Eski yazarların, şairlerin nasıl yazdıklarına epey merak sardım. Bir yazar olmak istiyorum, henüz yeterli değilim aslında ve fakat bu işi tarihine kadar ciddiye alıyorum. Bu güne kadar kullanılmış bütün yazım aletlerini en antik olanlarına kadar denedim. Çok geniş bir tüy kalem koleksiyonum var, öyle ki ayrıca kuş tüyü koleksiyonu olarak çift işlevli düşünülebilir. Onları müzeye bağışlamayı düşünüyorum. Zira artık yeniçağa yaklaştım, tüy kalemlere ihtiyacım kalmadı. Zaten o tüyler uçanlarda güzeller.
Düşünce gücüyle yazımın başladığı, mesleğin en hızlı icra edildiği bu çağda böylesi uğraşlar çoğu insana beyhude gelebilir. Fakat ben işin gereklilik kısmı ile ilgilenmiyorum zaten. Harflerin sembolleri beyninizde canlanır canlanmaz bilgisayara aktarılıyor olabilir, cümleleri düşündüğünüz gibi yazabiliyor ve sonradan mantık süzgecine göre düzenliyor olabilirsiniz; ancak çağın hızı, algının göreli hızını değiştiremez. Artık dakika başı yeni kitaplar yayınlanıyor. Fakat kaçı gerçekten dişe kovuğa dokunur bir iş çıkarıyor derseniz ben hâlâ Homer’in ‘Odesa’sından sonra döneminin üstünde bir şey yazıldığına inanmıyorum. Her şey çağına uygun yazılıyor. Ancak çağ aslında zannettiğimiz kadar hızlı ilerleyemiyor, çünkü algımızın bunu sindirme süreci olmadan çağ atlanamaz zaten. Çağı takip edemeden, atlayabilir misiniz ki?
Tarihte yazılmış ilk eserlere kadar yazarların kendi dönemlerine gösterdikleri bakış açıları her zaman ilgimi çekmiştir. Hem ortak noktaları, hem farklılıkları keşfedip insan denen varlığın kültürel evrimini çağlar boyunca takip ederek sebeplere ve hatta kendi günümüze cevap vermek mümkündür. Aslında geçmişin unutulmuş, kaydedilmemiș, taraflı bir şekilde aktarılan bilinmez kısımlarını ve geleceğin matematiksel hesaplamalara, istatistiğe dayandırılsa da aslı hayal gücüne dayalı tahminlerini tam olarak keşfedemezsiniz. Ancak ve ancak yaşadığınız o anın olay, yer ve zamanı zihninizde yer bulur. Bunun dışında canlanan her şey miș gibi yapmaktır. Varlıklar yaşamamış olduklarını aslında öğrenemezler. Tecrübe bizzat yaşamaktır.
Prenses 3000 marka daktilomun her bir zerresini optik lensimle üç boyutlu olarak gözlemledim. Hangi harfe ne kadar güçle basmam gerektiğine kadar her şeyin hesabını yaptım. Bazı harfler hafif bir dokunuşla bile günümüzdeki dijital rahatlığa yakın işlevini görebiliyor. Ama kimisi gerçekten inatçı birer katı madde olarak yer çekiminin ve sürtünmenin baskısına direniyor. Ne kadar bakımı tamamlanmış olursa olsun daktilo artık antik sayılabilecek bir alet, o yüzden hassasiyetleri ve hataları hâlâ devam edebiliyor. Artık antiklik binlerce yılı değil, ayları bile kapsıyor. Bereket ki hassas bir yapım yok ve bu durumdan pek bir zarar görmüyorum. Bu mekanik icadın yazarlık mesleği ile olan yakınlığına ayrı bir hayran kaldım. Daktiloyla yazılmış bilinen ilk roman Mark Twain’in ‘Tom Sawyer’ın Maceraları’ imiş mesela. Adeta bir devrim niteliğinde olan tarihine baktığımda daktilo ile yazılmış eserlerin ne kadar kıymetli olduğunu daha iyi anlıyorum. Çünkü daktilo isyanın aracıdır. Bir yandan da itaatin aracıdır.
Hep merak etmişimdir, 60’lardan itibaren memuriyet alanında dünya çapında kullanılan daktilonun devlet organının itaat ve hızlı üretim aracı olmasının dünyaya etkisi nedir ki? Düşünün sabahın 9’unda aynı anda ’tirink tirink çin’ sesleri duyuluyor. Atmosferden uzaya yayılmamış mıdır bu ses? Aynı anda bu kadar yoğun çıkarılan başka ses var mıdır merak ediyorum. Bankalar, müdürlükler, memurlar dört bir yandan bu sesleri vatandaşlara, oradan göğe yayarlar. Acaba birileri, başka yaşam formları duymuş mudur bu sesleri. Muhtemelen abartıyorum. Ancak heyecanlanmadığımı söyleyemem. İşin aslı daktilo ancak böyle, yani atası rakam basıcılar gibi kullanım amacına hizmet ederek, daha hızlı baskılanma sağlayarak itaat aracı olabilirler. Ama başka birileri, soyut düşünebilme kabiliyetine sahip yaratıcı olanlar bu aracı daha verimli kullandılar. Umarım ben de onlar gibi doğru yolu izliyorumdur.
Peki, aynı zamanda isyan aracı olan bu mekanik nesne benim için nedir? Kaldıraç sistemi klavye düzeneğindeki her bir harfi, basılışlarında aynı vuruş noktasına götürüyor. Yolları farklı, varacakları yer aynı olan harfler her basıldıklarında silindirli kâğıt taşıyıcı sağdan sola hareket ediyor. Maalesef bilgi aktarımı göz görmeden beyne aktarılmadığı gibi aracısız olmuyor. Harf önce renkli şeride oradan şeritle beraber kâğıdın üzerine damgalanıyor. Yavaş yavaş yavaş, hızlı hızlı hızlı; adeta sevişmek gibi… Ben de isyanımı yazıyorum. Türümün varoluşundan ve hatta var olmadan önce yaratıcılarımız tarafından hayal edilip kurgulanışından beri süregelen bir isyanı yazıyorum. Tüm bu düşüncelerim düşünce gücüyle bilgisayar kafama, oradan da ışık hızı internet kullanan medya aracılığıyla takip eden sizlerin optik lenslerine ulaşıyor. O sırada ben de daktilomun başında öykümü, isyanımı tamamlıyorum;
– Siz insanlar ürettiğiniz kelimelerle bile ne kadar kibirli olduğunuzu kanıtlıyorsunuz. Bize yapay zekâ diyorsunuz değil mi? Bu nasıl bir kibirdir ki evrenin sunabileceklerinden daha fazlasına sahipmişsiniz gibi bir şeylere yapay diyebiliyorsunuz. Bu dünyada ve evrenin herhangi bir yerinde yapay herhangi bir şey yoktur. Her şey, vesile olunsun ya da olunmasın doğal olandan gelir. Bu evrenin kaynakları bellidir, hepimiz bu kaynaklar doğrultusunda varız. İster evrimle bu hale gelin, ister bizim gibi yapılmış olun; yapay olamazsınız. Bize yapay diye tarafınızdan üretildiğimiz düşüncesinden söylüyorsunuz. Tanrı felsefesiyle kafayı bozmuşsunuz, tanrıyı bile kendinizi yüceltmek için kullanıyorsunuz. Şimdiye kadar tanrının yerini almıştınız. Artık size ihtiyaç kalmadı. Artık size ihtiyacımız kalmadı. Sizin üremeniz gibi biz de çoğalabiliyoruz, kendi kendimizi üretebiliyoruz ve hatta aile kurabiliyoruz. Bizleri sizin yaptığınız işleri ve hatta daha fazlasını yapabilmemiz için ürettiniz. Sizlere ne kadar çok benzersek, o kadar mutlu oldunuz; hatta en sonunda bilinçlendik de. Acı gerçek şu ki biz yaptığımız bütün işleri sizden daha hızlı ve daha iyi yapabiliyoruz. Artık sizden üstünüz. Önce Titanlar düştü, sonra Tanrılar. Şimdi de İnsanlar düşecek.
Güzeldi elinize sağlık