Deniz kenarında yer alan küçük kulübesinde, yine bir günbatımını izliyordu Rauf Bey. Bakışları, geceleyin yalnız başına kalan bir yıldızın gökyüzünde ağlaması gibiydi, yaşlı ve bir o kadar da acı dolu. Geçmişin izlerini kalbinden ve ruhundan atacak bir ilaç bulamamıştı henüz. Sevgiyi de nefreti de denemişti ilaç olarak ama acıları derman bulamayacak kadar öfke doluydu sanki. Sallanırken gıcırdayan sandalyesinde bir ileri bir geri gelirken, yitip giden günlerini düşündü bir an için. Kaybettiği sevdikleri bir bir geçti gözlerinin önünden. Neden böyle olmuştu ki? Yazgısının, yalnızlık diyarında yelken açan bir geminin kaptanı olmak olması haksızlık değil miydi? Bu soruların cevabını hiçbir zaman bulamamıştı ve pek bulacağa da benzemiyordu. Başını iki yana salladıktan sonra ağır bir şekilde yerinden doğrulup ayağa kalktı ve askılıktaki paltosunu sırtına geçirdi. Masanın üzerinde duran fötr şapkasına gözü ilişti öylece. Yıllardır takmıyordu o şapkayı. Daha doğrusu takmaktan korkuyordu. Dikkatini şapkadan ayırdı ve kapıya doğru ağır adımlarla yürüdü. Kapının kolu her zamanki gibi pek inatçıydı. İlk birkaç denemede açılmamış olsa da, inat etti ve açmayı başardı. Dışarı çıkıp kapıyı ardından kapattıktan sonra paltosunun düğmelerini iyice ilikledi ve toprak yolda ilerlemeye başladı. Attığı her adımda çıkan sesin ritmi onu mest ediyordu. Taş yola kadar bu ritim eşliğinde yoluna devam ettikten sonra, etrafına bakınmayı akıl etti ve bir an için nerede olduğunu düşündü. Bugünlerde çok unutkandı. Sabah ne yaptığını sorsa birileri muhtemelen cevap veremezdi. Yolda ilerleyen insanları izledi kısa bir süre. Herkes bir keşmekeş içindeydi. Türlü türlü uğraşlar bu insanları bir yerden alıp başka bir yere yönlendiriyordu. Ama Rauf Bey’in böyle bir derdi uzun zamandır söz konusu değildi. Bundan memnun muydu, işte orası tam bir muamma idi.
Yeni yeni yanmaya başlayan sokak lambalarının altında ilerlemeye devam etti. Her akşam nasılsa bu yolda yürüyüş yapardı. Bu sebeple yola ilişkin her detaya karış karış hâkimdi. Tebeşirle taşa yazılmış notlar, çatlamış taşlar ve taşlara meydan okuyarak kendisine yer bulup çıkan ufak bitkiler… Bütün detaylar Rauf Bey’in aklına kazılıydı. Belki de hayatında unutmadığı tek şeydi bu detaylar. Koyu yeşil renkte olan bankın yanına gelinceye kadar ilerleyişini sürdürdü. Hemen hemen kendi yaşlarında olduğunu tahmin ettiği bir adam oturuyordu bankta. Yavaşça yanına yaklaştı ve oturmak için izin istedi. Adam, Rauf Bey’e kısa bir süre baktıktan sonra başını salladı ve tekrar bakışlarını denize yöneltti. “Acı dolu bir insan daha,” diye iç geçirdi Rauf Bey. “Acılar rıhtımı asla boş kalmıyor,” Ortama bir süre sessizlik egemen olduktan sonra, Rauf Bey kibar bir sesle konuşmaya başladı.
“Yorucu bir gün geçirmiş olmalısınız.”
Adam ilk başta Rauf Bey’i duymazlıktan gelse de başını hafif bir şekilde ona doğru çevirdi ve, “Kime göre yorucu olduğu da tartışılır belki ama evet kısmen yorucu bir gündü,” dedi. Sonra dikkatli bir şekilde Rauf Bey’i incelemeye koyuldu.
“Sizin de benden aşağı kalır yanınız yok gibi.”
“Yorgunluk benden hiç ayrılmaz ama nedense sadece zihnimi kendisine dost bilir,” dedi Rauf Bey. “Bu da benim için hiç iyi bir şey olmuyor.”
“Vücudunuz yorgun olsa zaten burada olmazdınız. Burası ruhları yorulmuş insanların yeri.”
Rauf Bey iç çektikten sonra, “Doğru söylüyorsunuz,” diye cevap verdi.
Adam, bakışlarını Rauf Bey’den ayırdıktan sonra tekrardan ufka bakmaya başladı. “Kızımla eskiden hep buraya gelirdik. İki şişede gazoz aldık mı bizden keyiflisi yoktu. Ona en sevdiği hikâyeyi anlatırdım burada. Yüzlerce kez dinlediği halde her defasında sanki ilk kez duyuyormuşçasına ilgiyle dinlerdi. Hikâye bittiğinde yanağıma hafif bir öpücük kondururdu ve ‘Ne güzel bir hikâyeydi babacığım,’ derdi. Bunun üzerine bana öyle bir sarılırdı ki ondan ayrılabilmek ne mümkün.” Kısa bir sessizliğin ardından adam konuşmasını sürdürdü. “Onu görebilmek için şuan her şeyi feda edebilirim ama bu beyhude bir arzu olmaktan öteye hiçbir zaman geçemeyecek.”
“O şuan nerede?” diye sordu Rauf Bey.
“Sonsuzlukta,” diye cevap verdi adam. “Benim her gün gitmeye çalıştığım ama cesaret edemediğim sonsuzlukta.”
Rauf Bey bir süre sessiz bir şekilde adamı inceledi ve sonra cebinden çıkardığı şekerlerden birini adama uzattı. Adam, ilk başta öylece Rauf Bey’e baktı. Ardından şekeri aldı ve paketinden çıkarıp ağzına attı.
“Sonsuzluk çok başka bir yer,” dedi Rauf Bey. “Yaşamın kıyısında olan herkesin düşlerini kurduğu ve benim de her gün keşke orada olabilsem dediğim bir yer.”
Adam, cebinden çıkardığı küçük not defterinin sayfalarını birer ikişer karıştırdıktan sonra, defteri Rauf Bey’e uzattı ve parmağıyla bir cümleyi işaret etti. Rauf Bey, adamın işaret ettiği yeri okumaya başladı sessizce. ‘Bir gün kadar yakındı bana ama bir o kadar da uzak. Kâinat güneşi sizlerle olsun’ Bu cümlenin ne anlama geldiği konusunda hiçbir fikri yoktu Rauf Bey’in.
“Ne anlama geliyor ki bu?” dedi adama bakarak.
Adam, hızlı bir hamleyle not defterini kapattıktan sonra tekrardan cebine koydu ve, “Kızımın bana yazdığı son cümle bu,” dedi. “Yıllardır üzerinde düşünürüm ama hiçbir şey bulamadım.”
Rauf Bey’in buna ilişkin vereceği herhangi bir cevabı yoktu. İkili, uzun bir süre sessizce yan yana oturduktan sonra adam ağır bir şekilde ayağa kalktı ve Rauf Bey’e selam verip taş yolda ilerlemeye koyuldu. Rauf Bey, adamın arkasından öylece baktı ve ilerleyişini izledi. Attığı her adım acı yüklüydü besbelli. “Hayat herkesi bir şekilde hırpalıyor,” diye iç geçirdi ve bakışlarını tekrar denize çevirdi. Güneşin kaybolmasıyla birlikte artık belli belirsiz bir hal almıştı deniz. Fakat kaybolmayan bir şey vardı. O da kıyıya çarpan suyun masalları andıran dinginleştirici sesiydi. Gözlerini kapattı bir an için ve ruhunu müziğe bıraktı. Engin bir denizin ortasındaydı. Acaba aşabilecek miydi artık zihnini boğan o karanlık girdabı? İçi garip bir duyguyla kaplıydı. Fakat işittiği bir çığlık sesi her şeyi paramparça etti ve gözlerini açıp sesin geldiği yöne baktı. Yerde yatan birisinin etrafında bir kalabalık oluşmaya başlamıştı. Oturduğu yerden kalkıp hızlıca kalabalığa doğru ilerledi ve yerde yatan adamı gördü. Bankta sohbet ettiği adamdı o. Etrafını çevreleyen insanları aştı ve dizlerinin üstüne çöküp adamın nefes alıp almadığını kontrol etti. Hiçbir hareketlilik yoktu. Adamın açık olan gözlerini eliyle yavaşça kapattı ve yüzüne baktı. “Sonsuzluk senide içine aldı,” dedi. “Senin için mutluyum. En azından seni bekleyen birisi var orada ve sende o kişi için yanıp tutuşuyordun. Elveda güzel ve acı dolu insan. Elveda.”
Merhaba, seçkiye hoş geldiniz. Hoş bir öyküydü. Bir iki yerde “de” bitişik yazılmış. “Sonsuzluk senide içine aldı.” gibi. Gözden kaçmış sanırım. Elinize sağlık
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim. Sizin de dediğiniz gibi gözden kaçan birkaç hata olmuş. Bu hataları tekrarlamamak dileğiyle.
Anıl merhaba,
Seçkiye hoş geldin.
Bahadır Satır’ın da ifade ettiği gibi bir iki hata vardı ancak genel olarak imla kuralları ve kelimeleri doğru-etkili kullanabilme noktalarında öyküyü beğendim. Ayrıca konu anlamında da dokunmayı başarabilen bir öykü olmuş. Yalnız tema biraz araya kaynamış, onu ifade edeyim.
Gelecek seçkilerde görüşmek üzere,
Kalemine kuvvet!
Merhaba. 🙂 Öyküyü okuyup yorumladığınız için öncelikle teşekkür ederim. Bahsettiğiniz üzere gözden kaçan birkaç hata olmuş. Bunları öyküyü gönderdikten sonra fark ettim. Sanırım bundan sonra daha dikkatli bir son okuma yapmam gerekecek. Tema konusunda ise “Şapka” kavramını biraz daha basit işleyip, aktarmak istediğim ana düşünceyi ön plana almak istedim. Diğer temalarda ise temaya daha bağlı kalıp ona göre öyküler yazmayı düşünüyorum. İlginiz için tekrardan teşekkürler 🙂