Öykü

Anchilea Kutsal Kalkan – Bölüm:18

Bir an kendine geldiğinde korkmuştu. Duvardan gelen ve kaynağı belli olmayan bir ışığın aydınlattığı bir odadaydı. Ürperdi, çevresine bakındı. Son zamanlarda sıkça gelip gittiği O yerdeydi. Yüzlerce yıllık olduğuna inandığı o sandalyede oturuyordu. En az sandalye kadar yaşlı masa üzerindeki el yazması defteri okuyordu. Bulunduğu yerde hiç erimeyen o garip biçimli mum yanıyordu. Yanıyordu yanmasına ama mumun ışığına gerekte yoktu, mum yalnızca bu mistik dekoru tamamlayan bir öğeymiş gibi yanıyordu masanın üzerinde. Adam, o yerde yalnız olmadığını hissediyordu. İlk geldiği günden beri -tıpkı duvardan yayılan yeşil ışık gibi- güçlendiğini hissettiği bir varlık odayı onunla paylaşıyordu. Kim olduğunu ya da ne olduğunu bilmediği bir varlık.

“Altı büyük günah var” diyordu el yazması defter. “İnsan Tanrılarına karşı altı büyük günah işler, günahkar olur. Sonra pişman olur tövbe eder. Sonra gene günah işler, sonra gene tövbe eder. Günahların son bulması, gerçek huzura ulaşması için altı küçük kurban gerekir. Altı yaşında, altı küçük temiz kurban. Altı büyük günah o zaman sonsuza kadar affedilir. O zaman güneşin önündeki gölge kalkar ve geçmişin o muhteşem günleri geri gelir.

Defterdeki harf karakterlerine bir kere daha baktı. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama o defterde yazılanları, kadim harfleri rahatlıkla okuyordu. Tanımadığı harf figürlerinden oluşan bir yazıydı Latince mi yoksa Fenike mi veya daha da eski ve çoktan unutulmuş bir dile mi aitti bilmiyordu ama yazılanları sorunsuzca okuyordu. Okumaktan öte bir hafız gibi ezbere biliyordu.

Bir an aklına defterin sahibi olduğunu zannettiği iskelet geldi. Ne yapmıştı zavallı iskelete. Gömmüştü. Bir emanetçi bir muhafız gibi özen göstererek adeta kutsal bir törenle ayaklarını bastığı zemine gömmüştü. İlk kurbanının işlemlerini törenle yaptıktan sonra sıra gelmişti zavallı iskelete. Yaptıklarının bir tanığı olabilsin diye törenin sonuna kadar şiltede yatmasına izin vermiş sonra gömmüştü.

İçinde bulunduğu odayı tekrar gözden geçirdi. Kendinden başka kimse yoktu bulunduğu yerde. O halde duyduğu ses kafasının içindeydi. Günler, aylar önce çok uzaklardan bir fısıltıymış gibi duyduğu ses bugün hemen yanı başında konuşuyordu sanki. Konuşan her kimse ağırbaşlı ve etkileyici bir ses tonuyla konuşuyordu. Bir çok kere “çıldırıyorum galiba” diye düşünmesine neden oluyordu kafasının içinde yankılanan ses. Hayaletlere inanacaktı neredeyse. Yoksa konuşan, defterde sıklıkla adı geçen Hekate miydi?. Korkuyla sordu.

“Hekate sen misin?” Ses bu kez ağırbaşlı olmak yerine ürpertici bir tonda yanıt verdi.

“Ben Empusayım. Yüce Hekate nin sadık hizmetkarı. Bir ayağı tunçtan bir ayağı eşek pisliğinden olan Empusa” Kişi, okuduğu defteri anımsadı. Gülüp geçmek istedi. Beyninin hücrelerinde yankılanan ses devam etti.

“Ben Lamia’ yım, çocuk eti seven Lamia. Eski dünya güzeli; Kraliçe Lamia. Yüce Zeusun eşi Hera’nın güzelliğini kıskanıp, çocuklarını çaldığı ve ardından lanetlenen kraliçe Lamia… İntikam için mutlu ailelerin çocuklarını yiyen Lamia.” Oda çığlıklarla yankılandı.

“Ben ne Empusa ne de Lamia olmak istemiyorum.” Cümlesini birkaç defa tekrarladı. Yine de bunları söylerken mutlu ailelerin çocuklarını yiyen lanetli kraliçenin uşağı olduğunu biliyordu.

Cevdet Denizaltı

Ben Cevdet Denizaltı; tercih ettiğim şekilde olursa Aziz Hayri. İzmir’de Eşrefpaşa’da doğdum. Önce Çınarlı Endüstri Meslek Lisesini sonra Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdim. Makine Teknolojisi bölümü öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okumayı, araştırmayı, yazmayı seviyorum. Tür ayrımı yapmam, bilimkurgu, fantastik kurgu ve tarihi romanlar favorim. Poe ve Tolkien hayranıyım.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *