Ademelmasından göğsüne dek uzanan çizgi, esmer teninde oldukça belirginleşiyor, Vitae ile Mortem arasındaki sınırı anımsatıyordu. Vitae’den ayrılmak zorunda kaldığında henüz on dokuz yaşındaydı. Lepiska saçlarını gün ışığına doğru savurmuş, kan kırmızısı gözlerinden korkuyu silmiş, öyle yürümüştü Mortem’e. Onu bir daha göremeyecek olmanın acısını yaşayan kimse yoktu.
(Çağlar öncesinden beri kaynayan kazanlar ve onun muktedir bekçileri… Kimi kadın kimi erkek… Hem ne fark eder, kim oldukları? Onları yakından ilgilendiren tek bir şey var: Ölüm. Kimsenin haberi olmadan, asırlardır bir not bırakırlar kişinin başucuna: Son hazırlıklarını yap. Zaman geldi!)
Halitus, notu gördüğünde hiç şaşırmadı. Etrafına bakındı, yapacak bir şeyi yoktu. Hırkasını giydi, çarıklarını geçirdi ayağına. Hazırlık tamam, tamam işte! Annesinin ve babasının Mortem’de olduğunu duymuştu; fakat ne önemi vardı bunun? Onu henüz dokuz yaşındayken bırakıp gitmemişler miydi? O zamandan bu yana yalnızca ustasıyla konuşmuştu. Küçücük diyaloglar… Yani sadece getir götür işleri… Para kazanamazsa yaşayamazdı. Mecburdu.
Kasabanın çıkışına gelmek üzereyken mezarlarla karşılaştı. Sarp kayalıkların, yeşil ve bodur otların çevrelediği, asla güneş almayan Tenebris… Kulak misafiri olduğu birkaç sohbette duymuştu adını; fakat kasaba civarından uzaklaşmadığı için hiç görmemişti. Onlar ölmediler, çürüdüler, diye geçirdi içinden.
(Timor, kazanların bekçileri ile cesurca çarpışmış ve bir şekilde kaçmayı başardıktan sonra Numunis tarafından cezalandırılmıştı. Dört bir yanda yankılanan sesiyle şöyle dedi Numunis: Ölmek yerine çürümeyi seçtin Timor!)
Halitus düşündü, mecbur muydu buna? Mortem’de onu ne bekliyordu? Haklıydı Timor, asırlardır neden boyun eğiyorlardı Numunis’e? Mezarların arasına girdi, dolanmaya başladı. Gün bitene dek sınıra ulaşmazsa neler olacağını tahmin edebiliyordu.
(Kazanın içinde günahlarından arınıyordu, yaşadığını düşünenler. Bir girdap içinde kavruluyorlardı.)
Zaman doldu! Halitus, bekçilerin etrafta çınlayan seslerinden arandığını anlamıştı. Numunis çok sinirlenmiş olmalı, diye mırıldandı. Sessizce mezarların arasında yürümeye devam etti. Ta ki bekçilerden biriyle karşılaşana dek… Efsunlu havadan soludu, olduğu yere yığılıverdi Halitus. Gözlerini açtığında kasabanın orta yerinde yatarken buldu kendini. Nereden geldiği anlaşılmayan gür sesiyle bağırıyordu Numunis:
– Çürümeyi seçtin!
Sağına soluna göz attı, lanet olası bekçiler! Dört bir yanı sarılmıştı. Dikkatlice birinin ayağına bakmaya başladı. Bekçi, işkillenip ondan gözünü ayırdığı anda olduğu yerden fırlayıverdi Halitus. Sınıra doğru koşuyordu. Tüm halk ve bekçiler de onun peşinden koşmaya başladı. Numunis’in sesini duydu:
– Çürümek için koş Halitus!
Sınıra vardığında duraksadı. Kazanlar? Kazanlar boştu. Peki ya Mortem’i görmeli miydi? Bu ne biçim bir soruydu böyle (!) Devam etti koşmaya. Birkaç tepeyi aştıktan sonra en yüksek olanın zirvesinde durup Mortem’e baktı. Hiç durmadan çalışan insanlar… Ölmek, dedi ve gülümseyerek devam etti:
– Ölmek, bu olsa gerek.
Hayal meyal hatırladığı annesinin ve babasının tüm çalışanların üstünde bir yerde durduğunu gördü. Yanlarına koştu ve karşılarına geçip konuşmaya başladı:
– Bana borçlusunuz! Borçlusunuz! Uyandırın şu insanları!
Yapmadılar. Babası, Halitus’u kaçmasın diye sıkıca tutarak bekledi. Ardından, Halitus ne olduğunu anlamadan dizlerinin üstüne çöktüler: Efendimiz Numunis… Bu da neydi böyle? Ne dört bir yandan duyulan sesi vardı ne de bir yüceliği. Basitti işte, insandı. Halk, sevdiklerinin yanına koşturdu. Bazıları aradığını bulamadığından, bazıları iste seviçten ağlıyordu. Bağırdı Halitus:
– İşte Numunis! Tanıyın onu!
Yaşayanlar ve ölüler… Hepsi birden başını kaldırıp sesin geldiği yere baktılar. Kısa bir süre sonra tozu dumana katan bir koşuşturma başladı. Numunis, bekçiler ve Halitus’un “ailesi” arkalarına bakmadan kaçmaya başladılar. Halk onları ele geçirdiğinde, her şey Halitus’un ağzından çıkacak birkaç cümleye bakıyordu:
– Gece gündüz çalışacaklar! Artık onlar öldü. Biz yaşıyoruz dostlarım! Başka dünya yok. Yok!
(Mortem’in diğer ucunda bulunan mezarlık: Girdap Mezarlığı. Ölenlerin çürümeye bırakıldığı yer…)
Hayat ve Ölüm. Vitae ve Mortem… güzel J Asla Güneş almayan Tenebris… Lux in Tenebris… Light in Darkness… Daha da güzel J… Önceki öykünde de Lethe’yi kullanmıştın. Yunan Mitolojisi ve Latinceyi sevdiğin, özenli çalıştığın belli oluyor. Tebrikler. Hikayeye bu şekilde katmanlar eklemen çok yerinde olmuş. Kahramanın Vitae’deki yaşamı hakkında sadece beş cümle kurmuşsun. İkisi biraz birbirinden kopuk olmuş sanki. Belki cimri davranıp kelimeleri kendine sakladın? Ailesinin ölümü sonrasında Ustasının yanına nasıl geldiğini, ilişkilerini biraz daha betimlesen o kısımda da bir bütünlük hissiyatı verebilirdin. Onun dışında parantez içlerinde verdiğin bilgiler sanki kurguladığın gerçekliğin bir yerinde antik taşlarda yazan eski tip öğretilere benziyor. Başka bir yapıda göze batacak olan bu detay hikayeyle bütünleşip onun iskelet sistemini oluşturmuş. Çok yerinde bir tercih. Kesinlikle çok beğendim.
“Annesi ve Babasının Mortem’de olduğunu duymak?” ifadesi ise eğer senin için Mortem Ölüler Diyarı ise bir kişinin ölü olup olmadığını “Duymak” yerine “Bilmek” ya da “Ona bunun söylenmiş olması” daha doğru bir kullanım olabilirdi. Çünkü ailesinden kesin bir şekilde ayrıldığını, Ustasının onu yetiştirdiğini söylediğinde, ailesini kaybettiği izlenimini vermiştin. Sonrasını bir kaç kez okumam gerekti. Aklımdaki sorular: Tenebris-karanlık ülke kasabanın yanındaki mezarlık mı? Diğer taraf – Mortem- Ölüler Diyarı – Kasabanın sınırında mı? Parantez içindeki yazıdan anladığım kadarıyla Timor Numunis’e karşı gelip Kazana girip tam olarak ölü sayılmayınca çürümeyi seçmiş. Nerede çürüyor, Ölüler diyarında mı yoksa Kasabaya geri dönecek mi?
“Mezarların arasına girdi, dolanmaya başladı. Gün bitene dek sınıra ulaşmazsa neler olacağını tahmin edebiliyordu.” Ve “Zaman doldu! Halitus, bekçilerin etrafta çınlayan seslerinden arandığını anlamıştı. Numunis çok sinirlenmiş olmalı, diye mırıldandı.” Arasında kahramanın niyetini daha açık belirtmen ifadeyi netleştirebilirdi sanki? “…olacağını tahmin edebiliyordu. Ancak, çok da umursadığı söylenemezdi.” Gibi? Neden bayılınca mezarlıktan kasabaya geri döndü diye de sordum kendime…
Kahraman nöbetçinin ayağına bakıyor, belli ki dikkat çekmemek için? Ancak o zaman boynunu da bükmeli, karşısındakine kazandığını hissettirmeli diye düşünüyorum. Nöbetçinin “işkillenmesi” ve ondan gözünü ayırması ise biraz olmamış sanki. İşkillenmek; şüphelenmek, huylanmak gibi bir anlamı çağrıştırıyor. Belki senin aradığın bağlantı, “İlgisini kaybetti, yüzünü buruşturup öte yana baktı veya biraz daha kurgusal düşünürsek; sonraki bölümde nereden geldikleri, niye kahramana katıldıkları belli olmayan halkın, her hangi bir sebeple ayaklandığı için (sanki kahramana destek olmak için ve belki haksızlığa ve zulme karşı çıkmak gibi bir evrenel sebeple) nöbetçi o taraf yönelmiş olabilirdi”. daha uygun bir yapı olabilirdi? Ne dersin?
“(!) Devam etti koşmaya.” Burada sınırı geçiyor sanırım? Emin olamadım. Bundan sonra Annesi ve Babasını hayal meyal hatırlıyorsa nasıl hemen bulabiliyor? Onlara Borçlu ise bence yüzlerini aklına kazımış olması daha olası sanki?
Halk – hikayeden yaşayan yaşayan insanlar olduğunu anlıyorum – Sınırı nasıl ve neden geçtiler? Numunis’in özelliksiz biri olduğunu nasıl anladın? O kadar güçlü olan bir tanrı – sanırım- halk ayaklanmasıyla nasıl kolayca kaçıp gidebildi?
Son kısım biraz daha elden geçebilir bence. Hikaye çok güzel. Belki benim bilmediği mitolojik bir öyküden esnlenme olabilir ve cevapların hepsi oradadır Bir de Dante’nin İlahi Komedyasını ve Ardavirâfnâme için yapılan karşılaştırmalı çalışmaları okumak istersin. Öykünün çerçevesi üzerinde ileride çalışmayı düşünürsen faydalı olacağını düşünüyorum. Her ikisinde de çok güzel araf tasvirleri var. Herşeye rağmen, ben yine de çok beğendim. Elinize ve Düş Gücünüze sağlık.
Öncelikle değerli yorumun için çok teşekkür ederim. Ben de özenle okuyup özenle cevap vermeye çalışacağım. Biraz geciktim cevap için, affola.
Vitae’deki yaşamı hakkında kısıtlı bir bilgi verdiğim konusunda kesinlikle haklısın. Aslında vurgulamak istediğim şey Halitus’un kimseyle doğru düzgün sayılabilecek bir ilişkiye ya da sohbete sahip olmamasıydı. Fakat dediğin gibi daha çok ayrıntıya girseydim, böyle bir kopukluk yaşamazdı öykü.
Mortem, evet ölüler diyarı; fakat Vitae’de yaşayanlara göre… Yani aslında Mortem’de yaşayanlar ölüler değil, yalnızca çalışmaları için asırlardır kandırılmış insanlar. Mortem ile Vitae arasında bir sınır çizgisi var. Bu sınır çizgisinde de daimi olarak bekçiler duruyor. Timor, bu bekçilerle savaşıp kurtulduktan sonra kasabaya (Vitae) doğru kaçmaya çalışıyor; fakat yakalanıyor ve gerçekten öldürülüyor Numunis tarafından. Tenebris’e gömülüyor. Aslında Numunis, burada “çürümek” kelimesiyle onun normalde Mortem’de yaşayacağını; fakat kaçarak çürümeyi seçtiğini söylüyor. Tabii Timor tek kaçmaya çalışan değil, böyle birçok insan var. Mortem’de ölenler ise Girdap Mezarlığına gömülüyor. Vitae’deki insanlar “ferman” almadıkça Mortem’e ve onun daha da ötesinde bulunan Girdap Mezarlığına ulaşamadıkları için gerçekten haberdar değiller. Yani Mortem’e gitmek, ölüm olarak niteleniyor.
“Mezarlığın arasında dolaşırken kahramanın niyetini belli etmek” konusunda kesinlikle haklısın. Biraz daha betimlemeyle ayrıntıya yer verseydim, daha başarılı olurdu. Bayıldıktan sonra bekçiler tarafından kasaba meydanına getiriliyor; ona yapılacaklar görülsün diye. Tabii burada yine benim anlatımımda eksiklik var. 🙂
Kahramanın bekçilerden birinin ayağına bakmasının sebebi, aksine bekçinin dikkatini dağıtmak… Yani bekçinin ayağına bu denli dikkatlice baktıktan sonra bekçi de ayağında bir şey olabileceğini düşünerek, “işkillenerek” o yöne doğru bakıyor. Fakat, yaptığın önermeyi düşününce hikayenin çok daha oturaklı bir hale geleceğini kavrıyorum. Sana katılıyorum. Böylece okuyucuda da, halkın “kahramana destek olmak için ve belki haksızlığa ve zulme karşı çıkmak gibi bir evrensel sebeple” ayaklandığı hissiyatını daha iyi verebilirdim.
Evet, orada sınırı aşıyor. 🙂 Annesi ve babası onu terk ettiğinde dokuz yaşında. Onu terk edip gidiyorlar ve daha sonrasında Mortem’e çağırılıyorlar. Annesi ve babası, Halitus’a borçlu, terk ettikleri için… En son dokuz yaşında gördüğü hayal meyal yüzleri şimdiki halleriyle birleştirince kafasında oturtuyor Halitus. Ben böyle düşünmüştüm yani.
Halk, sınırı Halitus’un peşinden geçiyor. Aslında en başında yalnızca meraktan… Bekçiler de o sırada Halitus’u yakalamak için sınırı terk ettiklerinden dolayı rahatlıkla geçebiliyorlar. Mortem’de sevdiklerini gördükten sonra da deyim yerindeyse “film kopuyor.” Bir “aydınlanma” da denilebilir. Numunis, bu zamana kadar sadece palavralarla, halkın onu Tanrı gibi hissetmesini sağlamış. Aslen, vasıfsız bir adam ve hatta “patron…” Halk (Hem Vitae halkı hem de Mortem), kaos içerisinde durumun böyle olduğunu kavrayınca, ayaklanıyor ve Numunis’i deviriyor.
Yapıcı eleştirin için çok teşekkür ederim. Öyküyü yeniden elden geçireceğim. Sevgiler… 🙂