Kıtanın kuzeyindeki en geniş topraklara sahip imparatorluk Bambu imparatorluğudur. İmparatorluk adını kıtanın ormanlık alanlarında yetişen, kadim, kamışa benzer , içi boş, yeşil bitkilerden alır. Bambunun özelliği ise yakıt olarak kullanılmasıdır. Bambular her mevsim bulunur, çabuk uzar ve ziyadesiyle serttir. Köylüler haftada bir kamışları toplar ve aynı hafta içerisinde büyük taşlarla eze eze suyunu çıkarır. Haftanın sonunda imparatorluğun merkezinden gelen vagonlara şişe şişe bambu suyunu doldururlar. Vagonda ne kadar ağırlık oluşursa o kadar yere bitişir. Vagonlarda ki tartı sistemi sayesinde ödenecek para miktarı hesaplanır, en son vagonda açılan kasadan bambu suyunun parası köylülere ödenir.
İmparatorluğun merkezi ise devasa motorlarla doludur, hepsi yıllardır sorunsuz çalışıp tüm ülkeye elektrik dağıtır. Uzun yıllardır tüm sistem böyle işler gider, ben ise vagonlarda güvenliği sağlarım. Kıtanın en ahlaksız, en cahil, en bela köyüne giden vagonlarda haftada bir sabahtan köye uğrar akşama kadar köyde dolaşır arkadaşlarımı ziyaret eder gece olunca da vagona atlayıp imparatorluğun merkezine kadar makinistle birlikte yata yata yol alırım. Üç yıldır bu işi yapıyorum ve başıma gelmeyen kalmadı. Bir keresinde vagonun kasasını söküp tüm parayı almaya çalışmışlardı da havaya iki el ateş edince çil yavrusu gibi dağılmışlardı. Bir keresinde de sağlam kapatmadıkları için şişelerden bambu suları sızmış, raylarla teker arasına kadar ulaşınca küçücük bir kıvılcımdan tutuşup vagonun yarısını kül etmişti. Tek yapmaları gereken şu şişeleri adam akıllı kapatmak iken bunu bile beceremeyecek kadar salak mahluklardır. En son ziyaretimde de içlerinden biri hak ettiğinden daha az para aldığını iddia ederek beni belindeki bıçakla tehdit etmeye kalktı. Tabancamın son mermisine kadar ateş ettim adama. Eğer bu şansı kaçırsaydım diğerleri de bundan güç alıp bana dayılanmaya kalkabilirdi. Hem yıllar içinde biriken sinirimi de boşalttım mermilerle beraber.
Ama son zamanlarda köyde daha ilginç olaylar yaşanmış. Köylülerden genç bir arkadaş grubu gece nehir kenarında içki sofrasında birbirlerine küfür edip, türküler çığırırken bambuların arasından çıkan beyaz ve siyah renklerde tüyleri, uzun pençeleri ve kocaman gövdesi olan bir yaratık bunlara saldırmış. Gençlerden birinin yüzünü parçalamış. Kaçmaya çalışan bir diğerine yetişmiş ve onunda sağ bacağını koparıp parçalamış. Köylüler gecenin köründe çığlık seslerini duyunca topluca göl kenarına gitmişler fakat yaratığa dair hiç bir şey bulamamışlar.
Böyle böyle hikayeler arttı ve gittikçe imparatorluğa ulaştırılmaya çalışılan yardım çığlıklarına dönüştüler. Olayların tümü yalnızca benim görevli olduğum köyde gerçekleşiyor, şikayetler sadece o köyden geliyordu. Ama imparatorluk için geçim kaynakları olan köylerde küçük büyük tüm olaylar değerlendirilir, en azından vagon görevlileri köyde ne olup bittiğinin öğrenilmesi için bir günlüğüne soruşturma ile görevlendirilir.
Bende bir hafta sonu görev üniformamı ütülerken çalışma odamdan anons sireni seslerinin yükseldiğini duydum ve ütüyü diklemesine sabitleyip hızla odama yürüdüm. Anons megafonundan yaklaşık iki dakika daha siren sesi yükseldi. Ardından kalın ve resmi bir ses “SAYIN DAĞDİBİ VAGONU GÜVENLİK GÖREVLİSİNİN DİKKATİNE , BU HAFTA İÇERİSİNDE YAPILACAK OLAN İLK BAMBU SUYU TESLİM ALMA SEYAHATİNİZDE DAĞDİBİ’NDE ASAYİŞİ KONTROL İLE GÖREVLENDİRİLDİNİZ. SAYIN DAĞDİBİ VAGONU GÜVENLİK GÖREVLİSİNİN DİKKATİNE”. Anons aynı şekilde üç kez daha tekrarlandı ve o kulak ağrıtan seslerin tümü kesildi. Böyle anonslardan sonra hep eve bir ölüm sessizliği çökerdi, yine öyle oldu. Genelde neşeli bir ıslık tutturur ve evdeki işlerimi tamamlamaya koyulurum. Ama bir sonraki köy seferi 2 gün sonraya geliyordu. Bu yüzden bu günümü sevgilimle birlikte geçirmek istedim.
Onun için yeni yıkanmış güzel bir yumuşak bez çıkartıp çalışma masamın üzerine serdim. Ardından masaj yağlarımı kenara sırayla dizdim. Onun incinmemesi, narin teninde en ufak bir hasar dahi oluşmaması için hep en kaliteli yağlardan alırdım. Onu gidip evinden almam gerekiyordu, sırf sevgilisinin yapacağı masaj için evinden kalkıp gelecek hali yoktu ya. Çalışma masamdan kalktım, hemen kapının yanındaki ceviz dolabın en üst çekmecesini açtım ve gül ağacından yapılma, parlak, vernikle kaplı kutuyu alıp masama oturdum. Kutunun kapağını açtım ve sevgili tabancamın parlak yüzeyinden yansıyan ışık gözlerimi kamaştırdı. Gece boyu 1911 model tabancamın iç aksamını yağladım, barut gazını temizledim ve sağlam çalışacağından emin oldum.
Sefer günü geldiğinde sabah erkenden kalktım. Güneşin ufuktan hafifçe taştığını görünce odamın camından dışarı bakıp taze sabahın oksijenini derin derin içime çektim. Önceki gün hazırladığım üniformamı giyip tabancamı kılıfıyla birlikte belime astım, evden çıkıp vagona doğru yol aldım. Vagonların hepsi aynı istasyondan dört bir yana dağılır ama sefer sabahı tüm çalışanlar aynı yerde toplanırdı.
İstasyon kapısındaki görevliye kartımı damgalatıp vagona vardığımda makinist çoktan şoför kabinindeki koltuğuna geçmiş yolculuk için gereken ayarlamaları yapıyordu. Makiniste selam verip bir iki sohbet ettikten sonra şahsi vagonuma geçtim. On dakika sonra vagonlar çelik raylarda yol alıyordu. Makinistle birlikte kahvaltımızı yaptık. Ona Dağdibi köyünde bir günlüğüne görevli olduğumu bu yüzden beni beklememesini söyledim. İşim bitince evime, köyün üç kilometre ötesindeki istasyondan gidecektim.
Böyle görevlerde araştırma süresi uzayabilir ve daha uzun süre araştırma yapmaya ihtiyaç duyulduğu durumlarda mesai uzayabilir. Bunlar yazılı olmayan kurallardır. Normalde kimsenin bir vagon görevlisini daha çok çalışmak için zorlaması söz konusu değil. Kıtanın güneyinde böyle işler genelde normal karşılanır hatta yazılı kurallar sadece formalite icabı yazılmış göstermelik metinlerdir. Ama Bambu İmparatorluğu’nda bu gibi işçi haklarını çiğnemek kesinlikle kabul edilemeyecek durumlardır. Bu yüzden gönüllü değilseniz birileri tarafından zorlanmazsınız.
Köye vardığımızda vagondan inip saldırıya uğrayan gençlerin ailelerini buldum. Yaşananlarla ilgili daha detaylı bilgi edinmeye çalıştım. Ölen gençlerden birinin babasını buldum ve olayın gerçekleştiği yeri öğrendim.
Anlattığı şeyleri tekrar dinleyince gerçekleşenlerin harbiden de çocuk masalına benzediğini düşünüp işin altından elle tutulur herhangi bir şey çıkmayacağını düşünmeye başlamıştım. Köylülerin bambu sularını vagonlara teslim etmelerini bekledim ve vagonlar köyden ayrıldığında halktan on kişilik yedi grup yaptım. Ardından yedi grubu da olayın yaşandığı bölgeden ormana, bambuların derinliklerine doğru araştırma yapmak için yolladım. Herkese elinde silah adına ne varsa alıp gitmelerini söyledim ama sadece üç grupta ateşli silah vardı, geriye kalan herkesin elinde keskin veya sivri tarla aletlerinden başka bir şey yoktu. Zaten ormanda karşımıza çıkabilecek en tehlikeli hayvanlar ellerindekilerle rahatlıkla def edilebilir tehditlerdi.
Saat on iki civarlarında başlayan arama çalışmalarımız altı da bitmişti ve sağlam yorulmuştuk. Buna rağmen hiçbir şeye de rastlamadık. Grupla beraber köye döndüğümüzde meydanda bir şenlik havası vardı. Herkes mutlu, herkes sevinçliydi. Daha insanlara ne olduğunu sormadan o tatlı, sevimli, minik ayıları gördüm. Her yerdelerdi ve yıllardır birbirlerine öldürecekmiş gibi bakan o zalim, cahil, mutsuz insanlar birdenbire sevgi yumağına dönmüş sabahın bu saatinde bu siyah beyaz tüylerle kaplı sevimli ayıcıkları öpüp sarılmakla meşguldü.
Her biri bir şeylere tırmanıyor, tırmanırken köylülerin tezahürat ve alkışlarıyla güç alıyor ve çıktığı yere oturuyorlardı. Oturduktan hemen sonra da dengelerini kaybedip kafa üstü, sırt üstü düşüyorlar ve tüm köy halkını sevimli sakarlıkları ve yaramazlıklarıyla hep bir ağızdan güldürüyorlardı. Tabi bende ilk defa gördüğüm bu sevimli hayvanların büyüsüne kapılıp yorgunluğumu unuttum ve biraz vakit geçirdim.
Meydanın ortasında gülüşüp eğlenirken gözlerim yere takıldı. Hani neden olduğunu anlamazsın ama gözlerini bir noktaya odaklamak ilginç bir haz verir ya. Aynı o şekilde yere bakıp düşüncelere daldım. Buraya neden geldiğimi, ne yapmam gerektiğini hatırladım. Bu köyde saldırgan, gençleri parçalayan canavarlardan şikayet ediliyordu. Sonra kafamı kaldırıp meydanda eğlenen, minik ayıcıkları seven, sakarlıklarına gülen köylü halkı gördüm. Böylesine zararsız ve sevimli görünen hayvanların on yaşında bir kıza bile zarar vermesine imkan yoktu. Pençe adına beş minik tırnaktan daha keskin bir şeyleri de. Hem köy halkını ne zamandır böyle mutlu ve neşelide görmemiştim. Yıllar sonra kavuştukları saadeti bozmak, onları tekrar eski mutsuz ve sinirli hallerine döndürmek istemedim.
Eğer bu hayvanları bulduğumu imparatorluğa haber etseydim her halükarda onları köylülerin elinden alacaklardı. Sebepleri ise hasattan alınacak verimin düşmesi olacaktı. Hem köylüler üzülecek hem de ayıcıklar eziyet çekecekti.
İşte hayatımda yapıp yapabileceğim en büyük hatayı kendimi böyle yalanlarla kandırarak yaptım. Her şeyi noktasından virgülüne kadar raporlamalıydım. Hatta imparatorun huzuruna kadar çıkıp yalvara yalvara “Lütfen! köylülerin elinden alın o yavru ayıları. O ayılar daha yavru!. Anlatılan hikayelerdeki canavarlar onlar değil. Olamazda zaten. Küçücük onlar. Asıl canavarlar yavrularını takip edip köye inen anne ayılar.”demeliydim.
Ama ben üç kuruşluk aklımla anne ayıların çalınan yavrularını bulamayınca çılgına dönüp köye ineceklerini, önüne geleni parçalayıp savunmasız köylü halkı kanlarında yüzecek hale gelene kadar parçalayacaklarını, yavruları için köyü yerle bir edeceklerini hesap edemedim.
O an sadece sevimli, siyah beyaz renklerde küçük hayvanlar olduğunu düşünmüştüm. Ayı yavruları olduklarının çok sonra, iş işten geçtiğinde farkına vardım.
Eve döndükten üç gün sonra saraya çağrıldım. Beni vagon güzergahlarını düzenleyen bir vagon şefine gönderdiler. Şefin odasına girdim, selamımı verdim ve sefere gittiğim köyün adını söyledim. Şef “Sefer yapacağın köy değiştirildi artık … . köyüne sefer yapacaksın” dedi. Neden köyümün değiştiğini sorunca bana, masasının üstünde duran resmi evrağa bakarak “Değişiklik sebebi senin herhangi bir hatan değil, sebebi farklı bildirilmiş” dedi. Peki sebep nedir diye üsteledim.
Şef “Artık hasat yapabilecek bir köy nüfusu yok.” dedi.
Merhabalar ve seçkiye hoş geldiniz. Öykünüzün ortamı, işlenişi, betimlemeleri ve sonu özellikle de sonu gayet güzeldi. Girişteki ilk iki paragraf açıklayıcılığın monotonluğundan sıyrılsa sanki -karışmış gibi olmayayım- daha iyi olur. Birincil ve geriye dökük anlatım için uygun düşecek daha merak uyandırıcı bir giriş, belki bu paragraflardan önce getirilebilir. Tabii ki yazar sizsiniz karışmak haddime değil.
Tekrar okumasıyla giderilebilecek birkaç bağlaç hatası haricinde metinde göze çarpan pek bir yanlış yoktu. Ek olarak öykünüzü beğendim ve diğer seçkilerde de okumak isterim sizi.
Yorumunuz ve iltifatlarınız için çok teşekkür ederim.Eleştirileriniz benim için önemli ve hepsini dikkate alarak kendimi geliştirmeye çalışacağım.
İyi okumalar.
Yeni atandığın köydeki maceralarını heyecanla bekliyorum ?
Selamlar, öykünüzün konusu farklı ve güzeldi. Oluşturulan evren de ayrıca hoşuma gitti. Osman Eliuz’un paragraf hakkında değindiği noktaları haklı buluyorum, evren hakkında bilgi verilen kısımlar öykü içine yedirilebilir. Tabi kendisinin de belirttiği gibi yazar sizsiniz 🙂
Güzel bir öyküydü, başka seçkilerde görüşmek üzere..
Merhabalar. Kusuru az, akıcı, hoş bir öykü olmuş. Tatlı bir anlatımınız var. Elinize sağlık..
Merhaba, seçkiye hoş geldiniz.
Ben de ilk paragrafın fazla açıklayıcı olduğunu düşünüyorum. Geniş zamanlı bir anlatım yerine şimdiki zamanın hikâyesini kullanarak öykü atmosferine daha kolay adapte edebilirdiniz okuru fikrimce.
Genel olarak merak uyandıran ve yaratıcı bir öyküydü. Final sahnesi güzeldi.
Kaleminize kuvvet.