Küçücüktüm, Pinokyo en sevdiğim öyküydü, annem okurdu titrek sesiyle her gece bana. Geppeto ustaya çok özenirdim, nasıl da kuklalar yapıyordu. Pinokyo ise bazen küçük yalanlar söylüyordu ve her yalan da burnu uzuyordu ne yazık ki. Ben asla Pinokyo gibi yalan söylemeyeceğim diye söz verirdim, o güzel gözlü kadına. Annelere, hele benim ki gibi buğulu bakan anneye yalan söylenemezdi hem de. Kitap okumadığı zamanlarda da usul usul bir şarkı söylerdi kulağıma, kimselerin duymayacağı bir sesle, gidemem, gidemem, diye, ninni gibi, uyumak istemezdim, ama yenilirdim her seferinde, uyuyuverirdim.
O gece yine Pinokyo’yu ve maceralarını okumuştuk, annem artık başka bir kitap okusak diyordu, bu yaramaz kukla çocuktan bıkmıştı galiba. Uyuyup kalmışım annemin ayrılışını bile hatırlamıyorum başucumdan. İşte o gecenin sabahında, rüyamda tam Pinokyo insan olacakken, evdeki çığlıklar geldi kulağıma. Yorganı üstüme çekip görünmez çocuk oluverdim hemencecik. Bağırış çağırışlar bitmiyordu bir türlü. Sonra da yataktan çıkmayı düşündüm, ama elim ayağımda binlerce karınca geziyordu, çıkamadım. İşte o sabah, komşunun horozunun bile korkudan ötemediği o sabah, babamın koca sesinin, annemin ne olur vurma diye inlemelerinin duyulduğu o sabah, babamın annemi sokağa attığı o karanlık sabah. Oysa nasıl da kar yağıyordu lapa lapa dışarıda, ya annem hasta olursa diye korktuğum sabah…Karlı günleri de sevemedim bir daha, o havuç burunlu kardan adamı da. İşte o uğursuz sabahtan sonra göremedim o buğulu gözlü kadını bir daha. Hep ıslak gözle bakan güzel annem neredeydin sen şimdi?
Birkaç gün geçip de dönmeyince eve, nerede, dedim babaanneme, nerede benim annem. Kötü kadın oldu, senin annen, dedi bana. Terk etti seni, diye de ekledi. Uzadı uzadı burnu babaannemin, çarptı duvara, ah dedi, ah dedi, kendisi bile anlamadı canı neden acıdı.
Babamın ortadan yok olmasına ise seviniyordum. Kocaman elleri vardı onun, kulaklarıma yapışan, kocaman tekmeleri vardı onun, kapıları kıran. O da gelmiyordu ne zamandır evimize. Sokakta çocuklar arkamdan konuşuyorlardı, duyuyordum. Babası hapse girmiş, diye. Hiç umurumda değildi, babama üzülmüyordum da, çocuklar benimle alay ediyorlar, benimle oynamıyorlar diye üzülüyordum. Annemi ise özleyip özleyip ağlıyordum, yastığımın altında, nefes alamayacağım diye korkuyordum sonra da.
Kaç zaman sonra bilemedim, bir gün babam elinde bir dolu poşetle geldi eve. Sanki hiç gitmemiş bu evden, sanki annem de hiç olmamış bu evde gibi. Türlü türlü yiyecekler, bana çikolatalar, şekerler, tabanca, top, bir de neşeli mi neşeli. Ama ben onu öpmedim bile, kucağına da koşmadım. Sadece, neredeydin, dedim ona hesap sorar gibi. Neredeydin? Bir cesaret bende, ben bile şaşırdım kendi sesime. Hesap mı soruyorsun lan, deyip bir tokat atar suratıma diye beklerken, gayet yumuşak bir sesle, Şoför gittim oğlum, sana okul kıyafetleri alayım diye, demez mi? Uzadı burnu, uzadı, yakınındaydım, az daha gözümü çıkaracaktı.
Annem nerede, nerede annem, dedim yine, minicik boyumla sanırsınız ki ben bir korkusuz şövalyeydim o anda. Şaşırdı, baktı öylece. Elimle kafamı kolladım yine, annen terk etti bizi, deyiverdi. Yine uzamaya başladı burnu. Yalancı, işte burnun uzuyor, yalan söylüyorsun diye bağırmaya başladım çığlıklarla. Tekmelemeye başladım bacaklarını. Bu sefer okkalı bir tokat geldi suratımın ortasına, bir de yumruk gözüme. İşte babam çıktı ortaya dedim. Suratımda alev alev bir tokat izi, açtım kapıyı, koştum, sokaklara dalıp çıktım, nereye gittiğimi bilmeden. Peşimden koştular sanki bir ara, ama sonra gözden kaybolmuştum. Ta ki bir gece bekçisi beni bir kapı eşiğinde uyurken bulana dek. Aldı beni götürdü karakola bekçi amca, başladılar sormaya. Baban nerede, diye sordular önce. Babam öldü, dedim onlara.Ah burnum acıdı birden, uzuyordu burnum milim milim. Yok yok, ölmedi dedim, korkudan. Adını verdim babamın. Annemin adını da verdim onlara, belki yerini biliyorlardır diye.
Suratımdaki kırmızı tokat izi ve gözümdeki morluk dikkatlerini çekince, kim yaptı bunları dedi polis amca. Kavga ettim arkadaşımla diyordum ki, burnum uzamaya başlayınca yine doğruyu söyleyiverdim. Babam dedim. Akıllanmamış bu adam, dediler kızgınlıkla. Çocuğu annesine götürün, dedi. Kulaklarıma inanamadım, Annesine götürün dedi, annesine… Ah, dünyalar benim olmuştu, dünyanın bütün çikolataları, bütün demir arabaları bana verilmişti sanki. Annesine götürün, dedi polis amca, annesine…
Üzerindeki lambada kırmızılı beyazlı ışıklar yanıp sönen, keşke çocuklar beni görseydi bu arabada, çok hava atardım onlara diye düşündüğüm bir polis arabasına bindik. Az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik sanki. Bir ara uyuklamışım bile. O polis arabasıyla evlerin üzerinden uça uça gidiyorduk, sokak aralarındaki hırsızları, evlerin içindeki kızgın babaları bir bir tespit edip kulaklarını çekiyorduk, dudağı patlamış annelere ilaç bırakıyor, korkudan ağlayan çocuklara horoz şeker veriyorduk. Tam o sırada uyandırdı polis amcalar beni. Üç katlı, Mor Çatılı bir evin önündeydik. Çatılar kırmızı olmaz mıydı şaşırdım? Evin her penceresinden birkaç kadın bakıyordu bize, uçuşan beyaz tüllerin ardından, ıslak ve mor gözlerle…
Kapının önünde ise beni dünyanın en, en güzel kadını, mor ama buğulu gözlerle bakan kadını bekliyordu. Koştum sımsıkı sarıldım bacaklarına. Beraberce, el ele girerken, mor çatılı eve, soruyordum ona. Bana Pinokyo’yu okur musun anneciğim?
Merhaba,
Çok etkileyici, duygusu güçlü bir öykü olmuş.
Ellerinize sağlık.
Sevgiler.
Selamlar. Hikayenizi okurken bir çocuktan dinliyormuş hissine kapıldım. Bu anlamda anlatıcı uyumunu sadelikle geçirdiniz bir okurunuza. Türkiye’de kadın olmayı ve kadının ötesine geçip de bir çocuğun gözüyle kadını, anneyi ve erkeğin üstün görüldüğü aile tipini bu kısacık öyküye sığdırmanız da etkileyiciydi.
Yüreğinize sağlık. Ben de yıllar önce yazdığım ve maalesef hâlâ geçerliliğini koruyan bir şiirimi paylaşmak istedim. Sevgi ve saygılar…
KADIN
“Her kadın üzüm gibi tatlıdır
Marifet şarap olabilmekte”
Şimdi çelişiyor kendimle yazdıklarım
Her gün bir anne, bir sevgili, bir eş
Gözü açık gidiyor mezarını kazdıklarım
Yaradılışımdan mı bahşedildi almak tadını?
Güç, para, cesaret mi elde ettirir kadını?
Gücüm yok, çulsuzum, sol yanım ürkek
Boşuna adalet bekleme kadınım
Kanun koyucular da erkek