Gün boyu Hap’ı düşünme isteğini bastırmaya çalışmaktan yorgun düşmüştü. Herkes için olduğu gibi kediler için de derin rüya vaktiydi. Mahallenin kedileri birbirlerine yaslanıp gövdelerini alabildiğine uzatmışlardı ve sımsıkı kapayıp istemsizce kırpıştırdıkları gözkapakları sonsuz çayırlardaki koşuşları düşlediklerini ele veriyordu. Kirası artık fazla geldiği için daha küçük bir yere taşınmak zorunda kalan bakkalın yeni dükkanının ve sokağa geç saatte gelenleri güneşliğinin ardından gizlice dikizleyen dul teyzenin evinin önüne arsızca uzanmışlardı. Neyse ki dul teyze de derin bir uykudaydı bu gece. Ayakta olan azınlık saatin gece üçü geçtiğini bilse de gece zamanın akmadığı bir boyutta sıkışıp kalmış gibiydi. Zaten zaman sadece uyanık kalmak için hep onu düşünenlere geçmek bilmezdi. İçinde durduk yere gelişiveren o basit ve anlamsız ve batıl bahislerden biri bir dakika içinde bir kedinin miyavlaması hâlinde Hap’ı bu gece yutabileceğini fısıldadı kulağına. Otuz saniyelik uzatma avansına karşın gelmedi beklediği ‘miyav’.
Çoğunluğun çıktığı saatte çıkmıştı tüm gün kelimelerle boğuştuğu işyerinden. Bir saat kadar sonra evi aradı. Açan olmadı. Yemek için kendisini beklememelerini, torpidoya attığı çiğ badem ve gün kurularından yiyip yemek işini o şekilde geçiştireceğini söyledi. Sonra, ancak üç kilometre daha ilerleyebildiği bir saat daha geçti. Kendi kendine konuşmaya devam etmezse delirebileceği düşüncesiyle dertlendi. Kenara çekip kontağı kapattı ve aracının kapılarını kilitlemeden Pasaj’a yürüdü. Şehirde herkes delirdiği için delilik de anlamını yitirmişti. Hap’ın herkese bir çözüm olup olamayacağını düşündü. Sağlam bir yağmur indirdi sonra. Şiddetli yağmurun bir sele dönüşüp tüm yapıları, araçları, kendisi de dahil tüm insanları ve onların dert olduğunu sandıkları dertlerini yıkayıp uzaklara götürmesini temenni etti. Artçı fondiplerin etkisiyle lisedeki edebiyat öğretmeninin bir deyişini anımsadı. Zihin panosuna mıhladı deyişi kolay geri çağrılsın için. Gecenin bir yarısı aynı yoldan geri döndüğünde aracının bıraktığı yerde olmadığını görüp sevindi. Bir an için beklentisinin gerçek olduğunu düşünse de yağmurlu akşamüzerinden sokaklara kalan yoğun benzin kokusunu, durmadan çalan sirenleri ve kornaları ve göğe yükselip orada balonlar gibi asılı kalan kavga seslerini duyduğunda yine huzursuzlandı. Bir ‘miyav’ duyabilmek için bir saat kadar bekledi. Beklediği gelmedi.
Arnavut Kaldırımı taşlarının döşeli olduğu yokuşu yalpalayarak, ses çıkarmamak için parmak uçlarında iner gibi indi. Kafası yükünü yeterince almış, hayatın anlamını çözdüğü düşüncesiyle aptalca sırıtırken anahtarı ancak üçüncü denemesinde sokabilmişti kapının deliğine. Anahtarı ve deliği düşünüp yılışık bir ifadeyle, “Biz ne anahtarlar soktuk be ne deliklere, sarhoşluk da neymiş!” diye bağırdı. Fazlasıyla yüksek bir tonda bağırmasa da apartman boşluğunda yankılandı sesi. Eliyle ağzını kapatıp, “Şşş, sus be sus, hayvan herif!” dedi kendi kendine. Sırf kendinin duyabileceği bir kahkaha attı sonra içten içe. Merdivenleri güçlükle çıkmaya başladı. “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenleri… Yoksa… Yoksa yuvarlanırsın….”. Yine anlamsız ve yılışık bir kahkaha, sonu at kişner gibi…
Uzun yıllar önce lise sıralarında dirsek çürüttüğü o günlerden birinde edebiyat öğretmeninin söylediklerinin bugünlerde içinde duymaya başladığı seslere bir anlam verebileceğini hiç düşünmemişti:
“Bir yazar eserini yazmaya koyulmadan önce yazacaklarını içinde duyumsar, asıl mücadelesi aslında kendi içinde bir kez yazıp bitirdiği eserini, yani duyumsadıklarını ikinci kez yazabilmesidir…”
Eve girip kıyafetlerini çıkarmadan kanepeye uzandı. Dünyalar güzeli karısı Ayda ve kızı Peri diğer kanepeye kıvrılmış, birbirlerine sarılıp uyuyakalmışlardı. Onları kaldırıp yerlerine yatırdıktan ve yanaklarına birer öpücük kondurduktan sonra çalışma masasına geçti. Boş ve beyaz bir sayfaya bakıp geçmişi düşünürken öğretmeninin kelimeleri kafasının içinde dönüp durmaya devam ediyordu. Bugüne kadar kaç öyküyü, romanı ve filmi içinde bitirip kağıtlara aktaramadığını, onları yeniden yazamadığını düşündü. O an Hap yeniden anımsattı kendini. Belki de onları tekrar anımsamasına yardımcı olabilecek yegâne şey olabilirdi Hap. Sihirli bir anımsatıcı, bir ‘hub’!
Buzdolabına yürüdü. Üç kat streç filmle sardığı şeffaf ve turuncu renkli Hap’ı çıkarıp tavandaki ışığa doğru tuttu ve ona bir süre dikkatle baktı. Bu kadar zayıf olmamalıydı. Gün boyu verdiği mücadeleyi düşündü. Hap’ı lavaboya fırlatıp suyu sonuna kadar açtı. Lavabonun süzgecinden geçip giden Hap buldu yolunu.
Masaya geri döndü. Lambayı açtı. Boş sayfaya tekrar bakmaya başladığında derinlerden gelen bir uğultu duydu. Perdeyi araladı. Gökyüzüne baktığında birbirlerine eşit mesafede duran devasa kapsülleri gördü. Hap’la aynı şekle, dokuya ve renge sahiptiler. Şeffaf ve yumuşak ve turuncu. Camı açtığında tuhaf seslerini ilk kez duymuştu. Gecenin geç saatlerinde camı ne zaman açacak olsa duyduğu, kentin uğultusuna benzer derin bir uğultudan ibaretti çıkardıkları seslerin bütünü. Kapsüller gözün tam olarak algılayamayacağı bir yavaşlıkta yere iniyorlardı. Karısının ve kızının uyuduklarına emin olduktan sonra televizyonu açtı. Kanallar durumu son dakika gelişmesi olarak kırmızı bantlarla ve ilçelere gönderdikleri canlı yayın araçlarıyla aktarıyorlardı.
Bir kaç gün sonra, herkes kapsülleri konuşmaya başladığında ve sonrasında kapsüller magazin haberlerine kadar düştüğünde geldi bilim insanlarının müdahalesi. Bomba imha ekipleri özel kıyafetleriyle kapsüllerden birinin yanına kadar gelmiş, önceden belirlenmiş cihazlarıyla ana kapsülden parça almayı başarabilmişlerdi. Bir nevi biyopsi yapılmış, kapsüllerin dev antidepresanlar oldukları konusunda hemfikir olunmuştu.
Haberin sosyal medyada yayıldığı gece gökyüzüne yükselen bir kedi miyavlaması duydu. Camdaki aksine bakıp ağzını iyice açtığında dişlerinin yerinde lavabo giderinin metal parçalarının olduğunu gördü. Cama yansıyan görüntüsü lisedeki tıfıl hâliydi. Bir hologram gibiydi. Lisede içine düştüğü karşılıksız sevdasını takip eden aylarda kimseyle konuşmadığı için götürüldüğü hipnoz uzmanı psikologun kucağındaki kedinin miyavlayışını anımsadı. Şartlı koşullanmıştı.
Bekâr evinin özendiği tek eşyası olan kitaplığından lise yıllığını aldı.
Sınıf arkadaşı olan güzel Ayda’nın resmine uzun uzun baktı.
Merhaba, seçkide iki öykünüz daha varmış. Onları da en kısa zamanda okuyacağım.
Öykünüzü çok beğendim. Konusu, atmosferi, anlatımı, dili hatta öykünün adını çok beğendim. Hatta birkaç kez okudum kısa olması avantaj oldu burada. Bu kısalıkta bir öyküyü güzel doldurmuşsunuz.
Karakterin depresyon geçmişini düşününce aklıma takıldı ve final sahnesi de biraz muallakta bıraktı beni.
Yani “Ayda” ve “Peri” gerçek mi, değil mi sayın yazar? 🙂 İki türlü de çok hoş bir hikaye.
Sonraki seçkide de yazmanızı isterim açıkçası. Kaleminize sağlık.
Merhaba, Ayda ve Peri geçmişte olası görünüp gerçekleşmemiş bir geleceğin karakterin zihnindeki yansımaları…
Güzel yorumlarınız için teşekkür ederim 😉
Tebrikler, her kelimesiyle çok güzeldi. Kedileri de çok severim hani 🙂 Elinize sağlık.
Yorumunuz için teşekkür ederim, kedi sevmeyenin başka herhangi bir şeyi sevmesi pek mümkün değil sanki…
Merhaba, bir iki küçük pürüz dışında ki onlar da göze batmayacak küçük ayrıntılar. Güzel akıcı kısa ama en önemli şey ise içinin dolu olması. Elinize sağlık, güzel olmuş. Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…
Teşekkürler…
Merhabalar.
Güzel bir durum öyküsü olmuş. Karakterin karmaşık hissiyatını, dağınık zihnini yine muğlâk bir atmosferle okura sunmuşsunuz.
Müsaadenizle bir de eleştiri getireyim. Belirli olaylar silsilesini aktarmak gayesiyle yazılmayıp, sizinki gibi hayatın bir kesitinin anlatıldığı öykülerde asıl amaç duyguyu aktarmak olduğu için bence akıcılık ve dilin doğru kullanımı bir kat daha önem kazanıyor. Ufak tefek kelime hataları veya akışı bozan ifadeler okuyucuyu aktarılmak istenen duygudan çok kolay uzaklaştırabiliyor. Akıcılık bozulduğunda duygusal kopma da yaşanabiliyor. Belki bu konuya biraz daha eğilebilirsiniz.
Merhaba, eleştiriler için teşekkür ederim, öyküyü gönderimin son günü yazdığım için diğerlerinde yaptığım gibi üzerine uyuma şansım olmadı 😉