mâl olmuş bu kusursuz kimliğin yapacağı yanlış hareket nelere yol açabilir farkındaydım. Göndermiş olduğum kısa hikâyeler, şarkı sözleri, yazılar, eleştiriler hatta ve hatta benim çizdiğimi gösteren ülkelere ait özel motiflerle bezenmiş resimler ve aklınıza gelebilecek her şey. Her şey yarattığım kimlik adına çıkıyordu, dikkatli davranışım nedeni ile daha bir kişi bile “Bu benim eserim.” itirazıyla çıkmamıştı. Elbette her ülkede küçük küçük itirazlar ve isyanlar yaşanıyordu ama bunlar önemsizdi. İki gün sonra unutulacak olan, yeni bir şey ortaya koyduğum zaman gerekli merciler tarafından susturulacak olan seslerdi sadece…

Konuşamıyorum demiştim ya dostlar, durum cidden beterdi. Bu kadar popüler olup canlı şekilde anlık iletişime geçememe açlığı tüm bedenimi sarmış olmasına rağmen yapamıyordum. Çünkü kendim çıkarmışım gibi gösterdiğim eserlerin çoğunun ne olduğunu hatırlamıyordum. Ve biliyordum ki anlayamayacağım şekilde teorik sorular gelecekti karşıma. Cevapsız bırakmam ya da saçma şekilde yanıt vermem ile başıma neler geleceğini tahmin edebiliyordum. Neyse ki bilgisayarım bunları benden önce tahmin etmişti de benim böyle bir şeye ani bir cesaretle başvurmamam için tüm iletişim yollarını kesmişti.

Bunları daha da inanılmaz hale getiren dostlar, şu yazdıklarımın en başta da belirttiğim gibi sadece üç ay içinde gerçekleşmesiydi. Düşünsenize, sadece üç ay içinde tüm dünyanın seyrini küçücük bir alet ile değiştirebilecek güce kadirdim. Ortalıkta ne resmim ne de bana ait herhangi bir sima bulunuyordu. Avatar ya da benzeri bir şey kullanmıyordum. Bu nedenle “hayalet”, “görünmez adam”, “mehdi”, “kahraman”, “olmayan” gibi aklınıza gelemeyecek sayıda isimler ile nitelendiriyordum. Ama benim en çok sevdiğim, Avustralya’nın daha önce adını hiç duymadığım bir kentinde yayın yapan yerel bir gazetede -ki adı “Pusula” olur- rast geldiğim “geleceği gören” lakabından hoşlanmıştım. Çünkü bu tam olarak bendim. Sırf bu yüzden her gün bu gazeteyi takip etmeye başlamıştım. Ama bunu ben ve bilgisayarım haricinde kimse bilmiyordu…

Neyse dostlar, şu anlık böyle bırakmak zorundayım. Çünkü içimde oluşan deli cesaretin yavaş yavaş kaybolduğu hissi geri dönmeye başlıyor. Gelecekte tekrar yazmaya fırsat bulursam size daha çok şey anlatmak isterim. Ama şimdilik, bilgisayarım farketmeden bunu göndermem gerekiyor. Hazır bana güveniyorken ve belli ki uyku modundayken bunu gönderiyorum, pişman da değilim dostlar.

Sonunun nereye varacağını merak ediyorum, gelecek bir zamanda tekrar görüşmek üzere, dostlar…

***

Ertesi gün yerel bir gazetede kısa şekilde çıkan ölüm haberi:

Dün akşam yirmili yaşlarında bir genç, bilgisayarı başında ölü olarak bulundu. Aile fertlerinden birinin durumu farketmesi ve hemen yetkilileri araması üzerine olay yerinde gelen polislerin ilk incelemede herhangi bir bulguya rastlamadıkları belirlendi.

Ailesinden alınan bilgiler eşliğinde şu anlık aşırı yorgunluktan öldüğü sanılan gencin cesedi otopsi yapılmak üzere morga kaldırıldı.

Ölümün üzerine açıklama yapan bir yetkili akıllara soru işareti getirecek cümleler sarfetti. “Şahsın öldüğü sırada bilgisayarla ilgilendiği pekâlâ belli oluyor. İlginç olan yaptığımız incelemede bilgisayarın kasasındaki tüm donanımların çoktandır yandığı yönünde. Yeni bazı virüslerin donanıma bu kadar olmasa da zarar verebileceğini biliyoruz ama bu bilgisayar hiçbir zaman internete bağlanmamış. Virüs girme şansı da yok. Şu anda konuyu araştırıyoruz.”

Bilgisayarım, dostlar…” için 5 Yorum Var

  1. Heyooo! magicalbronze’dan yeni bir hikaye! Seni seçkide görmeyeli kaç ay olmuştu? Üç? Dört? Her neyse, şu anda yeni bir hikayeni okumuş oluyorum ve önemli olan da bu.

    Öncelikle hikaye için bulduğun ana fikrin çok zekice ve çok eğlenceli bir konu olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Böyle bir bilgisayarı olsa insan neler yapmaz ki? Olasılıklar sınırsız! Zengin olabilirsin, hatta hayat bile kurtarabilirsin. Tabi bilgisayar izin verirse 🙂

    Esas oğlanın içine yerleşen o deli cesaretinin pek de iyi sonuç vermediğini görmek üzücü. Demek ki neymiş? Deli cesareti ile iş yapmamak lazımmış 🙂 Bu yorumu gönderdikten sonra bilgisayarım beni ve kendini imha etmezse sonraki seçkilerde de görüşürüz umarım 🙂

    Aklına, hayal gücüne ve kalemine sağlık dostum.

  2. Ellerine sağlık, hikayeni genel anlamda çok beğendim ama pusula tek bir yerde geçiyor, benim şahsi eleştirim bu olabilir sadece.

    Bi ara ben bilgisayarın yanında bir pusula olduğunu ve manyetik alan etkileşimi dolayısı ile bişeyler olacağını falan düşündüm ama hikaye çok farklı devam etti. Sonunda esas oğlanın ölmesi de mutlu sonlara alışık olan bizleri üzdü. 🙂

    Güzel bir hikaye. Ellerine, emeğine , kalemine ve kelamına sağlık…

  3. Sevgili magicalbronze,

    İyi işlenmiş özgün bir kurgu okudum. Çok hoştu; bir kaç yanlış kullanılan kelime vardı sanırım ama hatırlamıyorum hangilerini olduğunu. Elinize, hayallerinize sağlık =)

  4. mit,
    Çok teşekkürler beğendiğin ve okuduğun için. Evet, böyle bir bilgisayarım olsa herhalde şu deli cesaretinin başıma neler getireceğini bu şekilde özetleyebilirim. Geçtiğimiz günlerde yapay zeka bilgisayarlar ile ilgili bir haber okumuştum yabancı bir kaynaktan. Düşününce yavaş yavaş fikir oluşmaya başladı ve bu hali aldı 🙂

    animania,
    Sana da çok teşekkürler, beğendiğine mutlu oldum. Pusula konusunda ise – aslında gerçeği söylemek gerekirse hikaye bitmesine rağmen Pusula ile ilgili herhangi bir tanım geçmiyordu, daha sonradan bu şekilde yedirmeyi düşündüm. Aslında bir yandan burada, okuyucu ve yazarlarımıza hikayelerinin ne kadar geniş olabileceğini de göstermek istedim. Yani Pusula teması var diye illa o isimden yola çıkıp da kendilerini sınırlandırmasınlar diye. Tekrar teşekkürler 🙂

    FreshBlood,
    Okuduğun ve yorumladığın için sağol, önümüzdeki günlerde tekrar bakıp hataları gidermeye çalışırım. Teşekkürler 🙂

  5. Kayıp Rıhtım’da okuduğum ilk öykü. Sıkılacağımı ve yarıda kesip sayfayı kapatacağımı düşünmüştüm. Lakin tatlı bir hayal kırıklığı yaşadım 🙂 Teşekkürler.
    Tebrikler.
    İyi çalışmalar.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *