İnsanoğlunun huyundan mıdır bilinmez ama karanlığın aksine aydınlık çağlarda, aydınlık pek sevilmezdi. Aydınlık, detayları gün yüzüne çıkartırdı; yaraları, izleri, çirkinlikleri ve pikseli.
“Anne !” diye seslendi daha okumayı yazmayı bile sökemeden kel kalmış oğlan. Annesinin ona doğrulmasını beklemeden başucundaki kitabı kapıp annesinin yanına gitti. Annesinden masalı okumasını istedi. Annesi siyah saçlı uzun bir kadındı ve oğlu Ozan’ı çok severdi ancak masalı okuma yanlısı değildi çünkü masalı hoşuna gitmemesine rağmen aylarca okumuştu. Ozan’ın ısrarlarına dayanamadı, hiç konuşmadan kitabı aldı ve yatağın başındaki sandalyede oğlunun yatağa gelmesini bekledi isteksiz bir şekilde. Ozan yatağa uzanır uzanmaz başladı okumaya…
Masalda, babaları istemese dahi iki kardeşin yavaş yavaş pikselleşen babalarını kurtarma çabaları anlatılıyordu. Babaları istemiyordu çünkü pikselleşerek ölen insan kaybettiği yılları, canlılığını çevresindekilere dağıtırdı ama çocuklar durmaksızın çözüm arıyorlardı. Karınca yuvasından çıkan japon balığının anlattığına göre pikselin tek panzehiri yaşayan son uçan balonun içindeki gazdı. Masalın sonunda kardeşler yaşayan son balonu bulup babalarına götürüyorlar fakat balonu öldürmeye acıdıkları için balon yavaş yavaş pikselleşip kendini patlatıyor, odaya yayılan gaz sayesinde babası gittikçe artan piksel görüntüsünden kurtuluyor ve masal klasik bir mutlu sonla bitiyor.
“Anne izin ver senin için balon aramaya çıkayım, lütfen! ” dedi kel oğlan annesine. Annesi gerçek dünyada canlı balonlar olmadığını, masalların uydurmaca olduğunu, pikselliğin çözümü olmadığını homurdandı. Ozan durumu kabullenemiyor annesinin daha da pikselleşmesini istemiyordu çünkü sonunu biliyordu.
“Eğer anneni kurtarmak istiyorsan ejderha dağı tepesine gitmelisin. “ dedi japon balığı oğlana. Ozan dağın nerede olduğunu sorarken rüyasından uyandı ve her şeyin rüya olduğunu farkedince büyük hayal kırıklığına uğradı. Lakin anlık bir cesaretle annesi uyurken evden kaçtı ve dağı aramaya koyuldu. Şehirden uzaklaşmışken bir karınca deliği yuvası gördü deliğin çevresinde hiç karınca yoktu fakat gözlerini oğlana dikmiş sarı bir kurbağa vardı. “Ejderha dağı tepesine gitmek isteyen çocuk sen misin ?” dedi. Ozan hafif ürkmüştü fakat yüzünde heyecandan kaynaklı bir tebessümle başını aşağı yukarı sallayarak onayladı. “Beni takip et.” diye homurdandı kurbağa ve karınca deliğinden içeri girdi ardından sonsuz bir ışık çıkagelmişti. Oğlan ışığa doğru yürüdü hiçbir şey görmüyordu ve gözünü açtığında evindeydi. Annesi ağlıyordu piksellikten dolayı o kadar bulanık olmuştu ki ağladığını çıkarttığı seslerden anlayabilmişti küçük oğlan. Annesi çocuğu yanına çağırdı ve konuşmaya başladı.
“Sakın üzülme benim güzel yavrum, dünyanın kanunu budur; doğar, büyür, pikselleşir ve ölürüz. Ben seni piksel dünyasında bekliyor olacağım, teyzenle konuştum artık kuzenlerinde kalacaksın. Şunu da unutma ki; eğer yakından bakarsan her insanda pikseli görebilirsin !” dedi. Ağlama sırası artık oğlandaydı, annesi kahkaha sesleriyle piksel piksel oldu, daha da piksel piksel oldu en sonun da o kadar pikselleşti ki artık odaya, dünyaya yayılan bir gaz gibi dağılıp kayboldu. Oğlan durmadan ağlarken teyzesi odaya girdi ve “ Senin ne güzel saçların varmış öyle” diyerek gülümsedi. Oğlan elini saçına götürdü onları okşadı. Saçından bir tel koparıp baktı, siyah saçını görünce ağlayışlarının arasına bir tebessüm sıkıştırdı.
merhaba, yazarın oldukça genç olduğunu düşünüyorum. öyküde güzel fikirler var ama biraz daha işlenmeye, ayıklanmaya ve bütünlük sağlamaya ihtiyacı var bu öykünün.
Pikselleşme fikri, ya da ölen kişilerin geride kalanlara verdikleri şeyler gibi güzel fikirler var. Hatta arada annenin çocuğa okuduğu masal bana göre öykünün önüne bile geçmiş. Üzerinde çalışmak lazım. Kaleminize sağlık.
Böyle güzel bir konu bu kadar kısa bir öyküyü hak etmiyor.
Biraz daha uzun olsa ve uğraşılsa gerçekten güzel bir öykü çıkacakmış. Yine de samimi buldum. Çocukların dünyasını güzel yansıtmışsınız.
Hayalgücü ve konu güzel ama daha fazla çalışmanız lazım.
Üslubunuz yerinde, yazıya aşina olduğunuz belli. Duru, kısa ve güzel bir öyküydü.
Konular da tek tek ele alınca hiç fena değil. Fakat bu kadar sık hikayeden hikayede geçişler, sanki biraz heyecanın etkisiymiş gibi gözüküyor. İleriki seçkilerde öykülerinizi okuyabilirsek seçmiş olduğunuz yolun sebebini görebiliriz.
Elinize sağlık.