Öykü

Yalnızlık Metrosu

Güneşin semadan çekilme vakti gelmişti artık. Hala onun ruhunu sıkıştıran sancı Umay’ın damarlarında geziniyordu. Umay ne yapacağını bilmiyordu. Tek bildiği yalnızlıktı. Oysa korkuyordu hiç kimseler arasında hiç kimse olmaktan. Soğuk git gide bastırıyordu. Güneş ışığını sineye çekip gecenin koynuna girdi. Yürüdüğü sokaklar başka zalimdi o akşam. Heryerde kuytulara çekilmiş köpek yavruları sızlanıyordu. Soğuk, kırbaç gibi Umay’ın yüzünü sıyırıp geçiyordu. Umay etrafında yanan loş lambaların ışığı altında kendini kaybetmeye başlamıştı. İçindeki ikilemden sıyrılmaya çalışıyordu. Ona göre o ne bir melek ne bir şeytandı.

Oturduğu bir kaldırımda gökyüzüne baktı. Gökyüzü simsiyahtı. Umay’ın yüreği gibi, katran katrandı. Umay sürekli gölgesiyle konuşuyordu. Yanından geçenler ona alaycı bir edayla, acınası bir ifadeyle bakıyorlardı. Umay onlardan hangilerinin kendi benliklerini bulduğunu merak ediyordu. Son zamanlarda kendinden git gide uzaklaşmıştı. Bunu fark ettiğinde etrafındaki herkesin tek tek yok olmaya başladığını gördü. Umay ayağa kalktı ve soğuk çakıl taşlarının arasında adımlarını sıklaştırdı. Çakıl taşlarının çıkardığı yankılar Umay’ın kulaklarını tırmalıyordu.

Bir kaç adım ötede bir kulübe vardı. Ahşap bir kulübeydi bu. Kanlı çitlerle örülmüş bir bahçesi vardı. Karanlığın içinde gizemini kuytularında saklayan bu evin neyin nesi olduğunu bilmek istiyordu Umay. Tereddüt ediyordu,yüreğinin şaha kalkışını dindiremiyordu. Adım atmaya başladı. Çitlerin kapısında iki lamba vardı. Kan kırmızısı parlıyordu. Umay birden evin yanında duran mezarlığı fark etti. Adımları sıklaştıkça nefesi öfkeden çıldırmış bir boğa gibi çıkıyordu. Soğuk havada soluğu buz kesiyordu. Yüreğindeki şahlanma sancıya dönüştü.

Ne olduğunu anlamadan kendisini kulübenin kapısında buldu. Üzerinde paranoyak iki göz işareti vardı. Kırık dökük kulübenin muazzam ürkütücülükte bir kapısı vardı. Zira fark ettiği mezarlıkta aynı ürkütücülükteydi. Kapının kuru kafadan yapılmış tokmağını tutmamak elde değildi. Umay elini kuru kafa tokmağa götürdü,tutmasıyla iliklerine kadar hücre hücre bir sızı vücudunu sarıverdi. Çığlıkları mezarlıktaki tuhaf çift başlı kuşları ürküttü. Her biri tiz bir çığlıkla uçuşmaya başladı. Umay’ın gözleri kan kırmızısıydı,ağlıyordu. Olduğu yere çöktü. Aklından milyon tane cümle geçiyordu. Ama hiçbirinin ne olduğunu kestiremiyordu. Birini tutup anlamaya takati yoktu. Kapı birden açıldı. Gıcırtılar içerisinde içeri girdi korkarak. Kırık bir plak duruyordu yerde ve içerde klasik, Umay’ın ruhunu okşayan bir müzik çalıyordu. Bir şömine vardı tam karşıda. Önünde bir kurt postu duruyordu. Pencerelerden dışarıda esen rüzgarın uğultusu geliyordu. Yalnız şöminenin ateşi aydınlatıyordu içerisini. Şömineye yaklaştı Umay. Çok üşümüştü. Elleri soğuktan sızlıyordu. Damarlarındaki tüm kanın donduğunu düşünüyordu. Şömineye attığı her adımda kavurucu bir sıcak Umayın yüzüne çarptı. “Bir ateş nasıl bu kadar sıcak olabilir?” diye düşündü Umay. Bu ateş farklıydı..

Umay birden bu ateşin bünyesini ısıtmadığını fark etti. bu mavi bir ateşti; buz mavisi. Ne olduğunu anlamadı. Ateşten uzaklaşmaya başladı geri geri. Ve birden bir şeye çarptı, ya da birine. Reflex olarak arkasını döndü. Karşısında üstü başı yırtık, uzun kır saçlı, gözleri parlak yeşil, çorak toprağı andıran yüzünden ne kadar yaşlı olduğu anlaşılan bir kadın duruyordu. Umay ürktü geri çekildi, sordu:

– Siz kimsiniz? Ne işiniz var burada?

Yaşlı kadın yüreğinden gelen hırıltılı bir sesle cevap verdi:

– Ben senin açlığınım genç kız, yalnızlığınım, ben senin.

Umay olanlardan oldukça şaşırmış durumdaydı. O koca koca binaların arasında bu tuhaf evin ne işi vardı? Buraya nasıl gelmişti? Daha önce bu evi neden hiç görmemişti? Hiç bir şey bilmiyordu. Son zamanlarda öyle ruhsuzdu ki bazen yolda gitmekten korkuyordu. Yürümekten… nereye yürüdüğünü bilmeden. Umay kadının karşısına oturdu,dizlerini karnına çekti,elleriyle dizlerine sarıldı ve sordu:

Bütün bunlar ne demek oluyor, ben yalnız değilim. Sen nasıl buldun beni? Nereden biliyorsun beni?

Herkes yalnız olmadığını iddia eder Umay. Sen yalnızsın ve ilacın içindeki hezimetten kurtulmaktır. Neler yaşadığını biliyorum. Çünkü ben hep seninleydim. Bazen insanlar kendilerini bir kalıp buzun içine hapsolmuş hisseder. Soğuk, sessiz,çaresiz,yapayalnız. Ama sen bunları aşmak zorundasın..
Bunları neden bana anlatıyorsun?

İhtiyacın var. Bir insan için yıkılamazsın ! Hayattan kendini soyutlayamazsın.

Ne insanı? Neyden bahsediyorsun sen? Anlamıyorum. Beni rahat bırak…

Der, çeker gider o evden.

Kapıdan çıkmasıyla o korkunç soğuğun yüzüne çarpması bir olur. Meydana doğru yürümeye başlar. Aklı bulanıktır. “Ben yalnızım he? “ diye düşünür.. “evet yalnızım. Hiç kimsem yok. En güvendiklerim yanımdan millerce uzakta. Ve Tanrım ben bir başımayım”…

Umay yürümeye devam eder ve her şeyi düşünmeye başlar. Bu işin nereye varacağını bilmeden. Artık her şey canını sıkıyordur. Yüreği paramparçadır. Önünden geçen her çifte bir gün ayrılacaklar edasıyla bakar…

Metro durağına gelir. . Yaprakları dökülmüş ağaçları izler bir müddet. Yerler sarı, kırmızı, turuncu tonlardaki yapraklarla doludur. Kimisinden hayat tamamen kopmuş ve kurumuştur. Üzerine bastıkça kırılırlar. İnsanın yüreği gibi. Onları kurutmak kolaydır. Ama asla geri döndüremezsin, yeşermezler… Umayın uzaktan gelen metronun ışığıyla gözleri kamaşır.

Yanındaki ufak bir çocuk ona yavru kedinin baktığı gibi şefkatle bakar. 3-4 yaşlarında beyaz tenli yüzünde ufacık kırmızı bir dudak ve masum bir gülümseme. Umaya daha çok dokunur ve Umay ondan başla kimsenin olmadığı bu durakta beklemekten yorulmuş ve üşümüştür. Metroya biner pencere kenarında bir koltuğa oturur. Metro sessizdir,kimse yoktur. Başını cama yaslar ve metro harekete geçer. Umay yüreğinin bir an yerinden fırlayacağını düşünür. Aniden kalpi hızla çırpınmaya başlar. Yol kenarındaki çıplak ağaçlar Umayın gözlerinin önünde hızla geçmektedir. Umayın üzerinden tonlarca yük kalkar. . Metroda kulak tırmalayan yangın sirenini anlatan bir siren çalmaya başlar. Korku Umay’ın gözlerinde yaşa dönüşür. Önce bir kara deliğe girer metro. Her taraf kararır Umay hiç bir şey görmez. VE ardından gözleri kör edercesine bir aydınlık… Umay boşlukta süzülen metroya inanamaz.. Yerinden fırlar ve yaptığı tek hamleyle yere yığılır, bilincini kaybeder gözleri kapanır.

Uyandığında o tahta eski evde şömine başındadır. Her şey bir rüyadır. Başında ise yalnızlığı vardır.

 

Yalnızlık Metrosu” için 3 Yorum Var

  1. Selamlar;

    Öncelikle seçkiye hoş geldiniz. Geçen ay ki yorumunuzdan sonra (aynı kişi olduğunuzu var sayıyorum) bu kez de sizi bir hikaye ile aramızda görmek beni sevindirdi.

    Hikaye hakkındaki yorumlarıma gelirsek… Karanlık ve biraz da hüzünlü bir öykü sunmuşsunuz bizlere. Son cümleniz beni çok etkiledi ve açıkça söylemek gerekirse hikayeye bakış açımı bir anda tek başına değiştirdi.

    Müsaadenizle birkaç eleştiride bulunmak istiyorum. Öncelikle cümlelerinizi kısa tutmanız okurken sürekli duraksamalara neden oluyor. Cümleleri biraz birbirine bağlayıp uzatırsanız daha akıcı bir yazı ortaya çıkarabilirsiniz. İşin ilginci aynı eleştiriyi ben de almıştım zamanında ve o güne dek yaptığımın pek de farkında değildim 🙂

    İkincisi ise hemen hemen her satırda ana karakterin ismini tekrar etmeniz. Buna gerçekten de gere yok. Hani hikayede birden çok kişi göz önünde olsa yaptığınız şey şart olur. Fakat tek bir karakter olunca gereksiz yere tekrarlanan bir ayrıntı olarak kalmış.

    Niyetim kesinlikle sizi üzmek ya da kırmak değil. Baktığı her yerde hata arayan biri de olmamışımdır hiçbir zaman. Niyetim sadece yazım tekniğinizi geliştirmenizde yardımcı olmak. Dilerim yanlış anlamazsınız.

    Bir sonraki seçkide görüşmek dileğiyle…

  2. Selam,

    Seçkiye ilk defa katılıyorsunuz sanırım. Hoş geldiniz. Öykünüzde hüznü başarıyla yansıtmışsınız. Bu türlü öyküleri severim aslında ama sizin öykünüzü okurken biraz aksadım. mit’in de dediği gibi cümlelerinizi biraz daha uzun kursanız daha akıcı olurdu. Ama çok uzun cümleler kurmamanızı da tavsiye ederim çünkü ilk yazdığım öykülerde ben de oldukça uzun cümleler kuruyordum. Belki hala da öyledir bilemiyorum. İkisinin ortasını bulmak gerek sanırım. (=

    Eleştireceğim bir başka noktaysa, öykünün ilk bölümünde geçmiş zamanı kullanmanız ve kadının kulübeden çıktıktan sonraki kısımlarda geniş zamanı kullanmanız. Bu sanki bir senaryo yazmış gibi olmuş. Gerçi o kadar önemli bir şey değil ve sadece benimle alakalı olabilir… Gelecek seçkilerde de sizi görmek dileğiyle. Hoşçakalın… (=

  3. yorumlarınız için çok teşekkür ederim.. eleştirilmek gücüme gitmez.. 🙂 aksine kendimi geliştirmem için bir adımdır .. 🙂 dediklerinizi dikkate alacağım.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *