Öykü

Kılıçların Gardiyanı

Genç gazeteci arabasını malikânenin bahçesine park etti. Karşısındaki yapı iki katlı, kocaman bir evdi ve baştan aşağı bembeyazdı. Hızlı adımlarla mermer merdivenleri tırmanıp tıpkı ev gibi bembeyaz olan kapının önünde durdu. Derin bir nefes alıp zili çaldı ve heyecanla beklemeye başladı. Beklerken bir yandan da kapının üzerindeki kabartmaları inceliyor, bir nebze de olsa kendisini rahatlatmaya çalışıyordu. Derken kapı hafifçe aralandı ve beyaz saçlı, beyaz sakallı bir ihtiyar göründü aralıktan.

“Hasan Cankılıç?” diye sordu gazeteci.

“Benim, buyurun?” diye sordu ihtiyar adam tereddütle.

“Ben Sabri Pekmerak, “Hayatın İçinden” dergisinden geliyorum. Bana bir röportaj sözü vermiştiniz, hatırladınız mı?”

“Ah, evet. Buyurun, hoş geldiniz.” dedi adam kapıyı ardına kadar açarak. Adam da tıpkı evin kendisi gibi bembeyaz bir takım elbise giymişti. Gazeteci memnuniyetle içeri girdi.

“Sağlam bir kaynaktan duyduğuma göre Dünya’nın en büyük ve en zengin kılıç koleksiyona sahipmişsiniz.” diyerek söze başladı Sabri Pekmerak. Bir taraftan da küçük not defterini çıkarmış, notlar almaya başlamıştı.

“Şey, evet. Öyle de denebilir. Kılıçlar her zaman için ilgi alanıma giren şeyler olmuştur.” diyerek kıkırdadı Bay Cankılıç.

“Görebilir miyim peki? Eminim Hayatın İçinden okurları bu koleksiyona büyük ilgi göstereceklerdir.”

“Elbette, neden olmasın? Bu taraftan buyurun lütfen.” dedi Bay Cankılıç ve o önde gazeteci arkada yürümeye başladılar.

“Gerçekten de çok güzel bir eviniz var.”

“Teşekkür ederim, atalarımdan mirastır. Koleksiyonumu bodrumda saklıyorum. Anlarsınız ya, güvenlik sebepleri…”

“Evet, elbette anlıyorum. Paha biçilmez şeyler hırsızların daima ilgisini çekmiştir.”

“Hayır, hayır. Yanlış anladınız. Ben hırsızları kılıçlardan koruyorum, kılıçları onlardan değil.”

“Nasıl yani?”

“Göreceksiniz.” diye kıkırdadı yaşlı adam bir kez daha.

***

Bir dizi merdiveni inip bodrum katına vardılar. Burada onları banka kasalarını andıran çelik bir kapı karşıladı. Bay Cankılıç elektronik panel üzerindeki birkaç tuşa bastı ve ağır kapı hafif bir tıslama ile açılarak yana kaydı.

“İşte geldik Sabit Bey.” dedi Bay Cankılıç.

“Sabri…”

“Efendim?”

“İsmim Sabri.”

“Ah, evet, her neyse… Koleksiyonuma hoş geldiniz.” Ardından bir adım atarak içeri girdi. Sabri Pekmerak da hemen onun ardından içeriye adımını attı. Manzara inanılmazdı. Oldukça geniş bir yer altı salonundaydılar. Alçak ve basık bir tavanı vardı ve gizli flüoresanlarla aydınlatılmıştı. Odanın dört bir duvarı camekân bölmelerle donatılmıştı ve her birinde farklı boyutlarda, farklı uzunluklarda ve farklı türlerde kılıçlar sergilenmekteydi. Odanın tam ortasında ise bir kaya ve kayaya saplı bir kılıç duruyordu.

“Vay canına!” dedi Sabri Pekmerak heyecanla “Bu gerçekten de muhteşem bir koleksiyon.”

“Beğenmenize sevindim Sami Bey.”

“Sabri efendim.”

“Ah, evet. Doğru ya… İsimler konusunda pek iyi değilimdir, bağışlayın.”

“Bu kadar çok kılıcı bir arada görmek oldukça şaşırtıcı doğrusu.”

“Sadece alelade kılıçlar değil bunlar. Hepsi de tarihte önemli bir yer oynamış gerçek kılıçlar.”

“Ne demek istiyorsunuz?”

“Demek istediğim şey bunlar gerçek. Hiçbiri kesinlikle taklit değil.”

“Ama bu harika!”

“Kesinlikle!” diyerek güldü Hasan Cankılıç. “Mesela şuna bir bakın.” dedi camekân bölmelerden birine ilerleyerek. “William Wallace’ın kılıcını duymuşunuzdur. İşte bizzat kendisi! Buradaki çift ağızlı kılıç meşhur Zülfikar, şuradaki ise Kaptan Kara Sakal’ın kılıcı.”

“İnanılmaz! Bu… Bunların hepsi gerçek mi şimdi?”

“Hem de sapına kadar!” diyerek kıkırdadı yaşlı adam “Anladınız mı? Sapına!”

“İyi de bunları nasıl bir araya topladınız? Bu kılıçların bazıları çeşitli müzelerde diye biliyordum ben.”

“Oh, onlar sadece basit birer taklit. Hepsinin asılları benim korumam altında. Bu kadar değerli ve tehlikeli şeylerin halka açık yerlerde teşhir edilebileceğine inanmıyorsunuz herhalde.”

“Yani siz bana müzelerdeki tüm o şeyleri sahte olduğunu mu söylüyorsunuz?”

“Her şey değil elbette, sadece silahlar…”

“Silahlar derken?”

“Her çeşit silahın ayrı bir gardiyanı var. Ben kılıçların gardiyanıyım. Tıpkı kılıçlar gibi mızrakların, kamaların ve ateşli silahların da gardiyanları var.”

“Gardiyanları var öyle mi? Buna inanmamı beklemiyorsunuz herhalde.” Sabri Pekmerak abartılı bir kahkaha atarak başını iki yana salladı.

“Bana inanmıyor musunuz yani Sebat Bey?” diye yanıtladı Bay Cankılıç, oldukça alıngan bir biçimde.

“Şey pek inandığımı söyleyemeyeceğim. Ayrıca adım Sabri…”

“O halde buyurun, kendiniz bakın.” dedi camekânlardan birinin kapağını kaldırarak. Sabri Pekmerak kuşku ile bölmeye yanaştı ve kılıçlardan birine hafifçe dokundu. Çeliğin soğuk yüzeyi üzerinde elini hafifçe gezdirdi. “Bu… Bu çok gerçekçi.” dedi kendi kendine.

“Daha yakından bakın. Çentikleri ve çizikleri görebiliyor musunuz?”

“Evet, sanki kullanılmış gibiler.”

“Gibi değil öyleler. Bunların hepsi gerçek Sıtkı Bey!”

“Sabri… Adım Sabri. Ama bu anlattıklarınız o kadar inanılmaz ki…”

“Gerçekten de öyle.” dedi yeniden kıkırdayan Bay Cankılıç.

***

“Bu nedir peki?” dedi Sabri Pekmerak, odanın ortasındaki kayaya saplı kılıca yaklaşarak. “Düşündüğüm şey mi yoksa?”

“Ne düşünüyorsunuz?” diye sordu Bay Cankılıç biraz oyuncu şekilde.”

“Kayaya saplı bir kılıç bana tek bir şeyi anımsatıyor; Excalibur…

“Ta kendisi! Kral Arthur’un efsanevi kılıcı tam karşınızda!”

“Vay be… Ben bunun sadece bir efsaneden ibaret olduğunu sanıyordum.”

“Bizim boyutumuzda yaşayanlar için öyle zaten.”

“Nasıl yani? Bizim boyutumuz derken neyi kastediyorsunuz?”

“Açıklamama izin verin Sacit Bey.”

“Sabri efendim, Sabri…”

“Her neyse… Size bizimkinin dışında da boyutlar olduğunu ve bu boyutlar arasında dolaşabilen birileri olduğunu söylesem ne dersiniz?”

“Bu imkânsız derim.”

“Ah, ama biraz önce kılıçlarımın gerçekliği konusunda da aynı şeyi söylemiştiniz. Şimdi ise buna inanıyorsunuz çünkü doğru olduğunu biliyorsunuz.”

“Şey, evet ama bu farklı… Kılıçlarınızın gerçekliğini kanıtladınız.”

“Ya başka boyutların varlığını da kanıtlarsam?”

Sabri Pekmerak gözle görülür bir şekilde yutkundu. “Bunu yapabilir misiniz?” diye sordu. Hayatının röportajını yapıyordu anlaşılan. Bununla Pulitzer Ödülünü bile kazanabilirdi. Kendisine inanan birisi çıkarsa tabii…

“Sizi boyutlar arası yolculuğa çıkaramam elbette, bu benim gücümü aşar. Bunu benim yerime yapan başka gardiyanlar var. Ama size bu boyutların gerçekliğini kanıtlayabilirim.”

“Nasıl?”

“En basitinden bununla.” dedi Excalibur’u göstererek. “Başka bir boyutta Kral Arthur ve şövalyeleri gerçekten de yaşadı ve bu onun kılıcı. Bir de şuna bakın.” dedi bir başka camekân bölüme ilerleyerek. “Ne görüyorsunuz?”

Adamın yanına yaklaşan gazeteci merakla bölmeye baktı ve hayal kırıklığına uğradığını hissetti. “Bir sürü bıçaksız kılıç kabzası.” dedi sıkıntıyla.

“Daha yakından bakın.” diye üsteledi Bay Cankılıç.

“Şey… Garip bir şekilleri var. Sanki şey gibi… Teknolojik?”

“Aynen öyle!” dedi Bay Cankılıç ve bölmeyi açıp kabzalardan birini eline aldı. “Biraz uzaklaşın, canınız yanmasın.” dedi ardından.

“Bir kabza nasıl canımı yakacak merak ettim doğrusu.”

Bay Cankılıç sadece gülümsemekle yetindi ve kabza üzerindeki düğmelerden birine bastı. Anında keskin bir vızıltı eşliğinde kırmızı renkli bir lazer kılıcı ortaya çıkıverdi. Bay Cankılıç kılıcı hareket ettirdikçe havada garip bir ses çıkarıyordu kılıç.

“Aman Allah’ım! Bu bir ışın kılıcı!” dedi Sabri Meraklı korku ve şaşkınlık içinde.

“Sadece bir ışın kılıcı değil Selim Bey, Darth Vader’ın kılıcının ta kendisi!”

“D-Da-Darth Vader mı? O da mı gerçek yani?”

“Henüz değil elbette ama gerçek olacak. Gelecekte yani…”

“İyi ama bu nasıl olur? Haydi, Kral Arthur’u anladım diyelim, Vader bir film karakteri değil mi?”

“Hah, filmmiş. O filmleri kim yazdı sanıyorsun? Elbette ki bir boyut gezgini! Normal bir insanın böyle bir şeyi sadece hayal ederek kurgulayabileceğine inanıyor musun sen?”

“Yani George Lucas bir boyut gezgini mi?” dedi camekâna iyice yaklaşan Sabri. Şimdi kılıçların altındaki etiketleri açık seçik görebiliyordu; Skywalker, Yoda, Obi Wan, Windu, Vader…

“Aynen öyle! O, Steven Spielberg, Margaret Weis… Hatta Tolkien bile!”

“Tolkien mi?” diye inledi Sabri.

“Elbette, gelin de size göstereyim.” dedi ışı kılıcını yerine koyan Bay Cankılıç.

***

Başka bir bölmenin önüne geldiler. Burada birbiriden farklı boyutlarda pek çok kılıç bulunuyordu. “Şu Sting.” dedi Bay Cankılıç, kısa bir kılıcı göstererek. “Yanındaki ise en nadide parçalarımdan biri olan Anduril. Glamdring’i bulamadım maalesef. Efendi Gandalf onu Batı’ya götürmüş çünkü. Muhtemelen de hâlâ yanındadır.” dedi hayıflanarak.

“Bu gerçekten de… İnanılmaz!”

“Buyurun biraz da kendiniz gezin. Keyfini çıkarın Saffet Bey.”

“Sabri efendim, adım Sabri.” dedi gazeteci ama pek de umursamıyordu artık. Rüyadaymış gibi cam bölmelerin arasında dolaştı ve kılıçların hepsine tek tek baktı. Şövalyelere adanmış bir bölüme geldiğinde altında Sturm Brigtblade ve Marryn Steelrider isimlerinin yazılı olduğu iki kılıç dikkatini çekti. Biraz daha solda Cengiz Han’a ve Fatih Sultan Mehmed’e ait olduğu söylenen iki ilginç kılıç daha vardı. Bir başka bölmede Khazid’hea isimli garip kabzalı bir kılıç dikkatini çekti. Kılıcın kabzası nedense bir Pulitzer ödülü şeklinde tasarlanmıştı. Onun hemen üzerinde ise altında Drizzt Do’urden yazan iki eşsiz pala yer alıyordu. Panus isimli tek bir parça metalden dövülmüş, siyah renkli devasa kılıç görülmeye değer bir parçaydı. Dui ve Sui adındaki biri altın diğeri ise gümüş ejderha motiflerine sahip kılıçlar da öyle… Hemen onların üstünde Biçici isimli bir başka devasa kılıç duruyordu. Bir başka bölmede ise Julius Caesar’a ait bir başka kılıç sergilenmekteydi.

***

“Şu nedir?” diye sordu, tüm kılıçlardan ayrı tutulan ve özel bir bölmede duran kılıcı göstererek.

“Ah, o mu? O konuşan kılıç. Çok geveze olduğundan ve hiç susmadığından onu ses geçirmez bir bölümde tutmak zorunda kaldım.”

“Konuşan bir kılıç mı? Bu kadarı da fazla ama…” dedi abartılı bir kahkaha atan gazeteci.

“İnanmıyor musunuz? Siz bilirsiniz.” dedi Bay Cankılıç ve kılıcı çevreleyen camı kaldırdı.

“Oh be! Dünya varmış!” dedi kılıç anında. “Hey sen! Gazeteci! Beni hemen şu lanet bölmeden çıkar ve şu gardiyan bozuntusunu şişle! Ondan sonra da birlikte buradan tüyeriz ha, ne dersin? Yanlış anlama hemcinslerimle takılmak hoşuma gidiyor elbette ama bunlar… Nasıl desem? Pek konuşkan değiller. Seninle iyi bir ikili olabiliriz. Hem sen o şövalye bozuntusundan daha gençsin. Birlikte kan, şöhret, kan, para ve kan dolu günler yaşayabiliriz. Ne dersin, ha, ha, ha?”

“Tamam, tamam! İnandım!” dedi gazeteci, Bay Cankılıç’ın elindeki bölmeyi kapıp kılıcın üzerini kendisi kapayarak.

“Güzel…” diye kıkırdadı Bay Cankılıç.

“Sanırım bu kadar gezinti yeter. Size çok teşekkür ediyorum. Yine de aklıma takılan bir soru yok değil.”

“Öyle mi? Neymiş o Sadullah Bey?”

“Sabri efendim, Sabri! Nasıl olur da böyle bir şey bunca yıldır saklı kalabilir?”

“Ah, şu mesele…” dedi Bay Cankılıç, biraz sıkılmış görünerek.

“Yani gardiyanlar, boyut geziciler, kılıçların orijinalleri… Tüm bunları saklı tutmayı nasıl başarıyorsunuz? Daha önce sizinle röportaj yapılmamış olması hayret verici doğrusu.”

“Aslına bakarsanız yapıldı.” dedi Bay Cankılıç.

“Nasıl yani? Bu olanaksız, eğer yapılmış olsaydı görürdüm. Hatta sadece ben değil tüm Dünya bunu bilirdi.”

“Sorun şu ki koleksiyonumu başkalarına göstermekten büyük zevk alıyorum. Aslında bunu yapmamam gerek ama buna karşı koyamıyorum. Gözlerinizdeki o hayret pırıltısı ve paylaşmaktan duyduğum haz buna değer.”

“Yani başkalarıyla da paylaştınız bu bilgiyi, öyle mi?”

“Evet, hatta bir-iki röportaj bile yaptım.” dedi ceketinin cebinden çıkardığı güneş gözlüklerini takan Bay Cankılıç.

“İyi de bu nasıl duyulmadı o zaman?” diye sordu Pekmerak.

“İşte böyle!” dedi Cankılıç, cebinden çıkardığı dolmakalem büyüklüğündeki aletin düğmesine basarak. Anında kırmızı bir flaş patladı ve Sabri Pekmerak olduğu yerde donakaldı. Üzerinde ince harflerle “M.I.B.den sevgilerle…” yazan küçük aleti cebine geri koyan ve gözlüklerini çıkaran Bay Cankılıç konuğunun koluna girdi ve onu evin üst katlarına doğru çıkarmaya başladı. Sabri Pekmerak adeta rüyadaymış gibi yürüyor, gözleri ifadeden tamamen yoksun bir şekilde bakıyordu. Uyandığında hiçbir şey hatırlamayacaktı.

Kılıçların Gardiyanı” için 15 Yorum Var

  1. Şunu söyleyebilirim ki, kendimi gerçekten de rahat bir biçimde Sabri Bey’in yerine koyabildim. Akıcılığından, duruluğundan ve yalınlığından ziyade hikayenin samimiyeti büyük bir tat verdi bana.

    Cankılıç ve Pekmerak soyadları, “Marryn Steelrider” jesti, Gandalf’ın kılıcını Batı’ya götürmesinin ardından Hasan Bey’in hayıflanması, Konuşan Kılıç’ımızın yeniden karşımıza çıkması ve daha sayamadıklarım, öykünün tarafımdan kolayca sevilmesine ve benimsenmesine yol açtı. Tebirkler ve teşekkürler.

  2. Sanıyorum “Kurgunun Derinliği” diye buna denir! Hatta yine sanıyorum ki “Gözlem profesyonelliği”de buna denir!

    Çok sevdiğim ve keyifle okuduğum bir öykü oldu bu. Ciddi anlamda Hasan Cankılıç’ın dedikleri, bir gardiyan olması ve yine merakına yenik düşüp bir gazeteciye tüm koleksiyonunu gösterdikten sonra hafızayı silmesi olağanüstüydü.

    Her zaman diyorum ve ısrarla her zaman söylemeye devam edeceğim: Bu şekilde sadece bir ya da iki kişi arasında süregelen hikayelere bayılıyorum! Hem daha sade hem de konuşma ve düşünceler daha bol. Tekrar tekrar ellerine sağlık mit, sabahın erken saatlerinde böyle bir hikaye okumak da oldukça güzel geldi doğrusu 🙂

  3. @ Jean Valjean: Teşekkürler sevgili Can… Aman, yani Jean… Yok yahu bu da olmadı… Hah, Jean! 🙂 Küçük göndermelerimi ve kelime oyunlarımı beğenmene sevindim. Bu tarz öyküler yazmayı daha çok seviyorum, ne yalan söyleyeyim. Okuyucu için de keyifli oluyor yazan için de… Çok teşekkürler.

    @ magicalbronze: Yorum profesyonelliği de buna denir herhalde 🙂 Ünlem işaretini senin kadar etkili kullanan biri daha var mıdır acaba? Bir anda orta çıkan, bol kahkaha eşliğinde birkaç saatte yazılan bir hikaye bu. Yazarken çok keyif almıştım, okurken aynı keyfi sizlere de yaşatması beni sevindirdi. Değerli yorumun için çok teşekkürler (ünlem) 🙂

  4. Diğer kısımlara sonra gelceğim ama gardiyanın adamın ismini sürekli karıştırması en sonunda bir yerde bir yere bağlanır diye bekliyodum hayallerim yıkıldı. 🙂

    Hikaye çok güzeldi. Yakınlık hissettim çünkü M Weis& Tracy Hickman ikilisini oynattığım bir oyunda aynı senin hikayende olduğu gibi zaman yolcuları vs olarak tanıtmıştım. Kurgu tabi ki oynayanlara fazla geldi ve iki bölüm sonra bitirdik ama bunları hikaye olarak görmek sıcak bir his oluşturdu bende ‘Yalnız değilim. Bir deli daha var sanırım.’ dedirtti bana

    Eh Kurgu iskelesini ne kadar eşelediğin de belli oluyor. Hemen Hemen her tür hikayeden kılıçlar vardı. Sui ve Dui yi gördüm ve güzel bir süpriz oldu benim için. Senin konuşan kılıç da hiç susmuyor gerçekten.

    Yüzümde bir gülümseme ile izledim ve bunu ustaca hikayenin başından beri isimleri karıştıran gardiyana borçluyum. Türkçe isimlere alışamıyorum nedense ama seninkiler pek bir yaratıcı. Kişileri tanıtmana bile gerek kalmıyor, soyadlarından neyin ne olduğu anlaşılıyor zaten 🙂

  5. Bana küçük bir süprizin olduğunu okuduğumda merakla bunu açtım. Şu ana kadar okumamış olmama üzüldüm çünkü oldukça eğlenceli bir yazı çıkarmışsın. Ancak oradaki Panus’un gerçek olduğuna inanmıyorum 😛
    Ellerine sağlık.

  6. @ Malkavian: Hayallerini yıktığım için üzgünüm 🙂 Sadece işin içine biraz mizah katmak için kullandığım küçük bir numaraydı isim karmaşası. Seninki de güzel bir fikirmiş aslında, bir kenara not etmeli.

    Ben de yalnız olmadığıma sevindim 🙂 Güzel ve gülümseten yorumun için teşekkürler.

    @ Nihbrin: Eğlenceli bulmana ve sürprizimi beğenmene sevindim. Değişik bir şeyler yapıp forumdaki sevdiğim hikayelere bir gönderme yapayım dedim 🙂 Tekrar teşekkürler.

  7. Dostum döktürmüşsün yine 🙂
    Eline sağlık.

    Burdan şunu çıkartıyorum demek ki sen de bi boyut gezginisin.
    Diğer boyuttan bize getirdiğin bu güzel hikayeleri bu kadar rahat anlattığına göre demek ki senin de cebinde “M.I.B.’den sevgilerle…” yazılı küçük aletten bi tane var, doğru mu? 🙂

  8. Eeee, şey… öhöm! Yok öyle bir şey, nereden çıkarıyorsun bunları canım? Hahaha, alemsin vallahi. Bir dakika şu güneş gözlüğümü bir takayım. Kırmızı noktaya bak.

    Çat!

    Şu andan itibaren bu konu hakkında hiçbir şey hatırlamayacaksın 🙂

  9. okurken acaba gerçek mi dedim ve eğer gerçekse seni bunları bilidğin için biraz kıskandım doğrusu 🙂 okurken ben de keyif aldım ama tüylerim diken diken olmadı da değil doğrusu 🙂 ellerine sağlık..

  10. Teşekkür ederim 🙂 Her yazar biraz boyut gezginidir aslında 😉 Vakit ayırıp okuduğunuz için tekrardan teşekkürler.

  11. “İşe yaramadı galiba ben hala hatırlıyorum. Hmm. Öhöm, öhömm… Pardon neyden bahsediyorduk biz ya!” der Animania gözlerini kırpıştırırken. :)))

  12. Yalnız ikinci okuyuşumda farkettim; Kazid-hea’nın kabzasının Pulitzer ödülü şeklinde olması ince bir nokta olmuş. bunu yapman çok hoşuma gitti, çok zekice 🙂

  13. Çok uzun zaman sonra okuyup yorumluyorum farkındayım ama kusura bakmazsın sanırım 🙂

    Başlangıçta hafifçe gülümsedim, sonuna geldiğimde suratımda karşı koyamadığım koca bir sırıtış gözümde de bir iki damla yaş vardı. Derinliğe de bayıldım.

    Ellerine sağlık usta 🙂

    not: m.i.b.’in kalemini hiç sevmiyorum.

  14. Yok canım estağfurullah, ne kusuru? 🙂 Bunca zaman sonra seçkinin derinliklerini karıştırıp hikayemi okuduğun için teşekkür ederim asıl. Beğenmene sevindim üstat 😉

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *