Öykü

Gün Doğumu Öncesi

Denizin kenarında el ele yürüyen çifte doğru baktı. Yalnızlığın keskin uçlarının göğüs kafesine doğru battığını hissediyordu. Montunun cebindeki elleri tanıdık dostunu aradı. Son zamanlarda sık sık unuttuğu bir ayrıntıydı bu. Kaçmaktan vazgeçmek, her kaçmak istediğinde ciğerlerini dumana teslim etmemek üzere kati kararlar almıştı.

Ama oluyordu işte, eli gidiyordu.

Zaten alışkanlıklardan kurtulmak zordu, alışamamaksa çok zor.

Boş banklardan birine yöneldi. Bahar havasına uygun ılık esinti ve deniz kokusu her şeyin tastamam olduğunu anlatmak ister gibiydi.

Önünden kırmızı renk elbiseli bir kadın geçiyordu. Tebessüm ederek, “Yalnızlığın karşı konulamaz berraklığı var,” diye düşündü.

Düşünceleri hızla geçerken kadın ona doğru döndü.

“Merhaba, yalnız mısınız,” dedi. Adam şaşkınlıkla sağına soluna baktı. Kadın tekrar gülümsedi. Bu sırada adam kadının inci gibi dişlerini görmüştü. “Sanırım yalnızlığınızın sağlamasını yapıyorsunuz,” diyerek adamın yanına oturdu. “Hayır, ben sadece bana söylediğinizden emin olmak istedim.” dedi. Kadın birkaç dakika öylece oturup denize baktı, cevap vermemiş olması adamı öfkelendirmeye başlıyordu. Adam, “Böyle olacağı belliydi. Tanımadığı birinin yanına geliyor, dosdoğru yanına oturuyor. Muhtemelen ilgimi fark etti, belki de tebessümümü yanlış anladı,” diye düşündü. Kadın kaşlarını çatarak adama döndü. “Saçmalamayın lütfen, ben yalnızca uzun zaman sonra sizde kendimle ilgili bir şeyi yeniden buldum.”

Adam hayretle kadının gözlerine baktı, bakışları bir anlığına kadının incecik boynuna kaymıştı. “Özür dilerim ama söylemek istediğiniz şeyi anlayamadım,” dedi adam. Kadın gülümseyerek adamın yüzünü ezberlemek istiyormuşçasına izlemeye devam etti. “Hanımefendi,” diyerek kızgınca ayaklandı, “iki seferdir söylediklerime karşılık vermiyorsunuz ve alakasız şeyler söylüyorsunuz. Tam olarak amacınız nedir?” Tedirgin şekilde etrafa bakındı. Sahile gelmeden önce gittiği yere hiç uğramamalıydı. Kadın ne olduğunu anlamak ister gibi ayaktaki adama bakıyordu. “Neden kalktınız, rahatsız mı ettim sizi,” diye sordu. “Uzatma,” diye bağırdı adam, “senin kim olduğunu biliyorum, ama ağzımdan laf alamazsın kalk git buradan bu ucuz numaralarını yeni yetmelere yap.” Kadının yüzüne rahatlamış bir ifade yerleşti. Elleriyle kulaklarına dokundu, “Duyamıyorum.” dedi. Ayağa kalkarak adamın alnına elini koydu, “Duyuyorum,” dedi.

“Bu elbise sana çok yakışıyor,” diye düşündü. “Biliyorum,” dedi kadın, “beni ilk bu elbisemle görmüştün.”

Âşık olduğu kadının tuhaf özelliğine alışması uzun sürmüştü. Ailesine durumu anlatmamış, yalnızca işitme engelli olduğunu söylemişti. Aslında bu durum işleri biraz zorlaştırıyordu. Mesela son aile ziyaretinde annesinin, eşinin kurabiyeleri hakkındaki beğeni dolu cümlelerinin, tam olarak öyle olmadığını akşam eve döndüklerinde eşinden öğrenmişti. Annesinin o akşamki düşüncelerini eşi gözleri dolu dolu anlatmıştı.

Ayrıca kadının bir de dilsizi oynaması gerekiyordu ki bu bazen aşırı yorucu oluyordu.

Yine de hayatlarından memnundular. Onları bir araya getiren bu karmaşık çekim, mutluluklarını da sağlamıştı.

İlginç tesadüfler hayatları birbirine bağlar, genellikle de ayırırdı. Bilinen veya söylenenin aksine aşk tesadüfleri sevmez, âşık tesadüflerini yaratır.

Aradan geçen 1 yılın gelecekteki herhangi bir zaman diliminde 3 yıllık zihinsel bir sürgüne, ikiden de fazla ömre bedel olacağını bilseydi tanıştıkları geceyi tekrar tekrar baştan yaşama isteğine dair fikrini kolaylıkla zihninden atabilirdi.

Bunalımlarında kendine kusur bulmayan her insan gibi geçmişe dönmek arzusu, geleceği yaşamak gerekliliğinden ağır basıyordu.

Çünkü zihni tanıştıkları gecede kalmış, düşünceleri uzayda başıboş gezinen meteorlara dönüşmüştü. Meteorların, mutluluğun yaşanabilir atmosferini ihlal etmemesi için uğraşıyordu. İç dünyasında o anı tekrar yaşıyor bu şekilde ayrıntılara gömülmemek ve mutluluğunun sürekliliği için savaşıyordu.

Sabah terler içerisinde uyandı. Tişörtü sırılsıklam olmuştu. Banyoya gidip suyu açtı. Yüzünü yıkayıp aynadaki tıraşsız yüzünü inceledi: Çıkık elmacık kemikleri, basık gözler, kemersiz sivri bir burun…

Uyanmasına neden olan, kulağına gelen sesleri tanıyordu. Bu fısıltılar, bir yıl önce eşiyle tanıştığı gece, sahile gelmeden önce uğradığı yerden temin ettiği maddelerden armağandı. Fakat bu geceki fısıltılara anlam veremiyordu.

Bir yılda tüm hayatını yoluna sokmuş ve evlenmişti. Kendi deyişiyle “Sağır Sultanı” onu çekip çevirmişti.

Bu fısıltıların artık olmaması gerekiyordu.

“Hayır, tekrar başlayamaz,” dedi sesli bir şekilde. Kendi zihninde iç sesi ile konuşup, eşinin duymasına imkân sağlamak istemiyordu.

Eşine daha önce sorunundan bahsetmiş olmalıydı, bahsetmemiş olması çok büyük bir hataydı. Adam kördü. Ayrıca mutluluktan o kadar çok kör olmuştu ki bu şeyin yeniden geleceğini ne düşünmüştü ne de geldiğini fark etmişti. “Aklımın laneti,” dedi yine sesli olarak. “Aslında ben de salağın tekiyim, yıllarca bunu saçma sapan maddelerle besledim. Şimdi mutluluğumdan besleniyor.” Kırılan aynanın parçalarından yumruk şeklindeki elini çektiğinde avucunun içine doğru kan akıyordu.

Mutluluk yaklaşık olarak böyle bir coğrafyaydı. Geniş yeşillikler, insanlarla kaynaşmayı seven hayvanlar, ferahlık veren ormanlar, gök kuşağı ve kelebekler vardı bu coğrafyada. En önemlisi ise tam ortasında kocaman bir volkan. Mutluluk coğrafyasında her şey bir anlıktı. Belki 5 belki 10 saniye sonra uğruna savaş verilen her şey haritadan silinebilirdi. O halde durumu uzatmamakta fayda vardı. “Madem bu canavar böyle ölecek, onun sevdiklerime zarar vermesine izin vermeyeceğim,” dedi

Sabah kahvaltıya kalktığında, eşinin 5 ay önce duvara çizmeye başladığı, gün doğumunu tasvir eden resmin bittiğini gördü. Mutfaktaki eşinin beline sarılıp “Şahane olmuş,” diye düşündü. “Teşekkür ederim,” dedi eşi, yumurta tavasını masaya koyarken. “Bizim için yaptım,” deyip resme doğru gitti, “bu sahil tanıştığımız yer, bu da hayatımıza doğan güneş,” diyerek gösterdi. Adam alt dudağını ısırdı, gözlerine imkân verse duvardaki resim canlanıp tüm denizini eve dökecekti. “Mutluluktan,” diye düşündü eşinin tedirgin el hareketlerini görünce. Sağır Sultan gelip eşinin yanağına uzandı, “Mutlulukla,” diyerek öptü.

Ani bir kasılmayla yere düştü kadın. Adam ağlayan gözlerle kadının ince boynuna hiç yakışmayan ince kesiğe baktı. Gözleri bir iki saniyeliğine kanlı parmaklarına kaydı. Yüzündeki sıcaklığın nedeni kan ve gözyaşıydı.

Her şey bir anda olmuştu. 5 ya da 10 saniyede. Ne zaman karar verdiğini hatırlamıyordu.

Elini kendi alnına koydu, “Düşünebiliyor,” diye düşündü, gözyaşları artık yanağını tamamen kaplamıştı. Elini kalbine doğru koyup, “Ama hissedemiyor,” diye bağırdı. “Mutluluktan, hep mutluluktan,” diye düşündü. Kadının dudaklarından belli belirsiz bir, “Seni seviyorum,” çıktı.

Bir yıl çok mutlu olmuştu, ruhu dinginliği yine kabul etmemiş, özündeki vahşeti kanla taçlandırmıştı.

“Affet beni Sağır Sultan,” diyerek ağlamaya devam etti, mutluluk körü adam.

Sağır ve kör mutluluğa uzanırken, biri duyamamış diğeri ise görememişti, uzanılan şeyin bedellerini.