Öykü

Küre

1.

Gülümseyen yüzler arasında yalnız, etrafındaki herkesin onun adını bildiği ancak onu bilmediği bir dünyası var. Onun sözleri diğer insanların sözleri, yaptıkları diğerlerinin yaptıkları. Hiç bir fark olmaksızın bugüne kadar yaşadı. Havasını soluduğu bu dünya eskiden daha çürümüş bir yerdi. Şimdi ise sınıfının tarih dersinde en arkanın bir önü, solda, tek sıralı masalarda, cam kenarında oturmuş “Dünya hükümetinin kuruluşu” ünitesini işleyen orta yaşlı bir bayanı hayal meyal dinliyor, dışarıyı gözetliyordu. Gökte tek bir uçağın olmadığı ancak yerde de araçların olmadığı bir dünyada sınıf camlarının birkaç adım ötesinde ses hızında gitmesine rağmen çevreye rahatsızlık vermeyen uçan taşıtları ile bezeli bir çevreye bakıyordu. “Gök yine görülmüyor” demişti önceki gece basın toplantısında Başkan. “Bundan önce yapılan hatalar tekrarlanıyor, aç gözlülük, tamahkarlık, bencillik dolu yalanlar ve diğer insanlık karşıtı günahlarınız. Atalarımız siyah altın için gezegenimizi yok etmenin eşiğine getirdiler, kardeşlerini katlettiler ve toprağı halen temizlenemeyen nükleer atık ile boyadılar. Ne için? Bizi düşündükleri için olduğunu söyleyecek kaç tane ülke başkanı vardı peki? Hepsi gitti ancak insanlar değişmedi. Halen para için yaşıyorsunuz, yaşam yaşam için vardır!”

Ders bittiğinde üç kez uyarılmış ve bir kez uyuya kalmıştı. Önceki gece başkanın söyledikleri onu etkilememişti ancak akılda kalıcı sözlerdi. Güneşi şehirden çıkmadan göremeyecek olmak onu eskiden rahatsız ediyordu, ancak ailesi denetim için alınıp götürüldüğünde ve geri gelmediklerinde o soğuk evde bir başına kalan ondan başkası değildi, güneşi düşünmektense yapılacak daha önemli şeyler vardı o zaman için, hayatta kalmak gibi. Tarih derslerinde anlatılmayan ve asla anlatılmayacak olan bir şey olmuştu bundan on sene önce, adı üstüne yemin etmesini istemişti o gün babası Selan’dan; “Asla unutmayaksın”. Evine yürüdüğü her gün aklının puslu dehlizlerinde daha da soluklaşan imgelerden ibaretti oysa geçmiş. Bugün bile kendisine sorduğunda aldığı cevap kesin değildi.

Her gün aynı onun için. Uzun zamandır aynı, uyandığında ilk aklına gelen cümle “aynı tavan” oluyordu. Sabahları klozete yöneldiğinde her defasında “Acaba ne kadar uzun sürecek” oluyordu aklındaki, bir ara kahvaltı yapmayı bırakmıştı ancak bu sabah farklıydı. Uyandığında “o ses?” oldu ilk düşüncesi rüyasında bir ses duyduğunu anımsıyordu, oysa Selan hiç rüya görmezdi. Kahvaltı için buz dolabını açtığında reçeli uzak bir köşede seçerken “neyin sesiydi o?” diye aklından çıkaramadığı bir soru vardı. Elinde bir dilim reçelli kızarmış ekmek ve diğer elinde çantası ile okulun yolunu alırken yüzünde bir gülümseme olduğunun farkında bile değildi; on yıldır ilk gerçek gülümseme. Çünkü o ses çok güzeldi.

Açıkçası o güne kadar hayatı sadece bir hayattı. Yaşam için yaşamıştı, ne parada gözü vardı nede yüksek bir yere gelip insanları bir açıdan yönetme düşüncesi ile aklı çelinmişti. Babası onu küçükken bir futbol maçına götürmüştü. Artık oynanmıyordu bu oyun çünkü insanların paraları ile gerçek olmayan bir görüntü yaratılıyor ve onları eylendiklerine ikna ediyorlardı. Gerçek eğlenceler Dünya Hükümeti tarafından kararlaştırılmıştı artık. Neyse önemli olan bu değil, bir maç vardı ve o maçta o güne kadar gördüğü miktardan daha fazla insan görmüştü. Selan kendisini o kadar basit ve küçük gördü ki tekilliğini algıladığını sandığı o zamanda aslında bir “hiç” olduğu gerçeği ile yüzleşmek genç yaşı için olumlu etkiler yaratmadı. “Sadece on beş bin kişi” şeklinde içinden geçirir halen arada. Bu melankoli “o güne” kadar aklında bir an olsun çıkmamışken her olayın bir başka gerçekleşenin eseri olduğu bu dünyada kendisini her zamanki sınıfına girerken özel hissedeceğini düşünmesi bir mucizedir. Bu mucizeyi şu şekilde özetleyebiliriz; İnsanların ne yapacaklarına
devletin karar verdiği ve herkesin mutlu olduğu bir şehirde, bir sabah uyandığında ilk kez niye mutlu olduğunu tam olarak bilmeyen bir oğlan, her zaman yaptığının aksine evden çıkışını
erteleyen dört dakikalık ekmek dilimleme, kızartma, reçelleme işleminin ardından diğer bir takım kozmik zaman kayıpları ile birlikte okuluna on dakika dokuz saniye geç kalırsa sınıf halkına o sabah yeni eklenen bir kızın öğretmence tanıldığı ilk derse, herkes yerinde otururken, ve kız ismini o tesadüfi anda söylerken normal koşullar altında onu asla dinlemeyecekse bile duyar.

2.

“…rhaba, adım Nul Uhfre. Tanıştığımıza memnun oldum” Sınıfın kapısı açılırken bunlardı kendi kulağına gelen sözler. Bunları asla insanlar onu duysun diye söylememişti belki kız, ya da onlarca kez başka sınıflarda başka öğrencilere samimiyetsizce tekrarlanmış ve anlamını yitirmiş bir kelime öbeğiydi. İnsanların kendisine o şekilde baktığını bildiği için herkesin kendileri dışındaki diğer insanları o göz ile algıladığını sanmak gibi bir yanılgı ile büyütmüştü kendisini Selan. Nul’a baktığında da ilk düşündüğü buydu, “tek başına, soluğunu boşuna tüketen, hüzünlü bir insan”. Sınıfta yerine oturmak için yürümeye devam ederken Selan’ı görmezden geldi öğretmen, çünkü o her ne kadar başı bozuk bir öğrenci olsa da asla geç gelmezdi ve mutlaka makul bir sebebi olacağını bilinirdi. Selan’ın zaman ile ilgili hiç bir zaman problemi olmamıştı zaten. Kız konuşmasına devam etti, “…ltıncı nesil bir izleyiciyim, her biriniz ile tek tek tanışmak için sabırsızlanıyorum”
Selan gözlerini bile kırpmadı ve başını masadan kıza doğru kaldırdı. Hiç biri ne olduğunu beyan etmezdi, hem bu dost canlısı tavır da neydi böyle? Öğretmen soğuk kanlılığını korudu ancak kıza oturmasını işaret ederken sınıf sessizdi. Kimse Nul’a karşılık vermemişti, ne bir fısıltı nede selam aradan yeni öğrenciye sıyrılabildi. Hiç biri göz teması bile kurmuyordu. Bunlar Nul’un umrunda değil gibiydi. Selan’ın arkasındaki sınıftaki tek boş sıraya yöneldi ve sessizce yerine kuruldu. Selan onun adımlarını dinlerken hipnotize olmuş olabileceğinden korktu ve kendisini çimdikledi. Tarih derslerinde anlatılanlar aklında yanıp sönen kitap sayfalarıymışçasına belirirken kızın alışılagelmedik cesaretinin aslında basit bir salaklık olabileceğini düşünmeden edemedi.

Dünya Hükümeti özel güçleri olan ve özel olduğu diğer insanlarca bilinen kişileri özel bir listeye sokmuştu. Hükümet üçüncü dünya savaşı sonrası dünya nüfusunun %75’inin yok olmasının ardından köklü inkılablara imza atmış ve özel insanların tekrar yeşerme sürecinde büyük yardımları olacaklarına dünyanın geri kalanını ikna etmişti. İnsanlar kendi rızaları ile hastanelerde inceleniyor ve kanlarına microrobotlar yerleştirilerek damgalanıyordu. Pek çoğunun güçleri zayıftı. İki milyardan daha az insanın sadece yirmi bini mutasyona uğraşmıştı ve bunu kabul edilebilir olarak gördüler. Ne var ki insanlar hata yapar, bu hataların pek çoğunu farkında olmadan yaptıkları gibi herşeyin büyük, habis bir planın parçası olduğunu düşünen aydınlar da yok değildi. Nükleer başıkların vurmadığı kıyı şeridi yoktu, okyanus yaşamı ya yok olmak üzereydi yada sadece en dip noktalar henüz etkilenmemişti. Kanı temiz insan yok denecek kadar azdı ve jenarasyonlar ilerledikçe mutasyon uç boyutlara ulaştı, robotlar kanlarında sessizce dolaştılar. Herkes üç başlı bebekler yada sekiz solungaçlı köpeklerin insan rahminden peydah olmasını beklerken bu tip olayların eskisinden bile daha az görülür halde olması aydınları ve hayatta kalan tıp çevrelerini yıllar geçtikçe şaşırttı, oluşan mutasyon sadece güçlerin yaygınlaşması ve güçlenmesi yönündeydi. Denizden geçinen halklar yok olmuşken zerrecik taşıyan rüzgarlardan en az etkilenecek dağ tepelerindeki ovalardaki insanlar hayatta kalmıştı ama hepsinin bu olacağından korkulmuştu; geçici bir hayatta kalış, sadece bu çünkü her ne kadar insan hücresi yoğun ışımaya karşı halen sebebi anlaşılamayan doğa üstü bir uyum sağlamışsa da diğer canlı türleri için bu geçerli değildi. Hayatta kalanlar insanoğlunun en büyük yapısını Himalaya’lara kurarken özel güçleri olanların yardımları geri çevrilmedi, ancak her şey bittiğinde ve son çivi de çakıldığında Başkan onlara sırtını döndü ve tüm kapılar aniden yüzlerine kapandı.

Dünyanın sonu gelmedi sanılanın aksine, tanrını işi olduğu düşünüldü başlarda. Hükümet ilk savaş sonu zamanındaki panikten yararlanarak kurulmuştu ancak nükleer rüzgarlar iki yüz yıl sonra güvenli seviyeye ulaştığında tertemiz bir dünya onların güçlü ellerine kalmıştı.

Temiz olmasının düşünülmesindeki kasıt canlı hayatının %90’ının yok olmuş olması yada suların içilmez nitelikte olması değildi, savaştan nefret eden insanlar ve dünya nüfusunun bilinçlenmiş insanları şehir içindeki yaşayan insan sayısını sabit tutulmak üzere karar çıkardı ve kesin yasalar ile bu rakam üç milyar olarak sağlama alındı. Bugün Selan sınıfında şaşkınlıktan küçük dilini yutmuşken bunun sebebi iki milyar dokuz yüz bin kişilik tek bir arındırılmuş şehrin dışında on iki milyar mutajen taşıyan insanın olması ve on iki şehir girişinden birinde bunlardan herhangi birinin 5. nesile kadar temiz olduğu kanıtlanmadıkça şehre girmesine izin verilmemesiydi. Nul 6. nesil bir izleyici olduğunu söylediğinde bunun anlamı “Ucu ucuna temizim, kanım kanınıza karışırsa belki ölmezsiniz ve benimle öpüşürseniz akciğer kanseri olma olasılığınız %100 değil” demekti. İzleyici nitelikte güce sahip olmasını belirtmesi ayrı bir konu. Her şey bir yana Selan Nul’un nasıl bir insan olduğunu artık öyle yada böyle biliyorken onun yüzünü görmemişti, saçının rengi yada teninin parlaklığı gözünde niteliksizdi. Şu anda sınıftan çıksa ve Nul’u ertesi haftaya kadar hafta sonunda sokakta görse tanımazdı, diğer arkadaşları ile yaşadığı etkileşimin tam tersini bu kız ile daha onunla tek kelime etmeden kurmuştu. Her şeyin yanında rüyasında duyduğu sesin Nul’un sesi olduğuna yemin edebilirdi.

3.

Selan gözlerini tahtada yazılanlara odaklayamıyordu, zaten kalemini de yazmak için değil elinde döndürmek için kullanması her zamanki davranışına tezat teşkil etmiyordu. Çok az berisinde ömrü boyunca diğer hiç bir insanda görmediği bir kıvılcımı yakaladığı kişi otururken hiç bir erkek dikkatini tam olarak odaklayamaz. Ders biterken ve herkes eşyalarını toplarken Selan acale ile arkasını döndü ve Nul ile göz göze geldi. Gülümsemesi neredeyse yakıcıydı. Elini ilk uzatanın
Nul olması da telaş faktörüne ayrı bir etki kattı ve Selan kendi elini uzatıp el sıkışırken ağzından şu kelimeler döküldü; “BenSelanmerhabaseninletanıştığımamemnunoldum” tek bir kelime gibi dökülen cümle kızın zaten yakıcı olan gülümsemesini kavuran bir kıkırdamaya dönüştürdü. Doğru ya Selan daha önce gülümseyen kaç insan görmüştü? “Bu şehir insanları değiştiyor” deyiverdi kız. Bu Selan’ın bir an sonra söylemek istediğini düşündüğü kelime olmuştu. Kız bir izleyiciydi
yani olacak yada olmuş olayların bir kısmını odaklanarak görebiliyordu. Bu tanışma anı biraz uzadı ve uzarken elinin halen onunki ile sıkışık olduğunu farkettiğinde yüzü kıpkırmızı tek kelimelik cümlelerine devam etti, “Benim bir nesil seviyem yok” , sesinin bu duruma bir şekilde üzgün olduğunu belirtmesine vurgu yapacağını düşünerek ağır çıkmasına izin vermişti, “Ailemden diğer herkes ben temizken alınıp götürüldü, yani bir devlet çocuğuyum”. Kız bu kez ciddileşti
“Adına üzüldüm, ben de ailemden ayrıldım buraya gelmek için.” Gözlerindeki bir şey Selan’ı tartıyordu, “kendi gözlerimle görmek istedim.”

Bir insanın, haftalardır yağmayan bir yağmurun ve bitmekte olan baharın etkisiyle, balkona dizdiği saksıların üzerinde biriken çiğ damlalarını gece saymayı bırakıp, bütün bir yaz balkonda uyuması kararıyla – tıpkı sonbahar boyunca asla şemsiye kullanmama ve bütün kış mutfakta uyuma kararı gibi – sıcağın gelişini algılamadığında terlemeyeceğini düşünmesi gibi, olmasını istemezseniz olmaz ve gerçekten olması için uğraşırsanız yine olmayabilir. Mevsimlerin neler getireceğini güzel hastalıklı parlak kürenin insanlara ne kadar ırak olması ile ölçmemiz gibi insanların kalplerinin birbirine uzaklığı da ruhumuzun mevsimini bize söylemez mi? Selan’ın kalbi ona ne söylüyorsa deliceydi, “tanrı delileri sever” demişti birileri bir zamanlar ona, bunun “tanrı aşıkları sever” ile eş anlamlı olduğunu ise yine bir başkası söylemişse de anımsamıyordu. Kalbinin mevsimini anlamak, yapay yağmurun insanlara bunu hissettirmeden yine yapay olan kubbeden inerken balkonunda yapay yaz ile huzursuz bir keyif yaşayan oğlanda uzun düşünceler oluşturuyordu. “Kendi gözlerimle görmek istedim” dediğinde Nul’a ne diyeceğini düşünmemişti ve sadece “nedir görmek istediğin” demişti tek kelimelik başka bir cümle kurmadan yada heyecanlanmadan, kız yüzünü ilk kez ondan kaçırmış ve yapay göğe bakarken “Sizi herkesten uzağa kapattı ve gerçek olmayan göğün artık yeniden bencilleşen insanlarca tekrar kapanmaya başlaması onu tedirgin etti, dünyanızın sonunu görmeye geldim” demişti. Tekrar Selan’a baktığında “Konuştuğun için teşekkür ederim” dedi ve o müthiş gülümseme ile artık boşalan – evet, sınıfın boşaldığını anlamamıştı – sınıftan çıkan kıza bakakalmıştı. Balkonunda işte önceki gün olan bu konuşmayı anımsarken “Dışarıda ne olduğunu biliyor, gerçek güneşi görmüş” düşüncesi ilk kez aklında oluştu. Hiç farketmediği şey bir insan için 17 yılın ortalama sayılacağı bir dünyada Selan’ın kalbinin ilk kez o gün kendisini özel hissetmesinin heyecanı ile attığıydı, artık on beş bin kişilik stadyumdaki tek bir kafa değil aksine bir bireydi. Balonunda uykuya dalarken yüz iki katlı aparmanının elli altıncı katının balkonunun tam altında bir siyah araç durdu. Ne gökten süzülerek gelmişti nede daha önce buna benzer araçlar çok sık görülmüştü. Eski bir devlet aracıydı ve içinden çıkanlarda yine siyah giysileri ile elli altıncı kattaki genç adam için binaya girmişlerdi.

“Aniden RAM uykusundan uyandırılan insanlar kalp krizi geçirebilir” diye mırıldandı birisi ağzına yapımışken kendi kendine. Bunun da bir rüya olduğunu sanacaktı daha sonra üzerinde düşündüğünde. Gözlerini açtığında Selan’ı balkon kapısının sağında kalan duvara dayamış, dışarıda balkonda, siyahlar içinde onun ağzını kapayan eli ile sıkıca bastıran biriyle beraberdi. Ayakta olduğunu bir an sonra algıladı ve her normal insanın yapacağı gibi çığlık atmak yerine sadece bekledi. Hava kararmıştı ve doğal olmayan ay ışığı altında haneye tecavüz işleyen yabancının ne yüzünü nede hatlarını seçebiliyordu. Evinden, içeriden sesler geliyordu, sanki deprem oluyormuşçasına korkunç bir gürültü vardı. Onlarca ayağın yeri dövdüğünü ve çekmecelerini, yatağını karıştırdığını hissedebiliyordu. Siluet ona döndü ve kulağına usulca fısıldadı, “korkma, seni bu durumdan kurtarmak için geldim. Her şeyi sana daha sonra açıklayacağım” Ensesinde ani bir ağrı ile kendinden geçerken Nul’un sakin sesi ile zaten hülyalı bir aleme geçmişti.

4.

Gözlerini doğan güneşe açarken on yıldır ilk kez uyandığı tavana bakmıyor olduğunu görerek mavi-turuncu göğe bakakaldı. Sert bir yüzeyde yatıyordu, kalkmadan etrafına bakındığında ellerini dizlerinde birleştirmiş, otururken doğan güneşe bakmakta olan kızın uzun siyah saçlarına takıldı gözleri. Birkaç saat önce gerçekleşmiş olan her şey bir rüya gibi silinip gitmişti hafızasından. Nul kafasını yavaşça döndürüp ona baktı, gülümsemiyordu. “Uyandığına sevindim, acele etmemiz gerekiyor.” dedi sadece. Oğlan tek bir kelime bile sarf etmedi, itaatkarca ayağa kalkarken üstünü silkti ve sadece bekledi. Nul’un alnında şaşkınlıktan kaynaklanan ince bir yay belirdi, “Konuşmamana memnunum ama rahatsızlık verici”, Selan doğan güneşin ortasından bıçak gibi geçen kuleye bakıyordu, “Biliyor musun, ben de sanırım hep senin gibi birisinin gelmesini bekledim. Bu dünyaya son vermesi için”. Şimdi kızda ayağa kalkmış onu anladığından emin değilmiş gibi bir yüz ifadesi ile Selan’ın yüzüne birkaç milimetre kalıncaya kadar yaklaştı ve sessizce konuştu “Bu dünya, bu şehirden ibaret değil. Dışarıda mutluluğu kendi ellerinde olan özgür insanlar var, bencil insanlar kendilerini buraya kapattılar ve akıllarındaki onca basit gürültünün arasından senin çığlığın yıllardır duyulmuş en büyük dalga şeklinde dünyanın dört bir yanındaki tüm dinleyicilerce duyuldu. Henüz farkında olduğundan emin değilim, ancak senin kanındaki şey her neyse hepimizinkinden farklı” Bütün kelimeleri anlaşıldıklarından emin olana kadar tek tek vurgulamış ve her cümlenin sonunda Selan’ın onaylayan ifadesini incelemişti. Sağ eli ile keskin bir haraket yaptı ve güneşin önünde kalan şehrin en yüksek yapısını işaret ederken konuşmaya devam etti.

“Birazdan konuşmamı sonlandırdığımda elimizden gelen en acele şekilde o kuleye gideceğiz, bugüne kadar olduğunu sandığın şey değilsin. Beni buraya sen çağırdın, bir ailen hiç olmadı ve olmayacak, bir insan değilsin, özel bir insan yahut yaratık da değilsin, baban sana asla tutamayacağın bir söz verdirtmedi. Ne olduğunu ben yada dünyadaki hiçbir izleyici bilmiyor. Sadece sen istediğin için bu şehrin ayakta kaldığına inanıyoruz, şehrin duvarlarına ne kadar ağır yüklenirsek yüklenelim içerideki halk dışarıda kaotik bir savaşın olduğunun farkında bile değil. Bu güneşi görüyor musun? Onun kubbe altındaki bir ısı kaynağı olduğu fikri seni yanıltmasın, onun enerjisini bu şehri kuran bizler verdik. Güneş sisteminin gerçek güneşi sönmeye başlayıp bir kızıl nova haline gelmeden önce onu yuttuk ve yerine en uzaklardan onu telafi edecek bir başka güneşi bile koyduk, dünyadaki tüm denizlerde artık yeniden balıklar yüzüyor – sahi balığın ne olduğu bildiğinden bile şüpheliyim – tüm türler biz evrimi reddetmeyen ve dışarıda sefil birer çöpmüşçesine bırakılmış halkça tekrar yaratıldı. Bizim gücümüzü idrak dahi edemezsin ancak… senin yüzünden bu çürümüşlüğü sonlandıramıyoruz. Tüm bunlara rağmen sen rüyalarında bütün umutsuzluğun ve gücünle bize seslendin, buradayım Selan seni kurtarmak için geldim. Karşılığında tek istediğim bu şehrin sonu.”

Oğlan güneşi bölen yüksek yönetim kulesine doğrudan bakamıyordu. Yapay veya değil güneş gerçeği kadar alazlıyordu ona bakma cesareti gösterenleri. Nul ile bulundukları yeri tekrar gözden geçirdi, yüksek bir binanın çatısındaydılar. Kule onlara iki kilometreden biraz uzaktaydı. Kendisine söylenenleri düşünmek istemiyordu. Devletin bakmakta olduğu sağlıklı bir öksüz olduğu düşüncesi onun aklını kaçırmasına engel olan bir kilit niteliğindeydi ve henüz bunu açmaya gönlü yoktu. Kız artık telaş ifadeleri göstermeye başladı “Bak buradan gitmemiz gerekiyor, bana sadece bir öksüz olmana rağmen şehir merkezine neden bu kadar yakın oturmana izin verildiğini anlatmana gerek yok, yıllardır bir verici gibi kullanıldın, şehrin gerçek kalkanısın. Bunu nasıl yaptığını gerçekten merak ediyorum ancak oraya gitmeliyiz. Hepimiz, tüm izleyicilerin en son görebildiği nokta o kule. Onun tepesinde olmalıyız güneş en tepeye ulaşmadan”. Selan o ana kadar sessizdi, zaten konuşmasa bile aşık olduğu bu kızın onun söyleyeceklerini bilmesi durumu halletmişti çünkü konuşabileceğinden de emin değildi.”İstemiyorum.” diyebildi sadece. Karşısındaki ona duygusuzca baktı, “Öyleyse seni burada öldürmek zorundayım Selan”

Bir şey onun var oluş düzeninde rahatsızlık oluşturmuş ve belki zarar vermişti. Zararın boyutlarını ölçerken kendisi olmaya devam etmekten vazgeçti. Konuşan kişi Selan’dı ancak sözleri ona ait değildi, “Güneşi yutması için bir delik açtığınızda onun diğer yanında ne olduğuna asla dikkat etmediniz, yaşamı yasak olmasına rağmen kendi elleriniz ile ölünün bedenine çağırdınız, sadece bencil olduğunu düşündüğünüz ve sizi aldattıkları için masum insanları yok etmeye çalıştınız, zaman ile oynarken benim üzerinde durduğum noktayı göremediğiniz için çıldırdınız, hayatta kalmak ve hayatta kalan diğerlerinden öç almak için elinizden geleni ardınıza koymadınız. Sen şimdi buraya gelmiş seni benim çağırdığımız söylüyorsun, o çığlıklar yardım için değildi.” Selan konuşurken sadece kulede olmayı istemişti, şimdi Güneşin yükselirken rengini sakladığı çelik kulenin en tepesinde duruyorlardı. An içinde kaymışlar mıydı yoksa zaten hep orada mıydılar söylemsesi çok güçtü ancak önemli olan bu değil. Önemli olan Nul’un yüz ifadesinin konuşma boyunca hiç değişmemiş olmasıydı. Selan’ı öldüreceğini söylediği anki gibiydi halen, onun son sözlerini söylemesini bekleyen bir cellat mı yoksa saygı gösteren bir dinleyici mi olduğunu merak etmişti aslında ama bunun da önemi yoktu önemli olan gerçeğin şehrin dışındakilerce bilinmesiydi; “Ben kuleyim, insanların görmesine izin verdiğim personamı yıktığın ve sana aşık olan kişiyi zaten öldürdüğün için beni artık öldüremezsin. Beni zaten öldürdün Nul, iki milyar dokuz yüz bin kişiyi öldürmek istediğinde o gülümsemen de öldü. Huzur içinde yaşamak isteyen bencil insanları seviyorum çünkü onlar beni en azından bir insan olarak görebiliyorlar” Selan’a bakarken kızın ifadesiz yüzünde göz yaşları belirmeye başlamıştı, söyledikleri ona bir şekilde acı veriyordu. Sanki bugüne kadar mutantlarca yapılmış herşey bir hataymış gibi anlatıyordu Selan. Eski güneş artık bir beyaz cüce, onu yolladığınız yerde ne olduğuna bakmadınız bile, görmek bile istemediniz. Üzerinde bir an düşünmediniz, evrende alınan herşeyin bir karşılığı vardır havva kızı. Buraya getirdiğiniz şey kulenin kendisi, yani benim. Ben ne miyim?”

Kapanış

Masum yüzlü melankolik oğlanın yüzünde herşeyi görmüş birinin çehresi varken yalanları ve kötü her şeyi unutmak için evrim geçirmiş insan oğlunun dünyasında adı Selan olana yer yoktu aslında, ancak onu sevmeseler bile insan olarak kabul etmiş ve savaştan nefret eden korkak insanlar ile dolu bu şehirde yaşamak yaşamanın ta kendisiydi. Yaşamak için yaşayan unutulmuş bir tanrı.

Adı Nul olan kılına bile zarar gelmeden yerin üstünde ve yerin altında bütün tek bir küre halinde olan yapıya olabildiğince uzak, en uzak sahilde kumsalın serinletici ancak bir şekilde hüzünlü dalgalarının arasında ona söylenenleri düşünmemeye çalışıyordu. Tanrıya savaş açmaktı tek yaptıkları, ne yaptıklarını tartmayan bir toplumun düşüncesiz şiddeti en korkunç kabuslarında bile göremeyeceği bir varlığın sessiz öfkesini üstlerine çekmelerine sebep olmasına ramak kalmışken uyarılmışlardı. Kule’ye açılan savaş durdurulmalı ve Küre kendi halinde dağların en yükseğinde rahat bırakılmalıydı. Olan da buydu kulenin tepesindeki Selan ile Nul’ûn uzun konuşmasından bin yıl sonra bile süre gelen barışın uzunluğu ön görülemezdi ancak herkes bir şekilde mutluydu. Küre’nin içinde ne olduğunu dışarıdakiler bu geçen bin senenin ardından tam olarak bilmiyordu, içeriye bakmaya korkuyorlardı. Çünkü onlar diğer insanların aksine unutmamak üzere evrim geçirdiler. Efsanevi üçüncü dünya savaşı daimi dünya barışına sebep olmuşken kürenin içinde hüküm süren karanlık bir tanrının varlığı kimseyi rahatsız etmiyordu.

Küre” için 9 Yorum Var

  1. Neden bu hikayeyi okurken ta baştan beri Selan adlı karakteri gözlerimin önüne getirirken yazar geliyor acaba? Öyküye bir kaç kez baştan başlamak zorunda kaldım anlam karmaşasında kaldığım için. Fakat bir kez yoğunlaştıktan sonra pürüzsüz şekilde devam ettim. Melankolik durumu burada da yoğun bir şekilde işlenmiş.

    Gelelim tarzına. Seninle konuştuğumuz zaman kendinde söylemiştin. Ben de katılıyorum. Bilimkurgusal öğeler yoğunlukta ve tam diyemesek te büyük bir çoğunluğu bu tarzda. Sonu “ve gökten üç elma düştü”vari olmuş orası çok hoşuma gitti hatta keyif aldım. :)) Kalemine sağlık.

  2. Nihbrin yazısı denebilecek bir yazı ve şöyle demeliyim ki yazıların Bİlim-Kurgu ögelerle süslendiğinde yazdığın diğer hikayelerden çok daha farklı ve kalteli bir eser çıkıyor ortaya. Ama yine de en farklısı sanırım okuyan herkesin hemfikir olacağı aşırı yüklü anime havası. Animelerin edebiyatla süslenmiş hali gibi.

    Hikayede de sonsuz tartışmalardan artık bıktım havasını sezmedim değil. Neden tartışıyorsunuz? Birbirinizi rahat bırakmak varken. diyor sanki.

    Ayrıntılardaysa hastalıktan güç almış bir hükümet (V For Vendetta, Ergo Proxy), savaştan da güç almış (Equilibrium), Baskıcı gibi geldi başlarda “mutlu ol bu bir emirdir.” (1984, Equilibrium), aynı zamanda bir şehrin içine kapatılmış (Ergo Proxy, Equilibrium ve yapaylık biraz; Truman Show). Distopya havasını inanılmaz bir güzellikte sonuna kadar götürüyor. Ama sonunda söylemliyim ki anime sohbetleri beni yine biraz hayal kırıklığına uğrattı. Mükemmel distopya, distopya içindeki insan psikolojisini irdelerken bir anda varlığı tartışmalı bir koruyucu, belki de bir tanrı vekili (Serial Experiments Lain :D) olduğunu anladığımız Selan ve öteki karakterin arasındaki nedeni biraz muallakta kalmış, düşmansı bir ilişkiye döndü.

    Başlarındaki hüzünlü, çelişkili ütopik hava sonlarda da aynı hızla devam etseydi keşke diyorum. Ama bu haliyle de yazarın müthiş üslubuortaya çıkıyor.

    Tebrik ediyorum, harika bir yazı 🙂

  3. Bilim-kurgu öğeleri ile süslü değişik bir hikaye olmuş. Ama okurken bayağı zorlandığımı da itiraf etmem gerek. Bazen durup bazı yerleri baştan okumam gerekti hatta. Yine de emeğinize sağlık.

  4. Şimdi fark ettim de Selan ismi ile Serial Experiments Lain’in çok benzer olması benim saçmalamam mı 😛

  5. Selan adı “cellar door” adlı ünlü uyaktan türetilmiştir tarafımca. Amras Ringeril’in geçtiğimiz günlerde forumda bana anımsattığı bir güzel ses öbeği sadece. Benzeyen bir başka sesi de duymak okuyucuda aynı hissi uyandıracak mı bunu test etmek istemiştim; benzerlik yetmiyor, “Cellar door” yahut “Salad or” şeklinde bir -r şart. Eğer ana karakter bir bayan olsaydı “Rossalar” adını alacaktı bunu da belirtmek istedim.

    Bu hikaye Magicalbronze’un seçkideki ‘birbirini takip eden hikayeler’ formu tarafımca örnek alınarak devam ettirilmek üzere orijinal halinden daha farklı bir hale getirildi. Sonraki ay “köle” teması altında aynen planladığım şekilde devamı umarım seçkide yerini alacak.

    Teşekkür ederim.

    p.s. Animelerden etkilenmeden yazmaya çalışmayı düşünmüştüm, ancak “dünyadaki herkes anime izleseydi savaşlar asla olmazdı” şeklinde biraz hippivari bir düşüncem var ve bunu uslubuma en uygun şekilde aktarmakta kararlıyım.

  6. Cümlelerin birbirleriyle olan anlam ilişkilerinin zayıf oluşu; yani tek bir cümlenin pek çok şey anlatıp atlaması ve cümlelerin uzunluk-kısalık uyumsuzluğu derin içerik ve farklı bir anlatım yaratmış olsa da akıcılığı tamamen feda etmiş. Bence bunu biraz daha dengelemelisin.
    Tema ise gayet iyiydi.

    Ve Özgür, o ne biçim bir yorum öyle, bana yapsan sinirlenirdim, resmen bu öykü çalıntıdır demişsin. Nihbrin in kendi fikirleridir hikayedekiler.

  7. Çalıntıdır demek değil benim kastettiğim. Orada söylemek istediğim, büyük ve kalitesi onaylanmış eserlerin anlatım güçlerine çok yakın iyi bir hikaye olduğuydu. Ütopya(distopya) kavramı zaten genelde birbirine benzer. Burda hikaye açısından da orijinallik var.

    O hikayelerin kalitesine yakın bir öykü deyip övmek istedim 😀

  8. Selamlar!

    Evet, evet. Aylar sonra oldu biraz farkındayım. Ama sondan gelip herkese yetişeceğim bence. 😛

    Hemen yorumuma geçeyim. Açıkçası böylesi bir başlangıç beklemiyordum. Bu kadar “fazlasını” da beklemiyordum diyebilirim. Göründüğünden daha fazlasını barındıran, son derece kaliteli bir giriş olmuş tebrik ederim.

    Okurken karakter tasvirlerinin azlığından olsa gerek, sürekli bir anime karakteri çağrıştırdı durdu bende. Herhalde senin anime tutkun, yazdıklarını okurken sürekli gözümde canlandı. Özellikle o avatarını Selan yerine koymadım değil. 😀

    Bilim kurgu yönü güçlüydü. Dönemin sosyal ve siyasal durumunu çok iyi anlatmışsın. Anlatım Arlinon’unda dediği gibi yer yer akıcılıktan uzaklaşıyor. Ama düşündüren kurgu insanı okumaya itiyor.

    Tebrik ederim, ben çok beğendim “Küre”yi. Yakın zamanda devam bölümlerini de okuyacağım, merak etme. 🙂

    Görüşmek üzere!

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *