Öykü

Kişi ve Aksak

Kişi’nin, kendi köylerine de uğrayacağını duyduklarında hayat durdu. Rüzgar pustu, Karabaş havlamayı yarıda kesti, pınar şakımasını inceltti. Terzi sırasına girdi tüm köy ahalisi. Berberin kapısında sabahladı, yasemin yağıyla sabunlandı, kösele ayakkabısına fazladan bir kat daha cila çekti.

Ve geldi sonunda, bir arabayla köye giriş yaptı Kişi. Geniş toynaklı, siyah Arap atları meydanın ortasında durdu, aracın kapısı aralandı. Tüm ahalinin başı yere eğildi. Herkes tek bir sese, Kişi’nin ayak tabanına dikkat kesildi. Neredeyse her adımda topraktan havalanan toz zerreciklerini duyacaklardı.

Bir tek Aksak uyamadı bu seremoniye, titremesine engel olamadı bir türlü, beceremedi işte. Bakışları hafifçe bir aşağı bir yukarı gidip geldi. Ve yenmemesi gereken elmayı kokladı; gözleri, gölgenin kıvrımlarını yakaladı. Ah ne asil bir kavisti bu, bir lale tohumunun uyanışı, annenin ilk damla sütü, zamanın başlangıç anı. Kendisinden geçti Aksak, bir anda, öylece…

Tekrar gözünü açtığında gökyüzünü kararmış buldu. Havada hala bir lale esansı dalgalanıyordu. Başını sağa sola çevirip etrafa bakındı. Doğrulmayı denedi ama toynakları üzerinde dengesini kurmakta zorlanıyordu. Mecburen ellerinden destek alarak, duvara dayanarak ayağa kalktı.

Sokak sokak ahaliyi aradı. Sonunda köy kahvesinde buldu herkesi. Pencere camının buğusundan içeridekileri pek seçemedi. Zar zor verandaya tırmandı. Kapı camındaki yansımasına takıldı gözleri. Belden aşağısını inceledi, kıllarını okşayıp bacaklarını yokladı. Bir şeyler farklı gözüküyordu ama ne olduğunu bir türlü çıkartamıyordu. Kuyruğu görünce bir ürpertiyle arkasına döndü, bu çıkıntının, bu kontrol etmeyi hiç de beceremediği uzantının kendisine ait olduğunu farkedince sevinçten dudakları gerildi. Önüne döndü tekrar, kapıyı araladı ve kahveye adım attı.

İçeride herkesi kah masa üstündeki kah iskemle altındaki balyaları kemirirken buldu. Buna hiç mi hiç şaşırmadı Aksak, öyleki herkesin tam anlamıyla bir keçiye dönüşmesi önemsizdi onun için, pek göze çarpmayacak bir ayrıntıydı. Tamam, dışkı tanecikleri yüzünden içerisinin havası ağırlaşmıştı ama köylük yerde kim yadırgardı ki bu durumu.

En yakındaki saman balyasına yaklaşıp kokladı, sütlü çaya batırılmış ekmek kokuyordu. Hemen diş geçirip geviş getirdi. O anda boğazından aşağı ballı pınarlar boşandı. Tanrı, kendisi için yaratmış olmalıydı bu otu, bu solgun nimeti.

Kulağına iskemlenin gıcırdaması takıldı, başını o yöne çevirdiğinde sobanın başında oturan birisini gördü. Adam, çayını tazeliyordu. Aksak, gözlerini bu şahıstan çekemedi. Daha önce onu görmüş gibi hissediyordu, ne var ki bu yabancıyı bir türlü çıkartamadı. Bu köyden değildi, çaycının akrabası gibi gözükmüyordu. Yabancının üzerindeki üniforma ancak bir kaymakama ya da soylu bir aileye ait olabilirdi. Fakat bakışlarını az daha aşağı kaydırıp adamın gölgesi gözüne çarpınca tüm parçalar yerine oturdu. Bu O’ydu. Bu Kişi’nin kendisiydi.

Kişi de sanki Aksak’ın aklından geçenleri duymuşçasına başını ağırca çevirdi ona doğru. Gülümseyip ayağa kalktı. Sanki hazine bulmuştu da bu anı uzun uzun yaşamak için ağır adımlarla Aksak’a yanaştı, elinden tutup ayakta dengesini kurmasına yardım etti.

“Adın ne senin?” diye sordu. Aksak bir an için gerçek adını hatırlamakta zorlandı. Hala karşısında Kişi’nin durduğuna, elinin, elini tutuğuna inanamıyordu. Kişi, Aksak’ı sandalyeye yerleştirdi, bir tavuk budu uzattı. Aksak, eti kemikten ayırmakta zorlansa da afiyetle yuttu budu. Kişi’nin gözleri doldu. Ne var ki Aksak’ın bakışlarının kendi gölgesine kaydığını bulmakta zorluk çekmedi. Gülümsemedi eridi. Ayağa kalktı. Üniformasının kollarını gerip düzeltti. Asasını eline aldı.  Çay bardağını dolu bir halde ardında bırakıp kapıya doğru yöneldi. Verandaya adım attı, basamakları ağır ağır inip arabasına bindi. Araba kısa bir müddet bekleyip bir sonraki köye uğramak üzere yol aldı.

Deniz Eksilen

Öykü, roman, novella, deneme ve şiir yazıyorum. Psikolojik hikayeleri seviyorum. Arada gerçekçi kurgular kullansam da, bilimkurgu ve fantastik favorim. Yorgos Lantimos izliyor, Marcel Proust okuyor, Heraklitos'u düşünüyor, Carl Sagan'ı anıyor, Progressive House dinliyor, scooter kullanırken elimi uzatıp otlarla tokalaşıyorum. Rüzgarı, dalgayı, ve abartmadığı sürece yağmuru seviyorum. Anime ga daisuki desu.

Kişi ve Aksak” için 5 Yorum Var

  1. Merhabalar, klasik olarak diliniz üslubunuz harikaydı elbette. Öykünüze gelirsem beş kez okudum. Sanırım Kişi insanları satirleştiriyor belli bir süreliğine. Ama gölgesine bakmamak gerekiyor. Ve bizim Aksak dayanamayıp bakıyor ama sonuç aynı değil mi? O da yarı keçi yarı insan; ama sanırım bunu umursamayacak kadar aklı özgür (kıt?) birisi kendisi. Öyküde bir final varsa anlayamadım ben, yoksa da bunu yadırgamam, yanlış bulmam bence çok güzel bir öykü.
    ”Hemen diş geçirip geviş getirdi. O anda boğazından aşağı ballı pınarlar boşandı. Tanrı, kendisi için yaratmış olmalıydı bu otu, bu solgun nimeti.” Burada geviş getirmek yanlış duruyor zira geviş getirmek yemenin değil sindirimin bir parçasıdır (neredeyse yediğini tekrar kusmak gibi).
    Ellerinize, hayal gücünüze sağlık. Gelecek seçkilerde de görüşebilmek dileğiyle.

    1. Tekrar okuyup sonunda çözdüm öykünüzü. Yani çözdüğümü umuyorum :/ SPOİLER!
      Diğer herkes keçiye dönüşmüşken Aksak başını kaldırıp gölgeye baktığı için yarı keçi yarı insana yani Satir’e dönüşüyor. Ama yine de bunu umursamayacak kadar özgür düşünceli…

  2. Merhabalar,

    Öncelikle geciken cevap için kusura bakmayınız lütfen, henüz yoğunluğumu hafifletebildim.

    Öyküyü kısaltmaya çalışırken elbette bazen ipin ucunu kaçırıp aşırı derecede kapalı yazabiliyorum. Burada da aynı örnek olmuş. Kişi, köy ahalisini keçiye çeviriyor. Aksak, bedensel özelliğinden dolayı titremesine engel olamıyor ve Kişi’nin gölgesine gözü kayıyor, bu şekilde yarım insanlığını koruyor. Burada, eğer Kişi’nin kendisine baksaydı tamamen insan kalacaktı, diye bir denklem kurulabilir.

    Satir’in durumunu umursamaması ise, bir rüyadaymış gibi başına gelecekleri yadırgamamaya bağlanabilir. Veya biraz daha eleştirel yönden bakarsak, insanın neye dönüştüğün, pek yadırgamaması denebilir.

    En iyisi ben hikayeleri birazcık daha uzatayım. Okuyucuya en azından resmin çerçevesini sunmalıyım.

    Okuyup yorumladığınız ve geri bildirimde bulunduğunuz için teşekkürler.

    Not: Geviş getirmek, kelimesinin anlamını bunca zaman çiğnemek olarak biliyordum. Nasıl utandım, nasıl utandım!

  3. Selamlar, Sayın Osmanın dediği gibi öyküyü defalarca okudum ben de, kendi imzanızı hissettiriyorsunuz öykülerinizde. Köye gelen bir yabancının böylesine gizemli olaylara neden olması öykünün kapalı olmasını destekler nitelikte bence, ayrı bir mistik havası oluyor sanki 🙂 üçlü betimlemelerinize yine yer vermişsiniz öykünüzde ” bir lale tohumunun uyanışı, annenin ilk damla sütü, zamanın başlangıç anı” oldukça güzellerdi. Kaleminize sağlık, esen kalın.

  4. Merhabalar,

    Kısa bir öykü olduğu için, tekrar okumaya ve kapalı kalan noktalar üzerine yorum yapmaya elveriş sağladığını düşünüyordum. Ne yazık ki yoğunluğumdan dolayı kendi öykümü dahi pek inceleme fırsatı bulamadım.

    Üçlü betimleme hoşuma gidiyor, bir ahenk yakaladığımı düşünüyorum. Bu nedenle her öykümde benzer bir tümce ekliyorum.

    Okuyup yorumladığınız için teşekkürler,
    Tekrar görüşmek dileğiyle…

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *