Öykü

Kırmızı Parlak Nesne

Bebek annesinin çıkmasını bekliyordu. Çünkü ne zaman kanepeden inmeye kalkışsa annesi ona engel oluyordu. “Olmaz bebeğim, düşersin,” diyordu. Düşmek onun umurunda değildi. O keşfetmek istiyordu. Yaşadığı ev bir evrense, odalar ise bir gezegenden farksızdı onun için ve evrenle gezegenler keşfedilmelidirler. Onun bu “gezegende” keşfetmek istediği şey ise şu dört ayaklı şeyin üstündeki kırmızı parlak nesneydi. Neydi o? Ona ulaşmalı ve ne olduğu gizemini çözmeliydi.

Annesi odadan çıktı, onu evin kedisi takip eti. Annesi odadan çıkar çıkmaz bebek işe koyuldu. Ellerinden destek alarak kendisini kanepeden dikkatlice aşağı kaydırdı. Ayağının yere değdiğini hissetti ve içini bir heyecan dalgası kapladı ama bir anda elleri kaydı ve hop! Popo üstü yere, halının üstüne düşüvermişti. Bebeklere özgü, saf mutlulukla dolu bir kahkaha atıverdi. Çünkü koltuktan yere kadar yaşadıkları onun için bir maceraydı. Gülme sesini duyan annesi “Kim bilir neye gülüyordur?” diye geçiriverdi içinden ve işine devam etti.

Bebek şimdi ayağa kalkmalıydı. Yerden destek alarak kalkmaya çalıştı; olmadı. Gözüne kanepeyi kestirdi, kenarına tutunarak ayaklarına güç verdi ve nihayet! Kanepeye tutunarak da olsa ayaktaydı. İlk defa birisinin desteği olmadan iki ayağı üzerinde duruyordu ve bu onu çok mutlu etti. Bebek kahkahasından bir tane daha atıverdi. Onun kahkaha seslerini işiten annenin içi rahattı çünkü “Gülüyorsa sorun yoktur,” diye düşünüyordu. Ama her macerada sorunlar yaşanır yoksa o macera heyecanlı olmaz. Annenin haberi olmayan şey ise bebeğinin bir macera yaşadığıydı.

Bebek kafasını odanın ucundaki o dört ayaklı şeyin üzerindeki kırmızı parlak nesneye çevirdi tekrar. Ne diyordu anne-babası o şeye: Epa mı, eppa mı, sepa mı öyle bir şeydi işte. “Eppa” da karar kıldı. Kanepenin kenarına tutuna tutuna yürüdü ama bir sorunla karşı karşıya kaldı: Kanepenin sonuna gelmişti. Birkaç adım ötede bir koltuk vardı ama o çok uzaktaydı. Aradaki o mesafeyi nasıl aşacaktı? Düşerse tekrar kalkardı ama o düşmek istemiyordu. Yüzünü buruşturdu. Annesi seslendi: “Hayatım, n’apıyorsun?” Annenin amacı sadece bebeğinin sesini duymaktı. Böylece içi rahat edecekti. Hemen ses vermeliydi yoksa annesi gelir ve onu tekrar kanepeye yatırırdı. Yaramaz bir tavırla “Ennneee,” dedi ve bir bebek kahkahası daha patlatıverdi. Kahkaha önemliydi. Kahkaha olmazsa annesinin içinin rahat etmeyeceğini ve geleceğini biliyordu. Bebeğinin keyifli sesini duyan anne rahatladı ve işine devam etti.

Bebek kanepenin ucunda durmuş, birkaç adım mesafedeki o çok uzak koltuğa bakıyordu. Nasıl aşacaktı bu mesafeyi? Denemekten başka çaresi yoktu. Bir eliyle kanepeye tutunarak bir bebek adımı attı, eliyle kendisini kanepeden itti ve bir bebek koşusu yaptı. Evet! Tam düşmeden önce koltuğa tutunmayı başarmıştı. Kalbi heyecanla atıyor, kendisiyle gurur duyuyordu. Kafasını çevirip kanepeye baktı. Artık ona ihtiyacı yoktu. En azından şimdilik.

Birkaç metre mesafedeki o çok uzak eppa’ya bakarak “epppa! eppaaa” dedi. Annesi seslendi: “Evet bebeğim, eppa! Eppa!”. Bir yandan da düşünüyordu: “Eppa da ne?”

Koltuğa tutunarak yürüdü ve diğer koltuğun ucuna kadar geldi. Neyse ki bu ikisi arasında aşması gereken bir mesafe yoktu. İkinci koltuğa geçti ve yürümeye devam etti. Hemencecik ikinci koltuğun da ucuna kadar geldi. Artık eppa ile arasında hiçbir şey yoktu. İyi ama oraya nasıl varacaktı. Emekleyerek gidebilirdi ama emeklemek istemiyordu. O artık iki ayak üzerinde durabiliyordu ve emeklemek ona eski, aciz günlerini hatırlatacaktı. Annesinin sesini duydu: “Geliyorum hayatım”. Olamaz. Annesi onu görürse gene kanepeye yatırırdı. Eppa’ya bu kadar yakınken kaybedemezdi. Ama çok uzaktaydı. Ne yapması gerekiyordu? Yüzü tekrar buruştu. Ağlamak istiyordu. O esnada evin kedisi geldi ve tam bebekle eppa’nın arasına geçip oturdu. Bebeğin ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışıyor gibiydi. Bebek ise çözümü bulmuştu. Bir bebek koşusu yapıp kediye tutunacak ve sonra bir bebek koşusu daha… Böylece eppa’ya varmış olacaktı. Çabuk olmalıydı. Koltuktan kediye doğru bir adım attı ama bir eli hâlâ koltuktaydı. Önceden yaptığı gibi kendini fırlattı ve bir bebek koşuşuyla kediye ulaştı. Tam düşecekti ki kediyi tuttu. Düşmemişti ama kedi yerinde durmuyordu. Bebeğin etrafında dönüyor; kafasını ve boynunu ona sürtüyordu. Kedi döndükçe o da dönüyor ve gitgide dengesini kaybediyordu. Hemen hamlesini yapmalıydı. Eppa’ya baktı, kediden destek alarak kendisini fırlattı ve bir bebek koşusu daha! Artık eppa’yı tutuyordu. Varmıştı! Başarmıştı! Bir bebek kahkahası atıverdi. Elini kırmızı parlak nesneye doğru uzatırken annesi geldi. Anne ufak bir sevinç çığlığı attı çünkü bebeği ilk defa kendi başına yürümüştü. “Sen büyüdün de yürümeye mi başladın aşkım benim!” deyip bebeğini kucağına aldı ve öpüp sevmeye başladı. Bebeğine baktı; yüzü buruş buruştu. “N’oldu canım? Bir yerin mi ağrıyor yoksa?” der demez bebek var gücüyle ağlamaya başladı. Feryat figan ediyor, adeta annesine isyan ediyordu. Annesi onu pışpışladı, öptü kokladı, yatıştırmaya çalıştı ama nafile. Son çare olarak kanepeye oturdu, kazağını yukarı doğru sıyırdı ve memesini bebeğinin ağzında dayayıverdi. Bebek susmuştu. Her şeyi unutmuştu. Kandırıldığını biliyordu ama bu en sevdiği şeydi. Acıkmıştı da. Birkaç dakika içinde doymuştu. Annesi onu usulca sallıyor ve ninni söylüyordu. Hemencecik uykuya daldı. Annesi onu kanepeye yatırdı. Etrafına da birkaç kırlent koydu düşmesin diye. Anne içeri geçti ve işine devam etti.

Yaklaşık 4 saat sonra bebek uyandı. Kafasını kaldırdı. Ne olmuştu? En son kediye tutunduğunu hatırlıyordu. Ya sonra? Tabii ya. Sonra annesi gelip onu kandırmıştı ve uyutmuştu. Etrafına bakındı. Kedi odanın ortasına çöreklenmiş uyuyordu. Annesi ortada yoktu ama diğer odadan sesi geliyordu. Odanın ucundaki eppa’nın üstünde bulunan kırmızı parlak nesneye baktı. Uyku mahmuru olmasına rağmen gözleri ışıldadı. Bu sefer bebek kahkahası atmayacaktı yoksa annesi uyandığını anlar ve yanına gelirdi. Kırlenti kolaylıkla aştı ve kanepeden aşağı doğru usulca süzüldü. Ne de olsa artık usta sayılırdı. Kalbi heyecanla atıyordu. Kırmızı parlak nesneye baktı, gülümsedi ve yeni bir keşif yolculuğuna çıktı. Çünkü o bir bebekti; bütün bebekler birer kâşiftirler ve kâşifler asla pes etmezler.

Haluk Kapucuoğlu

Ben Haluk Kapucuoğlu. 1982, Adana doğumluyum. Kitap okurum, bilgisayar oyunu oynarım, film, dizi izlerim ve tabii ki öykü yazarım. En sevdiğim yazarlar Robert E. Howard, Isaac Asimov ve Edgar Allan Poe'dir.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Bir bebek için küçük bir oda bile bilinmeyen uzaydan farksız olabilir. Zaten her bebek bir kâşif değil midir?
    Eleştiri ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.

  2. Avatar for soulmate soulmate says:

    Nereye gideceğini bilseniz de sonuna kadar sürüklüyor. Elinize sağlık, çok güzeldi.

  3. Teşekkür ederim yorumunuz için.

  4. Elinize sağlık, farklı açıdan ele almak güzel. Küçük bir çocuğun bahçe veya ormanda keşife çıktığı konulu bir şey de olabilirdi. Yani benzer tadı alırdık.

  5. Bebek biraz büyüsün; bahçeye de çıkarırız, ormanı da gezdiririz. :slight_smile:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

2 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for hayalperest44 Avatar for acimatriyarka Avatar for Kubilay_Gunay Avatar for soulmate