Öykü

Anıların Ağırlığı Zedeler Ruhumuzu

1.

İyi günler, dileğinde bulunup, yürümeye devam etmişti. Bense arkasından öylece bakakalmıştım.

Hayır, buradan başlamamalıydım.

Her gün onu izliyordum. Sürekli. Bıkmadan, usanmadan. O ise, benim onu seyrettiğimin farkında bile değildi. Belki de farkındaydı ve bunu bana yansıtmamakta ustalaşmıştı, kim bilir?

Ben de bu konuda geçen seneye nazaran biraz ustalaştığımı hissediyorum. Nitekim hiç kimse ansızın usta olamaz. O mertebeye erişmek için ilk önce usta dayağı yemelisiniz. Bu dayak illa ki fiziksel olmak zorunda değil. Usta olarak tabir ettiğiniz kişiden öğreneceğiz her bir şey aslında bir nevi tokattır. Bu tokatların her biri, hayata karşı olan mücadelenizde, size yol gösterir.

Bilgi, eşittir, tokattır. Tokat, eşittir, yol gösterici.

2.

Fazla ukalalık, üçyüzlülüktür, demişti. Bunu neden söylediğini bir türlü anlayamamış ve dersin sonuna kadar bu cümleyi düşünüp durmuştum. Hala tam olarak çözebilmiş değilim. Zaten bunu söylediği anda sınıfta bir mezarlık sessizliği oluşmuştu.

Mezarlıklar karanlıktır ve sessizlikleri, tüm ölülerin söylenmemiş cümleleridir. Ürkütücüdür. Ürkütür.

Pek konuşkan biri olduğu söylenmezdi. Hoca söz verdiğinde kalkar ve fikirlerini tüm sınıfla paylaşır ve boğazını şöyle bir temizler ve ardından tekrar yerine otururdu. Onun, bu hareketine hayrandım. Boğazını temizlediği anda çıkan kadınsal tını, vücudumdaki tüm hücrelerin hoyratça dans etmesine sebebiyet verirdi.

Vücudumdaki tüm hücrelerin hoyratça dans etmesi beni sevindirirdi.

3.

Kas gevşetici kremi olduğunu tahmin ettiğim kremi çantasından zarif bir şekilde çıkarmış ve omuzlarından başlayarak el parmakları dahil koluna bir güzel sürmüştü. Sonra da kremi, güneşin yakmaya tenezzül edemeyeceği güzellikteki tenine yedirivermişti. Birkaç dakika sonra aynı işlemi diğer koluna da uygulamıştı.

Ben mi? O sırada onu izlemekle meşguldüm. O sırada. Yani her zamanki sırada. Onu en iyi görebildiğim sırada. Normalde pörtlek gözlü bir çocuk oturuyor bu sırada. Gözleri pörtlek olmasa, sanırsınız Harry Potter! Ama değil, dedim ya. Sıradan bir pörtlek gözlü çocuk işte. Sahi, adı neydi?

Her neyse.

Bir sonraki ders başlamak üzereyken, kendi sırama doğru, yine o her zamanki isteksizliğimle ağır ağır yürümekteydim.

Hoca gelmiş ve yeni bir ders başlamıştı. Hoca, Psikolojik sorunlar, eşittir, ruhlar çöküntülerdir, gibisinden bir şeyler gevelerken, nasıl olduğunu tam olarak anlayamadığım bir şey oldu. Arka sıralardan bir çığlık sesi yükseldi. Bu, O‘ydu. Ve yine nasıl olduğunu tam olarak anlayamadığım bir şey daha gerçekleşti. Bir anda kendimi onun sırasının yanında buluvermiştim. Tüm sınıf bana, doğa üstü güçlere sahip biriymişim gibi bakmaya başlamışlardı. Oysa ki, değildim ve bunu nasıl yaptığım hakkında herhangi bir fikrim yoktu.

Belki de bir şey yapmamışımdır. Sınıftaki herkesin bana olağanüstü bir şey yapmışım gibi bakmaları sonucu, bir şey yapmış olduğumu düşünmüşümdür.

Çok karışık şeyler bunlar. Midem bulanıyor. Fakat kusmak için henüz bir aşk tecrübem bulunmamakta. Yani, demem o ki, sevilmedim hayatta. Sevmeyi hep başardım. Ama hiç sevilmedim.

Sevildiğime bir türlü inanmadım, demek daha doğru bir tanım olur aslında.

4.

Çığlık atmasının sebebi bir karıncaymış.

Neler oluyor orada? diye soran hocaya ve sınıfa istinaden dönüp, bir karınca, diyebilmiştim sadece. Bir karıncaya ek olarak, ders aralarında sırasını sürekli işgal ettiğim pörtlek gözlü Harry Potter, (tam olarak bir Harry Potter olmasa da) bir karıncadan korkmuş hocam, demişti.

O, ben ve pörtlek gözlü çocuk hariç tüm sınıf, kahkahanın çeşitli tonlarını hunharca sergilemekteydiler. Hoca dahil. Hocalar zaten hep müdahil olur zaten böyle durumlara. Yani en azından bazıları.

Bu duruma biraz içerlemiştim açıkçası. Onu, öyle üzgün görmek beni yaralamıştı. Ama bir yandan da, bu durum, benim neden bir anda onun yanında olduğum gerçeğini süpürüp atmıştı. O an, hiç kimse bunu düşünecek halde değildi.

Karıncayı almış ve hızla üç sıra öndeki sırama geçmiş, oturmuştum.

5.

Kovboy şapkası takmıştı başka bir gün. Karıncadan korkmuş olmasını da hesaba katarsanız eğer, onun ne kadar anti sıradan olduğunu anlamışsınızdır herhalde.

Bu durum, bana pazar sabahları erkenden kalkıp TRT’de kovboy filmleri izlediğim günleri hatırlattı. Dört yıllık lise hayatım boyunca bir, bilemedin iki kovboy filmi kaçırmışımdır. Bu filmleri büyük bir keyifle izler ve ardından tekrar izlemek isterdim. Tekrar izlediğim filmlerin sayısı da en fazla üçtür.

Tüm lise çağım bir anda gözlerimin önünden kayarak geçti ve ileride tüm haşmetiyle dikilmekte olan üniversite çağıma çarptı. Kaza şiddetli, ölen yok, yaralanan ise bir kişi. Durumu ağır.

Anılar ağırdır. Taşımasını bileceksin. Eğer taşıyamıyorsan, sık sık kaza yaparsın.

6.

Kovboy şapkasının bendeki yeri büyüktür. Bir kere, o şapkayı kovboyların kullanıyor olduğunu bilmek dahi, beni heyecanlandırmaya yeter de artar bile.

Kovboy şapkasından mıdır, yoksa kovboy şapkasının bana hatırlattıklarından mıdır bilinmez ama, içimde karşı koyamayacağım duygular harekete geçmişti. Bir anda ayaklanmıştı şerefsizler. Bunu hesaba katamamıştım.

Ah, bunu hesaba katmalıydım tabii ki! Ama hayır, katmamıştım.

Çıkış saatinde, herkes kapıdan yavaş yavaş çıkarken, ben daha yavaş çıkmaya çabalıyordum. Onun benden önce çıkması için ağır hareket etmem gerekiyordu. Kovboy şapkasını kafasına taktı. Şapkanın ipini gerdirerek çenesinin altında bıraktı. Ne kadar da güzel görünüyordu tam şu an. Çantasını omuzlarına geçirdi ve kapıya doğru yürümeye başladı.

Hemen arkasında da ben vardım. Koridoru geçtik, merdivenlerden indik ve okulun dışına çıktık. Hala arkasındaydım. Okulun bahçesinden dışarı çıktık ve ben hala arkasındaydım.

Sonunda, tüm cesaretimi topladığıma emin olduğum anda, kelimeler dudaklarımdan havaya karışıverdi.

Merhaba, dedim.

İyi günler, dileğinde bulunup, yürümeye devam etti. Bense arkasından öylece bakakaldım.

O, çok ilginç bir kızdı.

Ben de her zaman kaybederdim.

Anıların Ağırlığı Zedeler Ruhumuzu” için 8 Yorum Var

  1. Okuduğum yazının öykü olduğundan şüpheliyim ama zaman kaybıydı diyemem. Okurken bir yandan da notlar aldım. Fazla samimi olduysa aceleciliğime ver. Okurken geçirdiğim keyifli dakikalar için teşekkürler.

    İyi günler, dileğinde bulunup, yürümeye devam etmişti. Bense arkasından öylece bakakalmıştım. (Gerek yok ki “dileğinde bulunup” diye uzatmaya. İyi günler, deyip yürümeye devam etmişti. Şimdi daha kısa, artı anlatım bozukluğu olmadan.)

    Mezarlıklar karanlıktır ve sessizlikleri, tüm ölülerin söylenmemiş cümleleridir. Ürkütücüdür. Ürkütür. (Tebrikler.)

    Sonra da kremi, güneşin yakmaya tenezzül edemeyeceği güzellikteki tenine yedirivermişti. (Tenezzül etmek kelimesi orada hiç olmamış. Kıyamadığı desek hem anlatım bozukluğu olmaz, hem Türkçe kelime kullanmış oluruz.)

    Ben mi? O sırada onu izlemekle meşguldüm. O sırada. Yani her zamanki sırada. Onu en iyi görebildiğim sırada.(“O sırada”yı vurgulamana gerek yok, anlayabiliriz. Güven bize.)

    Hocalar zaten hep müdahil olur zaten böyle durumlara. Yani en azından bazıları.(Zatenlerden bir tanesi fazla, gözünden kaçmıştır muhtemelen. İkinci cümle birinciyle net bir biçimde çelişiyor. Hikayeyi yazdıktan sonra bir kaç gün bekleyip tekrar okumak bu tarz hataları önleyebilir.)

    1. Sayın Murad,

      Bir süredir yorumlarınızı takip ediyorum ve sürekli kendimi tutuyorum. “Benim hikayem değil, bana laf söylemek düşmez,” diyorum kendime ama buradaki çoğu arkadaşın ağabeyi olarak size bir-iki çift laf etmem gerektiği kanaatindeyim.

      Birincisi; hikayeleri okuyup yorumlamaya çalıştığınız için teşekkürler. İnsanımız yorum fakiri olduğundan maalesef öykülerimizin çoğu bu konuda eksik kalıyor. Sağ olun.

      İkincisi… bunu beğenmeyeceksiniz ama hitap tarzınız hiç hoş değil. Mesela;

      * (Tenezzül etmek kelimesi orada hiç olmamış. Kıyamadığı desek hem anlatım bozukluğu olmaz, hem Türkçe kelime kullanmış oluruz.)
      * Zatenlerden bir tanesi fazla, gözünden kaçmıştır muhtemelen.
      * Hikayeyi yazdıktan sonra bir kaç gün bekleyip tekrar okumak bu tarz hataları önleyebilir.

      Bunlar birer yorumdur, bu tarz bir eleştiriyi herkes hoş karşılar, başımızın üzerinde yeri vardır. Anlatım bozukluğuna dair yorumlarınız da aynı şekilde değerli. Ama;

      * Ben mi? O sırada onu izlemekle meşguldüm. O sırada. Yani her zamanki sırada. Onu en iyi görebildiğim sırada. (“O sırada”yı vurgulamana gerek yok, anlayabiliriz.)
      * Hareketsiz, gözleri bile kıpırdamaksızın tavanı izliyor oluşu onu, ölü bir adamdan farksız kılıyordu. (Ölü bir adamdan yerine kısacık “ölüden” desek?)
      * “Çocuklar kadar şen bir şekilde” (nasıl bir şekil o?)
      * Etrafıma bakınmaya başladım.(bakınmak zaten etrafa olur, etrafıma sözcüğü gereksiz kullanılmış)
      * Ne yazık ki sis görüş mesafemi kısaltarak işimi hiç de kolaylaştırmıyordu. (amerikan filmlerinden devşirdiğimiz bu kalıplar Türkçe’de sırıtıyor. Sisin görüş mesafesini kısaltması neden işimizi kolaylaştırsın ki?)

      Bu yazdıklarınız gerçekten çok yersiz. Yazarın hangi kelimeyi, nerede ve niçin seçeceğini biz belirleyemeyiz. Her yazarın farklı bir cümle kuruş biçimi, anlatış şekli, yani üslubu vardır. Herkes gibi sizin de bir üslubunuz olduğu belli; fakat karşınızdaki kişi sizin tercih edeceğiniz gibi yazmadığı için onu eleştiremezsiniz. Bu “Adamın saçı neden siyah değil de beyaz?” demek kadar abes. Siz “ölüden” dersiniz, başkası naaştan; siz sisle ilgili betimleme yapmayı seçmezsiniz, yazar orada onu bir gereklilik olarak görür. Bunu söylemek, buna karar vermek hiçbirimize düşmez. Lütfen bunu yapmayın.

      * Okuduğum yazının öykü olduğundan şüpheliyim ama zaman kaybıydı diyemem.
      * Genel olarak okunabilir bir hikaye.

      Bu tip yorumlarınızsa çok rencide edici. Buradaki arkadaşların çoğu henüz çok genç ve yazarak kendilerini geliştirmeye çalışıyorlar. Öyküyü beğenmediğiniz takdirde bunu belirtmenin çok daha kolay ve kibar yolları var, siz de biliyorsunuz. Lütfen bunu da yapmayın.

      Anlayışla karşılamanız ümidiyle…

      1. Sayın mit,

        Esere saygısızlık olmaması açısından cevabımı kısa tutacağım.

        Bir-iki çift laf başlığı altında kullandığınız abes, yersiz gibi sözcüklerin sizi eleştirdiğiniz noktada benden ileri götürmesi sebebiyle söylediklerinizi ciddiye almam pek mümkün değil. Ancak bu dikkate almayacağım anlamına gelmiyor. Bu mecraın kaidesi bu ise burada bulunduğum süre boyunca, kaideye uymaya gayret ederim. Aksi takdirde site yöneticilerinin gerekeni yapmaması için bir engel yok. Yorumlarım kontrolden geçerek yayınlanıyor bildiğim kadarıyla, yayınlanmayabilirler, silinebilirler ya da yorum yapmam engellenebilir.

        Anlayışla karşılamanız ümidiyle…

        1. Kaidesi değil de beklentimiz o yönde diyelim. Böylece yorumlarınız daha çok yapıcıcı, daha az kırıcı olur. Söylemeye çalıştığım şey bu. Ayrıca yorumlarınızı denetleyip onlara onay veren kişi de benim. Sansür ve silme ekibimizin pek tercih ettiği bir yöntem değil. Dikkate aldığınız için teşekkürler.

  2. Selamlar Doğukan,

    Geçen ayki hastalığın devam ediyor 🙂 Nerede bunun devamı?! Yine güzel bir geliş ve gelişme var. Benzer cümleleri kullanarak kurduğun kelime oyunları gayet hoşuma gitti. “O sırada” cümlesinde yaptığın gibi… Ayrıca birkaç altı çizilecek güzel sözcük daha vardı hikayede.

    Gel gelelim fazla ukalalık neden üçyüzlülüktür? Kız karıncalardan neden korkuyor? Öykümüzün kahramanı daha sonra cesaretini toplayabiliyor mu, yoksa sondan bir önceki paragraftaki kaza ile açıklamaya çalıştığın şey, lise sona erene dek bir daha onunla konuşamaması mıydı? Eğer öyleyse yeri biraz yanlış olmuş veya daha net açıklanabilirmiş.

    Kalemine kuvvet…

  3. Başarılı ve ilginç bir öykü olmuş. Merak uyandırması da cabası. Oldum olası bir sonra ne olacak merakıyla okuduğum bir çok romandan çok etkilenmişimdir. Ne var ki ilk başlarda kavrayamadığım bir eksiklik kaldı okurken. Öyküleme kısmı ise yine hoşuma gitti. ‘O sırada’ diye başlayan cümle ise bence tamamen tarzını ifade ediyor ve ben bu cümleyi çok beğendim. Daha kısa tutulsaydı anlaşılabilir miydi? Evet, ama nerede kalacaktı o zaman öyküleme, yazıyı şekillendirme, boyutlandırma ve okuyucuya farklı tatları hissettirmek için yapılan bu çaba? Eline sağlık..

  4. o sırada nın vurgulanması gerektiği düşüncesindeyim. aynı fikri paylaştık hissi doğurup, okuyucuda mutluluk yaratıyor!

  5. @Murad: Vakit ayırıp okuduğunuz ve bunun sonucunda da hatalarımı görmemi sağladığınız çok teşekkür ederim.

    @mit: Merhaba ağbi. Senin eleştirilerin sayesinde hatalarımın azalacağını düşünüyorum. Bendeki hastalık tam olarak öyküyü sonlandıramama hastalığı, bunun farkındayım. Ucu açık ve eksikmiş gibi bitiyor, bu ayki öykümde aynı hatayı tekrarlamamış olmayı umuyorum… Teşekkürler!

    @Ceyhun Özçelik: Güzel dileklerin yer aldığı bu cesaretlendirici yorum için çok teşekkürler!

    @ayse: Fikrinizi paylaştığınız için minnettarım.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *