Öykü

Geçmişle Gelen

“Beni bulamazsan üzülme,
Eşyalarımı bulacaksın…
Parmak izlerimiz değecek birbirine.”

– Orada kimse var mı?

Ses, odanın kapısından içeriye sızarak önce eşyalara, sonra duvarlara vurarak yankılandı ve en nihayetinde Nihal’in yüzüne dönerek tekrarladı: “Orada kimse var mı?” Karşılıklı sessizlik…

Nihal, kapının arasından başını yavaşça uzatarak içerideki eşyalara göz gezdirdi. Kapının hemen karşısında bir silüet gibi beliren masa, onun yanında cam kapaklı bir dolap vardı. Masanın üzerinde daha bir saat önce su içilip konulmuş gibi duran bir cam bardak ve küçük bir tabak vardı. Başını sağ tarafa çevirdiğinde tozdan rengini belli etmeyen büyük bir koltuk ve koltuğun üstünde birkaç gazete duruyordu. Koltuğun arkasındaki duvarda zamanı durduran heybetiyle bir takvim: 16 Mart 1997… Başını hafifçe sola çevirdiğinde üst üste yığılmış büyüklü küçüklü ahşap kutular ve kutuların üstünde dağınık hâlde duran kâğıt parçaları vardı. Her şey ne kadar geçmişe ve aynı zamanda şu ana aitti. Bütün eşyalar baş döndürücü bir tuhaflıkla Nihal’le göz göze geliyordu. En son gözlerini yere çevirdi ve belki pencerenin ufacık bir köşesinden süzülen güneşin belki de böceklerin lime lime ettiği halıyı gördü. Gözleri halının üzerinde epeyce durdu. 25 yıldır üzerine basılmayan halının renkleri hâlâ çok canlıydı. Nihal’i halıyı izlerken gören annesi yanına gelerek:

– Babaannenin dokuduğu halı o işte. Hatırlıyorum, biz babanla nişanlıydık o zamanlar. İki ay belki de üç ay her gün uğraştı o halıyı dokumak için, şimdi yüzüne bakılmayacak hâle gelmiş.

Dedi ve iç çekerek gitti. Nihal kapının pervazına kolunu dayamış, halıdan gözlerini ayıramıyordu. Birden gözünde hayal meyal hatırladığı babaannesini – vefat ettiğinde 4 yaşındaydı Nihal- halı dokuma tezgâhı başında, karşısında duran halıyı dokurken hayal etti. Babaannesinin parmakları, iplerin arasında süzülüyor, arada bir düşen gözlüğünü kaldırıyor ve sonra tekrar iplerin arasına dönüyordu. Dokurken aklından neler geçiyordu kim bilir? Bir anında illa beni de düşünmüştür diye geçirdi içinden Nihal ve yüzünde hafif bir tebessüm oluştu.

Halının üzerindeki motifleri kendi kafasından mı yapmıştı yoksa bir örneğe bakarak mı? Halının bir tarafı lime lime olmuş köşelerinde sarı renkli göz motifleri, ortasında kırmızı ve mavi renklerle nizami bir şekilde kondurulmuş koçboynuzu ve eli belinde motifleri vardı. Babaannem bu motiflerin anlamını biliyor muydu acaba? Muhakkak biliyor olmalıydı diye düşündü. Nihal’in babaannesine dair hatırladığı birkaç anıdan biri de geceleri uyurken anlattığı masallardı. Nihal, alnında kocaman bir gözü olan canavar masalını çok kez dinlemişti babaannesinden. Seneler sonra üniversitedeyken okuduğu Dede Korkut hikâyelerinde karşısına çıkan Tepegöz hikâyesiyle, babaannesinin anlattığı masalın birebir benzer olduğunu fark ettiğinde yaşadığı şaşkınlığı şimdi halıya bakarken de yaşıyordu. Evet evet, muhakkak bu motiflerin anlamını biliyordu. Arkeolojik bir müzede, bir sanat eserini inceliyormuş gibi gözlerini halıdan alamıyordu.

Nihal nihayet kapıdan içeriye adımını atmaya cesaret etti ve halıyı yavaşça katlayarak dışarıya çıkardı. Annesinin yardımıyla bir iki kez tozunu çırptıktan sonra tekrar katlayarak büyükçe bir poşete koydu. 25 senedir yerinden kıpırdamayan halı, şimdi Nihal’le yeni bir yolculuğa çıkarak hayat bulacaktı.

* * *

Nihal’le Kemal evleneli henüz bir ay olmuştu. Evlerine ve eşyalarına henüz yeni yeni alışıyorlardı. Nihal’in aylar yıkayıp, tamir ettirdiği babaannesinin hatırası olan halı için en uygun yerin oturma odası olduğuna karar verdiler. Halıyı oturma odasına serdikten sonra ikisi de kapıdan uzun uzun önce halıyı sonra birbirlerini seyrettiler. Şimdi her şey tamam olmuştu.

Ertesi gün Kemal, akşam işten dönerken elinde uçan balonlarla kapıda belirdi. Nihal yüzünde şaşkın bir ifadeyle gülerek:

– Bunlar nereden çıktı? Dedi. Kemal:

– Dur anlatacağım. Önce al şu balonlarını, odaya geçelim.

Oturma odasına geçip oturdular. Nihal, uçan balonların iplerinden tutmuş Kemal’den bir konuşma bekliyordu.

– Bana bir çocukluk hatıranı anlatmıştın, balonlarla uçmaya çalışma hikâyen…

Nihal bunu duyar duymaz kahkahayı patlattı ve o anı gözünün önüne getirdi. Babaannesinin vefat ettiği gün, babasının oyalanması için şişirip verdiği balonlarla, belki uçabilirim diye balkonlarının demirlerine çıkıp atlamış ve ayağını kırmıştı. Nihal’in o günden sonra da hiç balonu olmamıştı. Her zaman gittikleri parkta bunu Kemal’e anlattığında ikisi de dakikalarca gülmüşlerdi. Hatırladılar.

Kemal, Nihal’in ayakucuna oturdu ve balonları göstererek:

– Bunlar gerçekten uçan balon. Şimdi uçabilirsin hayatım!

İkisi de kahkahalarla gülüyor ve sesleri havada birbirine karışıp, önce duvarlara sonra eşyalara, en sonunda da halıya çarparak kendilerine dönüyordu. Nihal ve Kemal’le çıktığı yolculukta hayat bulan bu halı sanki her kahkahalarında “Ben varım!” diyerek onlara yanıt veriyordu.

– Ben varım!